On Sekizinci Bölüm
Marchlar'ın evi, tıpkı fırtınadan sonra çıkan güneş gibi, huzura kavuşmuştu. Her iki hasta da iyileşiyorlardı. Hatta Bay March mektuplarında, yılbaşında eve dönmekten söz ediyordu.
Beth artık divanda yatabiliyordu. Sevgili kedileri ile oynuyor, bebeklerine elbiseler dikiyordu. Kızın kolları ve bacakları hâlâ o kadar güçsüzdü ki Jo onu kuvvetli kolları ile kucağında taşıyordu. Meg ise kardeşi yeterince beslensin diye her gün çeşit çeşit tatlılar pişiriyordu. Bu yüzden o güzel beyaz elleri yanmıştı. Giderek güzel yüzüğünün bir kölesi hâline gelen Amy, bencillikten kurtulmaya çabalıyordu. Bu yüzden de kendisi için değerli olan bazı eşyalarını Beth'e hediye ediyordu.
Noel yaklaşırken evin içinde her zamanki gibi gizli kapaklı Noel hazırlıkları başlamıştı. Jo görülmemiş bir Noel geçirmek istiyordu. Gerçekleştirilmesi mümkün olamayacak gülünç fikirleri ile herkesi neşelendiriyordu. Laurie de Noel'de havai fişekler atılmasını, fener alayları düzenlenmesini isteyerek ona katılıyordu. Tabii kimse bu iddialı çiftin önerilerini uygulamayı kabul etmiyordu. Uzun süren çekişmelerden sonra Laurie ile Jo'nun umutları kalmamıştı artık. Yalnız bir araya gelince birbirlerine anlamlı anlamlı bakıp gülüyorlardı.
Noel'de hava çok iyiydi. Her şey çok güzel başlamıştı. Beth kendini her zamankinden daha iyi hissediyordu. Annesi ona kırmızı yünlü kumaştan güzel bir sabahlık hediye etmişti. Beth, o gün yeni sabahlığını giydi. Jo ile Laurie hediyelerini göstermek için onu pencerenin önüne taşıdılar. Bütün gece uğraşarak bahçede kocaman bir kardan kız yapmışlardı. Kızın başının çevresi çiçeklerle süslenmişti. Bir elinde yemiş dolu bir sepet tutuyordu. Diğer elinde ise yepyeni notalar vardı.
"Ne kadar mutlu olduğumu bir bilseniz!" dedi Beth içini çekerek. "Bir de babam burada olabilseydi başka bir şey istemezdim."
"Ben de çok mutluyum," dedi Jo, cebindeki ne zamandır almak istediği Undine ile Sintram adlı kitaba vurarak.
Amy de annesinin vermiş olduğu yaldız çerçeveli küçük resme bakarak "Ben de çok mutluyum!" diye haykırdı.
Meg, ilk ipekli giysinin gümüş gibi kıvrımlarını okşayarak "Ben de! Ben de!" diye bağırdı.
Bu elbiseyi Bay Laurence ona zorla hediye etmişti. Bayan March da o sırada elinde tuttuğu, kocasından gelen mektuba ve Beth'e bakarak gülümsedi. Sonra göğsündeki altın çerçeveli iğneyi okşadı. Bu ona kızlarının hediyesiydi.
"Benim başka türlü hissetmem mümkün mü?" diye mırıldandı.
Bu dünyada da bazen masal kitaplarındaki kadar güzel şeyler olabilir. İşte aradan daha yarım saat geçmişti ki Laurie birden misafir odasının kapısını açarak başını içeri uzattı. Bir takla atsa ya da kızılderililer gibi bir çığlık atsaydı etkisi bu kadar büyük olmazdı herhalde. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki herkes yerinden fırladı. Laurie birden "İşte!" diye bağırdı. "March Ailesi için bir Noel hediyesi daha!"
Sonra dışarı fırladı. Hemen arkasından kapıda uzun boylu, gözlerine kadar atkılara sarılmış bir adam belirdi. Adam daha genç birinin koluna dayanmış öylece duruyordu. Genç adam bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama onun da sanki dili tutulmuştu. Odadakiler o kadar şaşırmışlardı ki âdeta donup kalmışlardı.
Çok tuhaf şeyler oluyordu. Bir iki saniye sonra Bay March, kendisini saran kolların arasında kaybolmuş gibiydi. Jo, neredeyse bayılacaktı. John Brooke da yanlışlıkla Meg'i öpüverdi. Sonra da birbirini tutmaz sözlerle özür dilemeye çalıştı.
Her zaman zarif hareketleri olan küçük Amy bu karışıklık içerisinde yere yuvarlandı ama hiçbir şey umurunda değildi. Babasının çizmelerine sarılarak hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.
İçlerinde kendini ilk toparlayan Bayan March oldu. Elini havaya kaldırarak "Susun!" dedi. "Beth'i düşünmeliyiz." Ama geç kalmıştı. Odanın kapısı ardına kadar açılmıştı. Beth kapının eşiğinde kırmızı sabahlığının içinde duruyordu. Sevinçten, güçsüz bacaklarına ve kollarına güç gelmişti. Koşup babasının kollarına atıldı. Bundan sonra olanlar artık o kadar önemli değildi. Kalplerden taşan sevinç, geçmişin bütün acılarını unutturdu.
Hannah, Bay March'ın sesini duyunca koşa koşa mutfaktan gelmiş, o heyecanla elindeki hindiyi de kucağında getirmişti. Hıçkıra hıçkıra ağlarken gözyaşları hindinin üzerine dökülüyordu. Birden onu orada kucağında canlı canlı hindiyle görünce hepsi kahkaya boğuldular.
Herkesin heyecanı biraz yatışınca Bayan March, eşine ettiği yardımlar için Bay Brooke'a teşekkür etti. John Brooke da birden Bay March'ın dinlenmesi gerektiğini hatırladı ve Laurie'yi alarak evlerine döndü.
Bay March, onlara bu sürprizi nasıl hazırladığını anlatmaya başladı. Havalar düzelince doktorlar yola çıkmasına izin vermişlerdi. John ona çok iyi bakmıştı. Bay March, onun çok efendi ve dürüst bir genç olduğunu düşündüğünü söyledi. Bunları söylerken Meg'e bakınca kızının harıl harıl ateşi karıştırdığını gördü. Bunun üzerine karısına döndü. Bayan March, hemen kaşlarını kaldırarak konuyu değiştirdi ve bir şeyler yemek isteyip istemediğini sordu ona.
Jo bu kaçamak bakışları da annesinin yaptığı işareti de görmüştü. Öfkeyle yerinden kalkıp et suyu ile şarap getireceğini bahane ederek odadan çıktı.
Ömürlerinde o kadar güzel bir Noel yemeği yememişlerdi. Hannah hindiyi nar gibi kızartmış, çevresini de güzelce süslemişti. Erik tatlısı ise insanın ağzında eriyordu.
"Kafam o kadar karıştı ki," dedi Hannah, "tatlıyı kızartıp hindiyi de şekerlemediğime şükredin."
Bay Laurence, John ve Laurie de yemeğe davetliydiler. Jo Bay Brooke'a sert sert bakarken, Laurie de ona gülümsüyordu.
Masanın başına yerleştirilmiş olan iki koltukta Beth'le Bay March oturuyordu. Yemekler yendi; içkiler içildi ve şerefe kadehler kaldırıldı. Masallar anlatıldı, şarkılar söylendi. Herkes çok eğlenmişti. Misafirleri gittikten sonra kızlar, ocağın başında oturan babaları ile derin bir sohbete daldılar.
Jo birden, "Geçen Noel nasıl da homurdanıyorduk," dedi. "Aradan tam bir sene geçmiş."
"Bütün olarak değerlendirir ve sonunu da düşünürsek çok güzel bir yıl geçirdiğimiz söylenebilir," dedi Meg.
Amy, bundan pek emin değildi. Parmağındaki yüzüğe bakarak "Bence çok zor bir yıldı," diye mırıldandı.
Beth, babasının dizinde oturuyordu. "Ben bu yılın bittiğine seviniyorum," dedi, "çünkü sen geldin."
Bay March, dört genç kızın yüzlerine sevgiyle baktı. "Bu yıl hepiniz için zor bir serüvendi," dedi, "özellikle de son aylar. Ama yılmayıp kahramanca yollarınıza devam ettiniz."
"Nereden biliyorsun? Annem mi söyledi?" diye atıldı Jo.
"Pek sayılmaz. Ben kendim keşfettim de denebilir."
Meg, babasının yanına oturmuştu. "Bize de anlatır mısın babacığım?" diye sordu.
"İşte ilk örnek," dedi babası onun yanıklar içindeki ellerini havaya kaldırırken. "Ben bu elin pamuk gibi olduğu zamanı hatırlıyorum. O zamanlar senin için her şeyden önemliydi bu. Belki o zaman ellerin daha bakımlıydı ama şimdi bana neler yaşadığını anlattığı için bu hâli daha güzel geliyor. Ellerinle birlikte o boş inançlarını da yıkmışsın. Eminim bu delik deşik olmuş parmaklarınla diktiğin dikişler daha uzun yıllar dayanacak. Artık bu çalışkan eli sıkmak benim için şereftir."
Meg'in saatlerce çalışmasının karşılığı olarak babasının övgülerinden daha güzel bir ödül olamazdı.
"Ya Jo?" diye fısıldadı Beth. "Ne olursun onun için de iyi bir şeyler söyle!"
Jo, babasının tam karşısında oturuyordu.
"Bu kısacık saçlarına rağmen bir yıl önce burada bırakmış olduğum oğlum Jo'yu şimdi burada göremiyorum. Karşımda yakasını güzelce iliklemiş, ayakkabılarını düzgün bağlamış bir genç kız var şimdi. Eskiden yaptığı gibi durmadan ıslık çalmıyor. Kaba saba sözler etmiyor. Üstelik halının üzerine de boylu boyunca yatmıyor. Yüzü eskisinden daha ince ve solgun. Yürüyüşü de değişmiş. Artık pek gürültü çıkarmadan yürüyor. Sesi yumuşamış. Ama hepsinden önemlisi, kendisinden küçük bir insana tam bir ana şefkati ile bakıyor. Benim o vahşî kızımı özledim tabii ama onun yerini alan bu güçlü, iyi yürekli, yardımsever küçük hanımı da çok sevdim. Acaba saçlarını kestirmesi mi bizim kara kuzumuzu böyle ağırbaşlı yaptı? Koskoca Washington'da küçük kızımın bana gönderdiği yirmi dolara değecek kadar güzel bir şey bulamadım."
Jo'nun gözleri buğulanmıştı. İnce yüzü de kızarmıştı.
"Sıra Beth'de," diye bağırdı Amy.
Sabırla sırasını beklemeyi öğrenmişti artık.
"Galiba o da eskisi kadar utangaç değil," dedi babası. Sonra birden Beth'in ölümden döndüğünü hatırlayarak "Yavrum, Beth'im benim," dedi ve kızına sıkı sıkı sarıldı.
Sonra Amy'ye döndü ve "Bugün baktım da benim küçük kızım yemekte hindinin kara etlerinden alıyordu," dedi. "Üstelik bütün gün annesine yardım edebilmek için oradan oraya koşturup durdu. Bu gece yerini Meg'e verdi. Sabırla sırasının gelmesini bekledi. Aynanın önünde durup süslenmeye de eskisi kadar meraklı değil galiba. Baksanıza parmağındaki o güzel yüzükten bile daha hiç bahsetmedi. Artık başkalarını da düşünmeyi öğrenmiş herhalde. O eski bencilliğinden sıyrılmış. Anladığıma göre tıpkı yaptığı kilden heykeller gibi kendini de yoğurup biçimlendirmeye çalışıyor. Bu beni çok sevindirdi. Çok mutlu etti. Kendisi için de başkaları için de hayatı yoğurup güzelleştirmeye çalışan küçük bir kızla gururlanırım ben."
"Ya Beth?" diye sordu Amy tekrar.
"Bugün bir kitapta okudum," diye söze başladı Beth.
"İyilikle umut birçok sıkıntılı gün geçirdikten sonra yemyeşil, bütün yıl leylâkların açtığı çayırlık bir alana gelmişler ve tıpkı şu anda bizim yaptığımız gibi orada mutluluk içinde yaşamaya başlamışlar..." Sonra yavaşça babasının kollarının arasından sıyrıldı ve piyanosuna doğru ilerledi. "Şarkı söylemek istiyorum artık," dedi. Sonra piyanosunun başına oturup en tatlı sesiyle güzel bir şarkıyı söylemeye başladı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro