Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

IV. BÖLÜM


Bugün komik, çirkin, saçma sapan bir gündü. Şu anda saat gecenin on biri. Küçük odamda oturmuş olup bitenleri anımsamaya çalışıyorum. Her şey bu sabah Polina Aleksandrovna için rulet oynamaya gitmemle başladı. Ondan altmış altın Frederik aldım. Ama iki şartım vardı: Birincisi, onunla ortak olmayacak, kazanırsam kendim için hiçbir şey almayacaktım; ikincisi de Polina kazanmaya neden bu kadar ihtiyacı olduğunu, ne kadar paraya ihtiyacı olduğunu bana ayrıntılarıyla açıklayacaktı. Bu işi sırf para tutkusu için yaptığına inanamıyordum. Paraya acilen gerek duyduğu açıkça ortadaydı ve bu parayı da bir amaç için kullanacağı kesindi. Sonunda her şeyi açıklayacağına söz verince, ben de rulet salonunun yolunu tuttum. Oyun salonlarında korkunç bir kalabalık vardı. Nasıl da arsız ve açgözlüydüler! Dirseklerimle kalabalığı yara yara gidip krupiyenin yanı başına oturdum. Sonra da her seferinde iki-üç altın sürerek ufak ufak oynamaya başladım. Bu arada ortalığı inceden inceye gözlüyordum. Bana kalırsa birçok kumarbazın ümit bağladığı, o hesap kitap tutarak oynama işi hiç de önemsenecek kadar etkili değil. Böyleleri oraya bir yere oturup önlerindeki kâğıtlara sayılar yazıp notlar alıyor, olasılıkları hesaplayıp şanslarını tahmin etmeye çalışıyor, nihayet birtakım işlemlerinden sonra da paralarını sürüp oyuna giriyor, tıpkı körlemesine oynayan bizler gibi kaybediyorlardı. Buna karşılık doğru olduğunu sandığım şu sonuca vardım: Gerçekten de bazen art arda sıralanmasında sistemli olmasa da az çok ilginç bir düzen var. Diyelim ki, ortadaki on iki rakamından sonra sondaki on iki rakamının çıktığı oluyor. İki kez sondaki on iki rakamı kazandıktan sonra ilk on iki rakamına geçiyor. Onun ardından sıra yine ortadaki on ikiye geliyor; üç-dört kez üst üste ortadaki sayılar kazandıktan sonra yeniden sondaki on ikiye dönüyor; bu böyle bir buçuk-iki saat kadar sürüp gidiyor: Bir, üç, iki, bir, üç iki... Oldukça eğlenceli bir şey. Bazı gün ya da sabahlar, kırmızı ile siyahların birbirini izleyişi hiç mi hiç düzenli olmuyor; her renk ikide bir değişerek üst üste iki ya da üç kez çıkıyordu. Ertesi gün ya da akşam, kimi zaman kırmızının üst üste yirmi kez kazandığı bile oluyordu. Bu durum bir süre, bazen bütün gün bu şekilde sürüp gidiyor. Bütün bunların önemli bir bölümünü kendisi hiç oynamadığı hâlde bütün bir sabahı rulet masalarının yanında geçiren Mr. Astley anlattı bana. Bense tüm paramı bir anda sonuna dek kaybettim. Önce çift sayıya yirmi Frederik altını koydum ve kazandım. Bunları yeniden ortaya sürdüm ve yine kazandım. Bu durum böylece iki-üç kez devam etti. Birkaç dakika içinde dört yüz Frederik'e yakın bir para kazanmıştım. Keşke o anda kalkıp uzaklaşsaydım oradan. Ama garip bir duyguya kaptırmıştım kendimi: Yazgıya kafa tutmak, ona dil çıkararak nanik yapmak istiyordum. Ortaya sürülmesi izin verilen en yüksek parayı, yani tam dört bin guldeni koydum. Ve bir anda kaybettim. Derken iyice kendimden geçtim ve elimde kalan paranın tümünü yine aynı yere koydum ve onu da kaybettim. Beynimden vurulmuşçasına sersemlemiş bir hâlde masadan kalktım. Olup bitene akıl erdiremiyordum. Parayı kaybettiğimi Polina'ya ancak yemekten biraz önce söyleyebildim. O zamana kadar da parkta aylak aylak dolandım durdum.

Yemekte iki gün önce olduğu gibi yine coşmuştum. Fransız'la Matmazel Blanche da yemekte yine bizimle birliktelerdi. Meğer o sabah Matmazel Blanche da oyun salonundaymış ve her şeyi görmüş. Bana karşı daha alttan alan sevecen bir tavır takınmış gibiydi. Fransız ise sözü hiç uzatmadan, damdan düşercesine, kaybettiğim paranın benim olup olmadığını sordu. Sanırım bu işte Polina'nın parmağı olabileceğinden şüpheleniyor. Kısacası bu işte bir gariplik vardı. Bozuntuya vermeden yalan söyleyip kendi param olduğunu söyledim.

General şaşırmıştı: Bu parayı nereden ve nasıl bulmuştum?.. Oyuna on altınla girdiğimi, bu parayı altı-yedi kez üst üste kazanarak iki katına çıkardığımı, böylece beş-altı bin guldene kadar yükseldiğimi ama son iki elde hepsini kaybettiğimi anlattım.

Bütün bu anlattıklarım hiç kuşkusuz akla yatkın şeylerdi. Bu açıklamayı yaparken bir yandan da göz ucuyla Polina'ya bakıyordum. Ama yüzündeki anlamdan hiçbir şey çıkaramıyordum. Yalanımı yüzüme vurmadığına göre, kendisi adına oynadığımı gizleyerek iyi yaptığımı anladım. "Eh, artık" diyordum kendi kendime, "Bana söz verdiği açıklamayı yapar mutlaka."

Bu arada General'in kulağımı biraz nasihat edeceğini ama hiçbir şey söylemedi. Yüzündeki ifadeye bakılırsa rahatsız ve kaygılıydı. Belki de kendisi bu derece sıkıntılı bir durumdayken, benim gibi umarsız bir sersemin on beş dakikada böylesine büyük bir parayı ortalığa saçıp savurmasına bozulmuştu.

Sanırım Fransız'la dün akşam atışmışlardı. Kapıyı kapatıp baş başa vermişler, aralarında ateşli bir tartışmaya geçmişti. Dışarı çıktığı zaman Fransız ateş saçıyordu. Bu sabah da erkenden soluğu General'in yanında almıştı. Belli ki dünkü tartışma yeniden patlak verecekti.

Benim kumarda yüklüce kaybettiğimi öğrenince Fransız pis pis gülerek, hatta biraz da düşmanca bir edayla aklımı başıma almam gerektiğini söyledi. Sonra da nedense Rusların kumara çok düşkünlüklerine rağmen rulet oyununa karşı yeteneksiz olduklarını ekledi.

– Bilâkis, ruletin özellikle Ruslar için icat edilmiş bir oyun olduğu kanısındayım, karşılığını verdim.

Fransız küçümseyen bir tavırla kıkırdadı. O zaman gerçeğin benden yana olduğunu söyledim; çünkü Rusların kumarbaz olduklarını ileri sürerken övmek şöyle dursun, tersine yeriyordum. Öyleyse bu sözüme inanmak gerekirdi.

– Bu yorumunuzun gerekçesi nedir acaba? diye sordu Fransız.

– Batılı uygar insanın tüm erdem ve üstünlükleri, tarih boyunca kutsal kitabında çok önemli bir yer kapsayan sermaye biriktirme yeteneğine dayanmıştır. Oysa Ruslar sermaye edinme yeteneğinden yoksun oldukları gibi, ellerine avuçlarına geçeni de bir çırpıda yok ederler. Ama ne olursa olsun, biz Ruslar da paraya ihtiyaç duyarız, diye ekledim. Bu nedenle de çalışmadan, kolay yollardan insanı iki saat içinde zengin edecek bir yola başvururuz. İşte bizi kışkırtan budur. Ve kendimizi hiç zora sokmadan anlamsızca oynadığımız için de çoğu zaman elimizdekileri de kaybederiz.

Fransız, kendini beğenmiş bir şekilde,

– Hani, yalan da değil, dedi.

General sertçe çıktı:

– Hayır, doğru değil bu. Ülkeniz hakkında bu şekilde konuştuğunuz için utanmalısınız!

– Size öyle sanıyorsunuz, diye karşılık verdim. Aslını isterseniz neyin daha kötü olduğunu kimse bilemez. Rusların sorumsuzca davranışları mı, yoksa dürüst bir çalışmayla birikim yapan Alman yönetimi mi?

General haykırdı:

– Ne saçma bir düşünce!

– Ne kadar Ruslara özgü bir düşünce! diye ona katıldı.

Güldüm. Onları sinirlendirirken zevkten deli oluyordum:

– Almanların putlarına tapmaktansa, ömrümü bir Kırgız çadırında geçirmeyi yeğlerim! diye bağırdım.

General öfkelenmeye başlıyordu.

– Ne putuymuş o? diye sordu.

– Almanlara özgü servet biriktirme biçimi. Gerçi buraya geleli çok olmadı ama burada görüp geçirdiğim şeyler benim Tatar kanımı tutuşturmaya yetiyor da artıyor bile. Yemin ederim ki erdemin böylesi benden eksik olsun! Dün bu yörede on verst kadar dolaştım. Ortalık tıpkı o ahlak dersleri veren resimli kitaplarda olduğu gibi. Burada her evde bir vater var; alabildiğine erdemli, olağanüstü dürüst bir vater. Üstelik öylesine dürüst ki, yanına yaklaşmak yürek ister. Oysa ben yanına yaklaşmaya korkulan namuslu insanlara hiç tahammül edemem. Bu vater'lerden her birinin bir ailesi var. Akşamları toplanıp yüksek sesle yararlı kitaplar okuyorlar. Küçücük evlerinin üzerinde kestane ve karaağaçların yaprakları hışırdıyor. Güneşin batışı, çatıda bir leylek... Bütün bunlar alabildiğine şiirsel ve dokunaklı...

Sakın kızmayın General, izin verin de olanca etkileyiciliğiyle anlatayım bunları. Benim ölmüş babam da akşamları ıhlamur ağacının altında annemle baş başa verip bu tür kitaplar okurdu. Yani bu konuda yorum yapacak kadar bilgili sayılırım. Burada her aile Vater'in kulu kölesi olmuş. Hepsi de öküzler gibi çalışıp, Yahudiler gibi de para biriktiriyorlar. Diyelim ki Vater birkaç gulden biriktirdi, kendi sanatını ya da toprağını büyük oğluna bırakmayı düşünür hemen. Bu nedenle de kızı çeyiz parası yerine hava alır, çeyizi olmadığı için de zavallıcık koca bulamaz. Küçük oğlana gelince, onu ya uşak gibi kullanır ya da paralı asker olarak satar. Bundan elde edilen para da baba sermayesine eklenir. Burada sürüp giden bir gerçek bu! Ben sordum soruşturdum. Bütün bunlar tek bir neden adına, abartılmış dürüstlük adına yapılır. Hatta küçük oğlanın bile dürüstlük adına satıldığından en ufak bir kuşkusu yoktur. Ne ideal bir çözüm! Kurban bile sunağa sevinç içinde gidiyor! Eee, sonra? Sonrası şu; büyük oğlan için işler hiç de istenildiği gibi gitmez: Onun da gönlünde yatan ama parayı bir türlü tamamlayamadığı için evlenemediği bir Amelia'sı vardır. Kız olsun, bu oğlan olsun tüm erdemleriyle beklerler ve güle oynaya kurban olacakları sunağa giderler. Amelchen'in avurtları günden güne çöker, bir kız kurusu olup çıkar zavallıcık. Sonunda, yani yirmi yıl sonra dürüstlük ve erdem sayesinde yeterince para biriktirilmiş, sermaye büyümüştür. Vater, kırk yaşına varmış oğluyla otuz beş yaşındaki pörsük memeli, kırmızı burunlu Amelia'sını gözyaşları arasında kutsar... Erdem üzerine etkili bir nutuk atar. Derken ölür gider. Artık erdemli bir Vater olma sırası büyük oğlanındır. Aynı öykü sil baştan!.. Elli ya da altmış yıl sonra birinci Vater'in torunu gerçekten de büyük bir sermayenin sahibi olmuştur. Bunu oğluna bırakır, o da kendi oğluna... Böylece beş-altı kuşak sonra bu aileden bir Baron Rotschild, bir Hoppe ve Ortakları firması ya da şeytan bilir artık ne çıkar! Gerçekten de çok görkemli bir manzara, öyle değil mi baylar! Bir ya da iki yüz yıllık sürekli emek, sabır, zekâ, dürüstlük, kararlılık, dayanıklılık, ileri görüşlülük ve dam üstündeki leylek... Bundan daha fazla ne isteyebilirsiniz ki? Bundan daha yüce bir ülkü olamaz; kendi bakış açılarından tüm dünyayı yargılamaya başlarlar ve kendilerinden azıcık değişik olanları bile suçlayıp mahkûm ederler. İşte böyle. Ama ben Ruslar gibi sefahat içinde yüzmeyi ya da rulette para vurmayı yeğlerim. Beş kuşak sonra Hoppe ve Ortakları olmak istemiyorum. Parayı kendim için istiyorum, kendimi servet edinmek için kullanılacak bir etken olarak görmüyorum. Zırvaladığımı biliyorum ama buna aldırış etmiyorum. Düşündüklerim bunlar işte!

General dalgın dalgın,

– Söylediklerinizde ne ölçüde bir gerçek payı olduğunu bilemem, dedi. Ama şundan kesinlikle eminim ki, azıcık serbest kalmayagörün, hemen atıp tutmaya ve...

Her zamanki gibi sözünü yine yarıda bıraktı. Zaten konuşma ne zaman sıradan konuşmaların dışına çıkacak olsa, bizim General sözü hep havada bırakıp kaçar. Bu arada Fransız, kocaman açılmış gözlerle ve can kulağıyla bizi dinliyordu. Söylediklerimden doğru dürüst bir şey anladığını sanmıyorum. Polina ise ilgisiz bir tavırla bakıyordu. Göründüğü kadarıyla yalnızca benim söylediklerimi değil, masadaki konuşmaların hiçbirini dinlememişti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro