2-Birinci Patlama
BEŞ YIL ÖNCE
Büyük bir iç sıkıntısıyla başımı cama doğru çevirdim. İçim içime sığmıyorken burada oturup ders dinlemek çok bunaltıcıydı. Son dersti ve başlayalı henüz beş dakika olmuştu ama ben yerimde duramıyordum, aklım ondayken dersler zihnime girmiyordu. Önümde ki sıraya kollarımı koyup başımı yasladım, camdan dışarıyı seyretmeye başladım. Hava çok güzeldi, gökyüzü masmavi ve bulutsuzdu, güneş olabildiğinin en parlak halindeydi. Sabırsızlığıma eşlik eden hava beni dahada heyecanlandırdı. Oturduğum sıradan sarkan ayaklarımı hafif bir ritm içinde sallıyordum, içimdeki mutluluk bedenime de yansımaya başladı, nasıl bir buluşma olacağını hayal etmeye başlarken salakça bir tebessüm yine gelip yüzüme yapıştı. Ne kadar süredir camdan dışarıyı seyrettiğimi ve hayallere daldığımı bilmiyorum ama öğretmenin sinir dolu sesine bakılacak olursa yine abarttığım kesin.
-Karen!
İsmimin sinir yüklü seslenişini duyunca korkuyla irkildim, aniden başımı kaldırıp sınıfa bakınca hayal dünyamdan çıktım, etrafa göz gezdirdikten sonra tüm dikkatlerin bende toplandığını anladım. Öğretmen kızgındı, sınıftan bir uğultu yükseldi bana bakarak gülüyorlardı ama kimin umurunda ki. Sıradan sarkan ayaklarımı sallamaya devam ediyordum, yüzümde ki salak tebessüm silinmişti yerini meraklı bakışlara bıraktı. Dikkatimi öğretmene toplamaya çalıştım.
-Benim dersimde sana cam kenarına oturmayı yasaklamıştım. Neden oturdun oraya?
Tam ağzımı açıp bir şeyler söyleyecekken sınıftan başka birisi lafa atıldı. Oldukça çalışkan ve sinir bozucu bir kız olan Rümeysa'nın yüzünde sinsi bir gülüş vardı, beni ispiyonlama'nın hazzını yaşadığı belliydi.
-Diğer öğretmenlerde yasakladı ama Karen dinlemiyor, yerini dolu görünce tartaklayarak kaldırıyor bizi!
Rümeysa'ya gözlerimi devirip tekrar öğretmene döndüm, tam açıklama yapacakken yine sınıftan başka birisi lafımı kesti. Sınıfın komedyeni olan Arda, kilolu ve uzun birisiydi. Yüzünden sinir okunsada o da Rümeysa gibi haz alıyordu beni ispiklemekten. Dersten önce yaşadığımız kavganın öcünü almaya çalıştığı belliydi.
-Evet öğretmenim! Bu gün ben oraya oturmuştum ama beni zorla kaldırıp kendisi oturmak istedi izin vermeyince de kolumu büktü.
Bunları anlattığı için onu pişman edecektim, Arda'ya gözlerimi kısıp sert bakışlar fırlattım, yerine hemen oturması şimdiden pişman olduğunu gösterir gibiydi. Tekrardan öğretmene döndüm, merakla bana bakmış söyleyeceklerimi bekliyordu.
-Öğretmenim ben başka yere oturunca rahat edemiyorum.
-Rahat edemiyorsun?
-Evet. Ayrıca dersi de dinleyemiyorum, buraya oturunca daha iyi anlayabiliyorum anlattıklarınızı.
-Demek öyle... Tahtaya gelde ne kadar anladığını görelim.
İçimden "yandın kızım sen" diye geçirdim, alt dudağımı ısırırken oturduğum sıradan yavaşça ayağa kalktım, ağır adımlarla tahtaya ilerledim. Tüm sınıfın gözü şu an benim üzerimdeydi, başım eğik bir şekilde tahtanın karşısında durdum. Zaten hiç anlamadığım matematik dersinde birde öğretmenin beni gafil yakalayarak tahtaya kaldırması çok kötü olmuştu.
-Çöz bakalım tahtada ki soruyu.
Ben tahtaya tahtada ki soru bana baktı. Aklımdan şöyle mi olur böyle mi olur diye geçirdim ama nafile ben bu soruyu çözemezdim.
-Çözemem... Çözmekte istemiyorum zaten!
-Çık dışarı!
Sınıftan tekrar bir uğultu yükseldi, tek kişinin bile bu duruma üzüldüğünü sanmıyorum, sanırım herkes içinden "ohh olsun" diyordur. Hışımla sınıfın kapısına yöneldim, kapıyı kapatırken ne çok hızlı ne de çok sert olmak üzere ama sinirimi yansıtacak derce de kapattım. Koşarak merdivenlere gittim, ikişer ikişer indim merdivenleri. Okulun bahçesine ulaştığımda hemen bahçenin arka tarafına geçtim. Arda'nın bisikleti bir ağacın kenarında duruyordu, yanına gidip hemen atladım üstüne, pedallara basarken bu sefer benim yüzümde sinsi bir gülüş vardı.
Hızla okulun bahçesinden dışarı çıktım, dersten atıldığım için üzgün değildim aksine buluşma yerine erken gidip ona sürpriz yapabilirdim. Bisikletle hızla ilerlerken temiz hava ciğerlerime doluyordu, güneş hafif ten yakıcıydı, rüzgar saçlarımı savuşturup tenimi okşarken içimde ki mutlulukla o salak tebessüm yine yüzüme yapıştı. Gidebildiğim kadar hızlı gitmeye çalışıyordum. Rüzgarın, yaptığım hızla beraber tenimi daha sert okşaması, saçlarımın savrulması çok hoştu.
Yollarda hızla ilerlerken gözüme takılan bir şeyle aniden frene bastım, dengini beş on adım geçtiğim için hemen inip bisikleti geri geri sürükledim. Sokak satıcısının yanına gelince durdum, tezgahında sattıklarına göz gezdirirken bana nasıl bir şey aradığımı sordu. Aklım da bir şey yoktu ama küçük bir hediye almak istedim ona, hep yanında taşıyabileceği baktıkça beni hatırlayabileceği bir şey. Yüzükler, kolyeler, tespihler, cüzdanlar, saatler bir sürü hediyelik şey vardı. Tek tek hepsine göz gezdirdim, anlamlı ve yanında taşıyabileceği bir şey ararken gözüme bir kolye ilişti. Kahverengi süet sapı olan ve ucunda onun ruhunu temsil eden harika bir baykuş figürü vardı. Uzanıp elime aldım, daha yakından dikkatlice baktım, gayet güzeldi. Ücretini ödeyip küçük bir kutuya koydurdum ve çantamın gözüne koydum ardından bisiklete atlayıp tekrar yola düştüm.
Buluşma yerimiz olan piknik alanına yaklaşınca yavaşladım, ağaçların arasında bize ait olanın yanına doğru ilerliyordum ki onu ağacımızın altında gördüm. Benden önce gelmişti yine, elinde telefonuyla ağacın altında dikiliyordu. Siyah bir kot pantolonun üzerine beyaz tişört giymiş, saçları rüzgarın esintisiyle savrulup dağılıyordu bir eli telefonunda diğer eliylede savrulup alnına dökülen saçlarını topluyordu sürekli, saçlarına şu an çok sinir olduğu belliydi kesin içinden bana söyleniyor diye düşündüm. Onu böyle biraz uzaktan seyrettim, sonra bisikleti yere bırakırken seslendim.
-Murat!
Aniden kafasını kaldırıp bana baktı, şaşkın şaşkın gülümsedi erken gelmemi beklemiyordu. aramızda yaklaşık on metre vardı, bisikleti bir kenara bıraktıktan sonra yüzümde yine o salak gülümsemeyle Murat'a doğru koşmaya başladım. Yaklaşıp boynuna atladığımda hızımdan dolayı arkasına doğru düştü ben de üzerine. Altımda boğuk boğuk sesler çıkardı.
-Sadece beş gün... Ahhh
Yavaş yavaş üzerinden kalktım, yüzü canının yandığını belli ediyordu, toparlanmasına yardım ettim, serin çimenlerin üzerine otururken kahkaha attım.
-Ne gülüyorsun?
-Bilmiyorum.
-Aptal.
-Az önce canın iyi yanmadı sanırım!.
Küçük bir kahkahada o attı, sırtını ağaca yaslarken beni de kendisine doğru çekti ben de sırtımı onun göğüsüne yasladım. Serin çimenlerin üzerinde, yeşilliğin tam ortasında, masmavi göğün altında sevdiğim adamın kollarının arasındaydım, uyanmak istemeyeceğim harika bir rüyaydı sanki. Bana verdiği huzurla sonsuza dek böyle kalabilirdim onunla. Uzunca bir süre böyle hiç konuşmadan bekledikten sonra sessizliği o bozdu.
-Erken gelmedin mi sen?
-Dersten atıldım?
Kalçamı aşağıya doğru kaydırıp çimenlerin üzerine uzanırken başımı onun bacaklarına koydum, şimdi yüzünü görebiliyordum. Kafasını yüzüme doğru eğip gülümsedi.
-Aptal!
Aklıma onun için aldığım hediye geldi hızla kalkıp çantama uzandım, ön gözün fermuarını açıp kutuyu aldıktan sonra ona uzattım, elimden alırken yüzüne bir tebessüm yayıldı. Kutunun kapağını açıp kolyeyi çıkardı. Dikkatlice yüzüne baktım, nasıl tepki vereceğini merak ediyordum, sabırsızlıkla düşüncelerini söylemesini bekledim.
-Çok anlamlı bir hediye...Teşekkür ederim.
-Bilgeliği temsil ediyor ve sana çok uygun.
-Yalnızca bilgeliği temsil etmez ama.
-Nasıl?
-Uğursuzluğun ve ölümün de temsilcisidir.
Ölüm kelimesini duyunca içimden bir ürperti geçti, elinde ki kolyeye baktım sonra gözlerinin içine, neden bu kadar korktuğuma anlam veremedim, aniden içime bir huzursuzluk çöktü. Tedirginliğimi anlamış olacak ki uzanıp elimi tuttu, ardından kolyeyi boynuna geçirdi.
-Teşekkür ederim.
Ama ben hala huzursuzdum boynunda asılı olan kolyeye takılı kaldı gözüm.
-Ne yapalım bu gün ?
Gözlerimi kolyeden kaldırıp gözlerine çevirdim, aklımı dağıtmaya çalışıyordu sanırım rahatlamam için konuyu değiştirmişti.
-Bisikletle gezebiliriz
-Nereden buldun sen bisikleti?
-Sınıfta birisiyle kavga etmiştim, beni öğretmene ispiyonladı onun bisikleti.
-Delisin sen.
-Akşama kadar gezebiliriz.
-Benim akşama kadar vaktim yok tatlım.
Başımı kaldırıp çimenlere oturdum, omzumu düşürüp suratımı astım, bütün gün beraber oluruz diye düşünmüştüm ama bana vaktinin olmadığını söylüyordu. Canım sıkıldı.
-Neden ama?
-Aslında şey.... Babanla tartıştık senin yanımda olduğunu bilmesin, erken bırakayım seni.
-Siz tartıştınız?.... Hayatta inanmam!
Morali bozuldu, gözlerini kaçırdı, ciddiyeti beni şaşkınlığa uğrattı, kırk yıl düşünsem babamla Murat'ın kavga edeceği aklıma gelmezdi.
-Neden peki?
-Boş ver... Önemsiz bir şey, canımızı sıkmayalım dimi.
Sesinden neşe yükseldi, bozulan moralini toparlamaya çalışıyordu, tekrardan neşelenmeye çalışırken oturduğu yerden kalktı ve elini ban uzattı, tutup bende ayağa kalktım.
-Akşama kadar beraberiz!
-Ama can....
-Ben konuşurum babamla itiraz istemiyorum.
Onaylamaktan başka çaresi kalmayana kadar ısrar ettim en sonunda ikna olunca bisiklete atladık, nereye gideceğimizi bilmiyordum ama güzel hava gecenin karanlığıyla son bulana kadar beraber olacaktık.
--------------------------
Kafamı göğe doru kaldırdım, hem yürüyüp hem üzerimizdeki siyah örtünün üzerinde ki yıldızların parlamasını izlemek zevk vericiydi, önümü göremediğim için adımlarım sağa sola kayıyordu, düz bir şekilde ilerleyemiyordum. Murat yanımda kolunu omzuma atmış gülüyordu
-Düşeceksin Karen!
-Sen tutarsın beni.
Birden durdum, eve gelmemize az kalmıştı bir sokak ötedeydi, bulunduğumuz sokağın sonunda ise Murat'ın evi vardı. Neden durduğumu sorarcasına gözlerime baktı, kollarımı boynuna doladım o da belime sarıldı. Yüzünü izledim, bakışlarını, gülüşünü, dağılmış saçlarını... Aşıktım ona, her gözlerine baktığımda kalbimin ritmi değişiyor, ben doğduğumdan beri hep yanımdaydı, onu sevmediğim bir günü hatırlamıyorum. Daha da yakınlaştım ona, benim gibi kalp atışları hızlandı, yüzümde nefesinin sıcaklığını hissettim, nefesi dahada hızlanırken biraz geri çekildi, yüzüme bakarak gülümsedi.
-Henüz küçüksün.
-Değilim!!
Açtığı mesafeyi kapatarak dudaklarına yapıştım, dudağının nemliliğini hissettim, yaşamadığım bir hazzı yaşamak, onu da heyecanlandırmak, soluğunu kesmek, soluğumun kesilmesi harikaydı. Çok kısa bir süre birleşik kaldı dudaklarımız, daha fazlasını yapmaya deli gibi atan kalbim, soluk soluğa kalan nefesim izin vermedi, dudağımı geri çekerken gözlerine bakamadım, başımı yere eğdim. Belimde olan ellerini yanağıma koydu, başımı kaldırırken yüzünde ki mutluluğu gördüm kızmamış onun da hoşuna gitmişti, heyecanıma aldırmadan, nefesimin kesilmesine aldırmadan tekrar yaklaştı. Tekrardan dudaklarının nemliliğini hissettiğim sırada kulaklarımı sağır edecek bir ses duydum, karanlık birden kızıla boyandı. Korkuyla bir çığlık attığım sırada sesin geldiği yeri görünce dehşete kapıldım. Muratların evi alev alev yanıyordu, ne olduğunu anlayamadığımız sırada yanımızda iki araç durdu, siyah olan jeeplerden inen adamlar birden yanımız da bittiler. Koluma iki kişinin girdiği sırada Murat'da onların koluna yapıştı.
-Kimsiniz!?
-Kızı babasına götüreceğiz!
O sırada başka iki kişide Murat'ın koluna girdi, ne olduğuna anlam veremedim, kulaklarım hala sesin etkisiyle bir çınlama vardı. Murat adamalara karşı koyarken bende direniyordum, ellerinden kurtulmaya çalışırken korkudan deliye dönmüştüm "bırakın beni" diye çığlık çığlığa bağırmaya başladım. Murat ellerinden kurtulup beni tutanlardan birisine saldırdı, adama attığı yumrukla biraz sarsılsa da toparlanıp tekrar koluma girdi ve arabaya sürükledi, arkama dönüp baktığımda Muratı tutan adamların onu yere yatırıp tekmelediklerini gördüm. Ne çığlık çığlığa bağırmamı ne de deli gibi çırpınışlarımı dinlediler zorla arabanın içine tıktılar beni, araba ilerlerken camından gördüğüm anı ölene kadar unutamazdım. Yerde kanlar içinde yatan Murat'ın başında duran adam elindeki silahı onun üzerine tutarak ateşledi. Patlamanın sesinden daha çok korkutan silah sesini duymamın ardından burnumda keskin bir kokuyla kendimden geçtim.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro