Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 39 • Mavi Gökyüzü Umudu

Holaaaa,

Herkes umarım iyi, huzurlu, sağlıklı ve mutludur.

Bölümü gözden geçirmek için vaktim olmadı. Bu sebeple bir aksaklık görürseniz ciddiye almayın, ben sonra üzerinden geçeceğim.

Bir sonraki bölüm, 6 Haziran 2019'u anlatan özel bölüm olacak.

Yakında görüşmek üzere...

İrem Pelin xx

🩸

Dakikaları saatlere ulaştıran zamanının kıyısında öylece dururken düşüncelerim zihnimin duvarlarına çarpıyordu.

İçimden ve dışımdan yükselen tek bir ses vardı.

Aras?

Tüm ihtimalleri gözden geçirirken içimde bir umudun filizlendiğini hissettim. Mümkün müydü? Aras hayatta olabilir miydi?

Kirpiklerim titremeye başladığında yüzümde aptal bir gülümseme, içimde örtülü bir heyecan belirdi.

Pia'nın bileklerime dolanmasıyla donup kalmış gözlerimi artık kapanmış olan ekrandan çekip bana çevrili maviliklere yönelttim. Küçük bir mırlama zihnimi hapsolduğu boşluktan sıyırmıştı. İçimdeki karmaşayı hissetmiş gibi, beyaz tüylerini ayak bileğime sürerken, bir yandan mırlayarak benimle iletişim kurmaya, beni ana çekmeye çalışıyordu. Pia'nın dokunuşu ile olduğum yerden ayrılma gücü toplayabilmiştim. Uzanıp onu kucağıma aldım. Burnunun ucuna küçük bir öpücük kondurup içimde çığlık çığlığa bağıran soruyu sordum.

"Sence o sarışın adam..."

Pia sanki söylemeye çalıştığımın büyük bir şey olduğunu anlamış gibi gözlerini yüzüme dikmişti.

"Aras olabilir mi?"

Patisini uzatıp burnuma dokundu. Kendince iyi etme yöntemleri vardı. Patisini tutup öptüm. Pia'yı aşağı kattaki yatağına bıraktığımda puslu zihnim berraklaşmaktan çok uzaktaydı.

Ayaklarım benden bağımsız hızlanmıştı. Kalbim o kadar güçlü atıyordu ki, artık kendimi korunaklı noktaya çekmek için çok geç kalmıştım. Bir yanım temkinli olmamı fısıldıyordu, diğer tüm yanlarım ise çoktan umudun kollarına atılmıştı.

İçimde bir ses çığlık çığlığa bağırıyordu.

Aras yaşıyor olabilir.

Belki şu an bir yerlerde ve nefes alıyor.

Merdivenleri çıkarken evin içinde buz gibi bir sessizlik vardı, kafamın içinde onlarca soru. Yatak odasına ulaştığımda yatağa çok yaklaşmadan durdum. İçlerinden birini, en zorunu, dökmek için dudaklarımı bir kez daha araladım. 

"Aras..." dedim, aramızdaki boşluğa doğru.

Nasıl soracaktım? Yutkunup dudaklarımı yeniden araladım.

"Sen bıraktığında... Yani, onu son gördüğünde..."

Kesik bir nefes aldım. Hissiz bakışlarını görmeye gücüm yoktu. Şu an gücüm bu soruyu sormaya ancak yetiyordu, bir de onun gözlerindeki ölüm sessizliğini görürsem devam edemezdim. Kirpiklerim örtüldüğünde dudaklarımı yeniden araladım.

"Gitmiş miydi?"

Sessizlik aramızda bir çağ gibi büyürken ne o kıpırdadı, ne de ben.

Örtülü kirpiklerimden bir yaş süzüldüğünde hızla sildim. Yorulmuştum, ağlayıp dövünmekten çok yorulmuştum. Bir umut varsa, küçücük, minicik bir umut varsa onun peşinden koşacaktım. Gücüm tükenene kadar o umudun peşinden koşacaktım ama artık ağlayıp durmayacaktım.

Sabırsızlıkla kirpiklerimi araladığımda endişelenecek bir şey yoktu. Bakışları tavana dikiliydi ve inip kalkan göğsü dışında yaşam belirtisi göstermiyordu.

Abimin sözünü dinlemeye karar verdim. Bazen tek seferde kesip atmak gerekirdi ve benim bunu alıştırmaya vaktim yoktu. Ki vaktim olsaydı da nasıl yapılacağına dair en ufak fikrim yoktu. Aslında biraz da sabrım yoktu.

Şimdi, tam şu anda, Aras bir yerlerde nefes alıyor olabilirdi.

Dudaklarımı bir kez daha araladım ve şok etkisi yaratma yolunu başvurdum.

"Sezin hayatta."

Kaşları belli belirsiz çatıldı. Şaşırmış mıydı yoksa söylediğime bir anlam verememiş miydi bu açıdan anlayamıyordum. Kıpırtısız durmaya devam ettiği için ben de konuşmaya devam ettim.

"Araştırdım," dedim, araştırma kısmında kullandığım kişiyi cümleden itinayla uzak tutarken. "Buradaymış, Beykoz'da."

Sen de burada mısın Aras?

İnip kalkan göğsü dışında yaşam belirtisi göstermediğinden sesimi yükselttim.

"Pars!"

Yattığı yerden yavaşça doğruldu ve sarkıttığı bacaklarına dirseklerini dayayarak yüzünü ovuşturdu.

"Aras'ın," dedi, zorlukça çıkan sesiyle. "Kalbi durmuştu."

Başımı hızla salladım. Bunu biliyordum. Okumuştum. Yazıyordu orada, okumuştum.

"Ben kalp masajı yaptığımda... Kısa sürmedi. Kapıların açıldığını fark edene kadar devam ettim. Bırakmadım. Emin olduğumda..."

Cümlesini tamamlamasına gerek yoktu, anlamıştım. Başımı bir kez daha salladım.

Neden sorduğumu bilmiyordu ama bunu soruyorsam bir nedeni olduğunu bilecek kadar beni görüyordu. Gerçekten görüyordu.

"Atlas..." dedi, yorgun yorgun yorgun bir sesle. "Nereye istiyorsan gidip bakalım. İçin rahat etsin."

Yüzüne dikkatle baktım. Hissiz bakışlarında ufak bir kıpırtı görmek için koyulaşmış bakışlarını dikkatle süzdüm. Ya söylediğimi duymamış ya da bir anlam verememişti. İfadesiz bakışlarının başka bir anlamı olamazdı.

Sadece benim içim rahat etsin diye mi gidecektik? O Sezin'in yaşama ihtimaline hiç mi inanmıyordu? Hadi inanmıyordu, tutunmuyor muydu?

Aras, dedim. Hayattaysan güzel bir şarkı mırıldan.

Mırıldanmadı.

Güzel şarkılar bizi terk etmiş olmalıydı.

Belki de artık o sınırı geçmiştik. Durduğumuz yerde güzel şarkılar yoktu. Durduğumuz yerlerde uçurumda bırakılan ölüler ve üzerimize sıçrayan kan izleri vardı. Bir de silahlar.

Pars tüm bu hislerden sıyrılmış gibi öylece yürüyüp giyinme odasına geçti. Üzerindeki bornozu çıkarıp ortadaki çekmeceli saçmalığa attı. Peşinden gitmeden önce birkaç dakika şokta olup olmadığını anlamaya çalıştım. Sormamış, sorgulamamıştı. Bu pek Pars'a göre değildi. Sezin'in yaşadığına inanmıyor olsa bile şimdiye kadar beni bunu nereden bildiğime dair sorguluyor olması gerekirdi. Hiçbir şey sormadan giyinmeye başlaması tuhaftı.

Siyah bir kot ve tişört giymişti. Çıplak ayaklarıyla çorap çekmecesinin önünde tereddütle kalması, eli uzanmıyormuş gibi durması inkarımı tetikliyordu. Yanına yaklaşıp omzunun yanından çekmeceye uzanıp ince, koyu kırmızı çoraplardan birini alıp ona uzaktım. Gözleri gözlerime buluştuğunda oradaki anlamları çözmeden düğüm düğüm düğüm bırakmak istedim.

"Yapma..." dedim sadece.

Kendini suçlama da demek istedim ama işte bir anlamı yoktu. Olan olmuştu evet, geri dönüşü yoktu evet ama tüm bunlar hükümsüzdü. Pars, o tetiği çektiği andan sonra nefes aldığı her saniye kendini suçlayacaktı.

Onu ikna edemezdim. Yanında durabilir, bu vicdan yükünün onu içine hapsetmesine engel olmaya çalışabilirdim ama kendini affetmesini sağlayamazdım. Çünkü affetmeyecekti.

Şehre geri döndüğüm tüm o zaman boyunca ona sesim bile titremeden katil derken bir gün bu noktaya geleceğimizi düşünemezdim. Şimdi, kendine o kelimeyi iliştirmesin diye tüm yargılara karşı durmak istiyordum. Ben de biraz böyleydim işte. Çok sevdiğim herkese karşı fazla inançlıydım.

Omzunun üzerine dudaklarımı bastırdığımda gözlerimi kapattım. İçimde kocaman, karanlık, puslu bir endişe bulutu vardı. Çıkacağımız yoldan, varacağımız adresten emin değildim.

Bir mucize olsun istedim, bir mucize olsun ve kapının ardından Aras çıksın.

Sorgulamaz, tek soru sormaz, öylece kabul ederdim. Ne oldu, nasıl oldu... Hiç düşünmez, ne olduysa oldu derdim.

Pars, gitti diyordu. En son onun ellerinin arasındaydı ama ya gitmediyse?

Onlarca senaryo geçti zihnimden. Her şey olabilirdi. Çok zor değildi. Biraz çaba ve parayla her şey halledilirdi. Düşündükçe daha çok umut doldum. İçimdeki histen hem korkuyor hem de düşünmeden duramıyordum.

Pars odadan çıktığında geri açtığım valizin içinden siyah kot şort ve bir tişört çıkarttım. Elime gelen tişörtün ne olduğuna bile bakmadan üzerime geçirdim. Ayağıma botları giyip telefonu ve arabanın anahtarlarını alarak daha fazla oyalanamadan odadan çıktım.

Pars evden çıkmış olmalıydı. Bahçeye çıkmadan önce Pia'nın mamasını ve suyunu kontrol edip tüm kapı ve camların kapalı olduğundan emin olmak hızla hareket ettim. Kapıyı arkamdan kapattığımda Pars'ın bahçenin girişine çektiği arabanın içinde bekliyordu.

Gökyüzü aydınlanmaktan uzak görünüyordu. Sabaha henüz vakit vardı ve sabah olmasını beklememiz gerektiğini söylemek için geç kalmıştım. Beklemek istemememin de bunda etkisi vardı.

Belki de artık bekleyemezdik.

Şarkılar gibi güzel sabahlar da yüz çevirmişti bize.

Burada kalmıştık. Böyle. Şafaktan önce bir vakitte, sessizliğin ortasında kalakalmıştık.

Gözlerimi kapatıp göğsümü havayla doldurdum. Başımı geriye ittiğimde gözlerimi açıp gökyüzüne baktım.

"Aras?" diye fısıldadım gökyüzüne doğru. "Bir kapının ardından çıkman mümkün mü? Yapabiliyorsan tam vakti..."

Dolan gözlerimi akmaya yeltenen yaşlara fırsat vermeden kuruladım. Bir kere başlayınca duramıyordu insan gerçekten. Bu gözyaşı işine hemen şimdi bir son vermeliydim.

Adımlarım arabaya yöneldiğinde Pars beklemeden motoru çalıştırdı. Kapıyı açıp koltuğa yerleştiğimde önce kemerimi takmamı bekledi, hemen sonra arabayı bahçeden çıkardı.

Bir şey söylemek, aklından geçenleri öğrenmek istediysem de sustum. Yol boyunca bir sessizliği paylaşmak ikimize de iyi gelecekti. Belki de artık bize iyi gelecek hiçbir şey yoktu.

Güzel şarkıları ve sabahları kaybettiysek, geriye ne kalmıştı?

Bitmeyen geceler, diye fısıldadı içimde, çok derinde bir ses.

İki kopuk parça gibi, bitmeyen gecelerde savrulmaya devam etmek ancak acıyı dondururdu. Hiçbir şey geçmez, hepsi bir sonraki cinnete kadar içimizde demlenirdi.

Yapmayalım, demek istedim. Pars konuş ne olur, susmayalım.

Bir şeyi kaybediyormuş gibi hissediyordum. Bir şey içime doğru çöküyormuş gibi... Pars sustukça bütün suçları kabul ediyordu sanki. Susmasın istiyordum, inkar etsin.

Sorular sorsun, bana Sezin'in yaşadığını nereden öğrendiğimin hesabını sorsun istiyordum.

Sezin...

Gerçekten yaşıyorsa Pars ne tepki verecekti? Peki ya bebek?

Pars sustukça sorularım büyüdükçe büyüyor ve verilmeyen cevapları alacakaranlık yutuyordu.

Yollar yollara bağlanırken Pars ara sıra kontrol ettiği navigasyonun çizgilerini takip etti. Her dakika içimdeki umut büyüyordu. Tüm varsayımları düşünür hepsine uygun bir senaryo yazıyordum kafamın içine. Şöyle mi oldu böyle mi oldu diye düşünürken oturduğum yer bedenime batıyordu sanki. Yerimde duramıyordum. Pars arabayı ne kadar hızlı sürerse sürsün yetmiyordu. Hem çok korkuyordum hem de içim içime sığmıyordu.

Parçaları mantıklı bir düzleme oturtamıyor olmamın bile bir önemi yoktu. Bir kere yeşermişti umut filizi içimde, kökünü tutup söküp atsam bile toprakta izi kalırdı.

Dilimin ucuna gelen tüm kelimeleri yuttum. Minicik bakışlarla Pars'ı kontrol edip duruyordum ve yola çıktığımızdan beri bana hiç bakmamıştı. Belki o da düşüncelerinde boğulmuştu. Belki onun da içinde bir umut filizlenmişti.

Gözlerini benden tarafa çevirse anlardım. Bakışlarındaki kelimeleri okurdum ama işte bakmıyordu.

Güneş kendini hissettirmeye başlarken toprak bir yola girdik. Hissediyordum, yaklaşmıştık. İçimi tekmeleyip duran tüm sorular etrafa saçılırken bakışlarımı tekrar Pars'a çevirdim. Keşke beni sinirlendirecek bir şey söyleseydi, o zaman daha kolay olurdu. Aramızdaki boşluk bu kadar ağırken konuşmak çok zordu.

Araba iki katlı, bir evin bahçe kapısının önünde durduğunda kemerimi bir çırpıda çözdüm.

Gelmiştik.

Kapıya uzandıktan sonra Pars'a döndüm. Bir elim kulpta öylece ona bakıyordum, onun bakışları ise uzayıp giden toprak yoldaydı. Ne kemerini çözmüş ne de önünde durduğumuz eve dikkatle bakmıştı.

"Pars?"

Sesimle harekete geçerek kısa bir an için başını çevirip eve bakmış hemen sonra bana dönmüştü.

"Burada bekliyorum."

Arabanın durduğu yerde evin girişi görünüyordu. Kapının olduğu yeri odanın duvarı gizliyordu ama kapının tam önünde durduğumda beni görebilecekti. Herhangi bir sorunda anında fark edip müdahale edebileceğini bildiğinden beklemeyi seçmişti. Bu sebeple ısrar etmedim ve kapıyı açarak beklemeden kendimi dışarı attım.

Demir kapının kilidini açıp ittiğimde bahçeye doğru bir adım attım. Bakışlarım ikinci adımda gökyüzüne kaymıştı. Göğsümü derin bir nefesle doldurduğumda aydınlanmaya başlayan gökyüzü biraz olsun rahatlamamı sağladı.

Henüz masmavi olmasa da gülümsemem için yeterliydi. Bu son olabilir, diye düşündüm. Aras'ın gözlerine bakarak konuşuyormuşum gibi hissetmek için son kez gökyüzüyle yetinmiş olabilirdim.

Bir adım daha atmadan önce arkama dönmüş ve Pars'ın üzerimdeki bakışlarına karşılık vermiştim. Kapıyı açan Sezin olursa ne tepki verecekti? Canı şimdi olduğundan daha mı çok sıkılacaktı, yoksa üzerinden bir yük mü kalkacaktı? Belki de mutlu olacak ve güzel sabahlarına kavuşacaktı.

Kaşlarım çatıldığında bakışlarım evin girişine uzanan basamaklarda kaldı. Pars'ın güzel sabahları en son ne zaman avuçlarındaydı? Ne zaman kaybetmişti onları? Sezin mi götürmüştü yanında, yoksa Pars mı gömmüştü karanlığa?

Kapının önünde durduğumda zile basmak için uzanan elim havada kalmıştı. Tüm ihtimalleri düşünmüştüm. Zihnimde onlarca senaryo dönmüştü, hepsine tek tek tek diyalog yazmıştım. Şimdi, zile uzanmak üzere havada duran elime baktığımda görüyordum ki böyle bir ana hazırlıklı olmak diye bir şey yoktu.

Göğsümü havayla doldurdum. Pars'ın bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum. Her neyle karşılaşırsam karşılaşayım yanıma ulaşması birkaç saniye sürerdi.

Daha fazla düşünmemek için hızla zile uzandım. Saat çok erkendi. Bu evde yaşayan her kimse, zilin sesiyle tedirgin olacaktı. Aras erken uyanmaktan nefret ederdi. Bunu düşünmek için uygun bir an değildi ama bir an için kapının ardından uykulu ve kızarmış gözlerini görmeyi ummuştum.

Ona bir kere sarılsam bütün sorular yerle bir olurdu. Her şeyi olduğu gibi olduğu yerde bırakırdım. Hepsinden vazgeçerdim. Tüm o intikam yeminlerinden, savaş boyalarından, silahlardan ve anlaşmalardan... Hepsinden vazgeçerdim.

Kısa bir süre sonra dizimi sallamaya başlamıştım bile. Birkaç saniye daha beklemek için kendimi ikna etmeyi deneyecektim ki parmaklarım zile bir kez daha uzandı ve bu kez daha uzun kaldı. Kapı açılmadıkça gerginliğim artıyordu.

Zile bir kere daha uzandığımda içeriden bir yaşam belirtisi duyulmuştu. Dizimi sallamayı bırakmak için parmaklarımı bacağıma sardım. Göğsümü bir kere daha havayla doldurduğum sırada kapı açıldı.

Beklentinin önlenilemez olduğunu o an anlamıştım. Umut etmemek için direnirken bile umut etmiştim ki elimde gerçek anlamda tutunacak hiçbir şey yoktu.

Kapıyı açan Aras değildi.

Sezin, Hakan Pars'ın sandığımızdan çok daha güçlü ve zalim bir kötü olduğunu kanıtlarcasına kapının arkasında duruyordu.

Canlı ve uykuda yeni uyanmış haliyle.

"Aras?"

Sezin'in tedirgin bakışlarında şaşkın bir ifade belirmişti. Pars'ı beklemek istiyordum çünkü bu kapının ardında bekleyen benim sınavım değildi. Benim sorularımın sırası gelecekti, tam karşımda şaşkın gözlerle bakan kadın Pars'a çok büyük bir oyun oynamıştı. Öncelik onundu. Yine de kendimi tutamamıştım. Tamam, kapıyı o açmamıştı ama bu kapı hiç ona açılmış mıydı, öğrenmem gerekiyordu.

"Sen Atlas'sın..."

"Tanımak zor olmamıştır," dedim. "O kadar dosya biriktirmişsin."

Yüzünde bana itiraz etmek isteyen bir ifade belirmişti. Hemen sonra sadece buruk bir gülümsemeyle söyleyeceklerini yuttu.

"Aras?" diye sordum bir kez daha. "Buraya gelen sarışın bir adam varmış..."

Kaşları çatılmıştı. Bir an için korkuyla irkilmiş hemen sonra kapıya tedirgin bir bakış atmıştı. Uzanıp kapıyı tuttuğumda gözlerimi koyu kahverengi gözlerine diktim.

"Söyle..." dedim, bastırarak.

"Değil," dedi.

Bir süre öylece bakmaya devam ettim. Gözlerimde ne gördü bilmiyordum ama "Üzgünüm," diye ekledi.

İçten içe bildiğim ama yine de kendimi umut etmekten alamadığım gerçekle yüzleşirken elimi Aras'ın ardından çıkmadığı kapıdan çektim.

Bir adım uzaklaştım ve bakışlarımı gökyüzüne çevirdim.

O artık hiçbir kapının ardından çıkmayacaktı. Belki de bu yüzden tüm kapılarım kapanmıştı.

O aptal çizgi filmlerde olduğu gibi gökyüzüne bir merdiven dayamıştım. Hayali bir merdivenin basamaklarından uzanıyordum ona. Kapıları ardımızda bırakmıştık.

Şarkılar, sabahlar ve kapılar mı Atlas, diye sordu Aras.

Burası kötü, karanlık ve canavarlar var, dedim. Sen gökyüzünde kal, orası daha güvenli.

Bakışlarımı gökyüzünden söküp alırken hala kapının kenarında duran kadına çevirmiştim. Bana dikkatle bakıyordu. Önce kaşları havalanmış hemen sonra çatılmıştı. Yüzünü gergin bir ifade sararken bir an kapıyı kapatmaya yeltenmiş ama bir kere açmış olduğu gerçeğiyle çok geçmeden yüzleşmişti.

Onu görmüştüm. Unutmam için beni öldürmesi gerekecekti ki iş birlikçisinin kim olduğu düşünülürse bunu seve seve seve yapacak birini bulması uzun sürmezdi.

Şimdilik şansına küsecekti çünkü geriye doğru bir adım atarak hala üzerimde olduğundan emin olduğum gözlerin sahibine gelmesini işaret etmiştim.

Yüzünde söylemek istedikleri varmış gibi bir ifade belirmişti. Gözlerini üzerimden çekmeden olduğu yerde rahatsızca kıpırdandı. Pars'ın adımları yanımıza ulaşmak üzereyken aralanan dudakları şokla kasılmış ve kelimeleri yutmak zorunda kalmıştı.

Pars kapıya ulaştığında Sezin bu kez evin içine doğru gerilemiş ama ikinci kez kapıyı kapatmaya yeltenmemiş, hatta elini çekmişti.

"Sezin?"

Pars'ın şaşkın sesini duyduğumda ona bakmamak için bakışlarımı adımları gerilemeye devam eden kadının üzerinde tuttum.

Pars beklememiş, aralık kapıdan içeri girmiş ve kadının açtığı mesafeyi kapatmıştı.

Bir an için arabaya gidip konuşmalarını beklemeyi düşünmüştüm. Bu yüzleşmeyi benim karşımda yaşamak istemeyebilirlerdi. İçinde bulunduğumuz durumda kimin ne istediği pek önemli değildi ne yazık ki ama işte kendimi rahat hissetmemiştim.

Arabayla aramdaki mesafeye kısa bir bakış attığım sırada Pars'ın yükselen sesi tereddüdümü kesip atarak bakışlarımı evin içine çevirmem neden olmuştu.

"Nasıl?" demişti Pars.

Bir an için etrafına bakınmış hemen sonra anlam veremeyen bir ifadeyle tekrar etmişti.

"Nasıl?"

Öne doğru adım attığım sırada elimi kapıya yasladım, ne içeride ne de dışarıda sayılacak şekilde eşikte duruyordum.

"Pars..." dedi Sezin, hem soluk verir hem de soluğunu tutar gibi.

Pars'a doğru bir adım atmıştı, gözlerindeki tedirginlik Pars'ın gözlerinde her ne gördüyse büyümüş, kocaman bir hal almıştı.

"Kötü görünüyor, biliyorum. Ben, ben..."

"Sen..." dedi Pars, kadının sesinin aksine onun sesi keskindi. "Hayattasın?"

"Sana söylemek istedim... O gün... Pars o gün ço"

Pars elini havaya doğru kaldırdığında Sezin birden susmuş ve panikle omzunun üzerine gelen saçlarını ellerinin arasına almıştı. Pars'ın evinde gördüğüm beyaz çerçevenin içindeki kadın, karşımdakinden faklıydı. Onun cam gibi parlayan gözleri, omuzlarından aşağı dökülen siyah saçları ve insanın içini ısıtan bir gülümsemesi vardı. Bu kadının ise bakışları yorgun, saçları kısa ve rengi soluktu.

Pars'ın sorularını sorması ve cevapları alması gerektiği için kendimi tutuyor. Öne atlayıp Aras ile ilgili bildiği her şeyi anlatmasını istemiyordum. Pars'ın soruları bittiğinde sıra benimkilere gelecekti ama o zamana kadar burada, elim kapıya yaslı halde dikilmek pek iyi hissettirmiyordu. Sanki onları gözetliyormuş gibi hissediyordum ve bu rahatsız ediciydi.

"Ne anlatıyorsun?"

Pars'ın sesi biraz öncekinde bile sert çıkınca kadın olduğu yerde gerilmiş ama durduğu yerden uzaklaşmamıştı.

"Bana söylemek istedin öyle mi?" Pars öne doğru bir adım atmıştı. "Sen öldün Sezin?" dedi, bu gerçeği kadının da anlamasını istiyormuş gibi. "Sen öldün ve şimdi buradasın, karşımdasın. Bunca zaman öldüğünü düşünürken sen-" Etrafına şöyle bir bakınıp öfkeyle kadına döndü. "Beykoz'dasın," demişti, anlam veremez bir ifadeyle.

"Beykoz'da yaşıyorsun." Sinirle güldüğünde bir adım gerilemiş ve saçlarını çekiştirmişti. "Yaşıyorsun?"

"Pars bak açıklaması güç. Baktığın yerden acımasızca görünüyor. Suçlu duruyorum. Arkandan iş çevirmişim gibi..."

"Çevirmedin mi?" Pars bu kez sesini bütünüyle öfkesine teslim etmişti. "Hayattasın," diye bağırdı. "Arkamdan daha nasıl bir iş çevirebilirsin. Delireceğim! Geçmiş karşıma kötü görünüyor biliyorum diyor. Yok ya, neden kötü görünsün? Ben her lanet güne masum birinin benim yüzünden öldüğünü düşünerek uyandım ama Sezin Hanım Beykoz'da, çim suluyormuş bu sırada."

"Öyle değil," dedi Sezin itiraz ederek. Bir adım atmış ve Pars'a uzanmaya çalışmıştı. Pars aynı anda bir adım gerileyerek dokunuşundan kurtuldu.

"Nasıl?" diye sordu. Bu kez bağırmamış ama sesindeki ton ile çok daha keskin bir etki yaratmıştı.

"Anlatsana!"

"Ben o gün... Yani, sizin ev-" Sezin derin bir nefes aldı. "Annenlerin eve gittiğimde, ben orada babanın telefonda konuşmasını duyduğumda... Pars sana ulaşmaya çalıştım."

Kadının bakışları bir anlığına bana kaydığında kaşlarım çatılmıştı. Konuşmaya devam etmek için gitmemi mi bekliyordu. Elimi kapının üzerinden çekmiş ama öylece durup bakışlarındaki ifadeyi sorgulamaya devam etmiştim. Bir adım uzaklaşacak gibi olduğumda dudaklarını aralayarak bakışlarını tekrar Pars'a çevirmişti.

"Hayatta olmanla... Ya da şöyle sorayım, sahte ölümünle babamın bir ilgisi var mı?"

Sezin bunu beklemiyormuş gibi yutkunduğunda bakışları cevabı çoktan vermişti.

Elbette vardı. Sezin o evden öldü bilinerek canlı çıktıysa, bunun Hakan Pars ile ilgisi olmaması mümkün değildi.

Pars öfkeyle soluduğunda Sezin bir kere daha ona yaklaşmaya çalışmıştı.

"Bilmiyordum," dedi. Neyi bilmiyordu emin değildim ama Pars'ın dinlemeye tahammülü kalmamış gibiydi. "Babanın teklifini kabul ettiğimde sana aşık olacağımı bilmiyordum."

"Ne teklifi?"

Sezin'in kaşları çatılmıştı. "Sen..." Bir an için durup durumu değerlendirdi. Bakışları kısa süreliğine bana dokunmuş hemen sonra geri çekilmişti. "Yerimi bulduğuna göre sana bunu Hakan söylemedi mi?"

Pars evin içinde dolanmaya başladığında öfke etrafını sarmıştı. Muhtemelen babasının son anda konuya müdahale ettiğini düşünüyordu. Belli ki durum sandığımızdan daha karmaşıktı. Sezin, ellerini başını arasına sıkıştırmış Pars'ın bileklerine uzandığında gözlerim kısıldı.

"Babamla ne zaman tanıştın?"

Bileklerini öyle sert çekmişti ki kadın bir adım geriye sendelemişti.

"Pars..." dedi Sezin acıyla. "Bilmiyordum."

"Ne zaman?"

"Seninle tanışmadan önce..." diye yanıtladı.

Pars kahkaha atacak sanmıştım çünkü bakışları etrafta gezinirken ellerini saçlarına atmıştı. Gülmemiş, kadına değdirmediği bakışlarını sakinleşmeye çalışarak etrafta dolaştırmıştı.

Sezin öne doğru atıldığında Pars bir kere daha ona uzanan ellerin dokunuşundan kurtulmuştu. "Otur şöyle konuşalım, "dedi çaresizce. "Her şeyi en baştan anlatacağım, söz veriyorum."

"Anlatacaksın?" dedi Pars dalga geçerek. "Tabii anlat sen, ben şöyle oturayım sen bana en baştan anlat. Babamla nasıl anlaşma yaptın, beni nasıl kandırdın, ne yalanlar söyledin... Bir dakika."

Pars durmuş ve bakışlarını kapının önünde kıpırdamadan duran bana çevirmişti. Kaşları çatıldı hemen sonra. Ne düşünüyorsa cevabı bende yoktu.

"Aras?" dedi bakışlarını benden çekmeden.

Kirpiklerim titrediğinde kesik bir nefes aldım.

"Aras sana ne demişti?"

"Pars, ben o konu-"

Pars aniden elini arkaya doğru uzatmış ve kadının sözünü kesmişti. Bakışları hala benim üzerimdeydi.

"Yazın tanıştıklarını söyledi," dedim güçlükle.

Pars başını sallamış hemen sonra bana mahcup bir ifadeyle bakmıştı. Gözleri gözlerime değerken kelimelere ihtiyacımız yoktu. O üzgün olduğunu söylemişti ben hafifçe başımı sallamıştım. Bunun kavgasının yeri burası değildi. Biliyordum, öfkeli bir anda elimi cebime atacak ve iğneli cümleleri çıkarıp savuracaktım.

"Seni tanımıyordum," dedi Sezin bir kez daha konuşmaya dahil olarak. "Ben sadece Aras ile tanışacak ve rapor verecektim."

Bir şey sırtımdan itmiş gibi öne atıldığımda girdiğim transtan çıkarak kaşlarımı çattım.

"Kime?"

Sezin sıkıntıyla nefes almış ve gözlerini soruyu soran ben değilmişim gibi Pars'a sabitlemişti.

"Babalarınıza."

Pars sinirle güldüğünde önüne geçerek Sezin'e yaklaştım.

"İkisine de aynı şekilde mi rapor veriyordun?"

Sezin bir an başını sallamış ama hemen sonra tereddütte düşmüştü.

"Bir süre evet, daha sonra sadece Hakan ile konuşuyordum. Zaten bana kısa bir süre sonra Aras ile işlerinin kalmadığını söyledi."

"Ne demek bu?" diye sordum. "Nasıl işleri kalmadı?"

"Gözden çıkarmış olmalılar. Bir süre sonra Hakan bırakmamı söyledi."

Pars sinirle arkasını dönmüş ve kapıya doğru yönelmişti. Sezin hemen sonra onun adını söylemişti ama adımlarını durduran bu olmamıştı. Adımlarını durduran arka odalardan birinden gelen ağlama sesi olmuştu.

Bebek?

Sezin olduğu yerden fırlayarak gözden kaybolduğunda Pars'ın adımları biraz önce durduğu yere dönmüş ve kadının ardından şaşkınlıkla bakmıştı.

Kapı açıldığından beri aklımızdan çıkan gerçekten birkaç saniye sonra Sezin'in kucağında odaya dönmüştü. Şaşkın bakışlarım kucağındaki, kavuniçi polara sarılı halde bakışlarını annesinden ayırmayan bebekte kalmıştı.

Sezin'in bakışları Pars'a döndüğünde yüzünde biraz öncekilerden daha sancılı bir ifade vardı. Pars hiçbir şey söylememiş, öylece durduğu yerde kadına bakmaya devam etmişti.

"Özür dilerim," dedi Sezin. "Bütün yalanlar için. Pars, açıklaması yok bunun, farkındayım. İstemedim, inan bana birçok şeyi istemedim ama elimde değildi."

Pars'ın bakışları kadının çaresiz ifadesinden kucağındaki bebeğe çevrilmişti.

"Senin değil..." diye mırıldandı Sezin.

Pars birkaç saniye daha bebeğe bakmış hemen sonra sorgulayan bakışlarını kadına çevirmişti.

"Özür dilerim," diye tekrarladı. "Asıl babanla çalışan Kerem'di, küçük işlerini yapıyordu. Zamanla gözüne girdi. Ben okulu yeni kazanmıştım o zamanlar, Kerem hep çok para kazanmanın yollarını arıyordu. Kafes dövüşü yapıyordu ama öyle senin gördüğün yerler gibi değil, daha batak yerler."

Pars konuşulanları anlamıyor gibi yüzünü buruşturduğunda ben Kerem'in adını duyduğumdan kaskatı kesilmiştim.

"Kardeşleri yok muydu?" diye sordum, kendi kendime konuşur gibi.

"Ne?" dedi Sezin, bakışlarını bana çevirmişti. "Kerem'in mi? Yok..." Omuz silkti. "Kerem yetimhanede büyüdü, ne kardeşi?"

Sinirle gülmeye başladığımda odanın içinde dolaşmaya başladım. "Ben öldürecektim," dedim dişlerimin arasından.

"Ne?" dedi Sezin, şaşkınlıkla.

"Kerem öldü," dedi Pars, bakışları Sezin'in değil benim üzerimdeydi.

Evin içinde sinirle dolanıp durduğum için beni kontrol ediyor olmalıydı. Bir cinneti daha ne o kaldırabilirdi ne de ben.

"Ne?"

Sezin'in sesiyle başımı kaldırıp ona baktım.

"Belki de ölmemiştir..." dedim. "Olabiliyor böyle şeyler."

"Patronun haber vermedi mi?" diye sordu Pars.

Kadının şokla açılmış dudakları kapanmıştı. "Biz..." Gözlerini kapattı. "Biz artık sadece kızım için görüşüyoruz."

Pars gözlerini kıstığında Sezin dağılmış ifadesini saklamaya çalışmamış, buğulanan gözlerine aldırmadan konuşmaya devam etmişti.

"Beni o gün annen kurtardı."

"Uğraşma uğraşma," dedi Pars. "Bebeği benden sanıyor, anladık onu."

Sezin başını sallamış hemen sonra burnunu kızının başına yaslamıştı.

Ne diyeceğimi bilmeyen bir halde orada öylece dururken Pars sırtını kadına ve kucağındaki bebeğe dönerek yüzünü bana çevirmişti.

"Soracaklarını sor, sonra gidelim," dedi. "Benim kafamı toplamam lazım."

Bir şey söylememe fırsat vermeden kapıdan çıkmıştı. Hemen sonra kadın kucağında yeniden uykuya dalmış bebeği uyandırmamaya çalışarak biraz önce çıktığı odaya dönmüştü. Hemen sonra dışarı çıktığında beni salonun ortasında tek başıma bırakarak dışarı çıktı. Başkasının evinde, üstelik bir oda ötede bir bebek uyurken durmak istemediğimden ben de kapıdan çıkıp bahçeye indim.

Sezin arabayı çalıştırmak üzere olan Pars'ın peşinden gitmiş ve kapıyı açmıştı. Ben olsam bu yaptığını yapmazdım, şu ana kadar sakin bir konuşma geçirmiş bile sayılırdık oysa.

Pars'ın ne dediğini duymamıştım ama yüzündeki ifadeden pek de kibar konuşmadığı anlaşılıyordu. Sezin, kolunu tutmuş ve arabayı çalıştırmasına engel olmaya çalışarak onu çekiştirmişti.

"Konuşalım," dedi, yalvarır gibi. "Pars, yüzüme bak."

Pars arabadan aşağı inmiş ve kapıyı sertçe çarpmıştı.

"Ne anlatacaksın?" diye bağırdığında kadın olduğu yerde sıçramış ama uzaklaşmamıştı. "Sevgilin babama çalışıyordu, sonra bir gün zengin olmanın yolunu buldu, seni de işin içine soktu. Gittin Aras'ın hayatına girdin. Baktın oradan ilerleyemiyorsun çıktın gelip benim hayatıma girdin. Patronlarına güzelce raporlarını verdin, paranı aldın, işin bitince de seni öldü gösterdiler."

Sezin bir adım gerilediğinde Pars bu kez daha kuvvetli bağırmıştı. "Başka ne anlatacaksın?"

Kızın üzerine eğildiğinde durduğum yerden gözlerindeki ifadeyi göremiyor ama ne kadar karanlık olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Sen, ne kadar çabalarsam çabalayayım, hep babamdan bir adım geride olduğumun canlı örneğisin," dedi. "Ekleyecek bir şeyin yoksa çekil karşımdan."

Arabaya binmiş ve beklemeden motoru çalıştırmıştı. Hemen sonra toprak yolda, öne doğru gittiğinde Sezin ne yapacağını bilemez hale arkasından bakmıştı.

Öfkeliydi ve geri dönmeden önce biraz olsun kafasını toplamak istiyordu. Buradan gideceği tek yer Hakan Pars'ın yanıydı, bu sinirle giderse muhtemelen birkaç saat önce perişan halde olmasına sebep olan şeyi tekrarlamak zorunda kalacaktı.

Sezin bahçe kapısından girdiğinde bakışları beni buldu.

"Doğru mu söyledi?" diye sordu. "Kerem gerçekten?"

Başımı salladığımda gözünden akan yaşı yavaşça sildi.

"Bir gün olacağını biliyordum," dedi acıyla. "Bu kadar yakın olmamasını ummuştum sadece."

İstemeyerek söylediği cümleyle bağ kurduğumda "Doğru bir zamanı yok," dedim. "Hep erken."

"Özür dilerim," dedi bakışları bana döndüğünde. "Aras konusunda."

"Özrüne ihtiyacım yok," dedim, sert bir tavırla. "Cevaplara ihtiyacım var. En baştan anlatacaksın bana her şeyi."

"Söyledim ya," dedi, yorgun bir ifadeyle. "Kerem gelip Hakan'ın teklifinden bahsetti. Çok para verecek, buradan gideceğiz falan dedi. Klasiğidir onun, hep buradan gideceğiz diye başlar anlatmaya. Bir yere gidebileceğimiz falan da yoktu da işte hayal kurmak olsun bize. Aras hakkında bir dosya verildi bana, içinde temel bilgiler vardı birkaç da fotoğraf. Git tanış, samimi ol dediler. Sevgili olmak falan değil öyle arkadaş olmak. Olduk da. Daha yakın ol da dediler sonra ama küçük bir engel vardı."

"Neydi?"

"Abin zaten birine aşıktı, onunla olmak istiyordu, hatta belki onunlaydı, emin değilim. Karışıktı o kısımlar, çok anlatmazdı. Bazen anlattıkları arasında karışıklıklar olurdu. İlaçlardan olabilir, diye düşünüyordum o zamanlar ama için girdikçe anladım sadece ilaçlardan değildi."

Gözlerini gözlerime çevirdiğinde buruk bir ifadeyle bakışlarımı kontrol etti.

"Uyuşturucudan."

"Ot için diyors-"

"Yok," dedi başını iki yana sallayarak. "Sadece o değil. Başka şeyler de var."

Kaşlarım havalandığında "Bilmiyor muydun?" diye sordu.

Yutkunmuş ama bir şey dememiştim.

"Aras'la sonra çok denk gelmemeye çalıştım. Pars'la olduğumu gördüğünde ona bir şeyle söyledi, ben de geçiştirdim, tanımıyorum dedim. Pars bana inandı zaten araları çok iyi değildi, bir de biliyorsun ilaçlar yüzünden bazen dengesiz davranabiliyordu."

Aras ara ara ilaç kullanırdı ama ilaçlar diye altını çizdiğinin ne olduğunu bilmiyordum. Özellikle belirttiğine göre bu da bana söylenmeyen durumlardan biriydi.

"Abim doğru söyledi yani," dedim. "Yalan söyleyen sendin?"

Gözlerini kaçırdığında başını sallamıştı.

"Pars da sana inandı... Birlikte büyüdüğü kişiye değil, sana."

"Dedim ya, araları çok iyi değildi. Pek sorgulamadı zaten, sorup durmadı yani. Benim de işime geldi. Bir süre sonra ne yalanlar kaldı ne de iş. Ben ona çoktan aşık olmuştum bile."

"O gün ne oldu?" diye sordum. "6 Haziran'da... Aras ile ilgili ne biliyorsun?"

"Aras'ı ben aradım," dedi. "Ona Pars'a zarar vereceklerini söyledim. Ben de önlemek istedim." Bakışları kısa bir an için etrafı taradı. "Başka da bir şey bilmiyorum."

"Bebeğin var, korkuyorsun," dedim, önce kaşları çatılmış hemen sonra yüzümdeki ifadenin tehdit içermediğini anladığında rahatlamıştı.

"Haklısın... Yine de, sence Hakan Pars artık tehdit oluşturmayacak olsa, güzel olmaz mıydı?"

Kadının kaşları kalktığında yüzünde emin olmayan bir ifade vardı.

"Pars bile yapamaz," dedi. "O babasının karanlık yüzünü gördüğünü düşünüyor. Sanmıyorum biliyor musun? Bence görmedi. Gözlerine baktım. O gün, beni öldürmek üzereyken gözlerinden gözlerimi ayıramadım. O adamın içinde insan yok. Cani var."

"Yine de," dedim dudak bükerek. "Hayattasın."

Sezin acıyla gülmüştü. "Hapisteyim aslında."

Başıyla evi göstermişti. "Bak burası benim hapishanem. Ha ama bak şimdi siz buldunuz ya belki değişir."

Onun için de berbat bir durum olduğunu görmek zor değildi. Üzüleceklerim ve düşüneceklerim o kadar kabarık bir liste oluşturmuştu ki Sezin ve bebeğinden bir madde yaratamıyordum.

"Hakan Pars," dedim, konuyu hızlandırmak için. "Abimin..." Yutkunduğumda beni onaylamıştı.

"Tüm suçlar onu gösteriyor yani."

Başını salladığında kısa bir an için durmuş ve bakışlarımı yerde tutmuştum.

"Fotoğraflar olmasaydı da anlardım," demişti, birkaç dakikalık sessizliğin ardından.

"Seni Pars'ın yanında görmem yeterdi anlamam için."

Gözlerim kısıldığında tebessüm etti.

"Senden çok bahsetmedi, aslına bakarsan adını söylediğine mecburi anlar dışında şahit olmadım ama bilirsin ya. Hani bir eve taşınmışsındır, senden önce kalanların yatağının izi duvara çıkmıştır, bilirsin orada daha önce başka biri vardı. Bu da öyle bir şey... Hep bir iz vardı onda da. Ben iz diyeyim, sen eksik parça de... O sebeple, yan yana görseydim sizi yine anlardım senin Atlas olduğunu."

Asla sırası değildi ama neyden bahsettiğini anlıyordum. José takılırdı bazen bana. Mahallelerinin aşktan deliren kadınları gibi aşka kapılarını kapatmışsın ama içeriye bir aşk hapsetmişsin gibi, derdi. Her seferinde bahsi geçen kelimeyle elektrik akımına yakalanmışım gibi davranır ve bu fikirden uzaklaşmasını aynı gece sağlardım. Dans pistinde, bir yabancı ile ortak ritimleri paylaşırken. Aşktan ve aşkın getirdiği delilikten hep kormuş, hep kaçmıştım. Avuçlarıma hapsettiğim uzak benden alınmasın diye, her defasında bir başka ülkenin daha önce gitmediğin bir şehrinde uyanmak uğuruna koşarak kaçmıştım.

O gece bende de bir iz kalmıştı. Başka kimseye çalmadığım bir plağa hapsetmiştim o izi.

"Umuyorum ki," dedim. "Yakın zamanda sana risk oluşturan kimse olmaz. Pars şu an kızgın ama siniri geçtiğinde, yardım gerekirse etmekten çekinmez. Gerçi sen bunu zaten biliyorsundur."

Sezin lafı nereye getirmeye çalıştığımı merakla beklemişti.

"Yine de," dedim ve elimi arka cebime atarak telefonumu çıkarttım. "Buraya numaranı yaz, çaldırayım."

Söylediğimi yapmış ve numarasını yapmıştı. Telefon tekrar elime geçtiğinde numarayı önce kaydedip sonra çaldırdım.

"Bir sorun hissedersen ya da riskli bir durum yaşanırsa beni arayabilirsin."

Şaşırmış olduğunu koyu kahverengi gözlerinde görebiliyordum. Şaşıracak bir şey yoktu. Kim olduğu önemli değildi, düşman aynı düşmandı ve karşısında bir yenilgi daha yaşamak istemiyordu.

Kısa bir baş selamının ardından kapıya doğru ilerlemiştim. Demir kapıdan çıktıktan sonra adımlarımı biraz önce Pars'ın ilerlediği toprak yola çevirdim. Ne kadar uzaklaşmıştı bilmiyordum ama bir süre yürümeyi planlamıştım.

Aklımı toplamam gerekiyordu. Çok fazla soru vardı ve hangi birinin cevabını nereye koymam gerektiğini bilmiyordum. Herkesten ortak bir cevap çıkmıştı.

Hakan Pars.

Asıl düşmanın kim olduğunu artık biliyorduk.

Adımlarım hızlandığında yol ağaçlarla kaplı bir yere kıvrılıyordu ve kenarda park halindeki arabayı görebilmiştim.

Elimde olmadan Pars'ın iç durumunu düşünürken buldum kendimi. Çok fazla şey öğrenmişti. Öldüğünü düşündüğü eski sevgilisi canlı bir şekilde karşısında durmuş ve her şeyin planlı olduğunu söylemişti. Üstelik planın sahibi tüm hayatı boyunca başkaldırdığı babasıydı. Bir de bebek mevzusu vardı. Sezin'i görmek ona ne hissettirmişti?

Şu an arabanın içinde, oturduğu yere gömülmüş şekilde, düşünceler içine kaybolmuşsa tüm bunlar ona acı veriyordu. Aksine, kendini arabanın dışına atmışsa öfkesine teslim olmuştu. İlki ise, konu Sezin'le alakalıydı. İkincisi ise bütünüyle Hakan Pars ile ilgiliydi.

Arabanın yanına ulaştığımda bakışlarım açık pencereden içeriye çevrildi. Boştu. Ön kısma dolaştığımda Pars ağaçlarla kaplı toprak alanda bir aşağı bir yukarı sinirle gidip geliyordu.

"Pars..."

Bakışları bana döndüğünde adımları durdu.

"Gidelim mi?"

Gözlerini gözlerimden kaçırmadan hemen önce başını sallamıştı. Hemen sonra ise Akdeniz kıyıları kıyılarımdan çekilmişti.

Onu, öfkeyle kararmış halde bulduğuma belki de ilk kez sevinmiştim. Sezin için, bebek için, tüm bunlar için üzülse bir saniye bile yadırgamazdım. Ki üzülmeliydi de. Son bir yıldır her gününe bir vicdan azabıyla uyanmıştı. Pars'ı tanıyordum, bir elinin boğazını sıkılıyormuş gibi bedeninde durmasına adapte olabilecek biri değildi. En az benim kadar özgürlüğüne düşkün ve en az benim kadar sınırlarla kavgalıydı. Belki de bu sebeple iz bırakmıştık birbirimizde.

Bırakmıştık, öyle değil mi?

Yine de, arabayı çalıştırmadan önce kısa bir an için bana dönen bakışlarında gördüğüm öfke, diğer ihtimale kıyasla daha iyi hissettirmişti.

"Üzgünüm," dedi.

Hangi biri için üzgündü. Ben de üzgündüm, birçok şey için.

"Aras'a inanmadığım için."

Gözlerim dolduğunda dudağımın içini ısırmıştım.

"Aranız kötüymüş, öyle dedi."

"Kötüydü," dedi Pars.

"Bir şey daha dedi, dedim."

Araba toprak yoldan çıktığında ikimizin de gözü yanından geçip gittiğimiz eve bir kez daha değmemişti. Pars, asfalt yola çıktığında bakışlarını bana çevirmişti ama konuşmaya devam edememiştim.

Sezin bugün birçok şey söylemişti ama ben sadece birini Pars'a sormak istiyordum. Bir süre ilerlemiş ama ana yol çıkmadan önce sakin bir yerde durmuştuk. Benzinlik ya da market olmadığına göre durduğumuz yerde, konuşmak için durmuştuk.

"Ne söyledi?"

"Bana neden bakmıyorsun?"

Sesim yakınır gibi çıkmıştı. Gözlerine bu kadar anlam yüklemem iyi değildi.

Gözlerini kapattı.

Sızlanıp durmak istemediğim için susmuştum ama bana baksın istiyordum. Düğümlerim birbirine dolanıyordu işte anlamıyor muydu? Nasıl ben ona bakmadığımda onun üzerine karanlık çözüyorsa, o bana bakmadığında da benim kırmızı iplerim düğümleniyordu.

Kapıya uzanıp açtığımda kendimi dışarı attım. Ellerimi saçlarıma uzatıp çekiştirerek ensemde tokasız bir topuz haline getirmiştim. Üzerime güneş vururken başımı geriye itip gökyüzüne baktım. Birkaç kez derin derin derin nefes almış ve vermiştim ama elbette yine hiçbir işe yaramamıştı.

Arabanın kapısı açılıp kapandığında "Ne söyledi," diye sormuştu yine.

Bakışlarımı ona çevirdiğimde bu kez gözlerini aradığım yerde bulabilmiştim.

Bundan aldığım güçle öne doğru atıldım ve iki elimi birden uzatıp ona tutundum.

Başımı ellerimin arasına, göğsüne yasladığımda "Atlas?" demişti endişeyle.

Alnımı yasladığım yerden çekmeden bir kez daha derin nefes aldım. Korkuyordum. Vereceği cevaptan çok korkuyordum.

"Abim," dedim, zorlukla. "Pars, abim uyuşturucu mu kullanıyordu?"

Yüzümü sakladığım yerden çıkarıp gözlerine baktığımda yüzünde kaygılı bir ifade belirdi.

"Atlas..." dedi acıyla.

Sanırım bir durmalıydık. Bir soluklanmalıydık ama vakit yoktu işte. Tüm gerçekler üzerimize devrilmişti ve bu enkaz nasıl sağ çıkacağımızı bilmiyorduk.

"Lütfen..." dedim, onun gibi acıyla. "Arkadaş ortamlarındaki otlu sigaradan öteye geçmedi de bana, Pars lütfen."

Gözlerini kapattığında "Yapma," dedim. "Şunu yapma."

Kirpikleri açıldığında bana yorgun gözlerle bakmıştı.

"Artık ne önemi var?" diye sordu.

"Bilmem lazım, söyle," dedim itiraz ederek.

"Aklına ne getiriyorsan hepsi Atlas," dedi. "Son zamanlarda çok yan yana gelmiyorduk. Birkaç kez bu konuda çatıştık, ondan sonra NOX'a gelmemeye başladı. Zaten artık ortak arkadaşlarımızın çoğuyla da kopmuştu. Bir İdil vardı işte yakınında, onun da sevgilisi olduğunu düşünmemiştim, takılıyorlar sanıyordum."

Başımı salladığımda yüzümü ellerinin arasına aldı.

"Aklı hep bir garip çalışıyordu biliyorsun," dedi, usulca. "Çok görmüyordum dediğim gibi ama biliyordum. Bana neden söylemedin dersen de bu Aras'ı şikayet etmek olurdu. Kontrol altında tuttuğunu, partilerle sınırlı olduğunu söylüyordu. Sezin konusu da çıkınca." Sustuğunda sakinleşmek ister gibi nefes almıştı. "Kafama sıçayım," diye mırıldandığında bir adım gerilemeye, ellerinin tutuşundan çekilmeye çalışmıştım ama izin vermedi. "Özür dilerim," dedi, bir kez daha.

Burnundan nefes vererek güldü. "Bu sıra ne çok özür diliyorum senden. Sen şimdi bunların hepsini biriktirir sonra kullanırsın."

Bir kere daha çekilmeye çalıştığım sırada "Yapma," demişti, biraz önce benim dediğim gibi.

Beni kendine çektiğinde itiraz etmemiştim ama içimde bir yer sızlamıştı. Pars'a kırgınlıklarım büyüyordu. Beni tutmasına izin veriyor olmama kızıyordum ama biraz soluklanmam için onun sıcaklığına ihtiyaç duyuyordum. Kendime olan kırgınlıklarım da böyle artıyordu.

Dudakları başımın üzerine değdiğinde sıkıntıyla nefes verdim.

Bana söyleyebilirdi, dedim, içime doğru fısıltıyla. Birçok şeyi olduğu gibi bunu da bana söyleyebilirdi. Söylememişti.

Yeniden arabaya döndüğümüzde yolu boyunca kendi kabuğumuza çekilmiştik.

Evin bahçesine ulaştığımızda Pars'ın gözleri öylece karşıya bakıyordu. O kadar çok şey vardı ki ne düşündüğünü tahmin edemiyordum. Sormak da istemiyordum. Ben, kendi içime çöken karanlıkla savaşıyordum. Bir şey kırılmıştı içimde ve artık görmezden gelemiyordum.

Elim kapıya uzandığında ona seslenmek istemiş ama hemen sonra vazgeçmiştim. Dışarı çıkacağım sırada düşüncelerden sıyrılmış gibi adımı mırıldandı.

"Çok fazla," demişti, fısıltıyla. "Biliyorum."

Kısa bir an için onu onaylamış, hemen sonra kapıyı iterek açmıştım. Dışarıdan içeri dolan havayla kesik bir soluk aldığımda konuşmaya devam etti.

"Omzunda çok fazla yük var."

Vardı, evet. Onun omzunda olduğu gibi.

"Ben, benim payıma düşen için özür dilerim."

Sesinde tenimi kesen bir his vardı.

Sessizliğin aramızdaki boşluğu sarmasına izin verdim. Arabadan çıktığımda kendi kendine konuşur gibi fısıldadı.

"Emilio Santos ölmemeliydi."

Üç kelime, bir özel isimden oluşan cümlesine anlam veremeden kapıyı kapattığımda motoru yeniden çalıştırmış ve ben nereye gittiğini soramadan bahçeden çıkıp gitmişti.

Cebimden telefonu çıkarttığım an Pars'ı aramama fırsat kalmadan ekrana bir arama düşmüştü.

Kayıtlı olmayan numaradan gelen çağrıyı açıp telefonu kulağıma götürdüm.

"Efendim?"

"Atlas Hanım günaydın, erken bir saatte rahatsız ediyorum kusura bakmayın ama Görkem Bey'in isteği doğrultusunda aradım."

"Görkem Bey?" dedim, sorarcasına.

"Görkem Taşkıran, efendim," diye cevapladı kadın. "Sizi bu öğlen, aile evinde görüşmeye çağırıyor kendisi. Önemli bir konu olduğunu özellikle belirtmemi istedi."

Kaşlarım çatılmıştı. Pars'ın babasına gittiğini tahmin ediyordum ve o cephede yapabileceğim pek bir şey yoktu. En azından şimdilik... Görkem Taşkıran'ın ise benimle görüşmek istediği önemli konuyu kesinlikle merak etmiştim.

"Saat kaç gibi uygunsunuz?" diye sordu, muhtemelen Görkem Taşkıran'ın asistanı olan kadın.

"Şimdi," dedim beklemeden. "Şimdi uygunum."

"Sizi 12'den önce aldırmamız mümkün değil, dilerseniz sizi 12.20'de almak üzere bir araç gönderebilirim. Görüşme saatinizi de 13.00 olarak not dü-"

"Şimdi," dedim bir kez daha. "Siz bana konum atarsınız. Geliyorum."

Telefonu kapattığımda hızlı adımlarla Camaro'ya doğru ilerledim.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro