Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Aile Olmak İçin Kan Bağına İhtiyacımız Olmadığını, Sarıldığımız Da Anladım

"Clint'in durumu iyiye gitmiyor, ne yapmamız gerek." Daisy, içeride Katie ve Clint'in olduğu hasta odasının kapısında durmuş, bunu Sam'e anlatıyordu. Steve'in ve Bucky'nin nerede olduğunu bilmiyorlardı. 

Sam, kızın dediklerini düşünürken elini çenesine koymuştu, hiç olmadığı kadar derin ve karmaşık düşünmeye çalışıyordu ama bulunduğu ortam buna izin vermiyordu. Arkalarından geçen onda doktorun konuşması, Sam'in düşünmesini bölüyordu. Daisy, ne diyeceğini bilmiyordu. Natasha'nın, Bucky'nin durumu onun da moralini bozmuştu. 

Ayakta düşünen Sam, oturmanın iyi bir karar olacağı sonucuna vararak kendine en yakın sandalyeye oturdu. Daisy ise onun karşısına geçip eğildi ve aynı hizaya geldiler. İkisi de hala düşünüyordu. Tam o sırada Sam'in aklına kesinlikle sorması gereken bir soru takıldı, "Scott nerede?"

Bu soru, Daisy'nin de merak ettiği bir soru oldu aniden. İkisi de etrafına bakıp karınca adamı aramaya başladı. Gördüler ki, koridorun ilerisinde yere eğilmiş duvar dibine bakıyordu. Sam ve Daisy, en başta adamın ne yaptığını anlayamasa da, Sam, onunla yakın arkadaş olduğu için ne yaptığını anlaması uzun sürmedi. "Karıncalar ile konuşuyor sanırım."

Daisy, adamın Ant-Man olduğunu bir kez daha hatırladı fakat onun için şöyle bir sorun vardı ki, 'hastanede neden karıncalar ile konuşmaya çalışsın ki?' 

O sırada, Clint ise yatağında yatmıştı. Natasha bir süreliğine dışarıya çıkmıştı. O sırada ise Kate ve Clint karşılıklı bakışıyorlardı. Yataktaki adam görmese bile kızın gözlerine bakıyordu, çünkü kız onun gözlerine bakmak istiyordu. Artık tamamen beyazlaşmış olan, neredeyse görünmeyen göz bebeklerine bakmak istiyordu esmer kız. 

Yataktaki adam öksürdü, kolunu ağzına koyarak siper etti öksürüğünü. Kız ise adamın halini gördükçe üzüldü, Clint'i yaşlıyken tanımıştı ama gençken nasıl olduğunu tahmin edebiliyordu. Hep istemişti, Clint'i gençlik zamanlarında da görebilmek. Onunla daha yaşlanmamış, saçları beyazlamamış iken tanışabilmeyi.

Fakat olmayacaktı. Clint'i tanıyalı üç yıl civarı olmuştu. O süre içerisinde adama oldukça fazla bağlanmıştı. Onun hakkında bir çok şey öğrenmişti, onun gibi olmak istemişti. Her ne kadar olmak istediği şey yatakta, hasta elbisesi ile yatıp geberiyormuş gibi öksüren kör bir ihtiyar olmasa bile, yetenekli, atik ve çevik bir okçu olmanın hayalini kurmuştu.

Clint'in eğitimi sayesinde hayaline bir kaç adım yaklamıştı. Yaşlı okçu, onu bir çok kişinin eğitebileceğinden çok daha iyi eğitmişti. Aralarındaki ilişki, klasik kahraman ve onun yancısı ilişkilerinden daha fazlaydı. 

Aralarında, hiç kimsenin anlayamayacağı özel bir bağ vardı. Bu, onları vazgeçilmez bir ikili yapıyordu. Şimdi ise o ikiliden birinin gitmesi söz konusuydu ve Kate bunu istemiyordu. 

"Sana bir şey olmayacak değil mi?" Kız, içindeki kötü olasılığın beslediği umutsuzluğu belli ederek sormuştu bunu. Clint, kıza doğru kafasını sabit tutmaya devam etti, göz bebekleri titriyordu adamın. Işık vurduğu zaman kaybolan göz bebekleri yerinde durmuyordu.

"Buna söz veremem."

Bunu duyan kızın içinden bir kaç parça koptu, ayağa kalktı, "Neden? Sana bir şey mi oluyor?" Clint, Kate'i üzmek istemiyordu ama bir yandan da her şeye iyimser yaklaşamıyordu, bazı şeyleri kabul etmesi gerekliydi. Mesela oradan sağ çıkmasının imkansıza yakın olduğu ve her geçen zamanda ölüme daha da yaklaşması.

Kate, camdan dışarıya baktı, kara bulutlar gök yüzünü sarmıştı. Yağmur yağacak gibi görünüyordu. Clint, camdan bakmasa bile, aniden, "Yağmur yağacak," demişti. Katie, arkasına, ona baktı. "Sanırım Matt gibi olmanın yararları bu, meteoroloji uzmanı olmak." Bunu diyerek espri yapıp kendini mutlu etmeyi denedi ama tek elde ettiği şey acı dolu bir gülümsemeydi, onu bile tam olarak yapamamıştı. 

Tekrar cama çevirdi kafasını, insanların kara bulutları görünce nasıl kaçacak yer aradığını gördü. Yağmur yağacağı kesin gibi duruyordu, hatta her an gök gürleyebilirdi.

"En azından Amnesia hastası değilim." 

Katie, bunu söyleyen Clint'in, ne demek istediğini anlamadı, "Ne demek istedin?" Clint, tavana çevirdi boş gözlerini. Kör olsa bile sanki görüyormuş kafasını çevirmekten vazgeçememişti, "Bilmem, Amnezya olmak kötü bir şey olsa gerek. Her şeyi unutmak, sevdiğini, mutlu olduğunu, kokladığını."

Kate, boynunu büküp yere baktı, "Evet, öyle," tekrar cama çevirdi bakışlarını, gözleri izleyecek ilginç bir şey arıyordu, fakat yağmur korkusu sarmış insanlardan başka izleyecek hiç bir şey yoktu. 

Camdan dışarıya bakan kız, Bucky'i görmeyi bekledi, kısa süre geçmiş olsa da, adamı özlemişti. Hiç kimsede görmediği bir şey vardı, onda. Katie'nin ilgisini çeken bir şey. Bucky, kesinlikle Clint değildi. Clint, sımsıcak bir güneşin yedin gün yirmi dört saat cehennem sıcağına maruz bıraktığı, güzel, tropik bir ada ise, Bucky bambaşkaydı.

Bucky ise güneş yüzü görse bile tamamen buz kesmiş, şiddetli rüzgarların asla kesilmediği, kimsenin olmadığı, ıssız, soğuk bir dağ gibiydi.

Gözleri hala Bucky'i arıyordu ama bulamıyordu. Clint ise kızın zihnini okumuş bir şekilde, "Bucky'i mi bekliyorsun? Bence onu bekleme, bu saatten sonra gelmez." Gök gürledi, Katie gürlemenin sesinden korktu, ürperdi. Barton ise onun ürperdiğini anlayarak gülümsedi, ama bir şey demedi. Sadece gülümsemek ile yetindi.

İnsanın ödünü kopartan bir gök gürlemesinden sonra, sanki yukarıdan kovayla döküyorlarmış gibi bir yağmur başladı. Kimsenin altında kalmak istemeyeceği bir yağmurdu bu. Katie, Clint'e bakarak yağmurun sesini dinlemeye başladı. Onu izlerken anladı ki, 

Clint'de yağmurun sesini dinliyordu.

Kız tam konuşacak iken Clint işaret parmağını dudağının ortasına yerleştirdi. Kate'de onun isteğini yerine getirip sustu ve odaya bir sessizlik çöktü. Tek gelen ses, dışarıdaki yağmurdu. Yaklaşık beş, on saniye yağmurun sesini dinleyen Clint, konuşmaya başladı.

"Ne güzel yağıyor yağmur. Seninle yağmurda çalıştığımız zamanları hatırlıyor musun?" 

Anıları canlanan kızın, yıkılmış ve kırılmış yüzüne ufak bir mutluluk ışığı gelmiş gibi oldu. Gülümsedi, "Evet, unutur muyum Clint?"

"Hadi!"Bana bağırıyordun. Gözlerimden yaşlar akıyordu, ağlayarak, "Hayır! Bunu yapamam!" dedim. Bir binanın çatısında idik, yağmur çok şiddetli yağıyordu. Yağmur damlalarından önünü göremiyordum. Okçulukta yeni olduğum için elinde tuttuğum yay sürekli titriyordu

"Bunu yapamam Clint."

"Yapacaksın!"

Tekrar bağırmıştın, bana her bağırdığın zaman daha çok stres oluyordum. Sen ise kafanda bir kahve kupası ile karşımda dimdik duruyordun, hareket etmeden. Amacım senin kafandaki kupayı vurmaktı, yağmurun altında iken. 

Fakat okçuluğa başlayalı bir ay olmuştu ve bunu yapabilecek kadar yetenekli değildim. Sen ise benim okçu olmak için doğduğumu söyleyip yapmam için zorlamıştın.

Seni yaralamaktan korkuyordum. Korkum bana engel olup elimdeki yayı sabit tutmamı engelliyordu. Ağlıyordum, sana zarar verebilecek olmamdan. Sırf olasılığı bile beni ağlatmıştı. Sen ise bile bile bana bağırıyordun. "Yap şunu!"

Bende daha fazla dayanamadım ve iki parmağım ile tuttuğum yay ipini serbest bıraktım. Ok, yaydan fırladı ve senin kafana doğru uçtu. Sana bir şey olmasından korkan ben, senin yaptığını görünce şok olmuştum. 

Tam yüzünün ortasına gelen oku, tek elinle yakalamıştın ve okla kafandaki kahve kupasına dokunup, onu düşürmüştün. Ardından da oku yere atıp, "Tam isabet," diyerek yanıma gelip bana sarılmıştın. 

Ben ise, kendimi bırakıp ağlamaya başlamıştım, "Sana demiştim! Ya tutamasaydın. O zaman seni kaybedecektim." Sen ise bana sımsıkı sarılmıştın, bırakmamıyordun. Soğuk havanın ortasında bile senin sarılmanın verdiği sıcaklık ile ısınmıştım. Bu beni biraz rahatlatmıştı fakat az önce az kalsa seni kafandan vuracak olmuş olmamın olasığılını düşünmemi engellemiyordu.

İki kolunla sarmıştın beni, "Olsun, bu da bir başlangıç. Harika bir okçu olacaksın Kate Bishop, bunu biliyorum. Belki bir gün benim yerime geçersin."

Ben ise belki de sana bir daha asla demediğim bir lafı orada söylemiştim. 

"Eğer Hawkeye olacak olmam, senin yerine geçecek olmam. Senin gitmen olacak ise, asla Hawkeye olmak istemiyorum." Sen o lafımı bile espri ile örtmüştün. "Sen olmazsan başka olacak insanlar var, Hawkeye adı asla eskimeyecek olan bir miras."

Elini ıslak saçıma koymuştun, önüme düşen saçı kaldırarak sana bakmamı sağlamıştın, sen bana bakamıyor olsan bile ben sana bakıyordum. O an anlamıştım belki de en iyi akıl hocasına sahip olduğumu. 

Bütün hikayeyi dinleyen Clint, görüntü olarak bir şey hatırlayamadı, kör olduğu zamanlardı. Fakat sesleri, kokuları, hisleri hatırladı. Katie'e sarıldığı zaman vücudunu saran sıcaklığı, elini, kızın ıslak saçlarına daldırdığı zaman burnuna gelen koku. Hepsini hala dünmüş gibi hatırlıyordu.

Havanın kararması ile odanın içindeki ışık da azalmıştı. Katie'de yavaş yavaş kendini karanlığa bırakıyordu. Koltuğa oturdu. Elini yanağına koydu, konuşması gereken bir konu vardı.

"Clint... Şey, evimize geldiğimde sana olan tavrım için özür dilerim. Haklıydın, o takımdaki hiç kimsenin annesi babası, bir yakını yok. Ama benim yakınım sen varsın. Bir bir aileyiz, seni dinlemem gerekiyordu. Özür dilerim."

Kızın özrü, adamı mutlu etmişti. Tıpkı bir aile gibi davranıyorlardı ve bu Clint'i gerçekten çok mutlu ediyordu, yıllar önce bir tanıdığının başaramadığını yapmıştı. Sokaktaki çaresiz, masum bir kızı alıp onu kızı gibi yetiştirmişti. Bunu başkası da yapmıştı ama sonuç olarak kızı elinden kaçırmıştı, ama Clint onun aksine, bunu başarmıştı.

"Bende özür dilerim Katie, sana biraz fazla sert davrandım. Sadece, senin başına bir şey gelsin istemiyorum. Hayatımdaki en değerli olan insanlardan birisin."

Katie, daha fazla dayanamadı ve adamın yatağının dibine kadar gelip ona sarıldı. Clint ise güçsüzleşmiş ve zayıf bedeni ile kollarını kaldırmaya çalıştı, zor da olsa kıza sarıldı.

Tam o sırada kapı açıldı ve Sam kafasını uzattı, onları görünce hiç bir şey demeden hızla geri kapattı. İkisinin umurunda bile olmamıştı kapının açılması, fark etmemişlerdi bile. İşte o sarılma, ikisinin aklında başka bir anıyı uyandırmıştı.

"Çörek aldım!" Katie bunu diyerek eve girmişti. Girdiği kapıyı kapatırken, içeriden bir takım sesler duydu. Sessizce, elindeki kutuyla içeriye yürüdü. Salona geldiğinde gördü ki, Clint elinde patlamış mısırla film izliyordu. 

Katie, bu durumu garipsemişti çünkü adam kördü. "Hadi radyo dinlemeni anlarım, film izlemek ne? Murdock bile film izleyemiyor. Sen nasıl?" Önüne geçtiği zaman gördü ki, adamın önünde, televizyonda oynayan filmin kitabı vardı ve parmayağıyla kitabı takip ederek, mekan ve zaman hakkında bir şeyler öğreniyordu, diyalogları ise dinliyordu. 

Bir eli kitapta iken diğer eli patlamış mısır kovasındaydı. Kate, televizyonun başında dikilmiş dursa da, Clint onu umursamıyordu çünkü televizyonu izlemiyordu. Elindeki pembe kutuyu salladı Kate, sallanan Donut'ların sesini duyan Clint, "Yoksa?" Kate, hiç bir şey demedi. 

Sessizlikten cevabını alan adam aniden ayağa kalkmak istedi ama Clint yere kapaklandı, düzgün bir kalkış yapamadığı için. Yüzünü yere vuran Clint'in yanında gülmeye başladı Katie, "Donutları çok istiyorsan gelip almalısın"

Bunun arkasından kahkaha atan kız, koltuğun arkasına geçti ve kutuyu tekrar salladı, "Bakalım alabilir misin? Belki içindeki Donut değil bol turşulu hamburgerdir, bilemezsin." Clint, "Sen istedin," diyerek mırıldanarak ayağa kalktı. 

Koltuğun üstünde duran, Nutella sürmek için kullandığı bıçağı aldı ve fırlattı. Fırlayan bıçak kızın elindeki Donut kutusunu duvara sapladı. Sadece üst kapağı saplanan kutunun ağzı açıldı ve içindeki Donut'lar, Clint'in ölü köpeğinin mama kasesine teker teker düştü. 

Katie, bir kaseye, bir Clint'e baktı. Bu kadar nokta isabet bir atış beklemiyordu ondan, "Sen... Bunu.. Nasıl?" Clint ise yıllardır söylemekten bıkmadığı sözünü söyledi, "Çünkü ben Hawkeye'ım"

Yerdeki yeşil köpek kasesini alan Katie, Clint'e uzattı, "Umarım onu yıkayıpta oraya koymuşsun." Kabı onun elinden çekip alan ve aldığı an Donut'ları gömmeye başlayan Clint, ağzı çikolata olmuş halde baktı kıza, "Sen yıkamadın mı?"

Başını salladı, "O kasenin orada olduğunu yeni fark etti." Clint ise omuz silkmek ile yetindi, "Zaten bir ayağım çukurda, yıkanmamış olsa ne olacak." Onun Donut'ı yemeye devam ettiğine şahit oldu kız, "İğrençsin."

İkinci Donut'a geçen Clint, "Teşekkür ederim." Kız, ne kadar iğrenç bir şey yaptığını düşünmek istemediği için mutfağa geçti. Mutfağın içerisini gördüğü anda, olduğu yerde dona kaldı. "Clint!" diyerek, babası gibi gördüğü adama seslendi, ses gelmeyince tekrar adını yüksek sesle söyledi, "Clint! Bu mutfağın ortasındaki kırılmış turşu kavanozu da ne?" 

Salondan ses yükseldi, "Açmak isterken elimden kaydı." Kate, içinden küfür etti ve kırıkların yanına geldi, toplamak için eğildi. Onun arkasını temizlemeyi pek de sevmiyordu ama bunu yapmak zorundaydı. Clint bunu yapabilecek yaşını çoktan geçmişti.

Yerdeki kırıkları almak için, parçalara elini uzatsa da, en büyük parçayı alacak iken diğer parçalardan biri kızın elini kesti. Yüksek sesle küfür etti. Clint onun küfrünü duyunca hemen mutfağa doğru koştu, kızın elini kestiğini anladı. Hemen yanına gelip eğildi, kızın kanayan elini iki elinin arasına aldı, "Bir şey var mı? Ciddi mi?" Kızın elinde gezdirdi elini, kanı hissettiği yerde durdu. Yaranın nerede olduğunu anlamıştı, "Ben çıkartayım mı parçayı? Parça girdi mi oraya?"

Kate, kanayan yarasına baktı, "Hayır, içine cam parçası kaçmamış, sadece çizmiş." Clint, kan ile kaplanmış avucunda birikmiş kanı hissetti, "Sanırım fazla kanıyor." Katie, yere dökülen damlaları gördü, "Evet, birazcık fazla kanıyor olabilir. Ben sarayım hemen. Ayağa kalktı ve tezgahın üstünde bir bez buldu. Temiz olmasını dua ederken avucunun içine sardı. 

Bez, kanı içine emerek hafif kızarsa da, işe yaradı, kan akmıyordu. Clint, cam parçaların arasına damlamış kanın kokusundan, ortalığın battığını anlamıştı, "Neyse, temizlersin artık burayı?" Sarmış olduğu elini tutan kız, "Ne dedin? Az önce elimi kesen şeyi toplamaya devam etmem gerektiğini mi söylüyorsun."

Salona giden Clint'den yine ses yükseldi, "O zaman başkasını ara da gelip temizlesin orayı." Katie ise ayakları ile dolabın altına itekledi cam parçalarını ardından hiç bir şey yokmuş gibi buz dolabını açtı ve içinden bir adet çikolatalı süt aldı.

Kız ve adam, sımsıkı sarılmışken aynı anı geçmişti akıllarından. Yaşadıkları anın, o hatıra ile alakası yoktu.

Ama onların birbiri ile olan bağın alakası vardı

------------------------------

Bu bölümde burada bitti arkadaşlar, fakat üzülmeyin. Elbet yeni bölüm gelecek. Bu yedinci bölümdü. Geriye kaldı üç bölüm. 

Sizce kurgu ne kadar iyi ilerliyor, yorumlara yazın

Oy atmayı unutmayın.

Kendinize iyi bakın, hoşça kalın

Bunu da buraya koyayım dedim. Çok harika *-*

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro