Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 13


BÖLÜM 13; "CANAVAR"

( Aurora'nın Bakış Açısından. )

Bazen, ne kadar küçük ve çaresiz ya da ne kadar büyük ve güçlü olursanız olsun içinizdeki bir şeyi saklamanız gerektiğini hissederdiniz. Henry, saklamamız gereken şeyi unutmuştu; artık unutmuştu. Beni ve kendisini korumak, Josephine'yi sevmek ve ona verilen görevleri en iyi şekilde yapmaya kendini adamıştı. O unutmuştu ama ben hatırlıyordum ve bu yüzden zaman zaman ona yardım ediyordum.

Ryan'dan mektup geldiğinde korktuğum tek şeyin gerçekleşebileceği ihtimali ile ilk kez yüzleşmiştim. Henry, sevgilisini güvende tutmak için kendini rahatlıkla ifşa ederdi ve Korsanlar Kralı Deimos'un Velour'a sakladığı efsanevi hazinesinin peşine düşmek isteyen korsanlar için ağabeyim bir araç olurdu. Ellerinde onu ve Viltarin'i tehdit edecek Josephine'de olacaktı.

"Duyduğum en aptalca plan!"  Genç Kral arkamdan gelirken gemilerine göz atıyordum. Dört Kızkardeş ile gidersem onları tehlikeye atardım, gemilerim kendilerine has özelliklere sahipti. Bana hızlı ve ufak bir gemi lazımdı. "Korsanların en pis işlerini çevirdikleri adaya gitmekten bahsediyorsun. Üstelik ada lordu özel olarak senden nefret ediyor. Tek başına Prenses ve Generali çıkaramazsın."

"Bu olur." Gemilerden birini gösterip ona döndüm. "Ve ne yapabileceğimi söylemeyi düşünmeyin bile majesteleri. O adaya son dört yıldır gidiyorum. Ve adadaki herkesin benden korkması için bolca sebep var. Hem yalnız olmayacağım, haberi veren bir dostum orada. Ve işler o noktaya gelirse Lyco'yu ve gerekirse tüm Batı Korsan Bölgesini kan ve külden oluşan bir yığına çeviririm."

Bana bakarken adamlarına hazırlanması için gemiyi işaret etti.

"En azından yanına birkaç asker vereyim. Benim için hazine avına çıkmadan ölürsen hayal kırıklığına uğrarım."

Bana bakıp gülümsediğinde gülmüş ve teklifini geri çevirmiştim. Ama şimdi karşımdaki eski dostuma bakarken keşke teklifini kabul etseymişim diyordum. Belki Mave'e dost demek doğru değildi; sonuçta korsanlar arasında güvene ve saygıya dayalı bir ilişki inşaa etmek imkansızdı.

"Nereye gitti dedin?"

Mave onu bağladığımdan sandalyeden bana bakarken güldü.

"Velour'a gitmiş. Sabah Prenses'i ile gitmeliydi ama görünüşe göre tek gitmeyi tercih etmiş."

Getirdiğim elbiseyi giyip yanıma doğru gelen Josephine ters ters ona baktı. Mavi ile kaldığı tek gecede kadının onun sinirini de bozduğuna emindim.

"Seni gemiye götüreyim." Ona bakarken Henry'nin tek başına Velour'a gittiğine inanamıyordum. O kadar unutmuş ya da umursamıyor olamazdı. "Kendiminkiler fazla dikkat çekici olur ve size zarar gelir diye Genç Kral'dan bir tane ödünç aldım. Çok iyi değil ama ben Henry ile dönene dek—"

"Ağabeyin, Kan ve Deniz Hakkı talep etti. Prenses hiçbir yere gidemez." Mave gülerek bize bakarken sırıttı. "Thalassa."

Yumruğum elimi acıtacak kadar sertti ama Mave sandalye ile birlikte geri devrilince rahatlama hissi ikiye katlandı.

"Benim adım Aurora, sürtük. Ve bir daha bana başka bir isimle seslenirsen bir dilin—"

"Aurora... birileri geliyor."

Josephine camdan bakıp elini bana sallarken Mave'i bırakıp yanına ilerledim. Tek El'in, Graemer'in ve Mave'in kalan adamları geliyordu. Genç Kral haklıydı. Öylece girip onu çıkarmayı düşünmek aptaldı.

"Kahretsin." Dedim Josephine'nin elinden tutarken. "Seni çıkarmaya vaktim yok."

"Henry bir anlaşma yaptı!" dedi hızla. "Hepsi buradaydı, eminim o dönene kadar beklerler."

"Sorun da bu! Korsanlar asla sözlerini tutmazlar!" Dedim onu hafifçe sarsıp. Adamların sesleri yaklaşırken onu Mave'in odasına doğru çektim. Hanın en sağlam kapısı buradaydı. "Josephine, ben diyene kadar asla buradan çıkma ve kapının arkasına da bir şeyler koy, tamam?"

"Adamın tekinin gözünü çıkardım!" Beni tutarken ciddi görünüyordu. "Yardım edebilirim."

"Endişelendiğim o değil," dedim ona bir bıçak verirken. "Sana bir şey olursa Henry'nin yapacaklarından endişeleniyorum."

"Bu ne demek?"

Ona açıklarsam Henry'e ihanet ederdim.

"Burada kal." Dedim sertçe ve kapıyı üzerine kapattım.

Diğer bıçağı elime alırken iç çektim ve yüzüme o ukala gülümsememi koyup merdivenlerden inmeye başladım. Çoktan içeri doluşmuşlardı.

"Vay, vay, vay..." Graemer ve Tek El'in büyük oğluna bakarken duvara yaslandım. "Neler oluyor beyler?"

"Bir konsey üyesine saldırdın." Graemer bana bakarken her zamanki pırsaklığı olmadığına şaşırdım. Glady Tek El'e güvendiği açıktı. "Bu kabul edilemez."

"Evet aynı konsey aile üyemi kaçırıp esir tutmuş." Onlarla ilerlerken bıçağı elimde çevirmeye başladım. "Şimdi şöyle yapacağız beyler—"

"Hiçbir şey yapmayacağız."

Josephine merdivenlerde durmuş onlara bakarken iç çektim ve arkamı dönüp ona baktım. Konuşmaya başlayacakken o lafa girdi.

"Korsanların güvenilir ve çok da sözünün eri olmadığını biliyorum." Yürümeye başlarken adamların bazıları homurdandı. "Ama dün akşamki şeyi önemsiyor gibiydiniz o yüzden şimdi Henry'nin dönmesini bekleyeceksiniz!"

Sonuna doğru sesi otoriter ve sert çıktığında korsanlar birbiriyle bakışmaya başlarken Tek El'in büyük oğlu Glayd bana baktı.

"Mave nerede?"

"Henüz tek parça." dedim düz bir ifade ile ona bakarken. "Anlaşma neydi?"

"Ağabeyin hazineleri getirecek ve ikisi gidecek." Graemer öne çıkarken bana baktı. "Ve sen Mave'e zarar vermeyeceksin."

"Zekice bir istek." Homurdanırken Josephine'ye döndüm. "Şimdi yukarı çıkar mısın?"

Elleri belinde etrafa bakarken bana döndü.

"Her zaman biralardan bahsederdin..." diye mırıldandı. "Bir tane içebilir miyiz?"

"Yukarıda içebiliriz. Henry—"

"Hadi Siren," Glayd bir anda Josephine'nin belini kavrayıp kendine çekerken çenemi sıktım. "Arkadaşımızın biraz eğlenmesine izin ver."

"Elini ondan çekip uzaklaş." Bıçağı çevirmeyi bırakıp ona baktım. "Şimdi."

Bıçağa bakarken gülüp ellerini Josephine'den çekti ve onu hafifçe itti. Glayd babasından beterdi. Tek El, kibrine çok sık yenik düşerdi, zeki biri de değildi. Son görüşmemizde herkesin içinde esirlerimi ona hediye etmişim gibi yaptığında, ve ben ona vermek zorunda kalmıştım, kibrinden yapıyordu. Gemilerinin yanlışını izleyene dek, ona karşılık verebileceğimi düşünmemişti. Flick gemilerden sonra mantıklı olanı yapmış; karşılık vermemişti ama oğlu Glayd, Pont-Ciel'de beni ara sokaklarda bulup boğazıma yapışmıştı. Ryan olmasa kavga çirkinleşebilirdi.

"Hadi şu hesabı kapatalım." Glayd bana bakarken sırıttı. "Ağabeyin babamın dilini kesti."

Josephine'ye doğru ilerleyip onu arkama alırken bıçağı her an gelebilecek bir saldırıya karşı hazır tuttum.

"Dememesi gereken bir şeyi demiş olmalı." Adamlar bana bakarken Glyad etrafta dolanmaya başladı. "General'in ününü hepiniz biliyorsunuz."

"Evet."

Glayd sırtı bana dönük adamlara eliyle işaret verdiğinde Josephine'ye döndüm.

"Bir şey olursa barın arkasına geçip yere eğil."

Başını sallarken bıçağı daha sıkı tutuğunu fark edip gülümsedim. Henry'nin neden Josephine'ye ufak da olsa bir eğitim verdiğini anlamamıştım; sonuçta ikimizde sıklıkla onun yanındaydık ama ağabeyimin dediği gibi her duruma karşı hazırlıklı olmak en iyisiydi. İçeride birkaç kişi kaldığımızda Glayd iç çekip bana döndü.

"Bir keresinde," Tekrar yürümeye başlarken işaret parmağını kaldırıp bana doğru salladı. "Viltarin'e çok yaklamış bir gemiden olan yaralı bir korsan ile tanıştım. Adam General'in tek başına on beş adamı hakladığını söyledi. Onları ikiye ayırmış." Glyad konuşurken tepki vermemek için kendimi tuttum ama fark etti ve gülümsedi. Konuşmadan önce dilini alt dudağında gezdirdi. "Bir canavar gibi."

"Ayyaşın teki seni altına yaptırmış gibi. Eskiden benim gerçekten siren olduğuma inanırdın, şimdi de ağabeyime canavar diyorsun."

Alayla konuşup gülmeye başladığında Glyad kendi bıçağını çekti.

"O dilin öcünü istiyorum."

"Bende siktirip gitmeni istiyorum."

Tüm ciddiyetimle ona cevap verdiğimde bıçağı yere attı ve ceketini çıkarıp kollarını sıvamaya başladı.

"Yumruk yumruğa?"

Ona bakarken emin olamadım ama bıçağımı bar tezgahına bırakıp bende ceketimi çıkardım. Henry gece çıktıysa yakında burada olurdu ya da en azından Ryan gelene dek vakit kazanmış olurdum.

Yumruklardan kaçmakta iyiydim. Genelde rakibime kıyasla ufak kaldığımdan daha hızlı hareket edebiliyordum. Glayd tekmelerimden ve yumruklarımdan beklediğimden hızlı kaçabilse de her zaman kaçamıyordu. Durup birbirimize bakarken arkamda bir hareketlilik ve onun bakışlarını kaydığını fark ettiğimde Josephine'yi kontrol etmek için döndüm.

Glayd beni yakalayıp masaya çarptığında ciğerimdeki tüm nefes çekildi. Masadan yere yuvarlandığımda karnıma tekme attı. Doğrulmaya çalıştığımda saçlarımdan kavrayıp gözlerimi sulandıracak kadar sert bir yumruk attı. Beni bırakmadan kaldırıp duvara doğru fırlattığında kollarımı başımın etrafına sardım.

Siktir, çok fena boşluğum gelmişti.

Yanıma eğilen Josephine'ye bakarken ağzıma dolan kanı tükürdüm. "Sana eğitime başladığın ilk zamanda ne demiştim? Alex ve diğer çocuklardan küçük olduğun için üzüldüğünde?"

Ona bakarken kaburgalarım nefes aldıkça batıyordu.

"Aurora?"

Prenses'in sesini duyunca gözlerimi sildim ve ona döndüm. Ağladığımı görmesini istemiyordum. Herkese artık ağlamayacağıma söz vermiştim ve Kraliçe, ağlamanın güçsüzler için olduğunu söylerdi. Ben güçsüz değildim. 

"Aurora." Josephine önümde durup hafifçe eğilerek bana bakarken yüzümü inceledi. "Bunu kim yaptı? Bu eğitimde olacak bir şey değil."

Tekrar ağlamaya başlarken bu sefer biraz bağırıyordum da. Josephine eşlik eden leydilerin beni Kraliçe'ye söyleyeceğine emindim.

"Alex ve arkadaşları beni köşeye sıkıştırdı." Josephine yüzümü silerken yüzüne sinirli bir ifade oturdu. Sanki Alex karşımızda olsa onu gölde boğacak gibiydi. "Hep arkadaşlarıyla yapıyor! Hepsi benden büyük ve güçlü. Nasıl onlardan daha iyi olabilirim ki?"

Bir süre bana baktıktan sonra onunla yürümem için elini omzuma koydu. Bahar kutlamaları yeni bitmişti ve her yerde çiçekler vardı. Alex çiçeklere baktığımı görüp beni çiçekler güzel hanımlar içindir, diyerek sinirlendirmişti. Yanında arkadaşları olmasa hiçbir şey yapamazdı.

"Diğerlerinden küçük olduğun için üzülmüyorsun değil mi? Onlardan daha iyi olamadığın için üzülüyorsun."

Ona bakarken başımı salladığımda tebessüm etti.

"O zaman sana bir sır vereyim. Onlardan iyi olamıyorsan...

...Onlardan daha kötü ol." Dedim hatırlarken.

Bana bakarken tebessüm etti ve kanla suratıma yapışmış bir saçı çekti.

"Evet," dedi kararlı şekilde kalkmama yardım ederken. "Gebert şu piçi."

Kalkarken öfkeyle bağırıp Glayd'a saldırdım ama beni omzumdan yakalamadan önce gümüş parıltıyı fark etmekte geç kalmıştım. Eli omzumdan boğazıma ilerleyip sıkarken bıçak kırık kaburgalarım arasından geçti. Bana bakıp sırıtırken bıçağını çevirdiğinde dişlerimi sıktım.

"Mave ve sen... o kadar zeki olduğunuzu sanıyorsunuz ki salaksınız." Bıçağı yukarı çekerken ağzımdan bir iniltili kaçtı. Beni bırakıp ittiğinde dizlerim üzerine düşüp ellerimi karnıma bastırdım. Josephine ismimi haykırıp bana doğru ilerlerken birinin ona vurduğunu duydum ama dönüp bakamıyordum. Glayd saçımdan kavrayıp ona bakmamı sağlarken ağzıma dolan kanı yüzünü tükürmeye çalıştım. "Yakacak bir şeyler ya da seni koruyacak adamlar olmayınca küçük zayıf bir kızsın sadece. Sen denize ait değilsin. Yatak? Belki."

Gülerek yanımdan geçip giderken Josephine gelip yanıma eğilirken şokla baktı. Bir şeyler demek üzereydi ama titreyen ellerini bana uzatırken diyeceği her şey boğazına takılıyor gibiydi. Açıkça görülebilecek bir nefretle Glayd'a baktığında kapı gürültüyle açıldı. İçeri giren adamı olduğu hale rağmen tanıyordum.

"Henry." Ağabeyimi gördüğüme sevinemedim bile. Kan ve çamurla kaplıydı. Üzerinden kan damlamaya devam ederken doğrulmaya çalıştım. Hanın girişinde, kapının önünde üç ceset vardı. Birinin kafası ikiye ayrılmıştı. Gerçekten iki parçaydı. Ağabeyim tepemde dikilmişti ama bomboş ve simsiyah gözleri Glayd'a dikiliydi. Onu kaybetmeye yakın olduğumu fark edince gözyaşlarımı bastırdım. "Henry..."

Bana dönerken yardım etmek için herhangi bir şey yapmadı. Josephine, beni yerden kaldırırken Henry'nin bakışlarını takip ettim ve Josephine'nin yarasını fark edince gözlerinin daha çok kararmasına şahit oldum. Ah, hayır. Hayır, hayır, hayır. O lanet adaya tek başına gitmemeliydi. Oraya adım atmamalıydı. Yıllardır saklamayı, kilitli tutmayı öğrendiğimi şey adada anahtarını bulmuştu.

"Josephine." Beni tutan kıza dönerken yutkundum. "Lütfen üst kata çık ve inme."

"Henry o yaralı!" Josephine ne olacağının farkında bile değildi. "Sende yaralı mısın? Sadece gidelim lütfen."

"Josephine!" dedim ona dönerken. Kırık kaburgalarım ve kanamaya devam eden yaram yüzünden sesim kısıktı. Onu ancak Henry'den uzak tutarak olabileceklerden koruyabilirdim. Bana bakarken gerçekten korktuğumu fark etsin istedim ve savaşmayı bıraktım. "Lütfen."

Yüzümü incelerken gözleri hafifçe irileşti.

"Henry?" dedi son kez ağabeyime bakarken.

Ağabeyim hiçbir tepki vermeden rakibine geri döndüğünde Josephine'nin yüzündeki endişe yerini öfkeye bıraktı. Beni kaldırırken kendimi ayakta tutacak gücüm yoktu. Josephine beni barın arkasına yarı sürükleyerek taşıdıktan sonra sırtımı duvara yasladı. Bir havluyu yarama bastırıp saçlarımı geri ittiğinde gözyaşlarımı serbest bıraktım. Onu aylardır onunla konuşmayarak incitmiştim.

"Üzgünüm Josephine," dedim ağlamaya başlarken. "Üzgünüm."

"Sshh." Saçlarımı okşarken sessiz kaldı.

"Ada sana da pek yaramamış gibi, ha General?" Glayd gülerken ona yaklaşan Henry'nin attığı her adımda göğsüm biraz daha sıkıştı. Onu tam olarak göremiyorduk. "Hazineleri getirmediysen ödemeyi Prenses ile yapabilirsin. Hatta sana ben altın ve gemi veririm. Kardeşini alıp yeni bir başlangıç yaparsın. Belki Pont-Ciel'de. Siren'in bacaklarının arası Yorker Ryan için vazgeçilmez—"

Henry ona yumruk atmadı. Boğazına da sarılmadı. Suratını kavrayıp Glayd'ı bana yaptığı gibi bir bez bebek misali masaya savurdu. Masa kırılırken etraftakiler hızlıca çekildi. Birkaç adam kapıya gitti ama kitliydi. Camdan bulanıkça Ryan'ı görünce yutkundum. Bilerek Henry'i buraya sokmuştu. Henry'i adaya bilerek götürmüştü.

İhanete uğramış hissediyordum.

"Arka taraftan çık," dedim Josephine'ye bakarken. "R-Ryan orada olacaktır. Seni güvende tutsun ve sonra beni almaya gelsin."

Ama Josephine bana bakmıyordu. Yüzünün rengi atmış, gözleri irileşmiş ve buz kesmiş halde Henry'e bakıyordu. Ağabeyim ona saldıran bir adamı bileğinden kavrayıp kılıcın düşmesini sağlarken sağlam bir yumruk attı. Adamın suratı yumruğa göre şekil alırken büyük bir çatırtı sesi geldi. Bir başkasının boğazını o kadar sert sıktı ki adamın gözleri yuvalarından fırladı.

Her hareketi ve hamlesi hiddetin bambaşka bir boyutuydu ve kanlıydı. Bir canavar. Glayd, onun bir canavar olup olmadığını öğrenmek istemişti ama gerçekte ne olduğunu bilse başta buraya gelmezdi bile.  Gözlerim kapanırken başımı yandaki dolaba yasladım ve bekleyip gürültüler, çığlıklar ve yakarışlar azaldığında gözlerimi açtım. Şimdi Henry, Josephine, ben ve Glayd kalmıştık. Henry ona ilerlerken Glayd yeni yeni kendine geliyordu. Etrafa bakarken korkuyla geri geri süründü ama Henry onu yakasından yakalayıp sürüklemeye başladı.

"Lütfen! Lütfen dur! Ne istersen veririm. Ne istersen yaparım."

"Prenses." Ryan tepemizde durmuş bize bakarken bir adamı nazikçe korkudan donmuş olan Josephine'yi kaldırdı ve arka kapıya ilerletti. Ryan eğilip bana bakarken üşüme hissi yüzünden titriyordun. "Küçük güvercin?"

"Siktir... git."

Henry, adamın çenesini iki taraftan kavramış resmen ikiye ayırıyordu.

"Onu kendine getirmelisin." Dedi Ryan iç çekerek. "Maalesef düşündüğümden daha kötü etkilendi."

Başımı çevirip onunla bir bakışma yarışına girdiğimde etraf sessizleşmişti. Beni korumasını beklemiyordum; bunu yapmamasını ona defalarca söylemiştim ama onca zaman içinde kan kaybettiğim ve ağabeyimin kontrolden çıktığı bir anı tercih etmişti. Kazanan o oldu. Ryan bana yardım edip kaldırırken Henry'e baktım. En kanlı savaş alanlarından çıkmış  ya da kanla yıkanmış gibi görünüyordu. Gücümü toplamaya çalıştım.

"Ağabeyimi geri istiyorum," dedim ona doğru bir adım atarken kararlı şekilde. "Ve biliyorum ki çok zor, çok uzun zaman direndin ama benim sana ihtiyacım var."

Tebessüm edip ona doğru yürümeye çalıştım. Sonunda Josephine'ye neler olduğunu açıklaması gereken kişi ben olmak istemiyordum; bu Henry'nin sırrıydı ve Henry'nin yapması gerekiyordu. Bana bakarken nefesleri yavaşlıyordu, ki bu iyiye işaretti çünkü birinin onu zarar vermeden durdurması çok zordu.

"O geceden sonra beni bırakmayacağını, istemesem de beni koruyacağını söyledin. Teşekkür ederim Henry. Beni yine korudun ama şimdi kavgaya gerek yok. Bitti." Tam karşısında dururken bakışlarının normalleştiğini fark ettim ve tebessüm etmeyi denedim. "Josephine de burada ve çok korktu. Sevgili Henry'sine ihtiyacı var."

Henry gözlerini kırparken normale döndüğünü fark ettim. Onun hassas noktası Josephine'ydi. Dünyada ne olursa olsun onu durduracak, savaştıracak ve öldürecek tek şey Josephine'ydi. Nefesi ciğerlerine sıkışmış gibi öksürürken göğsünü tuttuğunda ona sarıldım.

"Ah, Aurora... Ben— ne olduğunu bilmiyorsun. Ne gördüğümü bilmiyorsun." Ağlayarak bana sıkıca sarıldığında acıyla inledim. Gözlerim karartırken Henry geri çekilip bana baktı. "Rory?"

"Sanırım iyi değilim."

Henry bana bakarken başını biraz eğdi. Gözleri irileşirken beni kucakladı.

"Sakın uyuma! Ryan!"

"Araba arkada." Dedi Ryan önden giderken.

Henry'nin hızlı adımları yüzünde sallandıkça nefesim kesilip boğazıma takılıyordu. Gözlerimi kapattığımda belli belirsiz bir adamın gülümsemesini anımsadım. Çiçeklerin kokusunu, kuşların ve bir kadının azarlarını. Ve o belli belirsiz adamın güven veren sıcaklığını da hatırladım.

'Buradayım sheshta, birbirimizi hep bulacağız.'

‧:❉:‧

( Yukarı da; Henry ve Josephine. )

( Yukarı da; Aurora ve Remington. )

Ufak bir aradan sonra işte döndük! Ama Henry'e ne oldu??

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro