Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Korku | 6

Çevresindeki onca insandan yalnızca bir tanesinin, içinde yaşadığı dehşetin farkına vardığını düşünüyordu, o da kendisini gözetlediği için. Kendisinin sürekli kocasını kollayışı gibi onun da hep kendisiyle ilgili olduğunu hissettiği için iki kat dikkatli olmak zorundaydı. Diğerinin gizini öğrenmek ve kendilerininkini saklamak için gece gündüz birbirlerinin etrafında dolanıyorlardı. Son zamanlarda kocası da değişmişti. İlk günlerdeki yargılayıcı tavrındaki tehditkâr sertlik yerini, Irene'ye ister istemez nişanlılık günlerini hatırlatan tuhaf bir şefkate ve ilgiye bırakmıştı. Karısına bir hastaya davranır gibi davranıyor, ince dikkatiyle onu şaşırtıyordu. Irene, hak etmediği bunca sevgi karşısında hem utanıyor hem de bunun sırrını beklenmedik bir anda, bitkin düşmüş ellerinin arasından çekip alıvermek için kullandığı bir hile olabileceğini düşünerek korkuyordu. Uykusunda bağırışlarını dinlediği geceden, eve gelen mektubu elinde gördüğü günden beri sanki güvensizliği bir merhamete dönüşmüş gibiydi. Kocasının ona güven vermek için gösterdiği yumuşaklıkla Irene bazen sakinleşip uysallaşıyor, ama bir an sonra yine kuşkulara teslim oluyordu. Bu sadece bir hile miydi, savcının zanlıyı kandırmak için kullandığı bir yem miydi, itirafa yönlendirmek için güvenini kazanıp bir anda savunmasız ortada bırakmak için kurduğu bir tuzak mıydı? Yoksa artık bu durmadan birbirini izleme ve gözetleme halinin tırmanması kocası için de katlanılmaz bir hal mi almıştı, Irene'nin çektiği belli olan ve her gün daha fazla göze batan acılardan o da gizli gizli üzüntü duymaya mı başlamıştı? Kocasının bazen önüne adeta kurtarıcı bir sözcük uzattığını, itirafını ne kadar kolaylaştırdığını hissediyordu; onun niyetini anlıyor, bu iyiliğine minnettar oluyordu. Ama bir yandan da kocasına karşı daha güçlü duygular beslemeye başlamasının utancını artırdığını ve ona açılmasını, eski yargılayıcı halinden daha fazla engellediğini hissediyordu.

O günlerden birinde kocası Irene'yle açıkça göz göze konuştu. Sokaktan eve dönmüş ve holde içeriden yükselen sesleri duymuştu, kocasının sert ve kararlı sesi, mürebbiyenin karşı çıkışları, çocukların ağlamaları ve iç çekişleri birbirine karışıyordu. Irene'nin ilk hissettiği şey korku oldu. Ne zaman seslerin yükseldiğini duysa veya evde bir gerilim hissetse ürperiyordu. Olağandışı her şey karşısında gösterdiği ilk tepki korkuydu, mektubun gelmiş ve sırrını ortaya çıkartmış olabileceğinden duyduğu o yakıcı korku. Evin kapısından içeri her girişinde ilk yaptığı şey, yokluğunda bir şey olup olmadığını, felaketin kopup kopmadığını anlamak için tedirgin bir merakla yüzleri incelemek oluyordu. Bu seferkinin sadece çocukların kavgası olduğunu çok geçmeden anlayıp sakinleşti. Hemen orada kendiliğinden bir mahkeme kuruluvermişti. Birkaç gün önce halası oğlana bir oyuncak getirmişti, alacalı bir tahta at; kendisine verileni az bulan küçük kız ise bunu kıskanmış, küsmüştü. Boşu boşuna hak iddialarında bulunmuş, öyle hırsla uğraşmıştı ki oğlan da sonunda onun atına dokunmasını yasaklamıştı. Bunun karşısında küçük kız önce büyük bir öfkeye kapılmış, sonra da bunaltıcı, sinik, inatçı bir suskunluğa bürünmüştü. At ertesi sabah birdenbire ortadan kaybolmuş, oğlanın bütün aramaları sonuçsuz kalmıştı. Sonunda kayıp at parçalanmış olarak ocağın içinde bulunmuştu; tahta kısımları kırılmış, alacalı derisi yırtılmış, içi deşilmişti. Elbette bütün kuşkular kızın üzerinde toplanıyordu; oğlan hain küçük kızı şikâyet etmek için ağlayarak babasının kucağına atılmıştı, tam o sırada sorgu başlıyordu. Irene yoğun bir kıskançlığa kapıldı. Çocuklar niçin bir sorunları oldu mu hep babalarına giderler de hiç kendisine gelmezlerdi? Öteden beri bütün sorunlarını ve şikâyetlerini babalarına açarlardı, o zamana kadar Irene de bu küçük dertlerden uzak kalmaktan hoşnutluk duymuştu, ama şimdi bu ilişkideki sevgi ve güveni hissedip kıskanmıştı.

Bu küçük dava çok geçmeden karara bağlandı. Elbette kız önce gözlerini ürkekçe yere eğerek sesinde kendini ele veren bir titremeyle inkâr etti. Mürebbiye aleyhinde tanıklık etti, küçük kızın öfkeyle atı pencereden aşağı atma tehdidini savurduğunu duymuştu. Kız boş yere bunu inkâr etmeye çabaladı. Ümitsizlikle hıçkıra hıçkıra küçük bir yaygara kopardı. Irene kocasına baktı, sanki orada kızını değil de, kendi kaderini yargılıyormuş gibi geldi; belki yarın o da sesinde aynı çatallanmayla, aynı şekilde titreyerek kocasının karşısında duracaktı. Çocuk yalanında ısrar ettiği sürece kocası bakışlarını yumuşatmadı ve kızı itiraz ettiğinde hiç öfkelenmeden adım adım onun direncini kırmaya başladı. İnkârı katı bir inada dönüştüğünde, onunla iyilikle konuşup, yaptığı işin belki gizli bir nedeni olduğunu ve böyle kötü bir şeyi, ağabeyini ne kadar üzeceğini düşünmeden öfke içinde yaptığı için bir ölçüde anlayış gösterilebileceğini hissettirdi. Giderek kendinden kuşkuya düşen kızına, yaptığının anlaşılabilir, ama yine de eleştirilmesi gereken bir durum olduğunu öyle sıcak ve etkileyici bir dille açıkladı ki, çocuk sonunda bağıra bağıra ağlamaya başladı. Az sonra da gözyaşları arasında kekeleyerek nihayet itirafta bulundu. Irene ağlayan kızını kucaklamak için hemen atıldı, ama çocuk onu öfkeyle itti. Kocası da işaret ederek bu aceleci merhametten vazgeçmesi için uyardı, çünkü bu olayı cezasız geçiştirmek istemiyordu. Küçük olmakla birlikte çocuğu etkileyecek bir ceza verdi, ertesi gün gidilecek bir eğlenceye katılmasını yasakladı. Küçük kız haftalardır bunun hayalini kuruyordu. Cezasını ağlayarak dinledi; oğlansa güle oynaya zaferini kutlamaya başladı; fakat bu zamansız ve kindar kibir anında ona da bir cezaya mal oldu. Kardeşinin üzüntüsü karşısında sevinç gösterdiği için aynı eğlence ona da yasaklandı. Çocukların ikisi de üzgün, ama aynı cezayı paylaştıkları için avunarak sonunda odalarına çekildiler ve Irene kocasıyla baş başa kaldı.

Şimdi birden, imalar yerine çocuğun suçunu konuşma maskesi ardında kendi itirafını yapmak için sonunda bir fırsat bulduğunu hissetmişti. Bir rahatlama duygusuna kapılarak, örtük biçimde günah çıkartıp merhamet dileyebileceğini düşündü. Çünkü Irene'nin kızından yana çıkmasını olumlu karşılarsa, bunu kendini savunma cesaretini göstermek için bir işaret kabul edebilirdi.

"Söylesene Fritz," dedi, "çocukları yarın eğlenceye göndermeyecek misin gerçekten de? Çok üzülecekler, özellikle de küçük. Yaptığı o kadar da kötü bir şey değildi. Niçin bu kadar sert bir ceza veriyorsun? Küçük kızına acımıyor musun hiç?"

Kocası yüzüne baktı. Sonra rahatça oturdu. Konuyu ayrıntılı olarak ele almaya istekli görünüyordu ve Irene hem rahatlatıcı hem ürkütücü bir önseziyle onun her sözcüğünü irdeleyerek tartışacağını hissediyordu. Kocasının muhtemelen kasıtlı olarak uzattığı suskunluğun sona ermesini sabırsızlıkla bekledi.

"Küçüğe acıyıp acımadığımı sordun, değil mi? Cevabım, artık acımıyorum, olacak. Çünkü bu zor gelse de, cezalandırıldığı andan itibaren içi rahatlamıştır. Asıl dün mutsuzdu, zavallı atı kırıp ocağa attıktan sonra evdeki herkes onu ararken, her an, her dakika bulunacağı korkusuyla yaşıyordu. Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir. Kızımız da cezası kesinleşir kesinleşmez hafifledi. Ağlaması seni şaşırtmamalı, bu sadece bir boşalmaydı, önceden baskı altında içinde duruyordu. İçte tutulan gözyaşları akıtılanlardan daha acıtıcıdır. O eğer çocuk olmasaydı veya içini en gizli noktasına kadar görme olanağımız olsaydı, inanıyorum ki aldığı cezaya ve döktüğü gözyaşlarına rağmen, dün olduğundan çok daha hoşnut olduğunu görürdük. Oysa dün, görünürde kaygısızca ortalıkta dolaşıyordu ve kimse onu suçlamıyordu." Irene başını kaldırdı. Kocasının her sözcüğüyle kendisini hedef aldığını sanıyordu. Ama kocası ona hiç dikkat etmeden, belki de yaptığı jesti yanlış anlayarak, daha da kararlı bir tonda devam etti:

"Bana inan, bu gerçekten böyledir. Bunu davalardan da, soruşturmalardan da biliyorum. Sanıklar en fazla, gerçeği gizlemelerinin, her şeyin anlaşılacağı tehlikesinin ve bir yalanı sayısız saldırı karşısında savunmak zorunda olmalarının üzerlerinde yarattığı o dehşetli baskının eziyetini çekerler. Suçun da, kanıtın da, belki kararın bile çoktan hâkimin elinin altında hazır olduğu davaları izlemek korkunçtur; eksik olan sadece itiraftır; o da sanığın içinde saklıdır ve ne kadar çekiştirse, zorlasa da bir türlü dışa vurulamaz. İtirafı, direnen etinin içinden bir kancayla yırtıp çıkartmak gerektiği için sanığın kıvranıp durmasını izlemek tüyler ürperticidir. Bazen yukarıda, gırtlağına yakın bir yerdedir, içeriden dayanılmaz bir güçle yukarı doğru itilir, sanık boğulacak gibi olur, neredeyse itiraf edecektir, o anda yine o karşı konulmaz uğursuz güce yenilir, o anlaşılması güç inat ve korkunun esiri olup itirafı gerisin geriye yutuverirler. Ve kavga yeniden başlar. Bazen hâkim böylesi durumlarda sanıktan çok daha fazla azap duyar. Oysa sanık, aslında yardımcısı olan hâkimi her zaman bir düşman olarak görür. Ve benim müvekkilimi itiraf etmemesi için avukatı olarak uyarmam, yalanlarını desteklemem ve pekiştirmem gerekir, değil mi? Ama içimde çoğunlukla bu cesareti bulamam; çünkü itiraf etmemek, itiraf edip de ceza almaktan daha büyük bir azap onlar için. Aslına bakarsan hâlâ anlayamadığım şey, insanın tehlikesini bilerek bir suçu işledikten sonra itiraf etme cesaretini bulamayışıdır. İtirafı engelleyen bu basit korkuyu her türlü suçtan daha zavallıca buluyorum."

"Sence... sence... insanları engelleyen şey, her zaman korku mudur? Acaba... acaba... utanç olamaz mı... herkesin önünde kendini ortaya koymanın... örtüsüz kalmanın utancı... olamaz mı?"

Kocası hayretle ona baktı. Karısından bir yanıt gelmesine alışkın değildi. Fakat söylediklerinden büyülenmişti.

"Utanç diyorsun, bu... bu da bir tür korku sadece... ama daha nitelikli bir korku... Cezadan değil de... evet, anlıyorum..."

Ayağa kalktı, tuhaf bir heyecana kapılmıştı, bir aşağı bir yukarı gidip gelmeye başladı. Karısının söyledikleri içinde bir yerlere dokunmuş olmalıydı, şimdi orada bir titreme, güçlü bir kıpırtı var gibiydi. Birdenbire durdu.

"Kabul ediyorum... İnsanlardan, yabancılardan utanmak... gazete haberlerinde başkalarının kaderlerini peynir ekmek gibi yiyip yutanlardan utanmak... olabilir... Fakat işte bu yüzden insan hiç olmazsa yakın hissettiklerine itirafta bulunmalıdır... Geçen yıl savunmasını üstlenmiş olduğum kundakçıyı hatırlıyor musun... benimle tuhaf bir samimiyet geliştirmişti... her şeyini anlatıyordu, çocukluğundan hikâyeler... hatta özel şeyler... Anlıyor musun, suçu işlediği kesindi, hüküm de giydi... fakat bana bile itiraf etmemişti... bunun nedeni utanç değil, korkuydu, onu ele verebilirdim... sanırım, yaşamında dostluğa benzer bir şeyler hissettiği tek kişi bendim... yani bana söylememesi yabancılar karşısındaki utanç olamaz... çünkü bana güveniyordu..."

"Belki de," dedi Irene ve hem kocası kendisine bakmakta olduğundan, hem de sesinin titrediğini fark ettiği için, başını çevirmek zorunda kaldı, "belki de insan... en büyük utancı... kendine en yakın hissettiklerine karşı duyar."

Kocası sanki içindeki bir güç tarafından engellenmiş gibi aniden durdu.

"Yani sen... sen..." sesi bir anda çok değişmiş, yumuşamış ve boğuklaşmıştı, "Helene'nin... suçunu bir başkasına itiraf etmesinin çok daha kolay olabileceğini ileri sürüyorsun... örneğin mürebbiyeye..."

"Bundan eminim... karşısında sen olduğun için... senin yargın onun için çok önemli olduğu için... onca direnç gösterdi... en çok... en çok... seni sevdiği için..."

Kocası tekrar durdu.

"Belki... belki de haklısın... hatta kesinlikle... ne tuhaf... işte böyle bir şey hiç aklıma gelmedi... ne kadar basit oysa... Çok sert davrandım belki de... beni tanıyorsun, öyle olmak istemem. Şimdi hemen onun yanına gidiyorum... elbette eğlenceye katılabilir... ben sadece onun inadını, direncini cezalandırmak istemiştim... bir de bana güvenmeyişini... Fakat sen haklısın Irene, bağışlayıcı olmadığımı düşünmeni istemem... bunu hiç istemem..."

Karısının yüzüne baktı ve Irene onun bakışları altında kızardığını hissetti. Kocası belli bir amaçla mı böyle konuşuyordu, yoksa yalnızca bir rastlantı, sinsi, tehlikeli bir rastlantı mı söz konusuydu? O korkunç kararsızlığı hâlâ hissediyordu.

"Karar bozuldu," kocası birden neşelenmiş gibiydi –"Helene artık özgür, hemen kendim gidip haber vereceğim. Şimdi benden hoşnut musun? Yoksa başka bir isteğin daha var mı? Bak... bak işte... bugün keyfim çok yerinde... belki de tam zamanında bir haksızlığın farkına vardığım için. Bu insanı her zaman rahatlatır Irene, her zaman..." Irene bu sözcüklerin tınısında gizli olan anlamı anladığını sandı. İster istemez kocasına yaklaştı, sözcüklerin dilinin ucuna geldiğini hissediyordu, Irene'yi böylesine ezdiği belli olan yükü bir an önce üstünden almak ister gibi kocası da ona doğru ilerledi. O sırada kocasının bakışlarını gördü, içlerinde itiraf isteyen bir hırs, Irene'nin varlığındaki bir şeye karşı yakıcı bir sabırsızlık vardı ve ansızın Irene'nin ruhunda bir şeyler çöküverdi. Elleri bitkinlikle iki yanına sarktı ve başını çevirdi. Boşuna olduğunu hissediyordu, içini kavuran ve huzurunu kemiren o özgürleştirici sözcükleri asla söyleyemeyecekti. Yakınlardaki bir gök gürültüsü gibi uyarının geldiğini görüyor, ama kaçamayacağını biliyordu. Gizliden gizliye o zamana kadar korktuğu şeyin gerçekleşmesini, o kurtarıcı yıldırımın düşmesini özlüyor, artık suçunun ortaya çıkmasını istiyordu.

İstediği umduğundan da çabuk gerçekleşeceğe benziyordu. Verdiği mücadele iki haftadır sürüyor ve Irene artık gücünün sonuna geldiğini hissediyordu. Dört gündür kadından ses çıkmıyordu, fakat korku bedenine öyle işlemiş, kanına öyle karışmıştı ki, kapı her çaldığında, bir şantaj mektubu gelmişse diye kendi almak için yerinden fırlıyordu. Bu telaşında bir sabırsızlık, neredeyse bir özlem vardı, çünkü her ödemeyle, hiç olmazsa bir akşamlık huzur, çocuklarla geçirilecek birkaç dingin saat, bir gezinti satın almış oluyordu. O akşam ve ertesi gün boyunca rahat nefes alabiliyor, sokağa çıkabiliyor veya arkadaşlarına gidebiliyordu, fakat uykunun bilgeliğini, sürekli yakınında olan tehlikenin böyle zayıf bir avuntuyla geçiştirilebileceğine ikna etmek mümkün değildi, gecelerine yine korkulu rüyalar eşlik ediyordu.

Hizmetçilerden önce davranmasının kuşku uyandıracağını ve kolaylıkla düşmanca tahminlere yol açacağını bilmesine rağmen, Irene kapı çaldığında yine derhal yerinden fırlayıp açmaya koşuyordu. Sokakta peşinde bir ayak sesi duyduğunda, telefon veya kapı çaldığında tüm bedeni sanki bir kırbaç darbesi yemiş gibi şahlanırken, aklın küçük direnişleri o kadar zayıf kalıyordu ki. İşte yine kapı zilinin sesi onu odasından fırlatıp kapıya koşturmuştu, açtığında yabancı bir hanımla karşılaşınca şaşırdı, ama anında dehşetle geri çekildi, karşısındaki yeni giysiler ve şık bir şapka giymiş olan şantajcı kadının nefretlik yüzünü tanımıştı.

"Ah, kendiniz açtınız demek, Bayan Wagner, benim için daha iyi. Sizinle konuşmam gereken önemli şeyler var." Ve titreyen eliyle kapı tokmağına tutunan korku içindeki Irene'nin yanıtını beklemeden içeriye daldı, parlak kırmızı renkli güneş şemsiyesini bir kenara bıraktı, muhtemelen ilk koparttığı şantaj paralarıyla edindiği bir ganimetti bu. Kendi evindeymişçesine müthiş bir güvenle hareket ederek, kendinden hoşnut ve gayet rahat, evdeki değerli eşyaları gözden geçirerek, davet beklemeden konuk odasının aralık kapısına doğru yürüdü. "Burası, değil mi?" diye sordu gizlemeye çalıştığı bir alayla, hâlâ konuşacak güç bulamayan Irene'nin engellemeye çalışan bir hareket yaptığını görünce de yatıştırırcasına ekledi: "Eğer rahat değilseniz işimizi çabuk da halledebiliriz."

Bayan Irene karşı çıkmadan kadının peşinden gitti. Şantajcısının evinin içinde olduğunu bilmek, en korkunç tahminlerini bile aşan bu rezillik, Irene'yi uyuşturmuş gibiydi. Her şey rüyasında olup bitiyordu sanki.

Kadın koltuğa yerleşirken gözle görülür bir hoşnutlukla hayranlığını dile getirdi: "Eviniz ne kadar güzel! Bu koltuk da pek rahatmış. Şu resimlere bakın, ne kadar çok. Bizim gibilerin ne kadar yoksul olduğunu ancak şimdi anlıyorum. Eviniz çok, çok güzel, Bayan Wagner."

O gaspçıyı kendi evinde rahat rahat oturur görmenin Irene'de biriktirdiği öfke sonunda patlak verdi. "Siz şantajcının birisiniz, benden daha ne istiyorsunuz? Evimin içine kadar peşimden geliyorsunuz. Fakat bana işkence etmenize izin verecek değilim. Ben... ben!..."

Kadın "Bu kadar yüksek sesle konuşmayın," diyerek çirkin bir teklifsizlikle sözünü kesti. "Kapı açık, hizmetçileriniz duyabilir. Benim için fark etmez. Benim sakladığım bir şey yok. Zaten hapse de girecek olsam halim şimdiki sefaletten daha kötü olamaz. Fakat siz Bayan Wagner, biraz daha dikkatli olmalısınız. Eğer öfkelenme ihtiyacı içindeyseniz kapıyı kapatayım. Fakat hakaretlerden hiç etkilenmediğimi de hemen söylemeliyim."

Bayan Irene'nin öfkeyle bir an için bilenen gücü, kadının direngenliği karşısında tekrar çözülüverdi. Kendisine verilecek görevi bekleyen bir çocuk gibi uysal ve huzursuz, öylece durup bekledi.

"Bakın Bayan Wagner, lafı uzatmak istemiyorum. Durumumun iyi olmadığını biliyorsunuz. Bunu size önceden de söyledim. Bugün kira ödemek için paraya ihtiyacım var. Uzun zamandır borçluyum zaten, ayrıca başka şeyler de var. Artık işlerimi biraz yoluna koymak istiyorum. Bu yüzden size geldim, yani bana yardım edesiniz diye – dört yüz kronluk bir yardım işte."

Gerçekten de nakit olarak elinde bulunmayan bu miktardan korkarak, "Bunu yapamam," diye kekeledi Bayan Irene. "Şu anda elimde bu kadar para yok. Bu ay size üç yüz kron verdim zaten. Bu kadar parayı nereden bulayım şimdi?"

"Elbet bir kolayı bulunur, hele bir düşünün. Sizin kadar zengin bir kadın istediği parayı bulabilir. Yeter ki istesin. Bir düşünün bakalım, Bayan Wagner, siz bir yolunu bulursunuz."

"Fakat hakikaten yok. Olsa vermez miydim? Ama bu kadar param yok sahiden. Yine de bir şeyler verebilirim... belki yüz kron..."

Kadın pazarlığa içerlemiş gibi kabalaşarak, "Size dört yüz krona ihtiyacım olduğunu söyledim ya," diye terslercesine konuştu.

"Fakat yok ki!" diye bağırdı Irene ümitsizlikle. Ya şimdi kocam gelirse, diye düşünüyordu bir yandan da. Her an gelebilirdi. "Yemin ediyorum size, bu kadar param yok..."

"O halde bulmaya çalışın."

"Mümkün değil."

Kadın Irene'yi kıymet biçer gibi tepeden tırnağa süzdü.

"Eee... ya şu yüzük... Rehine verilse bu iş olur. Mücevherlerden pek anlamam... benim hiç olmadı... ama sanırım bu yüzük için dört yüz kron verirler..."

"Yüzük mü!" diye bağırdı Bayan Irene. Bu onun nişan yüzüğüydü, çok kıymetli ve güzel bir taşı olan, parmağından hiç çıkartmadığı değerli bir yüzüktü.

"Neden olmasın? Rehin senedini size gönderirim, istediğiniz zaman geri alırsınız. Bende kalmayacak ki. Benim gibi bir zavallı böyle değerli bir yüzüğü ne yapsın?"

"Niçin beni izliyorsunuz? Niçin bana eziyet ediyorsunuz? Yapamam... imkânsız... Bunu anlamalısınız... Elimden geleni yaptığımı görüyorsunuz. Bunu anlamalısınız. Bana acıyın artık!"

"Bana da kimse acımadı. Bıraktılar açlıktan gebereyim. Sizin gibi zengin bir kadına ben niçin acıyayım?" Irene tam sert bir cevap verecekti ki, dışarıda bir kapının kapandığını duydu ve korkudan kanı dondu. Kocası ofisinden dönmüş olmalıydı. Hiç düşünmeden yüzüğü parmağından çıkartarak beklemekte olan kadına uzattı, yüzük kadının elinde bir anda ortadan kayboldu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro