On Dokuzuncu Bölüm
Ertesi gün evdeki herkes Bay March'ın çevresinde pervane gibi dönmeye başladı. Onun yanından hiç ayrılmak istemiyorlardı. Adamcağızı neredeyse sevgiden öldüreceklerdi.
Bay March'ı, Beth'in divanının yanındaki büyük bir koltuğa oturtmuşlardı. Arada bir Hannah da kapıdan başını uzatıp sevgili efendisine bir göz atıyordu. Hepsi çok mutluydular, hiçbir eksikleri yok gibiydi.
Jo ile Meg bu konuda hiç konuşmadıkları halde yoluna konması gereken bir şey daha olduğunu biliyorlardı. Anneleriyle babaları kaygılı gözlerle önce Meg'e sonra da birbirlerine bakıyorlardı. Jo ise aklına John Brooke geldikçe bunalıma giriyordu. Hatta bir keresinde John'un taşlıkta unuttuğu şemsiyesine yumruk sallarken yakalanmıştı.
Meg çok dalgındı. Çekingen, sinirli bir hâli vardı. Kapının her çalınışında irkiliyor, John'un adının her geçişinde de kıpkırmızı oluyordu.
"Herkesin bir şeyler bekler gibi bir hâli var," diye mırıldandı Amy. "Artık babam da eve döndüğüne göre ne beklediğimizi anlayamıyorum."
Beth ise saf saf, komşularının neden gelmediklerini merak ediyordu.
Laurie, o gün öğleden sonra March'ların evinin önünden geçiyordu. Pencerede Meg'i görünce birden kendini yere atarak deli gibi kıvranmaya başladı. Saçlarını yoluyor, ellerini kavuşturarak yalvarır gibi yapıyordu. Meg sinirlenerek çekip gitmesini söyledi. Laurie, yalancıktan mendili ile gözyaşlarını kurular gibi yaptı. Büyük bir üzüntü içinde sendeleyerek oradan uzaklaştı.
Meg bir şey anlamamış gibi yaparak "Bu aptal ne demek istiyor?" diye söylendi.
"Senin sevgili John'unun ileride yapacağı şeyleri gösteriyor," dedi Jo asık bir suratla. "Ne kadar etkileyici değil mi?"
"Benim John'um falan değil o," dedi Meg, "lütfen bana sataşma Jo. Sana daha önce de söylediğim gibi John'u falan sevdiğim yok benim. Aramızda hiçbir şey değişmedi. Hepimiz eskisi gibi hâlâ arkadaşız."
"Hayır değiliz!" diye bağırdı Jo. "Hiçbir zaman da eskisi gibi olamayız. Sen artık eskisi gibi değilsin. Benden o kadar uzaklaştın ki. Seni üzmek istediğimi sanma. Ben zaten her şeye erkekçe katlanmaya karar verdim. Bu işin bir an önce yoluna girmesini istiyorum. Artık kararını versen iyi olur."
Meg, elindeki işine eğilerek "Ortada benim karar vermemi gerektiren bir şey yok," dedi. "Üstelik o benimle konuşmadıkça ben bir şey yapamam. O da harekete geçmeyecektir. Çünkü babam ona daha küçük olduğumu söylemiş."
Yaşı konusunda babasıyla aynı fikirde olmadığı belliydi.
"John gelip seninle konuşmaya kalkarsa ne yapacağını şaşırırsın sen. Hemen kızarır ve ağlamaya başlarsın. Ne söyleyeceğini bilemezsin. Ya da her şeye razı olursun."
"Hiç de senin sandığın kadar aptal değilim ben," dedi Meg. "Ne söylemem gerektiğini çok iyi biliyorum. Boş bulunup saçma sapan şeyler söylememek için her şeyi kafamda önceden tasarladım. Her şeye hazırlıklıyım artık."
Jo, daha saygılı bir tavırla, "Peki ona ne söylemeyi düşündüğünü bana da söyler misin?" diye sordu.
"Tabii ki," dedi ablası, "sen on altı yaşına geldin ve benim sırdaşım olabilirsin. Hem benim deneyimlerim ileride belki sana da yararlı olur. Yani senin de başına bu tür şeyler geldiği zaman demek istiyorum."
"Benim başıma böyle şeyler gelmeyecek! Başkalarını seyretmek çok daha eğlenceli. Benim başıma gelse sinirimden çatlarım."
"Bence hiç de çatlamazsın," dedi Meg, "insan birini sevdikten sonra..."
Dalgın dalgın karşıdaki yola baktı. Yaz akşamları o yolda sevgililer dolaşırdı.
Jo, onu daldığı hayallerden uyandırmak için sert bir sesle, "O adama söyleyeceklerini anlatacaktın," dedi.
"A evet!" dedi Meg. "Soğukkanlı ve sitemli bir tavır takınacağım ve 'Teşekkür ederim Bay Brooke, çok naziksiniz. Ama babamın söylediği gibi böyle şeyler için benim yaşım küçük. Onun için lütfen bu konuyu bir daha bana açmayın. Eskisi gibi arkadaş kalalım,' diyeceğim."
"Senin bu soğuk sözlerin birini bile söyleyebileceğini hiç sanmıyorum," dedi Jo, "zaten o da eğer bunları duyarsa hemen romanlardaki reddedilmiş âşıklar gibi davranmaya başlar. O zaman sen de hemen teslim bayrağını çekersin."
"Hayır işte! Ona kararımın kesin olduğunu söyleyerek odadan çıkacağım."
Meg, ayağa kalkarak odadan nasıl çıkacağını Jo'ya göstermek için kapıya doğru yürümeye başladı. Ama tam o sırada dışarıdan gelen ayak seslerini duyunca tekrar yerine koşup dikişini eline aldı. Jo, Meg'in bu hareketine gülmemek için kendini zor tutuyordu. Biri kapıya vurdu. Jo soğuk bir tavırla kapıyı açtı.
John Brooke, şaşkın bir tavırla kapıda durmuş kızlara bakıyordu. "Şey, şemsiyemi almaya gelmiştim," dedi, "yani demek istiyorum ki bir de babanızın sağlığını sormak istedim."
"Babam iyi," dedi Jo, "şemsiyeniz ise rafta duruyor. Gidip babama geldiğinizi haber vereyim."
John'la rahatça konuşabilmeleri için Meg'e bir fırsat vermek istiyordu. Jo odadan çıkar çıkmaz Meg de kapıya yöneldi ve "Annem de sizi görmekten çok memnun olacaktır. Ben de gidip onu çağırayım," diye odadan çıkmaya yeltendi.
"Lütfen Margaret, gitme!" dedi John. "Benden korkuyor musun yoksa?"
O kadar üzülmüş görünüyordu ki Meg onu kırdığını sandı. Sonra birden genç adamın kendisine ilk kez Margaret dediğini fark ederek kıpkırmızı oldu.
"Babama o kadar yardımcı oldunuz ki sizden nasıl korkarım? Size ancak teşekkür edebilirim."
Genç adam Meg'in o küçük elini tutarak "Nasıl teşekkür edebileceğinizi söylememe izin verir misiniz?" diye sordu.
Meg'in kalbi heyecanla çarpıyordu. Kaçıp gitmekle John'un ne söyleyeceğini dinlemek arasında bocalıyordu. Sonunda elini çekmeye çalışarak "Hayır, lütfen bir şey söylemeyin," dedi fısıltıyla. Korkmadığını söylemesine rağmen çok ürkmüş bir hâli vardı.
John Brooke da sevgiyle Meg'e bakarken çok heyecanlıydı. "Seni rahatsız etmek istemiyorum Meg," dedi sonunda. "Yalnız beni birazcık olsun sevip sevmediğini bilmek istiyorum. Çünkü ben seni çok seviyorum."
İşte Meg'in hazırladığı sözleri söylemesinin tam zamanıydı. Ama kızın ağzından tek kelime bile çıkmıyordu. Başını önüne eğdi. Sonunda, "Bilmiyorum," diye mırıldandı, "hem ben daha çok gencim..."
"Beklerim. Bu arada sen de beni sevmeyi öğrenirsin. Bu senin için çok zor olur mu?"
"Hayır, yalnız..."
John, Meg'in sözünü keserek onun öbür elini de tuttu. Yalvarır gibi konuşuyordu. İşte tam o sırada Meg birden onun yüzündeki gizli gülümsemeyi gördü. Ancak başarısından şüphe duymayan insanlar böyle bakabilirdi. Bu durum birden sinirine dokunmuştu.
Bütün küçük kadınların, en iyilerinin bile, içinde başkalarına sözünü geçirme isteği, kendi üstünlüklerini gösterme merakı vardır. İşte birden Meg de bu duyguya kapıldı. Ellerini geri çekerek ciddi bir sesle, "Ben bir şey öğrenmek istemiyorum!" dedi. "Lütfen şimdi buradan gidin ve beni rahat bırakın."
Meg'i daha önce hiç böyle görmemiş olan zavallı John Brooke şaşkına dönmüştü.
Meg, kapıya doğru yürümeye başlamıştı. John hemen arkasından koşarak "Doğru mu söylüyorsun Meg?" diye sordu.
"Evet, doğru söylüyorum," dedi Meg, "böyle şeylerle meşgul olmak da istemiyorum. Hem babamın da size söylediği gibi ben daha çok gencim."
"Acaba zamanla bu fikirlerinin değişeceğini umut edebilir miyim? Sen karar verene kadar ben beklerim. O zamana kadar seni hiç rahatsız etmem. Yeter ki benimle oynama."
Meg, "Beni aklınıza hiç getirmeyin. Böylesi daha iyi olur," derken John Brooke'un üzerindeki etkisini ölçüyor, bu da çok hoşuna gidiyordu.
John Brooke bu üzgün hâliyle tıpkı Meg'in sevdiği roman kahramanlarına benzemişti. Ama o, onlar gibi kendini yerden yere atarak dövünmedi. Sadece büyük bir sevgiyle kızın yüzüne baktı. Meg bu bakışlar karşısında içinin yumuşadığını hissetti. İşte tam o sırada March Hala topallaya topallaya içeri girdi.
Yaşlı kadın yolda Laurie'ye rastlamış, Bay March'ın geldiğini duyunca dayanamayarak onu görmeye gelmişti.
O sırada herkes evin arkasındaydı. Kadın da yavaşça içeri girerek onları şaşırtmak istemişti. Meg'le genç adam gerçekten şaşırmışlardı. Meg, hortlak görmüş gibi yerinden sıçrarken John da hemen yan odaya kaçmıştı.
"Neler oluyor burada böyle?" diye sordu March Hala kızgın bir sesle.
Meg kıpkırmızı bir suratla kekeleyerek "Hiiç," dedi. "Babamın arkadaşı. Sizi birden görünce çok şaşırdık da..."
"Belli belli," diye söylenerek oradaki bir koltuğa oturdu yaşlı kadın. "Babanın arkadaşı sana neler anlattı da böyle pancar gibi kıpkırmızı oldun? Anlat bakalım işin doğrusu nedir?"
"Bir şey anlattığı yok," dedi Meg, "Bay Brooke şemsiyesini burada unutmuş da..."
March Hala dehşet içinde bağırdı. "Bay Brooke mu dedin? Yani şu oğlanın öğretmeni olan adam mı? Şimdi anladım. Bu işi biliyordum zaten ben. Jo'yu sıkıştırıp ağzını aradığım bir gün o bana her şeyi söylemişti. Umarım bu adamla evlenmeyi düşünmüyorsundur!"
Meg, çok sıkılmıştı. "Susun lütfen hala," dedi. "Konuştuklarımızı duyabilir. İsterseniz ben annemi çağırayım."
"Dur şimdi," dedi halası, "söyle bakalım şu Cook mudur Brooke mudur bu adamla evlenmeyi düşünüyor musun? Eğer böyle bir niyetin varsa şunu bil ki sana bir kuruş bile bırakmam. Bunu unutma ve aklını başına topla."
March Halanın herkesin damarına basmak gibi bir huyu vardı. En sakin insanları bile zevkle çileden çıkarabilirdi.
Eğer gençse ve birini seviyorsa en sakin huylu kişinin içinde bile bir dik başlılık vardır. March Hala Meg'e John Brooke ile evlenmeyi kabul etmesi için yalvarsaydı, kız bunu düşünmek bile istemediğini söyleyecekti besbelli. Ama ona John'u sevmemesi emredilince, içinde bir isyan kabardı ve hemen o an John'u sevmeye karar verdi. Adama duyduğu sevgi, bu karşı gelme isteği ile birleşince bu kararı iyice kesinleşti. Çok büyük bir heyecanla alışılmamış bir şekilde yaşlı kadına karşı çıktı.
"Ben canımın istediği kişi ile evleneceğim," dedi, "siz de paranızı istediğiniz kişiye bırakmakta serbestsiniz."
"Hadi ordan, ukalâ kız sen de," dedi halası, "bir gün aşk uğruna sefil bir kulübede yaşamaya başladığın zaman çok pişman olacaksın."
"Birtakım insanların büyük konaklarda yaşadıkları tatsız hayattan daha kötü olmaz ya!" dedi Meg.
March Hala, gözlüğünü takarak şaşkın şaşkın, sanki onu ilk kez görür gibi, Meg'e baktı. Meg de kendine hayret ediyordu. John'u böyle savunmak, eğer isterse onu sevebileceğini söylemek hoşuna gidiyordu.
March Hala, konuşmaya yanlış girdiğini anlayıp bir an durakladı. Sonra sesini elinden geldiğince tatlılaştırarak "İyiliğini düşünerek konuşuyorum. Daha başlangıçta hata yaparak bütün hayatını mahvetmeni istemiyorum. Zengin biriyle evlenip ailene yardım etmelisin. Bu senin görevin sayılır. Ailen bunu sana öğretmeliydi," dedi.
"Annemle babam sizinle aynı fikirde değiller. Onlar zengin olmadığı hâlde John'u çok seviyorlar."
"Senin annenle babanın dünyadan haberleri yok."
"İyi ki öyleler!"
March Hala bu sözleri duymamazlıktan geldi.
"Bu Rook parasız bir adam değil mi? Anladığıma göre zengin bir akrabası falan da yokmuş."
"Hayır yok ama onun bir sürü dostu var."
"İnsan dostlarının sırtından geçinemez. Dostların o sıcak kalplerinin nasıl soğuduğunu yaşayınca anlarsın. Üstelik çok kazançlı bir işi de yokmuş galiba?"
"Hayır. Ama Bay Laurence onun iş bulmasına yardım edecek."
"Hadi ordan! James Laurence huysuz moruğun biridir. Ona güvenilmez. Demek sen parasız pulsuz, üstelik mevkii bile olmayan bir adamla evlenmek niyetindesin öyle mi? O zaman şimdikinden de çok çalışmak zorunda kalacağını düşündün mü peki? Oysa beni dinlersen rahat günlerin olabilir. Ben seni daha akıllı sanırdım."
"Ömrümün yarısını bekleyerek geçirsem ondan iyi birini bulamazdım. John hem iyi kalpli hem de akıllı biri. Çalışkan ve cesur üstelik. Bu kadar yoksul, genç ve budala olmama rağmen beni seviyor. Bu bana gurur veriyor!"
Açık sözlülük ve cesaret Meg'e çok yakışmış, sanki onu iki kat daha güzelleştirmişti.
"Adam senin zengin akrabaların olduğunu biliyordur," dedi March Hala öfkeyle, "senden hoşlanmasının gerçek nedeni de budur."
"Bunu nasıl düşünebilirsiniz March Hala?" diye bağırdı Meg. "O böyle hesaplar yapacak biri değil. Eğer bu şekilde konuşmak istiyorsanız ben sizi bir dakika daha dinleyemem." Meg, çok kızmıştı. "O da benim gibi para için evlenecek biri değil," dedi. "Bizler yoksul olmamıza rağmen mutluluğun ne olduğunu bilen insanlarız. Bundan sonra da onunla mutlu olacağım. John beni seviyor. Ben..."
Sözün burasında Meg birden sustu. Henüz kararını vermemişti ki! Biraz önce sevgili John'una çekip gitmesini söylemişti. Ya şimdi John, yandaki odadan onun bu sözlerini duymuşsa ne yapacaktı?
March Hala çok sinirlenmişti. Güzel yeğeninin zengin biriyle evleneceğini umuyordu.
"Canın nasıl isterse!" diye bağırdı. "Bildiğini yapmaya devam et! Sen çok inatçı bir kızsın Meg. Ama bil ki bu çılgın kararın sana çok şey kaybettiriyor. Hayır susmayacağım. Beni büyük bir düş kırıklığına uğrattın. Artık babanı görecek halim de kalmadı. Evlendiğin zaman benden hiçbir şey bekleme. Brooke'cuğunun dostları size yardım ederler. Bundan sonra seninle işim bitmiştir."
March Hala kapıyı Meg'in suratına çarparak çıkıp gitti. Kızın bütün cesaretini de alıp götürmüştü sanki. Tam o sırada John Brooke yandaki odadan çıkıp geldi. Meg'in elini tutup "Konuştuklarınızı duydum," dedi, "sana çok teşekkür ederim. Ayrıca halana da çok şey borçluyum. Onun sayesinde senin de beni bir parçacık olsun sevdiğini öğrenmiş oldum."
"Halam senin hakkında öyle konuşana kadar ben de seni ne kadar sevdiğimi bilmiyordum," dedi Meg.
March Hala gideli on beş dakika olmuştu ki Jo usulca aşağı indi. Oturma odasının kapısını vurdu. İçeriden hiç ses gelmiyordu. Sevinçle, "Meg John'a ağzının payını verdi herhalde," diyerek kendi kendine gülümsedi. İçeri girerken niyeti bir düşmanın yenilgisini kutlamaktı ama kapıyı açınca birden karşısında o düşmanın, kucağında ablasıyla divanın üzerinde rahat rahat oturduğunu gördü!
Jo, birden başından aşağı bir kova su dökülmüşcesine, gözlerini fal taşı gibi açarak garip bir ses çıkardı.
Sevgililer de onu o an fark etmişlerdi. Meg hemen ayağa fırladı. Yüzünde hem gururlu hem de utangaç bir ifade vardı. "O adam" ise gülerek Jo'nun yanına geldi ve onu öpüp sakince, "Bizi kutla Jo kardeş!" dedi.
Artık bu kadarı da olamazdı! Jo, tek kelime bile söylemeden odadan dışarı fırladı. Deli gibi yukarıdaki odaya dalıp çılgınlar gibi tepinerek herkesi korkuttu.
"Ne olur biri hemen aşağı insin!" diye bağırıyordu. "John Brooke Meg'e korkunç şeyler yapıyor. Bu durum da Meg'in hoşuna gitmiş görünüyor!"
Annesi ile babası aceleyle odadan çıktılar. Jo kendini yatağa atarak avaz avaz ağlamaya başlamıştı. Sonra bu korkunç haberi Beth ile Amy'ye de verdi. Ama onlar bu habere çok sevinmişlerdi. Jo onlardan da yakınlık bulamayınca kendisini tavan arasına kapatarak fareleriyle dertleşti.
Bay ve Bayan March, genç adamla uzun uzun konuştu. John Brooke onlara tasarılarından söz etti. O sessiz görünen genç adamın düşüncelerini anlatırken gösterdiği cesaret şaşılacak şeydi.
O sırada çay vaktini haber veren çıngırak çaldı. John, hâlâ Meg'e hazırlayacağı cennetten söz ediyordu. Çıngırağı duyunca Meg'in koluna girerek onu sofraya oturttu. İkisi de o kadar mutlu görünüyorlardı ki Jo bile kıskançlığını unutur gibi oldu. Amy, John'un Meg'e gösterdiği bağlılığın etkisine girmişti. Beth de onlara gülümsüyordu. Anneleri ile babaları, genç çifti sevgiyle seyrediyorlardı.
Herkes o kadar mutluydu ki kimse bir şey yiyememişti. O eski yıpranmış eşyalarla dolu olan oda bile ailenin ilk aşk hikâyesi orada başlamış olduğu için sanki parlamış gibiydi.
"Artık bu evde güzel şeyler olmaz diyordun sen, değil mi Meg?" diye sordu Amy. Güzel sevgililerin tablosunu nasıl yapacağını düşünüyordu.
Meg sanki rüyada gibiydi. "Bunu söyleyeli çok uzun zaman oldu gibi geliyor bana," dedi.
"Bu yıl üzüntülerin hemen arkasından sevinçli olaylar yaşadık," dedi Bayan March. "Bir çok ailede de böyle olur zaten. Olaylarla dolu bir yıl geçirdik ama çok şükür sonu iyi bitti."
"Umarım bundan sonraki yıl da öyle olur!" diye homurdandı Jo.
Meg'in kendisini hiçe sayarak birden bir yabancıya ait olmasını bir türlü kabullenemiyordu.
John, güvenle Meg'e bakarak gülümsedi ve "Üç yıl sonra daha da mutlu olacağız," dedi.
Düğünün bir an önce olmasını isteyen Amy, "Bu kadar beklemeniz şart mı?" diye sordu.
"Evlenmeden öğrenecek o kadar çok şey var ki bu kısa bir süre sayılır," dedi Meg gülümseyerek.
"Sen yeni şeyler öğrenirken ben de çalışacağım," dedi John.
O sırada sokak kapısının kapandığını duydular. Jo bir soluk alarak, "Neyse ki Laurie geliyor," diye düşündü. "En sonunda aklı başında biri ile konuşabileceğim."
Ama hiç de tahmin ettiği gibi olmadı. Laurie elinde bir gelin çiçeği ile sevinç içinde hoplaya zıplaya odaya daldı. Çiçekleri Meg'e verip onları kutladıktan sonra "Bay Brooke'un istediğini yapacağını biliyordum," dedi, "onun başaramayacağı şey yoktur."
"Sağol Laurie," dedi Bay Brooke, "düğünümüze seni de davet ediyoruz."
"Dünyanın neresinde olursam olayım, sırf Jo'nun yüzünün ne hâle geleceğini görebilmek için bile gelirim."
Jo, misafir odasının öbür köşesine doğru yürümeye başladı. Laurie onun yanına gitti.
"Pek neşeli görünmüyorsun Jo. Neyin var?" diye sordu.
"Bu evlilik işi hiç hoşuma gitmemesine rağmen, bu konuda daha fazla bir şey söylememeye karar verdim. Meg'den vazgeçmenin benim için ne kadar zor olduğunu bilemezsin."
"Ondan vazgeçmiyorsun ki. Yalnız evleriniz ayrılıyor."
"Artık hiçbir zaman eskisi gibi olamayız. En iyi arkadaşımı kaybettim."
"Ben varım ya Jo. Pek işe yaramadığımı biliyorum ama senden hiçbir zaman ayrılmayacağım."
"Sağol Laurie," dedi Jo arkadaşına sevgiyle bakarak, "beni tek avutan kişi sensin."
"Artık üzülmeyi bırak ama. John çok iyi biri. Meg de çok mutlu. John bir ev kurmak için elinden geleni yapacak. Dedem de yardım edecek. Meg kendi küçük evinde ne kadar mutlu olur düşünsene. O zamana kadar ben de okulu bitirmiş olacağım. Gelip seni alacağım ve birlikte dünyayı dolaşacağız."
"Üç yıl içinde neler olacağını kimse bilemez ki!"
"Doğru ama geleceğe ait düş kurmak istemez misin?"
"İsterim tabii," dedi Jo, "ama şu anda herkes o kadar mutlu ve neşeli görünüyor ki bundan daha mutlu olabileceğimizi düşünemiyorum."
Sonra odadakilere tek tek baktı. Babası ile annesi sessizce yan yana oturmuşlardı, John ile Meg'i seyrederek yirmi yıl önceki hayatlarını yeniden yaşıyor gibiydiler.
Amy, sevgililerin resmini yapmaya başlamıştı bile. Beth, divana uzanmıştı. Artık oldukça sağlıklı ve neşeli görünüyordu. Ve Laurie, sevgili arkadaşı Jo'nun tam arkasında duruyordu. Karşılarında duran aynaya baktı, Jo'yla göz göze gelince yavaşça gülümsedi.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro