Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 15


BÖLÜM 15: "VILTARIN."

( Henry'nin Bakış Açısından. )

Babam Ascian'a binip gitmeden önce annemle her zaman kavga ederlerdi. İri bir adamdı; çocukken onu bir dev sanardım. Hayatım hariç, nerede olursa olsun çok yer kaplardı. Bir kavgalarını çok net hatırlıyordum çünkü ne zaman kontrolümü kaybetsem o hali gözümde canlanıyordu.

Yemek odasında şöminenin önüne oturmuş, annemin okumam için verdiği kadim dilde yazılmış yazılara bakıyordum. Kavganın çıkış noktasını hatırlamıyorum ama babam onu çenesinden kavramış ve geri o kadar sert savurmuştu ki annem acıyla sızlanmıştı. O andan itibaren dikkatimi onlara vermiştim. Babam ona tekrar vurmamıştı ama odadan çıktığında yemek odası fırtınanın ortasında kalmış gibiydi. Annem bana sarılmış, ve gelecek herhangi bir darbeden korumak için hazır beklemişti.

"Sorun yok canım," demişti beni kaldırıp odadan çıkarken. Görünümüne rağmen şaşırtıcı derecede güçlüydü. "Baban bizi seviyor."

Hiçbir zaman emin olamamıştım.

"Eve döndük."

Josephine'ye yavaşça yaklaşırken ondan daha çok korkuyordum. O olaydan sonra konuşmamıştık. Gözleri üzerimde gezindikten sonra kaleye döndü. Kral'a bir mektup yazıp kalabalığı engellemesinin daha iyi olacağını söylemiştim ve sallanan askeri sancaklar dışında görülen bir şey yoktu.

"Josephine—"

"Sen," Duraksayıp bana tamamen döndüğünde iç çekti. "Henry, seni on beş yıldır tanıyorum. Bir esirden sadık bir askere, lorda ve generale dönüşmeni izledim. Sen benim sevgilimsin." Son kelimede sesi titremişti. "Ama sen nesin Henry?"

"Josephine ben... Keşke anlatabilsem."

Yüzündeki ifadeyi görmektense acı içinde kıvransam ya da kolum falan kopsa daha iyiydi.

"Bana güvenmiyor musun?"

"Hayır! Öyle bir şey değil!" Dedim hızla.

"Kan kalemi Henry'nin babası."

İkimizde yavaşça dönüp Aurora'ya aynı şokla baktık. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu ama iyi olmadığı şiş gözlerinden belliydi.

"Ne?"

"Annem, beş yıllık evliliklerinden sonra çocukları olmayacağını anlayınca Kan Kalemi ile Deimos'a benzeyen, cesur, zeki ve yetenekli bir çocuğa hamile kaldığını yazmış." Gelip ortamıza girip kollarını yasladı ve iyice belirginleşmeye başlayan Viltarin'e baktı. "Ama kalemin gerçekleştirdiği dilekler için bedel ödemen gerekir ödemezsen de... kalem bir şekilde bunu telafi eder. Annem muhtemelen kim bilir ne için döktüğü kanların yeterli olacağına karar verdiğinden Henry bu halde."

"Yani bir lanet mi?" dedi Josephine bana bakarken. "Ne zamandır böylesin?"

"Hayır. Benim bir parçam. Ben bir canavarım. Ve ilk kez ilk savaşa gittiğim zaman ortaya çıktı. Uzun zamandır kendimi kontrol ediyordum sadece iki kere olmuştu. Yani artık üç. Her seferinde o hale dönüşmek ve geri kendime gelmek daha acı verici ve zor olmaya başladı." Ona bakarken hafifçe yaklaştım. "Josephine sana asla zarar vermem. Sana zarar verildiği düşüncesine katlanamadım."

Josephine sessizce bana bakarken kendimi savunmasız hissediyordum. Üzerimdeki gücü hakkında hiçbir fikri yoktu.

"O adada ne oldu Henry? Benden başka ne saklıyorsun?" Tek kelime etmedim. Ondan sakladığım her şeyi bir anda öğrenmesi durumu daha beter hale sokacaktı. Başını hayalkırıklığıyla ikiye sallayıp benden uzaklaştı. "İnanılmazsın, gerçekten."

Josephine ve Aurora konuşmadan denizi izlemeye dönünce bende dümene ilerledim. Viltarin'e dönmüştük; muhtemelen Prenses'i tehlikeye atmaktan yargılanacaktım. Belki başka diplomatik suçlarda işlemiştim. Josephine'yi gemiden indirip birliklere teslim ettikten sonra dümeni Aurora ile birlikte Keskin Islık'a çevirsem daha iyiydi. Bir an Josephine'den kaçmak istediğimi fark edince babama görünüş olarak benzemekten fazlası olmaya başladığını hissettim.

Bu saraya geldiğimiz ilk günlerde Aurora bana Ascian ve Velour'a ne zaman döneceğimizi sormuştu. Ona çok zekice bir cevap vermiştim, "Yakında."

Yakın günün ne kadar uzak veya yakın olduğuna dair asla bir zaman sınırı yoktur. Beş yaşında bir çocuğu kandırmak için kolay yoldu. Tahmin edilemeyen bir zaman dilimidir, bazen hayatımıza hiç denk gelmeyen bir zamandır. Mevsimler değiştikçe bizde değiştik ve evimiz bu topraklar oldu. Buradan başka bir yerde güvende hissetmek zordu ama asıl zor olan burada da güvende olmadığımızı bilmekti. Aynı şekilde olmasa da Kraliçe, kız kardeşimi; Prenses ise beni seviyordu. Kral bize güveniyordu ama güvenini satın almıştık. Kanla. Katliamla. Kendimizi feda ederek.

Hiç konuşmadan benim birliklerim, Aurora'nın tayfası ve Kraliyet muhafızlarından oluşan ufak kalabalığı izleyen iki genç kadına baktım. İkisi de son birkaç haftada ölümden dönmüştü. Aurora'ya daha fazla müsamaha gösteremezdim ve Josephine'yi daha fazla yanımda, sahip olduğum şeye sürükleyemezdim ama onu seviyordum. Burada asıl sorun onu ondan vazgeçebilecek kadar sevip sevmediğimdi.

"Prenses. General." Gavin bizi selamlarken hafifçe başımı salladım. "Majesteleri herkesin saraya gelmesini emretti efendim. Sizinle acil bir görüşme yapmak istiyor ve toplantı da Leydi Turner'ında bulunmasını özellikle belirtti."

"Elbette." Dedim yalancı bir gülümseme ile. "Prenses hazretlerinin arabasına eşlik edin. Biz at sırtında geliriz."

Josephine bana bakarken ona selam verdim ve Aurora ile birlikte kenardaki atlara ilerledim.

"Bunu yapmak zorunda değildin."

"Yorgunum Aurora. Beni eleştirme işini karnımı doyurup ölüm uykusundan kalkmama kadar sakla."

Bana karşılık vermediğinde rahatlayıp atı Josephine'nin arabasının arkasından ilerlettim. Iterum'a giderken aklımda olan tek şey onu sapasağlam geri getirmek gerekirse o lanet krallığı yok etmekti ama şimdi keşke Iterum'da kalıp bir heyetin gelmesini bekleseydik diyordum.

Üçümüz arkamızda askerlerle yürürken Aurora gerilmiş gibiydi. Kral'dan hep çekinmişti.

"Kokuyorum," dedi sessizce. "Kral'ın karşısına kokarak mı çıkmalıyım..."

"Eminim hepimiz kokuyoruzdur." Dedi Josephine ona bakarken.

Bunu sert bir biçimde söylememişti ama Aurora susup kapıların açılmasını bekledi. Konsey üyeleri, Kral ve Kraliçe içerideydi ve bizi görünce dikleştiler.

"Josephine." Kral Joseph kalkıp, beklenmedik bir şekilde, kızına sarıldığında Josephine de sıkıca ona karşılık verdi. Margot'un gözleri de kız kardeşimdeydi. Bu kadından hiçbir zaman hoşlanmamıştım. Sinsiydi ve sinsi planları için kardeşimi kullanmak için onu bir silah haline getirecek kadar zalimdi. "İyi olman için ne kadar dua ettiğimi bilemezsin. Sana bir şey olsaydı..."

Kral Joseph tekrar sessizleşirken Josephine ona tebessüm etti.

"Henry ve Aurora bunun olmaması için ellerinden geleni yaptılar."

Kral bize dönerken kardeşimle birlikte selam verdik.

"Sizi de tek parça görmek çok güzel General. Eminim anlatacak çok şeyiniz vardır."

"Iterium'daki toplu yangınlardan başlayabilirsiniz."

Suçlayıcı gözlerini ve sözlerini Aurora'ya yöneltmiş Lord Blackbeck'e bakarken kaşlarımı çattım. "En küçük sorunumuz bu Lordum." Kral'a döndüğümde yanında Josephine ile sandalyesine ilerlerken ben kendiminkine oturmadan bekledim. "Port-Ciel yok edildi."

"Nasıl?" dedi Margot merakla. "Orası ailenizin dostu Yorker Ryan'ın adasıydı değil mi? Daha barışçıl bir korsan adası?"

"Evet majesteleri, kendisi de öldü." Aurora'ya bakmamaya çalıştım ama derin bir iç çekiş için kendini tuttuğuna emindim. "Iterium'dan dönerken bir fırtına çıktı ve gemimiz battı. Prenses ile suda sürüklenirken Tek El Flick bizi esir aldı ama bir takım gelişmeler ile Yorker Ryan oradan çıkmamıza yardım edip bizi kendi adasına götürdü. Buraya dönmemiz için bize bir gemi bile ödünç verdi ama adaya bir şeyler saldırdı."

"Ne gibi şeyler?" Dedi Kral hızla.

"Onlara ancak şey diyebilirim majesteleri."

"Gölgemsi. Onlara böyle diyebiliriz." Aurora birden konuşurken bir adım öne çıktı. "Önce açık gökyüzüne geceyi getiren bir karanlık sis çöktü. Sonra gölgeler şekillenip insanları avlamaya başladı. Bazılarını şekilleri bozuktu, bazıları bizim gibi görünüyordu bazıları da vahşi hayvanlar gibiydi ama ateş onları engelliyor. Yine de Port-Ciel yok edildi ve umalım ki Lyco'da gitmiş olsunlar."

Kimseden ses çıkmazken Kral Josephine'yi baktığında Josephine başını salladı.

"Hepsi doğru baba. O şeyler... efsane kitaplarında bile yoktu."

Parmağını bardağında gezdiren Kraliçe hafifçe dudak büzdü. "Bizim kitaplarımızda olmayabilir ama en büyük kütüphane Tenebrose'dedir. Belki siz oraya gidersiniz General, yolları hatırladığınıza eminim."

"Ben önlem almakla daha çok ilgileniyorum." Sert cevabım karşısında kadın sadece kaşlarını kaldırdı. Doğrudan Kral'a döndüm. "Mesafeler gözümüze fazla geliyor olabilir ama bu şeylerin ne kadar hızlı olduğunu ya da nasıl ilerlediğini bilmiyoruz Majesteleri. Tüm birlikleri bilgilendirip hazır hale getirmek isterim."

"Elbette, doğrusu bu."

Hafifçe tebessüm edip başımı salladığımda iç çekti ve Kraliçe bardağını bırakıp gülümsedi.

"Hepiniz sağ salim geldiğinize göre ben de bir şey söylemek istiyorum." Aurora'ya baktığımda omuz silkti. "Bildiğiniz üzere Prenses yola çıktıktan sonraki ilk konseyde onun artık evlenme vaktinin geldiğini konuşmuştuk."

Ciddi olmazdı.

"Ben onun için oğlum Leopold'dan daha uygun bir eş düşünemiyorum." Bütün oda şokla ona baktı. Tüm konsey üyeleri ona bakarken dudakları hafif aralıktı. "Ve," diye devam etti Margot. "Yeğenim Alexander'da Leydi Turner için iyi bir eş olur. Bu kararımın—"

"Hayır." Kraliçe'yi kabaca bölmüştüm ama artık on beş yaşında değildim. Üstelik kardeşimi o piç yeğeniyle evlendirme fikrinden daha korkunç olanı Josephine'yi sünepe oğluyla evlendirme teklifiydi. "Yanlış anlamayın ama ölümden döndüğümüz en az üç sefer vardı ve gelir gelmez konseyde ne olduğunu bilmediğimiz yaratıklarla ilgili bir rapor verdikten sonra siz düğün teklifleri dağıtıyorsunuz."

Margot kaşların çatarken sinirlerime hakim olmaya çalıştım.

"İyi ki yanlış anlamamamı belirtiniz Lord Turner, yoksa sizin kaba olduğunuzu düşünecektim."

"Lord Turner'a hak veriyorum." Hemen sağımdaki Vikont Azucena tok sesi ile konuştuğunda ona baktım. Benim en büyük destekçilerimden biriydi. "Kont'un sizin oğlunuz olduğu için garip kaçacağı gerçeği bir kenara Prenses için doğru aday olduğunu düşünmüyorum. Daha donanımlı ve krallığa yarar sağlayacak biri olmalı."

Azucena üstü kapalı diyeceğini demişti. Sana yarar sağlayacak bir şey değil.

"Ayrıca Leydi Turner'ın evliliği ancak ondan sorumlu olarak beni ilgilendirir." Dedim Margot'a bakarken.

"Elbette, Aurora'nın evliliği sizi ilgilendirir."

Odadaki herkes yeterince zekiydi ve Prenses ile aramdaki ilişkinin dostane olduğunu düşünmeyi tercih ettiklerini biliyordum ama gözüm Margot'un cümlesinden sonra ona kaydığında bunu fark etmişlerdi. Josephine babasına bakarken rengi biraz atmış gibiydi. Ona anlatmak istediğim hep buydu; kimse bizim evlenmemize izin vermezdi. Ben bu krallık için bir yarar sağlamıyordum.

"Lütfen hepiniz gidip dinlenin. Çok şey atlattınız. Bu meseleyi... sonra konuşuruz. Ama General lütfen ikiniz de sarayı terk etmeyin."

Kral'a selam verip odadan çıkarken Aurora yanımda hayalet gibi ilerledi.

"Beni evlendirmek istiyor," dedi fısıltı gibi. "Beni onunla ile evlendirmek istiyor."

"Hey." Onu omuzlarından tutarken hafifçe sarstım. "Buna asla izin vermem."

"Henry o Kraliçe. Nasıl engel olabilirsin ki? İçeride onu pes ettirdin sanma."

Derin bir nefes aldım ve bir şey demedim.

"Yıkanıp karnımızı doyurduktan sonra bunu da düşünürüm." Kolumu omzuna atıp onunla saraydaki odalarımızı yürürken gülümsemeye çalıştım. "Düşünecek çok şeyim var nasıl olsa."

Bir şeye artık emin olmuştum. Ben babam değildim ve sevdiğim kadından kaçmayacaktım.

‧:❉:‧

"You drew up some good faith treaties
I drew curtains closed, drank my poison all alone
You said I have to trust more freely
But diesel is desire, you were playing with fire
And maybe it's the past that's talking
Screaming from the crypt
Telling me to punish you for things you never did
So I justified it."

( Yukarı da; Josephine ve Henry. )

Josephine ve Henry... mutluluğu hak eden bebişlerim.

Şimdi biraz efsaneleri canavarları bırakalım da taht oyunlarına dönelim 😈!

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro