Korku | 2
Evliliğin ilk yıllarının dostane yatıştırıcılığı ve genç anne oluşun oyunsu çekiciliğiyle solgunlaşmış olan büyük aşka ve baş döndüren duygulara dair genç kızlık hayalleri, Irene otuzlu yaşlarına yaklaşırken yeniden canlanmaya başladı. O da her kadın gibi kendini büyük tutkulara layık görüyor, ama bunu göze alma cesaretini gösteremiyordu, oysa maceranın gerçek bedeli tehlikeye atılabilmektir. İşte hoşnutluğunu kendi başına çoğaltamadığı böyle bir zamanda, bu genç adam, saklamadığı güçlü bir hayranlıkla ona yaklaşarak sanatın romantizmine bürünmüş olarak Irene'nin burjuva dünyasına adımını attığında genç kızlık günlerinden beri ilk kez ruhunun derinlerinden etkilendiğini hissetti. Onun dünyasındaki erkekler normalde Irene'de gördükleri "güzel kadın" imajını sıkıcı espriler ve küçük flörtleşmelerle överken içindeki dişiye gerçek bir ilgi göstermezlerdi. Genç adamda onu çeken, fazlasıyla ilginç hatlara sahip yüzündeki hafif bir hüzün gölgesiydi belki de; ancak bu hüznü ve melankoliyle ağırlaşan o düşünceli halini de sanatının teknik yanı gibi alıştırmayla edinmiş olup olmadığının ayrımını yapamıyordu. Etrafını rahatı yerinde orta sınıf insanları tarafından çevrilmiş hisseden Irene bu hüzünde daha üstün bir dünyanın tasavvurunu gördü, kitaplardan tanıdığı ve tiyatrodan romantizmini bildiği bu dünyayı seyretmek için, ister istemez kendi gündelik yaşantısının kıyısından eğilerek baktı. O an hissedilen hayranlıkla söylenen, belki de yakışık alacağından biraz daha hararetli bir övgü sözcüğü piyanistin başını kaldırıp kadına bakmasına neden oldu ve daha ilk bakışıyla Irene'yi buldu. Genç kadın korktu, ama aynı zamanda da korkunun şehvetini hissetti. Irene'ye her şeyin karanlıkta içinden ışıdığı duygusu veren hararetli bir sohbet, zaten uyanmış olan merakını öylesine meşgul etmiş ve kışkırtmıştı ki, onunla başka bir konserde tekrar karşı karşıya gelmekten kaçınmadı. Sonra birbirlerini daha sık gördüler, çok geçmeden görüşmeleri bir rastlantı olmaktan çıktı. O zamana kadar sahip olduğu müzik bilgisine pek güvenmeyen ve sanat duygusunu da fazla önemsemeyen Irene'de, gerçek bir sanatçının, onun yol göstericiliğine ve anlayışına önem verdiğini tekrar tekrar belirtmesi güven yarattı ve birkaç hafta sonra genç adam son eserini evinde sadece ona çalmayı önerdiğinde bunu kabul etti. Genç adamın önerisi yarı yarıya içtendi belki de, ama öpücüklerle ve ardından Irene'nin ne olduğunu anlayamadan ona teslim olmasıyla unutuldu gitti. İlk duygusu, şehvete doğru bu beklenmedik geçişin verdiği korku oldu, ilişkilerini sarmalayan gizemli ürperti aniden dağılmıştı. Evliliğine iradesizce ihanet etmiş olmanın suçluluk bilincini kısmen hafifletense, içinde yaşadığı burjuva âlemini ilk kez kendi kararıyla –böyle olduğuna inanıyordu– yadsımış olmanın verdiği iç gıcıklayıcı kendinden hoşnutluk duygusuydu. Kendi kötülüğü karşısında duyduğu dehşetin ilk günlerdeki ürkütücülüğü giderek, bu hoşnutluk duygusuyla artan bir gurura dönüştü. Ne var ki, bu gizemli heyecanlar sadece ilk zamanlarda tam bir gerilim yaşattılar. İçgüdüleri içten içe bu insana karşı ve öncelikle de, onda asıl merakını çekmiş olan yeniliğe ve farklılığa karşı direnç halindeydi. Giyim tarzının aykırılığı, evindeki Çingenelere özgü hava, güvenli bir gelire sahip olmayışı, israf ve kısıtlanma arasında sürekli gidip gelişi, Irene'nin burjuva anlayışı için iticiydi; çoğu kadın gibi o da sanatçıları uzaktan çok romantik, kişisel ilişkilerde çok nazik görmek istiyordu, ama göreneklerin demir parmaklıklarının arkasından, onlar göz alıcı vahşi yaratıklardı. Genç adamın sanatı karşısında duyduğu tutku bedensel yakınlaşma sırasında rahatsız ediyordu, bu ani ve şiddetli kucaklayışlardan aslında hoşlanmıyor, başına buyruk dizginsizliklerini ister istemez kocasının yıllardan sonra hâlâ çekingen ve saygılı tutkusuyla karşılaştırıyordu. Fakat bir kez sadakatsizlik yapmışken, ne mutluluk ne de hayal kırıklığı duyarak, bir görev duygusu ve alışkanlığın verdiği bir tür tembellikle bu genç adama gitmeyi sürdürdü. Hafif kadınların, hatta sokak kadınlarının arasında bile sıkça rastlandığı gibi, her şeyi, ihaneti bile bir düzene sokmak isteyen, kaçamaklara bir tür evcillik katmaya ve en aykırı duyguya bile sabırla gündelik bir maske geçirmeye çalışan, içlerindeki burjuvalık duygusunun çok güçlü olduğu o kadınlardandı Irene de. Birkaç hafta sonra âşığını yaşamının belli bir yerine dikkatlice yerleştirmiş, eşinin ailesiyle görüşürken de yaptığı gibi ona haftada bir gün belirlemiş, ama bu yeni ilişki için eski düzeninden hiç ödün vermemişti, sanki yaşamına bir ölçüde yeni bir şey eklemişti sadece. Bu âşık çok geçmeden, varlığının konforlu işleyişinde hiçbir şeyi değiştirmez olmuştu, ılımlı mutluluğunun bir uzantısı, üçüncü bir çocuk veya yeni bir araba yerine geçmiş ve bu macera gözüne meşru bir haz kadar sıradan görünmeye başlamıştı.
Şimdi macerayı ilk kez gerçek bedeli olan tehlikeyle ödemek zorunda kaldığında da pintice değerini hesaplamaya başladı. Kaderin şımarttığı, ailesinin nazlı yetiştirdiği, refahtan neredeyse isteklerini yitirmiş bu dayanıksız kadına karşılaştığı ilk sıkıntı bile fazla gelmiş gibiydi. Ruhsal tasasızlığından özveride bulunmayı göze almamak için âşığını hiç düşünmeden rahatına feda etmeye hazırdı.
Hemen o gün öğleden sonra âşığının elden gönderdiği yanıt geldi; bu çaresizce yalvaran, sızlanan, suçlayan mektup, Irene'yi bu maceraya bir son verme kararında yine tereddüde düşürdü, bu tutku gururunu okşamış ve genç adamın kendinden geçercesine ümitsizliğinden etkilenmişti. Âşığı ısrarla hiç olmazsa ayaküstü bir buluşma rica ediyor, bilmeden onu incittiyse en azından suçunu anlamak istiyordu. Irene'ye bu kez de, surat asmayı sürdürerek ve kendini nedensizce geri çekip değerini yükselterek oynayacağı bu yeni oyun çekici gelmişti. Kendini bir heyecan fırtınasının ortasında hissediyor ve içi soğuk olan her insan gibi, kendisi yanmadan tutku ateşiyle sarılmış olmaktan hoşlanıyordu. Genç adamı bir pastaneye çağırdı. Genç kızlığında aynı yerde bir aktörle buluşmuş olduğunu hatırladı birden, adamın göstermiş olduğu hayranlık ve kaygısızlığı şimdi gözüne çocukça göründü. Onca yıllık evlilikten sonra küllenmiş olan romantizmin hayatında şimdi yeniden canlanmaya başlaması ne tuhaftı, bunu düşünerek kendi kendine gülümsedi. Dün o kadınla yaşadığı çirkin karşılaşmadan içten içe sevinç duydu adeta, uzun zamandan beri ilk defa gerçek bir duyguyu o denli güçlü ve sarsıcı biçimde hissetmişti, her zaman çok kolay gevşeyebilmesine rağmen bu kez gerilimi hâlâ sürüyordu.
Kadınla tekrar karşılaşma olasılığına karşı onu yanıltmak için bu kez dikkat çekmeyen, koyu renk bir elbise ve farklı bir şapka seçti. Tanınmasını zorlaştırmak için bir tül hazırlamıştı bile, ama birden yükselen bir inatla bunu bir kenara bıraktı. Onun gibi önemsenen, saygın bir kadın tanımadığı birinden korktuğu için sokağa rahatça çıkamayacak mıydı? Tehlikenin doğurduğu korku, içinde tuhaf bir çekim, ürpertici bir haz karıncalanması başlatmıştı bile, bu parmaklarım bir hançerin soğuk ağzına sürmek veya bir namlunun, içinde ölümü barındıran kara ağzına bakmak gibi bir duyguydu. Maceranın ürperticiliği Irene'nin korunmuş yaşamında alışkın olmadığı bir şeydi, bu duygu onu şimdi bir oyun gibi çekiyordu; sinirlerinde harika bir gerilme, kanında elektrikli bir kıvılcımlanma hissediyordu.
Sadece sokağa adımım attığı ilk an geçici bir korku hissi, üşütücü ve asabi bir titreme dalgası bedenini yalayıp geçti; suya tamamen dalmadan önce parmağının ucuyla soğukluğuna bakarken olduğu gibi. Fakat bu üşüme duygusu sadece bir saniye sürdü, sonra içi birdenbire her zaman rastlanmayan bir yaşama sevinciyle doldu, öylesine hafif, güçlü ve esnek adımlar atmaktan, aslında yabancısı olduğu bir biçimde dik ve güvenli yürümekten haz duyuyordu. Pastanenin o kadar yakın oluşuna neredeyse üzüldü, çünkü şimdi bilinmeyen bir güçle maceranın gizemli cazibesine doğru çekiliyordu. Ne var ki, buluşma için ayırdığı zaman kısaydı ve içinde hissettiği hoş bir güven âşığının onu beklemekte olduğunu haber veriyordu. Pastaneye girdiğinde bir köşede oturmakta olan genç adamın ayağa fırlayışındaki heyecan Irene'nin hem hoşuna gitti hem de canını sıktı. Yüreğindeki heyecanın karmaşasıyla öyle bir sorular ve sitemler yığınını gürültüyle önüne seriverdi ki, Irene sesini alçaltması için onu uyarmak zorunda kaldı. Evine gitmeyişinin asıl nedenine hiç değinmeden, belirsizlikleriyle genç adamı daha da kışkırtan imalarla oynayıp durdu. Bu kez âşığının istekleri karşısında ulaşılmaz kaldı ve vaatlerde bulunmaktan da kaçındı, çünkü bu gizemli ve ani çekilmesinin onu ne kadar kışkırttığını hissetmişti... Yarım saatlik hararetli bir sohbetten sonra hiçbir sevecenlik göstermeden, hatta vaadinde bile bulunmadan oradan ayrıldığında, sadece genç kızlığından tanıdığı çok tuhaf bir hisle için için tutuşuyordu. Aşağılarda hafif, kıvılcımlanan bir alev parlıyor ve ateşe dönüşüp tüm bedenine yayılmak için rüzgârın esmesini bekliyordu sanki. Sokakta yürürken kendisine yöneltilen her bakışı hızla kaydediyordu. Onca erkeği kendine baktırmanın beklenmedik başarısıyla yüzünün nasıl göründüğünü o kadar merak etti ki, sonunda kırmızı güllerin ve üzerlerinde çiy taneleri pırıldayan menekşelerin arasında kendi güzelliğini görmek için bir çiçekçi dükkânının vitrinindeki aynanın önünde durdu. Işıltılar saçarak kendisine baktı, genç ve tasasızdı, yarı aralık, iştahlı ağzı aynadan hoşnutlukla gülümsüyordu, yola devam ederken de kendisini kanatlanmış gibi hissetti; bedeninin zincirlerinden kurtulmak, dans etmek veya hoplamak ihtiyacı adımlarının her zamanki ritmini değiştirmişti. Michael Kilisesinin önünden geçerken kendisini eve, o dar ve düzenli dünyaya çağıran çan sesinin yükseldiğini duyduğunda hiç hoşuna gitmedi. Genç kızlık günlerinden beri kendisini hiç bu kadar hafif, bütün algılarını bu kadar canlı hissettiği olmamıştı, ne evliliğin ilk günleri ne de âşığının kucaklamaları bedeninde böyle kıvılcımlanmalar yaratmıştı. Şimdi kanında hissettiği bu nadir hafifliği, bu tatlı büyülenmişliği gündelik saatlerin düzenine uyarak harcamak düşüncesine katlanamıyordu. Yoluna yorgun devam etti. Evin önüne geldiğinde bir kez daha tereddütle durdu, yaşadığı anların heyecanını, havadaki harareti göğsünü iyice gererek bir kez daha solumak, maceranın durulmak üzere olan son dalgalarını da yüreğinin ta derinlerinde hissetmek istiyordu.
O sırada birisi omzuna dokundu. Arkasına dönüp baktı. Karşısında ansızın o nefret ettiği suratı görünce ölesiye korkarak, "Siz... siz... ne istiyorsunuz yine?" diye kekeleyerek sordu ve hakkında hayırlı olmayacak bu sözcüklerin ağzından çıktığını fark ettiğinde daha da ürktü. Bir daha karşılaşacak olursa bu kadını tanımamaya, her şeyi inkâr etmeye, şantajcıya karşı koymaya karar vermişti aslında... Fakat bu fırsatı kaçırmıştı artık.
"Yarım saattir burada sizi bekliyorum Bayan Wagner."
İsmini duyduğunda Irene irkildi. Bu kadın adım da, evini de biliyordu. Artık bütün kozlarını kaybetmişti, kurtuluş umudu kalmamıştı. Özenle ölçüp biçip hazırladığı sözcükler dilinin ucundaydı, fakat uyuşmuş gibiydi, ses çıkartacak gücü yoktu.
"Yarım saattir burada sizi bekliyorum Bayan Wagner," diye tehdit edercesine tekrarladı kadın.
"Ne istiyorsunuz... siz benden ne istiyorsunuz?"
"Bunu siz de biliyorsunuz Bayan Wagner," –adını duymak Irene'yi irkiltti yine-, "niçin geldiğimi gayet iyi biliyorsunuz."
"Onu bir daha görmedim... beni rahat bırakın... onu bir daha asla görmeyeceğim... asla..."
Kadın Irene heyecandan konuşamaz hale gelene kadar rahatını bozmadan bekledi. Sonra kendisinden aşağı konumdaki birini azarlar gibi sertçe konuştu:
"Yalan söylemeyin! Pastaneye kadar peşinizden geldim." Irene'nin gerilediğini görünce de alayla devam etti: "Nasılsa işsizim. Çalıştığım yerden kapı dışarı edildim, yeterince iş yokmuş, zor zamanlardaymışız, öyle söylediler. Eh, ben de bundan faydalanıp biraz gezintiye çıkıyorum işte... aynı kibar hanımlar gibi."
Bunları Irene'nin yüreğine saplanan soğuk bir hainlikle söyledi. Bu bayağılıktaki çıplak hoyratlık karşısında kendini savunmasız hisseden Irene, kadının yine sesini yükseltebileceğini veya kocasının gelebileceğini, her şeyini kaybedebileceğini aklından geçirerek korkuya kapıldı. Hemen manşonuna uzanıp gümüş para çantasını aldı, eline gelen bütün paraları alelacele çıkardı ve ganimetinden emin, elini çoktan uzatmış küstahça bekleyen kadının avucuna bıraktı.
Fakat bu arsız el, geçen seferki gibi paraları hisseder hissetmez verilenle yetinerek kapanmadı, havada bir pençe gibi gergin sallanmaya devam etti. Ağzını alayla büzen kadın, "Gümüş çantayı da verin ki paraları kaybetmeyeyim!" deyip hafiften kıkırdayarak güldü. Irene onun gözlerinin içine baktı, ama sadece bir an için. Bu küstah, adice alaycılık katlanılır gibi değildi. Tiksintinin yakıcı bir sancı gibi tüm bedenine yayıldığını hissetti. Bir an önce gitmek, bu surattan kurtulmak istiyordu. Başını çevirip değerli çantasını hızla kadına uzattı, sonra dehşet içinde koşarak merdivenlerden çıktı.
Kocası daha dönmemiş olduğu için kendini divanın üstüne atabildi. Bir çekiç darbesi yemiş gibi kıpırtısız, öylece yattı, yalnızca şiddetle titreyen parmaklarının hareketiyle kolu boydan boya sarsılıyordu. Ancak dışarıda kocasının sesini duyduğunda büyük bir çabayla toparlandı, otomatik hareketlerle, ruhu boşalmış bir halde sürüklenerek öbür odaya gitti.
Artık dehşet evinin içine çöreklenmişti ve odalarını terk etmeye niyeti yoktu. Irene, o korkunç karşılaşmanın görüntülerini dalga dalga belleğinde yükselten pek çok boş zamanı boyunca durumunun umutsuzluğunu açıkça gördü. Bunu nasıl yaptığını aklı almasa da, kadın ismini ve adresini öğrenmişti ve daha ilk girişimlerinde bu kadar başarılı olduktan sonra sahip olduğu bilgilerden sürekli bir şantaj için yararlanacağına kuşku yoktu. Uzun yıllar boyunca hayatına bir kâbus gibi çökecekti, en delice çabayı gösterse bile bu kadını silkeleyip atması olanaksızdı; çünkü varlıklı bir kadın olmasına ve kocasının zenginliğine rağmen, ondan bir kerede tümüyle kurtulmasını sağlayacak kadar büyük miktarda parayı kocasının haberi olmadan bulması mümkün değildi. Ayrıca kocasının rastlantıyla anlattığı olaylardan ve girdiği davalardan bildiği kadarıyla, böyle aşağılık ve dolandırıcı tiplerle yapılan anlaşmaların da, sözleşmelerin de hiçbir değeri yoktu. Bu belayı daha bir veya iki ay uzak tutabileceğini hesapladı, sonra aile mutluluğunun çökmesi kaçınılmazdı, bu çöküşte şantajcıyı da kendisiyle birlikte sürükleyeceğini bilmek de içini rahatlatmaya yetmiyordu. Muhtemelen daha önce de hüküm giymiş bu sefil insanın altı ay içeride yatması, kendi uğrayacağı kayıpla kıyaslanamazdı ve Irene şimdi dehşetle fark ediyordu ki, kendisi için mümkün olan tek yaşam biçimini yitirmek üzereydi. Onuru zedelenmiş, lekelenmiş olarak yeni bir hayata başlamak, o zamana kadar her şeyi hazır bulmuş, kaderini hiçbir biçimde kendisi belirlememiş biri olan Irene'ye imkânsız görünüyordu, hem sonra çocukları, kocası, ancak şimdi kaybetmek üzereyken değerini anladığı onca şey, bu dünyaya aitti, bütün bunların nasıl da varlığının kopmaz birer parçası olduklarını şimdi hissediyordu. Eskiden elinin tersiyle ittiği pek çok şey şimdi gözüne müthiş gerekli görünüyordu ve sokaklarda fırsat kollayan tanımadığı bir serserinin, sıcak yuvasını bir sözüyle yıkabilecek güce sahip olması Irene'ye bazen hayal ürünü ve gerçekdışıymış gibi geliyor, kavramakta zorlanıyordu.
Şimdi dehşet verici bir kesinlikle felaketin kaçınılmaz, kurtuluşun olanaksız olduğunu hissediyordu. Fakat... fakat... ne olacaktı? Sabahtan akşama kadar bu soruyla uğraştı. Günün birinde kocasına bir mektup gelecekti, sonra karanlık bakışlarla içeriye girip kolunu kavradığını, sorguya çektiğini görür gibi oldu. Peki sonra... sonra ne olacaktı? Kocası ne yapacaktı? Hayal gücü bu noktada karmaşık ve insafsız bir korkunun karanlığında eriyip gidiyordu. Gerisini düşünemiyordu, bütün tahminleri dipsiz bir karanlıkta dağılıveriyordu. Fakat bütün bu bunaltıcı düşünceler içinde fark ettiği tek bir şey oldu; aslında kocasını ne kadar az tanıdığının, kararlarını önceden kestirmekte ne kadar zorlandığının dehşetle ayrımına vardı. Onunla ailesinin ön ayak olmasıyla, ama karşı çıkmadan ve sonraki yıllarda da hayal kırıklığına dönüşmeyen belli bir sempati duyarak evlenmişti. Sekiz yıldır onun yanında rahat, huzurlu ve mutlu bir hayat sürüyordu, ondan çocukları olmuştu, bir yuva kurmuşlar ve bedensel yakınlık içinde sayısız saatler geçirmişlerdi, fakat şimdi belli bir durumda nasıl davranacağım tahmin etmeye çalıştığında onun kendisi için ne kadar yabancı ve bilinmez kaldığını anlıyordu. Şimdi telaşla geriye bakarak son yıllarını didik didik gözden geçirdiğinde, onun gerçek yapısını daha önce asla araştırmamış olduğunu ve katı mı davranır, yoksa bağışlayıcı mıdır, sert midir, sevecen midir, hiç bilmediğini keşfediyordu. İlk kez duyduğu bu varoluş korkusuyla ortaya çıkan fazlasıyla gecikmiş bir suçluluk duygusu içinde, kocasının sadece toplumsal varlığını yüzeysel biçimde tanıdığını kendine itiraf etmek zorunda kaldı. Böyle trajik bir anda vereceği kararı belirleyecek olan iç dünyasını hiç bilmiyordu. İster istemez küçük jestleri ve imaları araştırmaya, benzer durumlarda ne tür yorumlar yapmış olduğunu hatırlamaya çalıştı ve utanç dolu bir şaşkınlıkla fark etti ki, kocası kişisel görüşlerini ona hiçbir zaman aktarmamış, ama öte yandan kendisi de bir sorununu ona içtenlikle açmamıştı. Ancak şimdi kocasının hayatını tek tek tüm yönleriyle yorumlamaya girişmekteydi. Duyduğu korku Irene'yi, onun yüreğinin gizli odalarına bir giriş bulabilmek için en küçük anıyı bile yoklamaya zorluyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro