Dokuzuncu Bölüm
Meg eve girince, "Haziranın biri! King'ler yazlığa gidiyorlar ve ben de tam üç ay izinliyim!" diye sevinçle bağırdı.
Sıcak bir gündü. Jo, bitkin bir halde divana uzanmıştı. Beth onun tozlu ayakkabılarını çıkarıyor, Amy ise herkese limonata yapıyordu.
"Neyse ki March Hala sonunda gidebildi," dedi Jo. "Bir an önce gidebilmesi için öyle canla başla yardım ettim ki sonunda benden ayrılmak istemeyip beni de götürür diye ne kadar korktuğumu anlatamam. Tam araba kalkmıştı ki elini sallayarak 'Josephine sen de gelmek istemez misin?' demesin mi! Kendimi köşeye atana kadar arkama bakmadan koştum."
"Zavallı Jo, eve geldiğinde sanki arkasından onu kovalayan bir ayı var sanırdınız," dedi Beth.
"March Hala vapura benziyor değil mi?" diye sordu Amy limonatasından bir yudum alarak.
"Vampir demek istiyorsun," diye mırıldandı Jo, "ama zararı yok, konuşurken herkes yanlış yapabilir."
"Tatilde ne yapacaksınız?" diye sordu Amy hemen konuyu değiştirmeye çalışarak.
Meg, sallanan sandalyeye gömülerek, "Ayaklarımı uzatıp yatacağım. Geç saatlere kadar da yataktan çıkmayacağım," dedi. "Bütün kış sabahın köründe kalkıp başkaları için çalıştım durdum. Bu yüzden şimdi bol bol dinleneceğim."
"Bu uyuşuk hayat bana göre değil," dedi Jo. "Elma ağacındaki yerime tırmanıp yeni kitaplarımı okuyacağım ben."
"Beth, biz de bir süre ders çalışmasak nasıl olur sence?" diye sordu Amy.
"Annem izin verirse neden olmasın?" dedi Beth, "ben de yeni şarkılar öğrenmek, bebeklerime yazlık giysiler dikmek istiyordum zaten."
Bunun üzerine Meg, annesine dönerek, "Ne dersin anneciğim?" diye sordu.
"İsterseniz bir hafta bu şekilde yaşayın. Bakalım aylaklık hoşunuza gidecek mi? Bana sorarsanız, cumartesiye kalmaz işsizlikten sıkılırsınız. Hiç çalışmadan dinlenmek de hiç tatil yapmadan çalışmak kadar sıkıcıdır."
"Hiç sanmam," dedi Meg, "bana çok zevk alırmışım gibi geliyor."
"Aylaklığın şerefine içelim!" dedi Jo limonata bardağını havada sallayarak. Tabii bu arada bütün limonata ortalığa saçılmıştı.
Ertesi gün Meg, gerçekten saat ona kadar ortalıkta görünmedi. Sonunda kalkıp tek başına kahvaltıya oturduğu zaman oda ona çok ıssız ve dağınık göründü. Jo vazolara çiçek koymamış, Beth de ortalığı toplamamıştı. Amy'nin kitapları yerlerdeydi. Odada yalnızca annelerinin köşesi her zamanki gibi derli topluydu. Meg tembel tembel oraya oturdu. Esneyerek almak istediği güzel yazlık giysileri düşünmeye başladı.
Jo, bütün sabah Laurie ile birlikte ırmakta dolaşmıştı. Öğleden sonra da elma ağacına çıkıp kitap okudu. Beth, önce bebeklerinin bulunduğu büyük dolabı boşalttı ama işin yarısına bile gelmeden sıkılmıştı. Her şeyi o halde bırakıp piyano çalmaya gitti. Amy ise en güzel beyaz giysisini giyip saçlarını düzeltti ve hanımeli çiçeklerinin altına oturup resim yapmaya başladı. Gelip geçenlerin kendisini görüp bu güzel ressamın kim olduğunu soracağını umut ediyordu ama ne gelen oldu ne giden. Çok geçmeden canı sıkıldı ve yürümeye başladı. Biraz sonra bir sağanak boşalınca sırılsıklam eve doğru kaçmaya başladı.
Çay saatinde neler yaptıklarını birbirlerine anlatırlarken hepsi çok güzel ama şaşılacak kadar da uzun bir gün geçirmiş oldukları kanısına vardılar.
Meg, öğleden sonra çarşıya çıkıp kendine bir kumaş almış ama ancak satıcı kumaşı kestikten sonra bunun yıkanamayacağını öğrenmişti. Tabii bu durum biraz canını sıkmıştı.
Jo kayıkla dolaşırken güneşte fena yanmış, hiç ara vermeden kitap okuduğu için de başı kazan gibi olmuştu.
Beth, dolabın karışıklığına sıkılıyordu. Ayrıca üç şarkıyı birden öğrenmeye çalışmanın pek kolay olmadığını anlamıştı.
Amy ise yağmurda giysisi berbat olduğu için üzgündü çünkü ertesi gün Katy Brown'ın doğum gününe gidecekti ve ne giyeceğini bilemiyordu.
Aylaklık etmek kızlara pek yaramamıştı. Günler uzadıkça uzuyor, zaman geçmek bilmiyordu. Herkesin üzerine tuhaf bir huzursuzluk çökmüştü sanki.
Hepsi boş boş oturmanın insana verdiği sıkıntının, çalışırken yorulmaktan daha çekilmez bir şey olduğunu düşünüyordu.
Evdeki en mutlu kişi anneleriydi. Bayan March kendisini mutlu eden işlerini yapmaya yine devam etmiş, yaşayışını hiç değiştirmemişti.
Cuma gecesi geldiğinde, kızlar o aylaklık haftası bittiği için içten içe rahatlamışlardı. Yine de hiçbiri tembellik etmekten sıkıldığını diğerine söylemiyordu.
Bayan March ise kızlara iyi bir ders vermek için hafta sonu Hannah'yı izne göndermişti.
Pazar sabahı uyandıklarında mutfaktaki ocağın yanmadığını gördüler. Yemek odasında da kahvaltı yoktu. Annelerini de ortalıkta göremeyince, Meg koşarak yukarı çıktı. Geldiğinde şaşırmış gibi bir hali vardı.
"Neyse ki annem hasta falan değil," dedi, "yalnız yorgun olduğunu ve bütün gün odasında dinleneceğini söyledi. Bizim elimizden geldiği kadar evi çekip çevirmemizi istiyor. Çok tuhaftı aslında. Geçen hafta çok çalıştığını, şimdi de bizim hiç nazlanmadan işe koyulmamız gerektiğini söyledi."
"Ben zaten bir şeyler yapmak istiyordum," diye atıldı Jo, "bu da yeni bir eğlence sayılır."
Kızların hepsi bir işe yarayacaklarını düşünerek sevinmişlerdi. Hannah hep, "Ev işleri zordur," derdi. Kızlar onun bunları söylerken ne kadar haklı olduğunu çok geçmeden anlayacaklardı. Kilerde dünya kadar yiyecek vardı. Beth ile Amy sofrayı kurdular. Meg'le Jo da kahvaltıyı hazırladılar. Bir yandan da "Ah şu ev kadınları, işleri ne kadar büyütürler!" diye söylenip duruyorlardı.
"Anneme de biraz kahvaltı götürelim!" dedi Meg.
Böylece yukarı bir tepsi götürdüler. Anneleri tepsiyi teşekkür ederek aldı. Ama çayın çok kaynamış, omletin yanmış, bisküvilerin içinde de un topakları kalmış olduğunu görünce Jo odadan çıkar çıkmaz gülmeye başladı.
"Zavallıcıklar, bayağı yorulacaklar ama böyle bir derse ihtiyaçları vardı doğrusu," diye düşündü.
Aşağıda ise şikâyetler artmıştı. Aşçılık işini üzerine alan Meg, büyük bir başarısızlığa uğramış, üzgün üzgün oturuyordu. Jo, Meg kadar bile yemek yapmayı bilmemesine rağmen onu öyle görünce, "Tamam, tamam," dedi, "yemeği ben hazırlarım. Sen ortalığı topla."
Meg bu öneriye çok sevinerek hemen oturma odasını toplamaya girişti. Baştan savma bir temizlik yaptığı yetmezmiş gibi bir de bütün süprüntüleri divanın altına tıkıştırdı. Jo, aşçılığına çok güveniyordu. Laurie'yi de yemeğe çağırmaya karar verdi.
Meg, Jo'nun Laurie'yi yemeğe davet ettiğini öğrenince, "Misafir çağırmadan önce ona ne ikram edebileceğini düşünmen gerekirdi," dedi.
"Düşündüm," dedi Jo, "sığır eti ve patates var. Değişiklik olsun diye biraz kuşkonmazla istakoz salatası yapacağım. Biraz da salata yaparız. Kitapta tarifleri var. Tatlı olarak kremalı çilek vermeyi düşündüm. Son olarak kahve ikram edebiliriz."
"Bence bu kadar karışık işlere girişmezsen iyi olur," dedi Meg, "daha yemek pişirmeyi doğru dürüst bilmiyorsun. Bak haberin olsun, ben bu yemeğin sorumluluğunu üzerime alacak değilim. Madem Laurie'yi yemeğe çağırdın, başının çaresine de bakarsın."
Jo, çok alınmıştı. "Senden bir şey istemiyorum zaten," dedi. "Sadece onu iyi karşıla yeter. Bir de kremaya bak ve dibi falan tutarsa bana haber ver."
"Olur," dedi Meg, "yalnız bir şey almadan önce anneme de haber versen iyi olur."
"Tabii ki haber vereceğim," diye söylendi Jo.
Annesinin yanına çıktığında, "Nasıl istiyorsan öyle yap!" diye onu tersledi Bayan March. "Ben zaten yemeği dışarıda yiyeceğim. Bugün kendime izin verdim. Kitap okuyacağım ve gezip tozacağım. Biraz keyfime bakmak istiyorum."
Annesinin bu alışılmadık tavırları Jo'yu çok şaşırtmıştı. "Nedense bugün her şey ters gidiyor," diye söylenerek aşağı indi. "İşte Beth de ağlamaya başladı. Amy ona bir şey yaptıysa benden çekeceği var."
Beth'i oturma odasında, kafesteki ölü kanaryaya bakarak hıçkıra hıçkıra ağlarken buldu. Kuşun minik pençeleri kaskatı olmuştu.
Beth, minik yaratığı avucuna almış diriltmeye çalışıyor, "Hepsi benim suçum," diye ağlıyordu. "Onu unutmuşum. Suyu da bitmiş yemi de. Ah Pip, bunu nasıl yapabildim?"
Jo, kuşun yarı kapalı gözlerini, küçücük bedenini okşadı. Kuş buz gibi olmuştu. Üzüntüyle başını sallayarak onu tabut olarak domino kutusuna koymayı teklif etti.
"Onu fırına koy, ısınırsa belki dirilir," dedi Amy.
"Zaten açlıktan öldü. Bir de zavallı kuşu kızartamam," dedi Beth. "Ona bir kefen dikip mezara gömeceğim. Başka bir kuş da almayacağım çünkü ben bir kuşa bile bakamayacak kadar tembel bir kızım!"
Jo, yavaş yavaş, herkesin yardımına koşarak çok fazla sorumluluk aldığını hissetmeye başlamıştı.
"Cenaze törenini öğleden sonra yapalım," dedi. "Artık ağlama Beth. Çok üzüldük ama zaten bu hafta hiçbir şey yolunda gitmiyor ki. Zavallı Pip de bizim kurbanımız oldu işte. Kefeni dikip onu benim kutuma koy. Yemekten sonra hep birlikte büyük bir cenaze töreni yaparız."
Diğer kızlar Beth'i avutmak için onun yanında kaldılar, Jo da mutfağa gitti. İçerisi çok karışıktı. Jo, hemen önüne bir önlük bağlayıp işe koyuldu. Önce bulaşıkları yıkamaya hazırlanırken ateşin söndüğünü fark etti ve öfkeyle söylenerek sobanın ağzını açıp külleri karıştırmaya koyuldu. Ateşi yeniden yaktıktan sonra su ısınana kadar çarşıya gidip gelmeyi düşündü.
Yürüyüş yapmak neşesini biraz yerine getirmişti. Geri döndüğünde etsiz bir istakoz, iyice bayatlamış kuşkonmazlar, iki kutu da ekşi çilek aldığını gördü. Yaptığı pazarlık onu çok tatmin etmişti. O mutfağı toparlamayı bitirdiği sırada yemek vakti gelmişti bile.
Meg'in yoğurduğu unu ocağın üzerine bıraktığını, sonra orada unuttuğunu fark etti.
Hepsi giriştikleri işlerde bilgisizliklerinden dolayı başarısız oluyor, sonra da sinirleniyorlardı. İşler gitgide içinden çıkılmaz hale gelmeye başlamıştı.
Bayan March, bir süre neler olduğunu görmek için ortalıkta dolaşmış, sonra kuşu için kefen hazırlamakta olan Beth'i biraz teselli etmiş ve çıkıp gitmişti. Kızlar anneleri köşeyi döndüğünde, iyice ne yapacaklarını bilmez bir hale gelmişlerdi. Birkaç dakika sonra, sürekli etrafı inceleyen keskin gözleri olan komşuları Bayan Crocker yemeğe geldiğini söyleyerek içeri girdi. Çok dedikoducu bir kadın olan Bayan Crocker'ı kızlar aslında pek sevmezlerdi ama anneleri yaşlı ve fakir bir kadın olduğu için ona iyi davranmaları konusunda onları uyarmıştı. Meg onu salona götürdü ve yanına oturdu. Kadın Meg'e bir yandan bitmek tükenmek bilmeyen eleştirilerini sıralamaya, bir yandan da tanıdığı insanlar hakkında bir sürü hikâye anlatmaya başladı.
Bu arada Jo, mutfakta ne yapacağını bilemez bir hale gelmişti. Hazırladığı bütün yemeklerin hiç de olması gerektiği gibi görünmediklerinin farkındaydı. Sonunda, "Ne yapalım, eğer karınları acıkmışsa onlar da sığır eti, ekmek ve tereyağı yerler," diye söylendi kendi kendine. Yemek zilini çaldığında bitkin bir haldeydi.
Zavallı Jo, yemek boyunca önüne konulan şeyden bir lokma alan kişinin ikinciyi almaya cesaret edemediğini gördükçe, "Yer yarılsa da dibine girsem," diye düşündü durdu.
Artık tek umudu kremalı çileğe kalmıştı. Çileklerin üzerine bol bol şeker dökmüş, en üstünü de krema ile süslemişti. Gözünü masadakilerden ayırmıyor, gösterecekleri tepkiyi bekliyordu heyecanla. Sonunda yüzlerindeki ifadeden, ağızlarına aldıkları bir tek kaşığı bile yutamamalarından bir gariplik olduğunu anlayarak, "Ne var Tanrı aşkına?" diye sordu.
"Şeker yerine tuz koymuşsun. Üstelik kremayı da ekşimiş sütten yapmışsın," dedi Meg.
Jo, kıpkırmızı olmuştu. Gözyaşları göz pınarlarını yakmaya başlamıştı ki Laurie ile göz göze geldi. Yemek boyunca, her şey son derece normalmiş gibi yemekleri kahramanca yemeye çalışan tek kişi oydu ama sonunda onun yüzünün de ekşimiş olduğunu görünce, birden olayın ne kadar komik olduğunu fark ederek kahkahalarla gülmeye başladı.
Kızların deyimiyle, "Bayan Kraker" hariç masadaki herkes ona katılmıştı.
Bayan March eve döndüğü zaman, "Kızlar, artık bu şekilde yaşamaktan vazgeçmek istiyor musunuz yoksa hâlâ tembellik yapmakta ısrarlı mısınız?" diye sordu.
"Hayır anneciğim," dedi Jo hemen. "Boş oturmak bize göre değilmiş."
"Bizim işlerin altından kalkamayacağımızı görmemiz için her şeyi bırakıp gittin değil mi?" diye sordu Meg.
"Evet yavrum," diye cevapladı anneleri. "Rahat yaşayabilmemiz için herkesin çalışması gerektiğini kendi kendinize anlamanızı istiyordum. Hannah ile ben işleri yaparken siz rahattınız ama size verdiğimiz sorumluluklardan sıkılıyordunuz. İnsanın yalnızca kendisini düşünmesi halinde neler olabileceğini görmenizi istedim. Birbirimizle yardımlaşarak evimizi rahat, güzel bir yer haline getirmemiz sizce de daha iyi değil mi?"
"Haklısın anneciğim."
"O halde sızlanmayı bırakıp küçük sorumluluklarınızı yine üstlenin. Çünkü bu sorumluluklar, kimi zaman insana ağır gelseler bile, yararlı yüklerdir. Bunları nasıl taşıyacağımızı öğrenirsek ağırlıkları da gittikçe azalır. Çalışmak çok yararlı bir şeydir. Bizi sıkıntılardan, kötülüklerden korur. Çalıştıkça kendimizi hem daha güçlü hem de daha özgür hissederiz."
"Arı gibi çalışacağız, işimizi severek yapacağız," diye atıldı Jo. "Ben tatilde yemek pişirmeyi öğreneceğim."
"Ben de babamın gömleklerini dikmene yardımcı olacağım anneciğim. Kendi elbiselerimi bozup bozup dikmekten daha işe yarar bir şey bu," dedi Meg de.
"Ben de her gün derslerime çalışacağım. Artık bebeklerle oynamaya, müzik çalışmaya daha az vakit ayıracağım," dedi Beth.
Amy de "Ben de ilik açmayı öğreneceğim. Hem de konuşmamdaki bozuklukları düzeltmeye çalışacağım," diye atıldı.
"Çok iyi," dedi anneleri. "Hiçbir şeyde aşırılığa kaçmayın çocuklarım. Tutsak gibi hiç durmadan çalışmanızın da anlamı yok. Zamanın çok değerli olduğunu bilin. Onu iyi kullanmaya çalışın. Oyun oynamaya da çalışmaya da zaman ayırın. Her gününüzü hem yararlı hem de zevkli işler yaparak değerlendirmeye çalışın. Böyle yaşarsanız hem gençliğiniz güzel geçer, hem de yaşlılığınızda pişmanlık nedir bilmezsiniz."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro