Bölüm 6
Başlamadan önce bir şeyler demek istiyorum. Neredeyse bir haftadır bu kitabı yazıyorum ve uzun zaman sonra ilk kez bu kadar istikrarlı ve hevesli şekilde yazıyorum. Bunda büyük pay yorumlarınız 🥹 Oy ve okunma sayıları (şimdilik) düşük olsa da yorumlarınızdan çok keyif alıyorum.
Kafamdaki gibi giderse bu kitabı bitirmeye yaklaştığımda başbelası kardeşlerimizin gizemli babaları ve bizim hepimizin daddy'si olmuş durumda olan Deimos Verendus'un kitabını yazmak istiyorum. Ama bölümler ilerledikçe ve hazinelerimize giden yolda maceralarımızı yaşadıkça bu gizemli kaptana dair bazı şeyleri zaten öğreneceğiz. O yüzden kim bilir...
Ayrıca ilk bölümden beri kitap fantastik olarak türlendi. 👀👀 O yüzden Henry ne kadar inkar ederse etsin canavarlarımız ve sihir hep bizimle. ✨
İyi okumalar!
‧:❉:‧
BÖLÜM 6: "İHANET ASLA ESKİMEZ."
( Henry'nin Bakış Açısından. )
Cal DiMartes, babamdan sonra filodaki gemilerden ama özellikle Ascian'dan sorumlu olan kişiydi. Oldukça uzun ve cüsseli bir adamdı. Siyah sakalı bir bulut gibi kabarık, gözündeyse babamdan önceki efendisinin bir cezası sonucu takmaya başladığı siyah göz bandı vardı. Beni tek eliyle kaldırır, omzuna oturtur ve gemide gezdirirdi. Kılıç kullanmayı, yıldızları ve harita okumayı, balıkları ve denizde işime yarayacak ufak tefek birçok şeyi öğretmişti.
Şimdi karşımda otururken sakalındaki gri bir tutam hariç hiçbir fark yoktu. Şömine önündeki masaya oturmuş; Cal'ın kendine gelmesini bekliyorduk. Bana bakıyor, inceliyor ama Aurora'ya bakmaktan kaçınıyordu. İkinci bardak biradan sonra arkasına yaslandı.
"Bunca yıl..." Başını iki yana sallarken sakalını okşadı. "Siz ikinizin öldüğünüzü ya da en iyi ihtimalle köle olarak satıldığınızı sanıyordum."
"Viltarin Kral'ı bizi himayesine aldı," dedim Aurora kalkıp camların arkasında mücevherlere bakmaya başlarken. "Artık onun donanmasının generaliyim ve Aurora'da krallık izni olan bir serbest deniz gücü."
"Korsanım Henry, söyle gitsin." Aurora, Cal'a bakarken hafifçe sırıttı. "Dört Kız Kardeşi ya da Siren'i duydun mu?"
Cal ona bakarken güldü ve başını salladı.
"Evet, eski hayatımdan görüştüğüm nadir birkaç arkadaş başbelası kadından bahsetmişti." Merdivenler gıcırdarken Cal arkasını döndü. Genç bir kız, muhtemelen anca on üçündeydi, ve endişeli görünen bit kadın bize bakıyordu. "Ah bunlar... eşim ve kızım. Tara ve Fion. Bunlarda—"
"Eski bir arkadaşının çocuklarıyız," dedim ondan önce davranarak. Cal, burada herkese maden bölgesine yakın bir köyde çiftçi olduğunu söylemişti. "Babamız madenlerde Bay Iancas ile çalışmış. Bu saatte rahatsız ettiğimiz için kusura bakmayın ama yarın buradan ayrılıyoruz. Şans eseri onun burada yaşadığını öğrendik."
Kadın bizi baştan aşağı süzdükten sonra kızı dikkatle Aurora'ya baktı.
"Pantolon giyiyorsun."
"Evet." Kardeşim kollarını bağlarken ona dik dik baktı. "Çünkü savaşırken rahat oluyor."
Kızın gözleri şaşkınlıkla büyüyüp sonra bakışları hayranlığa dönüşürken ellerini birleştirip merdivenlerden indi.
"Bir savaşçı mısın? Bir kadın savaşçısın!" Heyecanla konuşurken yerinde hafifçe zıpladı. "Buna kocan nasıl izin veriyor?"
"Kocam yok. Bir kocaya ihtiyacım yok. Kendi param ve evim var. Sana da bunu öneririm." Aurora kıza bakarken Cal hafifçe gülümsedi. Aurora bize baktıktan sonra kıza yaklaştı ve belinden hançerini çıkardı. Altın kabzası siren şeklinde oyulmuştu. "İşte, bunu al."
"Bunu kabul edemeyiz." Dedi annesi kızı geri çekerken.
"Sorun değil. Bende bir tane daha var." Aurora gülümserken kıza hançeri tekrar uzattı. Çekinse de Fion hançeri aldı ve biraz inceleyip Aurora'ya gülümsedi. "Bu çok değerli bir hançer ama onu iyi kullanacağına eminim. Bir gün benim gibi biri olursan seni bulurum."
"Teşekkürler!"
"Hadi Fion, babanı misafirleri ile yalnız bırakalım."
Annesi kızını merdivenlerden götürürken bize gözlerini kısarak baktı. Sanırım dost edinmekle ilgili bir sorunumuz vardı. Üst katta kapı kapanma sesini duyunca Cal'a baktım.
"Cal sana sormam gereken bir şey var."
"Elbette evlat."
"Birinin babamı Viltarin'e sattığını biliyorum çünkü Tenebrose'ye gidiş ve Velour'a dönüşlerimiz mürettabata bir gün önceden söylenirdi." Bana bakarken Cal'ın bakışlarında bir suçluluk aradım ama yoktu. Hiçbir zaman ondan şüphelenmemiştim. Kendini anneme ve bana siper edişini hatırlıyordum. Cal da o gece babam gibi öfkeli, korkmuş ve çaresizdi. "Biri babamı sattı Cal. Kimdi?"
"Bilmiyorum Soren."
Soren.
"Henry," dedim sertçe. "General Lord Henry Turner."
"Sana bakarken gördüğüm tek şey annen. Onun gibi korkulası ve güçlü yapın olduğu aşikar." Cal, Aurora'ya dönerken derin bir iç çekti. "Ben senin için ne kadar Cal DiMartes isem sende benim için o kadar Soren Verendus'sun."
"Iancas." Aurora birden konuşunca ona döndük. "Ascian'ın harfleri ile oynamışsın."
Kardeşimin bu kadar dikkat etmesine şaşırdım, ben fark etmemiştim bile. Kafam başka bir yerdeydi.
"Evet. Ascian sizin kadar benimde evimdi. O gemide babanızla birlikte yirmi yıl geçirdim." Bana dönerken parmağıyla masaya vurdu. "Babana kim ihanet etti bilmiyorum. Bilsem sizden çok önce intikamını alırdım."
Ona bakarken başımı sallayıp kalktım. Benimle birlikte o da kalkarken elimi uzattım ve sıkıca tokalaştık.
"Cal," dedi Aurora birden. "Babama senden sonra yakın olan kim vardı?"
"Deimos'un dostundan çok düşmanı vardı." Cal tekrar sakalını okşarken durup düşündü. "Neden Ascian'dan biri olduğunu düşünüyorsunuz? Tenebrose'dan biri satmış olamaz mı?"
"Annemin ailesi babama ve onun gücüne güveniyordu," dedim ona bakarken. "Büyükbabamın orduları yoktu ama damadı en korkulan korsandı. Ayrıca oraya giderken yiyecek ve ihtiyaçları götürdüğümüze de hatılıyorum."
Cal başını sallarken Aurora bana baktı.
"Genç Kral, Tanrıça Syalla'nın Kolyesi'ni bulmuş." Dediğinde Cal gözlerini iri iri açarak bize baktı. "Diğer hazinelerin peşine düşmek için beni tuttu."
"Kolye şimdi nerede?"
Aurora hiç beklemeden cevap verir sandım ama biraz bekleyip Cal'ı süzdü. Onu benim tanıdığım gibi tanımıyordu ve güvenmek istememesi mantıklıydı. "Sarayda. Başında muhafızların olduğu ve sadece Kral'ın girdiği bir odada."
İkisi arasında bir bakışma savaşı başlarken Cal'ı tekrar, tarafsızca, bir düşmanmış gibi, süzdüm. İki bakışmayı keserken bardağımı bitirdim.
"Hazinelerin peşine babamla düştün değil mi? Gerçekten büyülüler mi?"
Cal bana dönerken hafifçe güldü. "Bunu sorması gereken son kişi siz ikinizsiniz. Babanız ve anneniz size neler gösterip öğretti hatırlamıyor musunuz?" İkimizde cevap vermeden dümdüz ifadelerle ona baktığımızda iç çekti ve eliyle göğsünü tuttu. Heybetli görünüşüne rağmen artık yaşlı bir adamdı. "Thassala, hazineler büyük bir güç getirdiği gibi ağır bir bedel ve yıkım da getiriyor. Kralı vazgeçirmelisin."
"Evet, biliyorum." Aurora masanın üzerindeki taşları incelerken ona döndü. "Ve ilgilenmiyorum. Kral peşine düşmek istiyorsa düşebilir. Ben ödememi alırım."
"Aptal olma! Hazineler sizin kanınıza işledi. Babanızın hepsini bulması bir mucizeydi." Dedi Cal hızla. "Büyükbabanız hazineleri ne yaptı ve ne diledi bilmiyorum ama Kan Kalemi, Althea'daydı."
Kaşlarımı çatarak ona bakarken Aurora kırmızı bir kristali ışığa tutup inceledikten sonra keseyi tezgaha bırakıp taşı cebine attı.
"Gidelim Henry. Sorularına cevap aldın."
"Hazinelerin peşine düşmek bir aptallık. Bunu yapmayın." Dedi Cal tekrar.
Pelerinin başlığını başıma takarken Aurora çoktan dışarı çıkmıştı.
"İyi akşamlar Bay Iancas."
Bana bakarken bir şey demedi ama başını salladı.
Kan Kalemi annemde miydi? Kalemi hiç kullanıp kullanmadığını hatırlamıyordum. Kaleme bir bedel ödemden kalemden bir şey ister miydi eminde değildim.
"Ne kadar hatırlatsan hatırla insanları asla tam olarak bilemezsin Henry." Kız kardeşim bana bakarken süslü ve gösterişli bir eğlence evinin kapısında duruyordu. "Henry gidip içmem lazım. O yüzden doğruca söylüyorum; beni rahat bırakmayacaksan bana eşlik et."
"Neden kolyenin bizde olduğunu söylemedin?"
Bana bakarken göz devirdi.
"Adamın birine güvenemezsin."
"O Cal, Aurora!" dedim hızla.
"Eee yani?" dedim ona dönerken. "Henry anlamıyorsun, değil mi? Biri Deimos'u sattı. Ve ihanet her zaman en yakınındakinden gelir. İhanet asla eskimez."
Bir şey demeden içeri girdiğimizde başımı arkaya atıp boş birkaç masadan birine ilerlerken onu takip ettim.
"Merhaba gezginler." Neredeyse çıplak sayılacak bir kadın masamıza gelip bize bakarken sırıttı. "Size ne getirebilirim?"
"En iyi içkin ne?" dedim alayla.
"Hemen geliyor."
"Ve yiyecek bir şeyler." Dedi Aurora pelerini ve ceketini çıkarırken. Kadın onu süzerken kız kardeşim sırıtıp ona iki altın uzattı. "Hızlı olsun."
"Hay hay leydim."
Kadın kalabalıkta gözden kaybolurken gerinip arkama yaslandım. Aurora merakla etrafa bakarken kağıt oynayanları fark etti.
"Hayır—" Aurora çoktan kalkıp masaya doğru ilerken arkama yaslandım. "Ne istiyorsan yap."
İçkiler ve yiyecekler geldiğinde kadınla ilgilenmediğimi açıkça belli ettikten sonra düşünmeye başladım. Beş hazineyi babam gerçekten toplamış ve büyükbabama vermişti. Evlendiklerinde ya da sonrasında annem bir şekilde Kan Kalemi'ni almıştı. Kullanıp kullanmadığından emin değildim. Babam zaten her şeye sahipti. On dokuz gemisi, bir tacı, korkulan ve saygı duyulan bir ünü, kendine ait adasına bir şehir ve saray inşaa etmişti. Efsanevi Hazineleri toplamıştı. Kalemin ona ya da anneme verebileceği hiçbir şey yok.
Cal bana cevap yerine düşünecek yeni bir şey daha vermişti.
Birkaç saat içinde Aurora ile sarhoş kahkahalar atıyordum. Ona kağıt oynamayı öğretmek zor olmuştu ama çok iyi bir oyuncuydu. Muhtemelen usta bir hırsız olmasındandı.
"Seni adi orospu çocuğu!"
Aurora bardağını solundaki adamın suratına geçirdiğinde adamın korumaları ona doğru atıldı ama ilkine hızlı bir yumruk atıp yere düşürürken diğerini de boynundan kavrayıp masaya çarptım.
"Stresli gibiydin Henry," dedi Aurora gülerek. İkimiz sırt sırta verip adamlara bakarken kardeşime güldüm. "Biraz rahatlaman lazımdı."
"Yakalayın şunları!"
Burnu kırılmış adam öfkeyle bağırırken yerdeki adamı da dahil birkaç kişi bize saldırdı. Aptallar.
Aurora yüzüne ve karnına sağlam bir yumruk yiyince arkasındaki masaya düşüp hem oyunlarını bozup hem de içkilerini döktüğünde adamlar öfkeyle ona baktı. Kardeşimse tatlıca gülümsemekle yetindi.
"Sadece ağabeyime yardım etmek istiyordum. Şu adamlar paramızı çalıyor. Yardım eder misiniz?"
İşte Siren buydu.
Masadaki adamlar kalkıp etraftakilere saldırırken Aurora yere düşen altın kesesini alıp başıyla bana işaret verdi. Adamlardan birini masaya yatırmış etrafa bakarken bir yumruk attıktan sonra arkasından hızlıca ilerledim.
"Yüzün bok gibi görünüyor." Aurora bana bakarak güldüğünde saçını çektim. "Henry!"
Ona gülerken karşımda Josephine'yi ve arkasında Genç Kral'ı görünce durdum.
"Prenses!" dedim sessizce. "Burada ne işin—"
Ona yumruk atmayı hiç öğretmemeliydim. Çenemi gerçekten acıtırken arkamdaki kadının eteğine takılıp yere düştüm. Yerden kalkacakken bize doğru gelen adamları gördüm.
"Siktir!" dedim hızlıca kalkarken. "Prenses, Majesteleri—"
Aurora, Genç Kral'ı kolundan tutup dışarı sürüklerken Josephine sinirle bana baktı.
"Biliyorum, biliyorum ve üzgünüm."
"Ne?" dedi bana bakarken ama eğilip onu kaldırırken çığlık atıp bana tutundu. "Henry!"
Onu omzuma atıp koşarken Josephine bana küfrediyor ve tehdit ediyordu. Aurora ve Genç Kral'ın bir ara sokağa girdiğini görünce bende sola döndüm. Josephine'yi duvara yaslayıp bedenimi onunukine siper ederken başımı eğdim. Yutkunup dudaklarına bakarken alkol etkisini göstermeye başlıyordu.
"Henry." Dedi sessizce. Gömleğimi sıkıca kavrarken elimi beline indirdim.
"Saçların..." diye mırıldandım. "Bizi ifşalayabilir."
Sırıtıp bana bakarken dudaklarına uzandım ama başımın yanına çarpan şeyle sola döndüm. Aurora sinirle bana bakıyordu.
"Ara verirseniz iyi olur çünkü bir sorunumuz var." Elleri belinde bize bakarken bir adım yana kaydı ve yerde yatan Genç Kral'ı gösterdi. Siktir. "Sanırım Kral'ı öldürdük."
‧:❉:‧
Chaotic quaternary or what??
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro