Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Dördüncü Bölüm

Ertesi sabah Meg içini çekerek söylenmeye başlamıştı. "Ah, yeniden işe koyulmak bazen nasıl da zor geliyor!"

Artık tatil sona ermişti. Eğlence içinde geçen bir haftadan sonra yeniden işe başlamak ona çok zor geliyordu. Jo, uzun uzun esnedi. "Keşke hep Noel olsa! Ne güzel olurdu değil mi?"

"Eminim her zaman tatil olsaydı şimdi eğlendiğimizin yarısı kadar bile eğlenemezdik," dedi Meg. "Tabii yine de partilere gitmek, sonra arabayla eve kadar getirilmek, sürekli okumak ve dinlenmek, hiç çalışmamak büyük bir zevk. Hep böyle bir hayatı olan kızlara imrenmişimdir."

Sonra iki kız, kardeşleriyle birlikte kahvaltıya oturdular. Anlaşılan o sabah herkesin bir problemi vardı. Tatilden sonra çalışmaya başlamak hiçbirine kolay gelmiyordu. Birer birer sıkıntılarını dile getirirlerken anneleri de o gün postaya verilmesi gereken bir mektubu bir an önce bitirmeye çalışıyordu.

Sonunda Meg, "Hadi bakalım," dedi, "boş lâf karın doyurmayacağına göre bir an önce işimize gitsek iyi olur."

Jo ablasına cesaret vermek için onun omzunu okşadı. Sonra yolları ayrıldı. Buz gibi soğuk bir hava vardı. Kar yağıyordu. Çalışıp didinmek zorundaydılar. Yürekleri, gençliğin bitip tükenmeyen istekleri ile doluydu ama yine de mutlu olmaya çalışıyorlardı.

Babaları Bay March, bir zamanlar şanssız bir arkadaşına yardım etmeye çalışmış ve o arada da kendi malını mülkünü kaybetmiş bir adamdı. İki büyük kızı çalışmaya karar vermişler ve babalarına yalvarıp yakarmışlardı. Hiç değilse kendi yüklerini babalarının sırtından almak istiyorlardı. Sonunda babaları razı olmuş, kızlar da bütün güçleriyle çalışmaya koyulmuşlardı.

Meg, zengin bir ailenin çocuklarına dadılık yapıyordu. Fazla para almamasına rağmen çocukları çok sevdiği için işinden memnundu.

Jo ise March Halanın yanında çalışmaya başlamıştı. March Hala topaldı. Bu yüzden kendisine hizmet edebilecek güçlü kuvvetli birine ihtiyacı vardı. Bir gün Jo'yu yardımcı olarak yanına almayı teklif etti. Jo, bu işten hiç hoşlanmamıştı. Ancak daha iyi bir iş bulamayacağı için bu teklifi kabul etmek zorunda kalmıştı. Sonra da huysuz halasıyla herkesi şaşırtacak kadar iyi geçinmeye başlamıştı. Bir gün aralarında şiddetli bir tartışma yaşanmış ve Jo paltosunu kaptığı gibi eve dönmüştü. Artık dayanamayacağını söylüyordu. Ama March Halanın öfkesi çabuk dağılırdı. Kızı yine yanına çağırmak için arkasından adam yollamıştı. Bunun üzerine Jo da direnememişti. Aslında o da bu huysuz ve yaşlı kadını seviyordu.

Jo'yu oraya bağlayan bir başka neden daha vardı; March Halanın evindeki büyük kitaplık. March Enişte öldükten sonra burası tozlarla, örümceklerle kaplanmıştı. Jo nazik ve yaşlı bir beyefendi olan eniştesini çok iyi hatırlıyordu. March Enişte sağ iken Jo onun kalın ciltli kitapları ile oynar, tren yolları, köprüler yapardı. March enişte Latince kitaplarındaki garip resimleri Jo'ya gösterir, bunlara bakarak çok güzel hikâyeler anlatırdı. Bay March, Jo'ya sokakta ne zaman rastlasa ona mutlaka zencefilli çörek alırdı.

Loş ve tozlu bir yer haline gelen bu kitaplık kısa zamanda Jo'nun cenneti olmuştu. March Hala öğle uykusuna dalar dalmaz Jo bir an önce kendisini kitaplığa atmaya bakardı. Büyük bir koltuğa gömülüp okumaya dalar ve kendinden geçerdi. Derken halası seslenir, onu çağırıp yapılacak bir iş söylerdi. Meg nasıl şımarık çocuklardan yaka silkiyorsa, Jo da halasının saçmalıklarından iyice bıkmıştı.

Diğerleri gibi Beth'in de kendine göre sıkıntıları vardı. Arada bir o da üzüntüye kapılır, iyi bir piyanosu olmadığı, ders alamadığı için gizlice ağlardı. Müziği o kadar çok seviyordu ki o eski aletten çıkan seslerin kötülüğüne aldırmadan sabırla, durmadan çalışırdı. Keşke ona yardım edecek birisi olsaydı! Kimse, Beth'in piyanonun sararmış tuşlarına damlayan gözyaşlarını görmüyordu. Beth, ne kadar yorulmuş olursa olsun kardeşlerini ve annesini kıramaz, ne zaman isteseler onlara piyano çalardı. İçinden umutla, "İyi bir insan olmaya devam edersem, günün birinde hayalimdeki piyanoya kavuşabileceğim," diye düşünürdü.

Amy'ye gelince... Biri çıkıp da ona bu hayattaki en büyük sıkıntısının ne olduğunu soracak olursa, vereceği cevap hiç şüphesiz "burnum" olacaktı. Amy daha bebekken Jo onu kazayla bir kömür kovasına düşürmüştü. Amy bu yüzden burnunun mahvolduğuna inanıyordu. Aslında burnu ne onun sızlandığı kadar iri ne de kırmızıydı. Yalnız hafif yassı olduğu söylenebilirdi. Amy biraz olsun sivriltebileceğini düşünerek burnunu çimdikleyip dururdu. Yine de bu çabası boşunaydı. Hiçbir zaman burnuna istediği gibi soylu bir sivrilik kazandırmayacaktı. Bu da onun en büyük derdiydi. Aslında ondan başka kimsenin buna aldırış ettiği yoktu. Amy mutlaka burnu düzgün olsun istiyordu. Bir yandan da hayalindeki burna benzetinceye kadar, sayfalar dolusu güzel burunlu insan resimleri çiziyordu.

Ablaları ona, "Küçük Raphael" ismini takmışlardı. Amy'nin resme büyük bir yeteneği vardı. Durmadan çiçek, hayvan ve peri resimleri çizer, ancak o zamanlarda kendisini çok mutlu hissederdi. Öğretmeni toplama işlemlerini yapacağına, kara tahtasını hayvan resimleri ile doldurduğu için ondan şikâyetçiydi. Amy bütün kitaplarının içini öğretmenlerinin karikatürleriyle süslemişti. Arkadaşları arasında çok seviliyordu ve onlarla çok iyi geçiniyordu. Aslında şanslı bir kızdı o. Hiç çaba harcamadan insanları mutlu etmesini biliyordu. Şirinliği ve zarif tavırlarıyla herkeste hayranlık uyandırırdı. Çok da marifetliydi. Resim yeteneğinin dışında, çok güzel şarkı söyler ve el işi yapardı.

Meg Amy'nin, Jo da Beth'in koruyuculuğunu yapıyordu. Bu iki büyük kız, diğerlerine karşı annelik rolünü üstlenmişlerdi sanki. Kardeşleri ile ilgilenirlerken âdeta bebekleri ile oynayan küçük kadınlar gibiydiler.

"Anlatacak bir şeyi olan var mı?" diye sordu Meg. "O kadar boğucu bir gündü ki birisinin eğlenceli bir şeyler anlattığını duymak beni gerçekten mutlu edebilir."

Kızların hepsi o gün başlarından geçen olayları anlatmaya koyuldular. Sonunda Jo annesinden, onlara ara sıra anlattığı o güzel hikâye veya masallardan birini anlatmasını istedi. Kızlar annelerinin anlattığı şeylerden çok güzel dersler çıkarırlardı. Bayan March gülümseyerek anlatmaya başladı:

"Bir varmış, bir yokmuş, dört küçük kız kardeş varmış. Bunların yiyecekleri, içecekleri, giyecekleri, kendilerini avutabilecekleri, zevk alabilecekleri birçok şeyleri varmış. Gelgelelim kızlar, bütün bunlara rağmen yine de hayatlarından memnun değillermiş. Aslında iyi birer insan olmak istiyorlarmış. Ne kadar cesur olabileceklerini de o güne kadar defalarca kanıtlamışlar. Ama nedense ara sıra gevşiyor, her şeyden yakınıyorlarmış. Bunun sebebi ise zaman zaman ne kadar güzel şeylere sahip olduklarını ve istedikleri zaman neler başarabileceklerini unutmalarıymış. Günlerden bir gün yaşlı bir kadına mutluluğun sırrını sormuşlar. Kadın onlara, hayatınızdan memnun olmadığınız zamanlarda, sahip olduğunuz şeyleri aklınıza getirin ve Tanrı'ya şükredin, demiş."

Hikâyenin tam burasına gelince Jo bir şey söylemek ister gibi ağzını açtı ama sonra hikâyenin bitmediğini anlayınca sustu.

"Kızlar hiç de akılsız değillermiş," diye devam etti anneleri. "Bu yüzden de kadının verdiği mutluluk reçetesini denemeye karar vermişler. Çok geçmeden, aslında ne kadar zengin olduklarını görerek şaşırmışlar. İçlerinden biri, paranın zenginlerin evinden mutsuzluğu uzaklaştıramadığını görmüş. Diğeri, zengin ama kendi olanaklarından yararlanmayı bilmeyen yaşlı ve huysuz bir kadından çok daha mutlu olduğunu fark etmiş. Kendisi onun gibi zengin değilmiş belki ama hâlâ çok gençmiş ve hayattan zevk almayı biliyormuş. Üçüncü kız ise yemek pişirmekten yakınıyormuş. Ama o da yemek bulabilmek için dilenmektense olan yemeği pişirmenin ne kadar kolay olduğunu anlamış. Dördüncü kıza gelince, o da birden gururlu ve onurlu bir yaşam sürmenin, en kıymetli mücevherlerden bile daha değerli olduğunu görmüş. İşte böylece kızlar bir daha asla yakınmamaya karar vermişler. Ellerindeki değerli nimetlerden yararlanmaya, onları hak etmeye çalışmışlar."

Bayan March hikâyenin burasına gelince durakladı, sonra sözlerine devam etti. "Eğer," dedi, "kızlar o yaşlı kadının öğütlerini yerine getirirlerse, bir daha hayal kırıklığına uğrayacaklarını hiç sanmam."

"Ah anne ah! Ne kurnazsın sen! Ne yaptın ettin bizim başımızdan geçenleri güzel bir masala çevirdin ve bir güzel ders verdin bizlere."

Beth düşünceli düşünceli, "Ben böyle dersleri çok severim zaten," dedi. "Tıpkı babamın anlattığı hikâyelere benziyor."

"Ben zaten sizin kadar sızlanmıyordum," dedi Amy. "Ama artık daha da dikkatli olacağım. Anlattıkların bana büyük bir ders oldu."

"Ve bizim böyle bir derse çok ihtiyacımız vardı anne," dedi Jo da. "Hiçbirimizin bunu kolay kolay unutacağını sanmıyorum. Ama yine de eğer unutacak olursak, sen bunu bize ne olur bir daha hatırlatıver anneciğim."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro