Beşinci Bölüm
Karlı bir günde Jo'yu ayağında lâstik çizmeler, sırtında eski bir kapüşonlu pelerin, bir elinde uzun bir süpürge, diğerinde de bir kürekle ağır adımlarla taşlıktan geçerken görünce "Yine ne işler çeviriyorsun Jo?" diye sordu Meg.
"Dışarı çıkıp biraz egzersiz yapacağım," dedi Jo.
Meg ürpermişti. "Bence bu sabahki uzun yürüyüşümüz yeterli," dedi. "Yerinde olsam ateşin başından ayrılmazdım."
"Bana akıl verilmesinden hiç hoşlanmam," diye karşılık verdi Jo. "Bütün gün kedi gibi ateşin önünde tembellik edemem. Ben gidip dışarıda kendime bir serüven aramayı tercih ediyorum."
Bu sözler üzerine Meg ateşin yanındaki koltuğa oturup ayaklarını uzatarak Ivanhoe adlı kitabını okumaya başladı.
Jo ise çoktan dışarıdaki karları küremeye başlamıştı. Kar henüz donmadığı için yumuşacıktı. Çok geçmeden Beth'in oyuncak bebeklerini dışarı çıkarıp gezdirebilmesi için bahçeyi boydan boya dolaşabileceği bir yol açmıştı. Beth'in bebeklerinin temiz havaya ihtiyacı vardı ve küçük kız onları her gün gezdirirdi.
March'ların evi ile Laurence'ların köşkünü bir bahçe ayırıyordu. Şehir dışındaki bu evlerin çevreleri koruluklar, çayırlar, geniş bahçeler ve tenha sokaklarla çevrilmişti. İki evin arasında alçak bir çit uzanıyordu. Çitin bir yanında oldukça eskimiş ve bakımsız bir ev vardı. Yazın, duvarlarını saran sarmaşıklar artık yapraklarını dökmüş olduklarından ve bahçesindeki çiçekleri solmuş olduğu için oldukça çıplak görünüyordu. Çitin öbür yanında ise görkemli bir köşk vardı. Büyük bir garajı ve çardağı olan bu binanın bahçesi pek bakımlıydı. Zengin perdelerin arkasından, içerideki nefis eşyalar seçilebiliyordu. Bütün bu heybetine karşın burası sessiz sakin bir evdi. İçinde sanki hayat yok gibiydi. Çünkü düzgün çimenlik alanlarının üzerinde gülüşüp oynayan çocuklar görünmüyor, pencerelerinde gülümseyen bir annenin yüzü belirmiyordu. Yaşlı beyefendi ile torunundan başka da eve pek giren çıkan yoktu.
Jo'nun hayallerle zenginleştirilmiş dünyasında bu ev büyülü bir saraydı. İçeride kimsenin yararlanamadığı eğlenceli bir dünya vardı. Kız uzun zamandan beri orayı görebilmek için can atıyor, Laurie ile arkadaşlık etmek istiyordu. Partinin olduğu geceden beri bunu kafasına koymuş ve bu arkadaşlığı başlatabilmek için çeşitli tasarılar kurmuştu. Yine de oğlan son günlerde pek ortalıkta görünmüyordu. Jo onun buradan gittiğini düşünmeye başlamıştı ki bir gün Beth ile Amy bahçede kartopu oynarlarken üst katın pencerelerinden birinde, dalgın dalgın bahçeyi seyreden esmer bir yüz görmüştü.
Kendi kendine, "Şu çocuk bir gün sıkıntıdan patlayacak," diye söylenmeye başladı. "Ne arkadaşı var ne de başka bir eğlencesi. Dedesi onu böyle eve kapadığına göre torununa neyin iyi geleceğini bilemiyor besbelli. Oğlanın her şeyden çok canlı, neşeli ve genç arkadaşlara ihtiyacı var. Bir gün gidip bunları bu yaşlı beyefendiye söyleyeceğim."
Bu düşünce Jo'nun çok hoşuna gitmişti. Böyle ataklara bayılırdı. Burnunu soktuğu işler Meg'i yerin dibine geçirirdi. O gün de Laurie ile arkadaş olabilmek için her şeyi denemeye karar vermişti.
Bay Laurence'ın arabasına binip evden ayrıldığını gördü. Bahçeleri birbirinden ayıran çite kadar karları küremişti. Çite varınca durup karşıdaki eve baktı. Çıt çıkmıyordu. Birden üst kattaki pencerelerin birinde, kapkara kıvırcık saçları olan birinin durduğunu gördü.
"İşte orada!" dedi kendi kendine. "Zavallı çocuk, bu sıkıntılı günde yapayalnız oturuyor. Utanılacak şey doğrusu. Yukarı bir kartopu atarsam beni görür, sonra da belki biraz konuşuruz."
Havaya bir kartopu fırlattı. Penceredeki baş hemen ona doğru döndü. Jo'yu görünce çocuğun iri gözleri neşeyle parladı. Jo da ona gülümsedi hemen. Sonra elindeki süpürgeyi havada sallayarak "Nasılsın? Hasta mısın yoksa?" diye seslendi.
Laurie pencereyi açıp "Şimdi daha iyi sayılırım. Sağol," dedi çatlak bir sesle. "Adamakıllı üşütmüşüm. Bu yüzden bir haftadır hiç dışarı çıkamıyorum."
"Geçmiş olsun. Nasıl vakit geçiriyorsun peki? Kitap okur musunuz?"
"Pek okuyamıyorum. İzin vermiyorlar."
"Başkası sana okusa?"
"Ara sıra dedem okuyor ama benim kitaplarım da onu sıkıyor."
"O halde birileri gelip sana arkadaşlık etse bari."
"Görmek istediğim hiç kimse yok ki. Erkek arkadaşlarımın hepsi çok gürültücü. Benim başım da hâlâ sersem gibi."
"Peki başında oturup sana kitap okuyabilecek sakin bir kız arkadaşın yok mu? Kızlar hem sessizdir hem de hastabakıcılık yapmayı severler."
"Tanıdığım öyle bir kız yok ki."
"Biz varız ya!" dedi Jo.
"Sahi gelir misin?" diye sordu Laurie. "Nasıl sevinirim anlatamam."
"Ama bak şimdiden söyleyeyim, ben pek de sessiz bir kız sayılmam. Annem izin verirse tabii ki gelirim. Dur gidip bir sorayım. Sen de pencereyi kapatıp otur ve ben gelene kadar da uslu uslu bekle."
Jo koşa koşa eve giderken Laurie de kalkıp saçlarını güzelce taradı ve üzerindeki giysiyi değiştirdi. Oturup Jo'yu beklerken kalbi heyecanla atıyordu. Çok geçmeden Jo göründü. Yanakları pespembe olmuştu. Bir elinde üstü örtülü bir tabak, diğerinde de Beth'in üç kedi yavrusunu tutuyordu.
Heyecanla "İşte pılımı pırtımı toplayıp geldim," dedi. "Meg sana kendi eli ile pişirdiği tatlıdan gönderdi. Beth de kedilerin seni oyalayacağını söyledi. Aslında kedilerin seni rahatsız edebileceklerini düşündüm ama yine de Beth'i kıramadım. Zavallı kızcağız bir şeyler yapabilmek için öyle çırpınıyordu ki..."
Beth'in kedileri, Laurie'yi rahatsız etmek bir yana, onu çok keyiflendirmişlerdi. Oğlan kedilerle oynarken çekingenliğinden sıyrılıp konuşkan, rahat bir tavır aldı.
Jo tabağın üzerindeki örtüyü kaldırınca Laurie büyük bir sevinçle, "Ne kadar güzel bir şey bu!" diye bağırdı.
Meg, tatlının üzerini özenle süslemişti.
"Herkes sana karşı bir yakınlık duydu ve bunu göstermeye çalıştı sadece," dedi Jo. Sonra etrafına bir göz atıp "Ne kadar güzel bir oda burası," diye mırıldandı.
"Temiz tutulsa güzel olacak gerçekten," diye yanıtladı Laurie. "Ama hizmetçiler o kadar tembeller ki! Buraya bakmak akıllarına bile gelmiyor. Bilsen nasıl sinirlendiriyor bu dağınıklık beni."
"Ben iki dakikada hallederim," dedi Jo hemen. "Şöminenin önünün süpürülmesi gerekiyor... İşte şöyle... Sonra da üzerindeki rafta duran şeyleri düzenlemek lazım. Tamam. Kitaplar yerleştirilecekler. İşte! Şişeleri de şuraya koyalım. Divan güneşin önünden çekilmeli ve yastıklar da böyle kabartılmalı. İşte bak bitti bile!"
Gerçekten de bitmişti. Küçük kız bir yandan konuşup gülerken bir yandan da her şeyi yerli yerine koyup ortalığı süpürüvermişti. Oda birden değişmiş gibiydi. Laurie onu hiç konuşmadan izlemişti. Jo işi bitirdiğinde, oğlana divanın üzerine oturabileceğini söyledi.
"Sen de gel yanıma otur," dedi Laurie. Ortalığı derli toplu görmek onu çok sevindirmişti. "Şimdi söyle bakalım," dedi Jo, "seni eğlendirmek için ne yapmalıyım?"
Laurie, kafasını küçük kitaplığına çevirip raflardaki kitaplarına sevgiyle baktı. "Sağol," dedi. "Ben bütün bunları çoktan okudum. Oturup konuşmayı tercih ederim."
"Sen bilirsin," dedi Jo. "Ama seni önceden uyarmalıyım. Bir başladım mı bir daha susmam. Beth bile ne zaman susmam gerektiğini hiç bilmediğimi söyler."
Laurie ilgiyle, "Beth hep evde oturan, arada bir kolunda sepetiyle dışarı çıkan kız değil mi?" diye sordu.
"Evet," dedi Jo. "Benim biricik kardeşimdir o. Çok da iyi bir kızdır."
"Güzel olan Meg, kıvırcık saçlı olan da Amy galiba, değil mi?"
"Bunları nereden biliyorsun?"
Laurie, birden kızarmıştı. "Sizleri," dedi, "birbirinize seslenirken duyuyorum da... Yalnız olduğum için sizi seyrederek vakit geçiriyorum. Öyle güzel eğleniyorsunuz ki! Bazen perdeleri kapatmayı unutuyorsunuz. Kabalığımı bağışla! Çiçeklerin olduğu odada ışık yanarken perdeleri açık unutup oturduğunuzda, güzel bir resme bakar gibi size bakıyorum. Hepiniz annenizin çevresine toplanıyorsunuz. Annenizin yüzü tam karşıma geliyor. Öyle tatlı görünüyorsunuz ki sizi izlemeye doyamıyorum. Biliyorsun, benim annem yok."
Bunları anlatırken Laurie'nin dudakları titremeye başlamıştı. Belli etmemek için arkasını dönerek ateşi karıştırmaya başladı.
Çocuğun gözlerindeki yalnızlık Jo'yu çok etkilemişti. Laurie hem hasta hem de yalnız bir çocuktu. Jo kendi evlerini düşündü. Ne kadar mutlu olduklarını anladı. Bu mutluluğu Laurie ile paylaşmak istiyordu.
"Madem öyle," dedi, "biz de bir daha perdelerimizi kapatmayız. Sen de bizi seyredebilirsin. Ama bence bizi casuslar gibi gözetleyeceğine bize gelsen daha iyi olur. Annem çok iyi biridir. Ben rica edersem Beth sana şarkı söyler. Amy dans eder. Meg'le ben de seni bol bol güldürürüz. Deden izin verir mi acaba?"
"Annen rica ederse verir," dedi Laurie sevinçle. "Dedem sert görünür ama aslında çok iyi biridir. Yalnız yabancılara yük olmamdan çekinir."
"Ama biz yabancı değiliz ki," dedi Jo. "Komşuyuz biz. Hem sen niye bize yük olasın ki? Böyle saçma düşünceleri bırak. Biz seninle arkadaş olmak istiyoruz. Buraya yeni taşındık sayılır ama sizden başka bütün komşularımızla görüşüyoruz."
"Dedem vaktinin büyük bir kısmını kitapları ile geçirir. Dışarıda olup bitenle pek ilgilenmez. Yeni öğretmenim Bay Brooke da burada kalmıyor. Bu yüzden arkadaşlık edebileceğim kimse yok. Ben de tek başıma evde oturuyorum."
"Yazık. Bence sen de biraz çaba göstermelisin. Çağırıldığın yere gitmelisin. O zaman senin de bir sürü arkadaşın olur. Utangaçlığı bırak. Biraz insan içine çıkarsan, utangaçlığın hemen geçer."
Laurie, kıpkırmızı olmuştu. Jo bunları o kadar iyi niyetle söylemişti ki ona hiç kızmamıştı.
Kısa bir sessizlikten sonra konuyu değiştirip "Okulu seviyor musun?" diye sordu Jo'ya.
"Okula gitmiyorum ben," dedi Jo. "Çalışıyorum. Halama yardım ediyorum. Onu görsen, suratsızın biridir."
Jo, Laurie'yi çok sevmişti. Onu biraz güldürmenin iyi olacağını düşündü. Neşeli bir şekilde ona March Halayı anlatmaya başladı. Yaşlı kadının huysuzluklarını, şişko köpeğini, İspanyolca konuşan papağanını ve pek sevdiği kitaplığını anlattı. Sonra halasını ziyarete gelen yaşlı bir beyefendinin başına gelenlerden söz etti. "Adam yaşlıydı ama kibarlık budalasının biriydi," dedi. "Bir gün yine kibar kibar konuşurken, papağan adamın kafasına konup başındaki peruğu didiklemeye başlamasın mı! Adamın ödü patlamıştı."
Laurie bunlara katıla katıla gülüyor, gülmekten gözlerinden yaşlar akıyordu. Hizmetçilerden biri neler olduğunu merak ederek kapıdan başını uzattı. "Ah ne güldüm ama!" dedi Laurie. "Ne olursun biraz daha anlat!"
Yüzü al aldı. Gözlerine canlılık gelmişti. Jo içinin sevinçle dolduğunu hissetti. Ona hayallerini, babaları için besledikleri umutları, kaygıları, içinde yaşadıkları küçük dünyayı uzun uzun anlattı. O da kitapları Laurie kadar seviyordu. Laurie buna çok sevinmişti.
"Madem kitaba bu kadar meraklısın, gel de sana bizim aşağıdaki kitaplığımızı göstereyim," dedi. "Dedem dışarıda olduğu için korkacak bir şey yok."
"Ben hiçbir şeyden korkmam," dedi Jo başını arkaya atarak.
"Doğrudur doğrudur!" dedi Laurie büyük bir hayranlıkla Jo'ya bakarken. Yine de dedesinin sinirli bir anına rastlayacak olursa, Jo'nun bile korkacağını düşünmüştü.
Evin her yanı sıcacıktı. Laurie önce ona bütün evi gezdirdi, sonra kütüphaneye geldiler. Jo burayı görünce, çok sevindiği zamanlarda yaptığı gibi ellerini birbirine vurarak yerinde zıpladı. İçerisi kitapla doluydu. Tablolar, heykeller, camlı dolaplara yerleştirilmiş antikalar, eski paralar hemen göze çarpıyordu. Geniş ve rahat koltuklar, masalar zevkle yerleştirilmişti. Büyük şöminenin çevresi eski tuğlalarla süslenmişti.
"Aman ne zenginlik bu," dedi Jo kendisini yumuşak bir kadife koltuğa atarken. Büyük bir sevinçle çevresini incelemeye başlamıştı.
"Sen dünyanın en mutlu çocuğu olmalısın!"
"İnsan yalnız kitaplarıyla yaşayamaz ki!" dedi Laurie başını sallayarak. Onun başka bir şey söylemesine vakit kalmadan bir çıngırak sesi duyuldu. Jo, telaşla yerinden fırlamıştı.
"Eyvah!" dedi. "Deden geldi galiba!"
"Gelse ne olur ki?" dedi Laurie kurnaz bir bakışla. "Sen hiçbir şeyden korkmazdın hani?"
"Dedenden biraz korkuyorum ama nedenini kendim de bilmiyorum galiba," diye karşılık verdi Jo.
Biraz sonra bir uşak geldi ve "Doktor sizi görmeye geldi efendim," dedi saygılı bir ifade ile.
"Seni biraz yalnız bıraksam bana gücenmezsin ya?" dedi Laurie, Jo'ya dönerek.
"Burada öyle mutluyum ki sen rahat rahat doktorla görüşebilirsin," diye yanıtladı Jo.
Jo odada dolaşmaya başlamıştı. Laurence'ın dedesinin büyük bir portresinin önüne gelince durdu. Resmi incelemeye başlamıştı. Tam o sırada arkasından kapının açıldığını duydu. Başını hiç çevirmeden, "Şimdi ondan korkmanın ne kadar yersiz olduğunu anladım," dedi. "Bakışları pek tatlı ama ağız kısmının sert bir ifadesi var. Son derece iyi bir insan olduğu da bakar bakmaz belli oluyor. Benim dedem kadar yakışıklı değil ama ondan çok hoşlandım."
Arkasından kalın bir ses, "Teşekkür ederim küçük hanım," diye cevap verince Jo kıpkırmızı olduğunu hissetti. O an, içinde oradan hemen kaçıp gitmek için büyük bir istek duydu ama bu çok korkakça bir davranış olacaktı. Orada kalıp bu güç durumdan kurtulmaya karar verdi. Gözlerini yaşlı adamın yüzüne çevirince, adamın gözlerindeki ifadenin resimdekinden daha da tatlı olduğunu anladı. Şaşırmıştı. Korkusu hemen hafifledi.
O korkunç sessizlikten sonra yaşlı adam tekrar konuşmaya başladı, sesi biraz öncekinden daha sert çıkıyordu.
"Demek benden korkmuyorsun ha?" dedi.
"Pek korkmuyorum efendim," diye yanıtladı Jo.
"Demek ben deden kadar yakışıklı değilim, öyle mi?"
"Öyle efendim."
Bu karşılık yaşlı adamın pek hoşuna gitmiş gibiydi. Gülerek Jo'nun elini sıktı. Sonra çenesini kaldırıp yüzünü dikkatle inceledi. "Yüzün değil ama huyun tıpkı dedene benziyor," dedi. "Deden çok dürüst bir adamdı yavrum. Cesurdu da. Onun arkadaşı olduğum için her zaman gurur duyarım."
"Teşekkürler efendim," dedi Jo. Bu konuşmadan sonra iyice rahatlamıştı.
Yaşlı adam yine sert bir sesle, "Söyle bakalım, torunumla neler yaptınız?" diye sordu.
"Komşuluk etmeye çalışıyordum efendim," dedi Jo. Sonra kısaca o gün oraya nasıl geldiğini anlattı.
"Sence Laurie'nin eğlenmeye ihtiyacı var, öyle mi?" diye sordu yaşlı adam.
"Evet efendim. Biraz yalnız kalmış gibi geldi bana. Belki kendi yaşıtı olan arkadaşlar onun eğlenmesine yardımcı olabilir diye düşünüyorum. Biz erkek değiliz ama elimizden gelirse ona yardımcı olmak isteriz. Üstelik bize yolladığınız o şahane Noel hediyesini de unutmadık."
"Bak bak bak! O torunumun fikriydi. Yoksul kadın nasıl oldu peki?"
"İyi," dedi Jo ve sonra çabucak annesinin zengin tanıdıklarının kadınla ilgilenmelerini sağladığını anlattı.
"Deden de herkese böyle iyilikler ederdi. Demek annen de ona çekmiş. Bir gün gelip annenle görüşeceğim. Bunu kendisine söyle. Şimdi hadi gel bakalım. Çıngırak çaldığına göre çay vakti gelmiş olmalı. Laurie hasta olduğu için çayı biraz erken içiyoruz. Bu yüzden gel de çay içmeye gidelim." Sonra da modası geçmiş bir kibarlıkla kolunu Jo'ya uzattı.
Jo içinden, Meg bunu görse, diye geçirdi. Birlikte yürüdüler. Evde bunları anlatacağını düşündükçe kızın gözleri parlıyordu.
O sırada Laurie'nin koşa koşa merdivenlerden indiğini gördüler. Oğlan, Jo ile o heybetli dedesinin kol kola geldiklerini görünce şaşkınlıktan donakaldı. "Hey, dur bakalım, bu ne hâl böyle?" dedi yaşlı adam.
"Geldiğinizi bilmiyordum efendim," diye kekeledi Laurie.
"Merdivenlerden bu şekilde koşarak indiğine bakılırsa, bilmediğin belli," dedi yaşlı adam. "Şimdi gel de çayını iç ve bir beyefendiye yakışan bir şekilde davranmaya özen göster küçük bey."
Sonra Bay Laurence garip bir şefkatle torununun saçlarını çekiştirdi. Yürümeye devam ettiler. Laurie de arkalarından onları izliyordu.
Dede dört fincan çay içti. Pek konuşmadan çocukları seyrediyordu. Jo ile Laurie hemen kaynaşıvermişlerdi. Onlar tatlı tatlı sohbet ederlerken torununun yüzündeki değişiklik yaşlı adamın gözünden kaçmamıştı. Oğlanın yüzüne âdeta renk gelmişti. Gözleri pırıl pırıldı. Gülüşü bile değişmişti.
Bay Laurence, "Kız haklı," diye düşündü. "Oğlan gerçekten çok yalnız kalıyor. Bakalım küçük kızlar ona yardım edebilecekler mi?"
Jo'yu sevmişti. Kızın dürüstlüğü ve cesareti hoşuna gitmişti. Laurie ile de çok iyi anlaştıkları belliydi. Laurie, Jo'ya bir yeri daha göstermek istiyordu. Burası bahçedeki seraydı. Jo, buranın periler diyarını andırdığını düşündü. O, nadir bulunan çiçekler ve sarmaşıkları hayranlıkla izlerken Laurie de en güzel çiçeklerden bir demet hazırlayıp, "Lütfen bunları annene ver," dedi neşeli bir sesle. "Bana göndermiş olduğu ilâcı çok sevdiğimi de ilet lütfen."
Sonra eve döndüler. Bay Laurence oturma odasında şöminenin önünde duruyordu. Jo'nun ilgisi odadaki büyük piyanoya kaydı.
"Piyano çalıyor musun?" diye sordu Laurie'ye dönerek.
"Ara sıra," dedi Laurie.
"Hadi ne olur bana biraz çal," diye ısrar etti Jo. "Beth'e nasıl çaldığını anlatabilmek için seni dinlemek istiyorum."
"Önce sen çal."
"Ben çalmayı bilmem ki! Bir türlü öğrenemedim. Ama müziği çok severim."
Laurie piyanonun önündeki tabureye oturdu ve çalmaya başladı. Jo onu dinlerken çocuğa karşı duyduğu saygı büsbütün arttı. Laurie hem çok güzel piyano çalıyor hem de hiç gösterişe kapılmıyordu. "Keşke Beth de onu dinleyebilseydi," diye düşündü ama Laurie'ye bir şey söylemedi. Parça bitince Laurie'yi o kadar övdü ki, oğlan müthiş utandı. Neyse ki dedesi imdadına yetişmişti.
"Bu kadar övgü yeter küçük hanım," dedi. "Evet fena çalmıyor. Onun başka konularda da başarılı olacağını umuyorum. Geldiğin için sana teşekkür ederiz. Lütfen annene saygılarımı ilet. Hadi bakalım iyi geceler."
Bunları söylerken bir yandan da nazik bir tavırla kızın elini sıkmıştı. Yine de sanki bir şeye sıkılmış gibi bir hâli vardı.
Evin taşlığına çıktıklarında Jo Laurie'ye, "Acaba yalnış bir şey mi söyledim?" diye sordu.
"Hayır," dedi Laurie. "Piyano çalmakla asıl hatayı ben yaptım."
"Niye ama?"
"Başka zaman anlatırım. Biliyorsun, ben çıkamadığım için seni eve John götürecek."
"Yok canım, hiç gerek yok. Ben kendim gidebilirim," dedi Jo. "Ev hemen şurada nasıl olsa. Sen kendine iyi bak olur mu?"
"Tamam. Ama yine gelmeni istiyorum."
"İyileştikten sonra sen de bize geleceğine söz verirsen gelirim."
"Söz veriyorum, geleceğim."
"İyi geceler Laurie."
"Sana da Jo."
Jo, evdekilere her şeyi anlattı. Hepsi birden oraya gidip oğlanı görmeye karar verdiler. Hepsi de büyük köşkte ilgilerini çeken şeyler bulacaklarını düşünüyorlardı. Bayan March babasının eski ahbabıyla konuşmak istiyordu. Meg serayı, Beth de kuyruklu piyanoyu görmek için can atıyordu. Amy ise köşkteki değerli tabloları ve heykelleri merak ediyordu.
Jo "Anne, Bay Laurence Laurie'nin piyano çalmasını neden istemiyor?" diye sordu.
"Pek bilmiyorum ama oğlunun yüzünden olacak," dedi annesi. "Laurie'nin babası İtalyan bir kadınla evliymiş. Kadın müzisyenmiş. Bu durum babanın hiç hoşuna gitmemiş. Gelini çok güzel ve çok iyi bir kızmış ama yaşlı adam ona bir türlü ısınamamış. Oğluyla da bir daha görüşmek istememiş. Bir süre sonra Laurie'nin annesiyle babası ölmüşler. Bunun üzerine dede torununu yanına almış. Bence oğlan o kadar sağlıklı değil. Anlaşılan yaşlı adam onu da kaybetmekten korkuyor. Laurie doğduğunda içinde müzik aşkını taşıyordu. Annesine benzediği yönlerden biri de bu. Dedesi ise torununun da müzisyen olmak isteyeceğini düşünüyor ve bundan korkuyor. Laurie'nin bu yeteneği ona gelinini hatırlattığı için yaşlı adam onun piyano çalmasından pek de hoşlanmıyor."
"Aman Tanrım, ne romantik bir durum," diye bağırdı Meg.
"Ne aptal bir durum!" dedi Jo. "Eğer istiyorsa müzisyen olması engellenmemeli, diye düşünüyorum. O nefret ettiği okula gitmesi için ısrar etmenin de bir anlamı yok bence."
"Laurie'nin siyah gözlerinin, yakışıklı yüzünün ve kibarlığının nedeni de İtalyan olmasıymış demek," dedi Meg.
"Onun siyah gözlerini ve kibarlığını sen nereden biliyorsun ki?" diye sordu Jo. "Şimdiye kadar onunla konuşmadın bile."
"Onu partide gördüm ya. Sonra senin anlattıkların var. Annemin gönderdiği ilâca nasıl teşekkür etmiş baksana."
"Tatlıyı kastetti sanırım," dedi Jo.
"Tanrım ne aptalsın. Tabii ki seni kastetti."
"Öyle mi gerçekten?" dedi Jo gözlerini hayret dolu bir ifade ile kocaman kocaman açarken.
"Hiç böyle bir kız görmedim," diye bağırdı Meg çok bilmiş bir ifade ile. "Birisi sana kompliman yaptığında bile bunu fark etmiyorsun."
"İyi ki de etmiyorum," dedi Jo kızgınlıkla. "Laurie iyi bir çocuk ve ben onunla arkadaş olduğum için çok memnunum. Bu arkadaşlığımızı böyle komplimanlar ve ona benzer duygusal saçmalıklarla bozmaya hiç niyetim yok. Annesi olmadığı için hepimiz ona karşı çok iyi davranmalıyız. Buraya gelip bizi ziyaret edebilir değil mi anne?"
"Tabii Jo," dedi annesi. "Küçük arkadaşını evimizde görmekten çok mutlu olacağız ve eminim Meg de çocukların, çocuksuluklarını ellerinden geldiğince korumalarından daha güzel bir şey olmadığını hatırlayacak."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro