Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

7. Bölüm | "Sevgilim"

*Bu bölümde Yağmurun Nefesi kitabımdan karakterler bulunmaktadır.

*İyi okumalar✨

7. Bölüm

"Kuzey gerçekten doydum." Dik dik bakarak elimdeki tabağı komodine bıraktım. Yarım saattir dokuz doğuruyordum, benim de bir sabrım vardı.

"Madem doydun, kalk o zaman hazırlan. Şirkete gideceğim." Boş boş baktı. "Sen gidiyorsan ben niye hazırlanıyorum?" Şirince sırıttım. "Çünkü sayın zeki, sen de benimle geliyorsun. Seni yalnız bırakmak gibi bir hatayı bir kez yaptım zaten. Hadi kaldır koca poponu." Dik dik baktı.

"Benim popom kocaman değil! Aksine, hiç yok!" Sırıtarak "Bakim?" Dediğimde belindeki yastığı çekip kafama fırlattı ama havada tuttum.

"Al bak, beğendin mi?" Diyerek orta parmak kaldırdığında güldüm. "Sorma, bayıldım(!)"

Homurdanarak yataktan kalktığında yüzünü buruşturarak ensesini tutuyordu. Onun yerine kıyafetlerinin olduğu bavulu ben kaldırıp yatağa koydum ve fermuarını açtım. "Biraz şık ve resmi olman lazım. Ona göre kafana göre takıl." Dedim ve göz kırpıp odadan çıktım. Ben zaten hazırdım. Asansör kapıları açıldığında Arnaldo ile karşılaştım. Koyu yeşil gözleri üzerimde gezindi. "Şirkete mi?"

"Evet. Bade de benimle geliyor." Sıkıntılı bir nefes verdi. "Tedirgin olmanı anlıyorum, Kuzey. Ama burada son derece güvende olduğunu sen de biliyorsun. Kendi mekânına da mı güvenmiyorsun?"

"Kendi evime güvendiğimde ne olduğunu gördüğümüzü düşünüyorum, Kartal." Dedim otoriter bakışlarımı üzerine dikerek. Teslim olur gibi ellerini kaldırdı. "Tamam, demedim bir şey. Fazla şıksın."

Yaklaşıp narkotik köpeği gibi beni koklamaya başladığında ona tip tip baktım. "En güzel ve pahalı parfümler de sürülmüş. Önemli bir toplantı mı var?" Göz devirdim. "Evet. Bir parfüm kokusundan bunu anladığına göre polislerin işi zor, ha?"

"Anlamadım." Dedi mal mal suratıma bakarak. Sırıttım. "Senin kokusunu almadığın uyuşturucuyu, en alâ narkotik köpekleri bile bulamaz, diyorum." Dedim açıklama yaparak. Ciddileşti ve yumruğunu kaldırdı. Gülerek geri kaçtığımda arkadaki kapı açılmıştı.

Çok çabuk hazırlanmıştı, işte buna alışkın değildim.

Kırmızı mini etek, dantel işlemeli bordoya yakın tonda bir crop ve deri ceket giymişti. Abartısız bir makyaj yapmıştı. Topuklu ayakkabı giymişti fakat saçlarına hiç dokunmamıştı.

Öküzün trene baktığı gibi baktığımdan olsa gerek, çekinerek bana doğru yaklaştı. Deri ceketinin bileklerini ellerine kadar çekmeye çalışması, gerginliğini ve çekingenliğini daha da ortaya seriyordu.

Arnaldo, "Maşallah bir alyans eksik." Dediğinde dönüp ona dik dik baktım. Bade ise anlamamış gibi suratına bakıyordu.

"Şey..." Dedi yine çekinerek. "Saçlarım uzun zamandır kötü hâlde, kendim toparlayamazdım. Kuaföre uğrayabilir miyiz? Söz veriyorum uzun sürmez." Böyle normal bir istek için çekinmesi anlamsızdı. Bu sefer ciddi ciddi uzaktan nasıl göründüğümle ilgili şüphelenmeye başladım.

Etçil bir canavar gibi mi duruyordum?

"Gidelim." Dedim ve Arnaldo'yu direkt yok sayarak asansöre bindim. Bu sabah beni bol bol sinir etmişti yine. Formundaydı anlaşılan.

Giriş kata indiğimizde ben elimdeki telefondan gelmiş önemli mailleri kontrol ederken Bade de şaşkın şaşkın boş gece kulübünü inceliyordu. Bulunduğumuz yerin bir gece kulübü olduğunu düşünmemişti sanırım.

Kulüpten çıktığımızda arabama doğru ilerledik. Dünden kalma kan lekeleri yoktu, temizlemeye götürmüş olmalılardı. Ben söylemeden yapmaları yine iyiye işaretti.

Şoför koltuğuna otururken Bade de yanıma oturdu. Şimdi de tırnak etleriyle oynamaya başlamıştı. Onun için güzellikten daha önemli şeyler olduğu açıktı, çünkü kendisine hiç acımıyordu.

İyi bir yer olduğu belli olan bir kuaförün önünde durdum. Kredi kartımı çıkarıp Bade'ye uzattığımda öylece bir karta, bir bana baktı. "Şifresi 9838. İstediğini yapabilirsin. Acele et hadi." Gururlu bir kızdı, bu yüzden kartı çok zor almıştı. Kuaföre girdiğinde gözden kaybolmuştu.

Ben de onu beklerken bulunduğum yerden bir kaç işimi hâlletmeye başlamıştım.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Bade arabaya bindiğinde ona baktım. Yıpranmış saçları bakımlı ve hacimli görünüyordu. Adeta parlıyordu ve maşayla şekil verilmişti. Bana baktı. "Nasıl?"

"Güzel olmuş. İlk defa kuaföre girdiği hâliyle çıktığı hâli farklı olan bir kadın görüyorum." Gülerek göz devirdi ve önüne döndü.

Arabayı çalıştırdım ve şirkete sürdüm.

Alacalı Group yazan plazanın otoparkına girdiğimizde arabayı park ettim. Araçtan indiğimizde asansöre ilerlemeye başladık. "Seni merak edecekler, soru da sorabilirler. Yakın arkadaşım olduğunu söyle. Omuzların dik yürü, böylece sana tepeden bakamazlar ve canını sıkamazlar." Bunu zaten kendisinin de düşüneceğini biliyordum. Amacım onu aptal yerine koymak falan değildi. Sadece onu bazı şeylerden sakınmak istiyordum. Ne de olsa akıl hastanesinden kaçırmıştım. Durumu her ne kadar şu an iyi olsa da her an kriz geçirebilirdi ve ben bunun tetiklenmesini elimden geldiğince engellemeye çalışıyordum.

***

Dizilerdekini andıran bu devasa holdinge adımımı attığım ilk an buraya ait olmadığımı hissetmiştim. Plazalar, holdingler bana göre değildi. Eğer çalışacak olursam zaten dört duvar arasında da çalışmak istemezdim. Çünkü bu tarz plazaları altın kafese benzetiyordum. Her üst kademe, bir altındakini yutuyordu çünkü. Kapitalizm buydu, bundan ibaretti.

"Hoş geldiniz, Kuzey Bey. Hastaneye kaldırıldığınızı duyduk, çok geçmiş olsun. İyi misiniz?" Sanırım bahsedilen hastanenin Bakırköy sarı bina olabileceği akıllarına gelmemişti bile.

Ne düşünseler haklılardı, bazen ben de Kuzey'in aklına hayran kalabiliyordum. O her şey olurdu ama bir kaçık asla olamazdı.

Ben neler diyordum? Onun hakkında ne biliyordum ki? Üç günlük bir arkadaşlıktı bizimkisi. Belki de o beni, benim onu gördüğüm gibi görmüyordu. Yabancı görüyordu, ya da bir deli. Ama kesinlikle bir arkadaş değil. Belki de beni kırmamak için iyi davranıyordu. Belki de korkuyordu. Kim hastaneye kaldırılmış bir deliden korkmazdı ki?

Sen apaçık bir geri zekâlısın. Bu kadar aptal olmayı nasıl başarıyorsun? Özensen bu kadar yapamazdın. O Kuzey Berat! Kuzey! Berat! Heceleyeyim mi? Senin gibi bir kezbandan mı korkacak?

Hiçbir şey diyemedim.

Kuzey ile yan yana ilerlediğimiz her koridorda herkesin meraklı bakışları benim üstümdeydi. İlk defa görüyorlardı ve kim olduğumu merak ediyorlardı.

Her kapı kilitliydi ve sadece kartla açılıyordu. Kuzey benim için her turnikeye ve kapıya iki kez kart basıyordu.

Daha sakin ama daha ciddi bir kata girdiğimizde daha da gerilmiştim. Herkes arı gibi çalışıyordu ve çoğunun elinde rulo yapılmış koca koca kağıtlar vardı. Çoğu da bir iş arkadaşının masasına o ruloyu açmış, iş üzerinde konuşuyorlardı.

"Kuzey Bey!? Hoş geldiniz, efendim!" Boya olduğu bariz belli olan sarışın bir kadın gözleri parlayarak Kuzey'in önünü kesmişti. Ne anlamda bir sevgiydi bilemem ama Kuzey'i sevdiği belliydi. Değer verdiği birini uzun zaman sonra ilk defa görmüş gibi coşku doluydu. Açık kahverengi ya da ela, göz rengini tam anlayamamıştım çünkü gözbebekleri de kocaman olmuştu.

Ah... İşte bu beni biraz rahatsız etti.

Neden? Sen kimsin? Sadece katlanmak zorunda kaldığı bir deli.

Tatlım... O Kuzey Berat! Kuzey! Berat! Hecelememi de ister misin? O zorunda kalmaz.

Ne oldu? Acısını mı hissettin? Sustun?

Yine iç sesimle atışmaya daldığımı fark ettiğimde silkelenip kendime geldim.

Kuzey, "Bana, Kemalinin mapushaneden çıkmasını kırk yıl beklemiş Mesude gibi bakmazsan sevinirim, Başak." Dediğinde elimde olmadan güldüm. Elimle hızla ağzımı kapattım ama dikkat çekmiştim bile.

"Afedersiniz, Kuzey Bey. Özlettiniz kendinizi, kendime hâkim olamadım."

"Ol." Dedi ve siyah filmli camekan bir odaya girdi. Arkasından gidecekken Başak önümü kesti. "Merhaba." Ona sorgulayarak bakıp "Merhaba?" Dedim. Bir anda önümü kesmesinin bir sebebi olmalıydı.

"Sizi daha önce hiç görmedim. Kuzey Bey'in arkadaşı mısınız? Yanlış anlamayın, ben Kuzey Bey'in kişisel asistanıyım ve eğer arkadaşıysanız bunu başından bilmem daha doğru olur." Kıza şöyle bir baktım. Art niyetli gibi durmuyordu ama sonrasında ne olacağını bilemezdik.

"Evet yakın bir arkadaşıyım. Kuzey'in etrafındaki dişi-erkek herkesin ismini not aldığın bir Dead Note'un varsa ismimi de söyleyeyim istersen?" Duraksadı ve geri adımladı. "Anladım, iyi günler." Dedi ve Kuzey'in odasına girip kapıyı kapattı.

Kapıyı kapattı!

Şimdi birileri boku yedi sanırım?

Sen sus.

Şimdi önümde bir çatal vardı. İkiye ayrılan bir çatal. İki seçenek. Ya 'FBI open the door' der gibi içeriye dalacaktım, ya da insan gibi kapıyı çalıp girecektim.

Hep çok ve boş konuşuyorsun. Şimdi bir boka yara da tavsiye ver bari.

Bence gururunu da al siktir git.

Pardon? Bana gururumu Başak mı verdi? Onun için mi buradayım? Çok yararlı bir tavsiye oldu gerçekten. Kes sesini senden bir daha tavsiye falan almayacağım.

Kapıyı çalmadım ama FBI gibi de dalmadım. Sakince kapıyı açıp içeri girdim. Kuzey'in ve Başak'ın bakışları bir anlığına bana kaydı ve sonra tekrar işlerine döndüler. Bu saliselik zaman dilimi bile beni rahatsız etmişti. İlgi çekmeyi hiç sevmiyordum.

Bir an nereye oturacağımı bilemedim. Köşedeki geniş kanepeye mi, yoksa Kuzey'in önündeki tekli koltuğa mı?

Sülalem geniş değildi, bu yüzden Kuzey'in önüne oturdum.

Koltuğa yani.

Hepimiz doğru anlamıştık halbuki...

Sana susmanı söylediğimi hatırlıyorum?

Ama ben susacağımı söylediğimi hatırlamıyorum?

İstediği kadar konuşabilirdi. Artık ona cevap vermek istemiyordum.

"...daha sonrasında Pakgör Holding ile ihale ortaklığı hakkında bir toplantınız var, Kuzey Bey."

"Kiminle muhatap olacağım?" Dedi Kuzey çelik gibi soğuk ve sert sesiyle. Çok mesafeliydi ve sert tonu çok sertti. Benimle hiç böyle konuşmamıştı. İlk karşılaştığımız o gün de kaba sabaydı fakat bu kadar da değildi.

"Asaf Bey ile." Neyden ve kimden bahsettikleri hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bu yüzden Kuzey'in kalemliğinden bir kalem alıp onunla oynamaya başladım.

"Bu proje yararlı olacağa benziyor, Başak. Floria Design ile görüştün mü? Geç kalmış projeyi daha fazla uzatmadan artık hayata geçirmemiz gerekiyor."

"Görüştüm, Kuzey Bey. Anlaşmayı sağladık. Bina sizden, iç tasarımı Floria Design'dan, mobilyalar da Pakgör Holding'den. Beyaz eşyalar için de son derece kaliteli ve bilindik bir şirketle yakın zamanda bir görüşme ayarladım. Yarın saat 10'da."

"Güzel. Çıkabilirsin." Başak çıkmadan önce bana bir bakış atıp çıktı. Kuzey'e odaklandım. "Ne projesi bu? Merak ettim." Bir an durdu ve yüzüme baktı. Bakışlarından bir an kuşku geçtiğinden emindim fakat sebebini anlayamadım.

"Bir dernekle ortaklık imzaladık. Hayırsever bağışçıların bağışlarıyla yetiştirme yurdundan on sekiz yaşını doldurduğu için çıkıp sokakta kalan kimsesiz gençler için bir site yapacağız. İnşaası bir kaç ay önce başlamıştı. Neredeyse bitmek üzeredir. İç mimarlar dairelerin iç düzenlerini tasarlayacak ve inşaat bitmeden onu da hallederek işi hızlıca bitirecekler. Her daire dayalı döşeli her şeyi tam olacak ve gençler hiçbir sıkıntı yaşamayacak. Bunun karşılığında aylık ödemeleri gereken çok az bir miktar var ama işsizse bunu çalışmaya başladıktan sonra ödemeye başlıyor. Kimseyi mağdur etmeyeceğiz ve yardımcı olacağız." Kuzey'in yüzüne bakakaldım. El attığı bu hayır işi gerçekten çok anlamlıydı.

Ailesi olmadan büyümüş ve en sonunda sokakta kalmış gençler çok zor durumda kalabiliyordu. Hatta bir çoğu da çok kötü şeylere uğrayabiliyordu. Devlet yardım ediyordu fakat yetersizdi.

Gülümsedim. "Çok güzel bir düşünce. Mimarlığını bizzat sen mi üstlendin yoksa ekip mi?" Sıcakladığımı hissederken deri ceketimi çıkarıp koltuğun kenarına düzgünce koydum. "İşimi şansa bırakmak istemedim. Eğer bir işin son derece mükemmel olmasını istiyorsan o işi kendin yapacaksın. Hayatıma yön veren en önemli sözlerden birisidir bu."

"Anladım." Dedim gülümsemeye devam ederek. Kuzey'in bu yaptığı gerçekten çok hoşuma gitmişti. Çok kötü kalpli birisi gibi dursa da öyle değildi. Belki de o sadece kötülere kötüydü, iyilere iyiydi. Onu tam tanımıyordum. Belki bir gün tanırdım.

"Bade." Dediğinde masaya odaklanmış bakışlarım ona geri döndü. "Eğer istersen... Her şey bittiğinde sen de o dairelerden birinde kalabilirsin. Torpil falan değil, ihtiyacı olan herkese eşit muamele. Çok gururlusun, baştan uyarayım." Dedi ve güldü.

Düşündüm.

Her şey bittiğinde... Her şey ne zaman bitecekti? Zaman uçsuz bucaksız bir çarktı. Dönerdi, dönerdi, dönerdi, durduğunda çıkan şeyle feleğin şaşardı.

"Bilmiyorum." Dedim gerçek düşüncelerimi belirterek. "Zamanın ne getireceğini bilemeyiz. Belki buna gerek kalmaz, belki muhtaç kalırım." Başını salladı. "Evet. Yine de söylemek istedim. Seni öylece ortada bırakmak istemem."

"Teşekkür ederim." Dediğimde gülümsedi ve saatine baktı. Ayağa kalkarken "Benim şimdi ufak bir toplantım var. Başak burada olacak. Kahve makinesi bu katta var, yardıma ihtiyacın olursa Başak'tan isteyebilirsin." Dediğinde dudak büzdüm. "Başak mı? Her an beni zehirleyecekmiş gibi duruyor, güvenemedim." Dediğimde güldü.

"Neden öyle dedin?"

"Sana aşık galiba. Beni gördüğü gibi potansiyel rakip gözüyle baktı resmen." Dediğim onu eğlendirmiş gibi güldü. "Başak bana aşık değil, rahat ol. Sadece değer veriyor, idol aldığı birisiyim. Yani kendisi öyle söylüyor." Komik bir şey söylemiş gibi güldüm.

"Ne bekliyorsun? Direkt karşına çıkıp 'ben sana aşığım, Kuzey' mi diyecekti? Milli yalan. İdol aldığını söyleyerek yolunu yapıyor." Bana değerlendirici bir bakış attı. "Tecrübelisin galiba?"

Kaşlarım havaya kalktı. "İyi bir gözlemciydim. Bugüne kadar sadece bir tane sevgilim oldu onda da böyle saçma sapan taktiklerle ihtiyacım olmadı." Ahcan... Şerefsiz.

Sen seversin şerefsiz.

Sus.

"Anladım." Dediğinde gözlerini kısmıştı. Bakışlarının anlamını çözemesem de odadan çıktı ve beni yalnız bıraktı.

Değişik bir adamdı.

Şimdi ne yapacaktım? O kulüpte kalsam en azından aşağı iner bir şeyler içebilirdim. Fakat burası ciddi bir yerdi. Ne boş boş gezebilirdim ne de istediğim her şeyi içebilirdim. Kaybolurdum falan, maazallah. Gereksiz aksiyona hiç gerek yok bence.

Bana yıllar kadar uzun ve sıkıcı gelen bir süre boyunca odada öylece oturdum, gezindim, kitaplığı inceledim. En sonunda iyice sıkıldığımda odadan çıkma kararı aldım.

Kapının hemen yakınında masası bulunan Başak, telefonuyla ilgileniyordu. Beni fark ettiğinde ekranı karartıp telefonu masaya bırakırken sandalyesini döndürerek bana döndü. "Bir şey mi istemiştiniz?"

"Kahve makinesi ne tarafta?" Dedim mesafeyi bozmadan. Ayağa kalktı. Otururken bacak bacak üstüne attığı için yukarı sıyrılmış eteğini düzeltti ve "Beni takip edin." Diyerek önüme geçti. Arkasından giderken ona bir bakış attım. Hafif göbeği dışında harika bir vücudu vardı. Pek de sorun değildi, hafif de olsa- göbek herkeste vardı sonuçta.

"Kuzey'e çok değer veriyorsun sanırım?" Dedim kibirden ve meydan okumadan uzak bir şekilde. Bir erkek için kavga etmezdim. Kaldı ki, neden Kuzey için kavga edecektim ki? Sadece arkadaşımdı.

Ha tabii Kuzey'den bağımsız, benim damarımda ip atlarsa o iple onu boğardım o ayrı.

Durup dururken yine senaryo yazdın.

Böyle şeyler gerekli. Karşına çıkacak her şeye hazırlıklı olursun.

"Buyurun, burada. Bu arada, isminizi öğrenebilir miyim?" Dedi benim aksime soğukça. Mesafe ve soğukluk farklı şeylerdi. Ben mesafeliydim fakat o bizzat bana karşı soğuk nevaleydi.

Temiz bir kupaya uzanırken "Çok mu lazım?" Dedim aynı soğuklukla. Kişiye özel muamele.

"Hitap için evet."

Dudak büzüp "Yani değilmiş." Dedim ve kahve makinesinin düğmesine bastım. Başak'ın bakışları değişirken onu iyice gıcık ettiğimin farkındaydım.

Alışıktım. Bana herkes gıcık olurdu, çünkü hareketlerimi ve davranışlarımı yanlış yorumlayıp yanlış hamleler yaparlardı. Ben de onlara onların dilinden geri cevap verirdim.

Başak arkasını dönüp büyük semaverden kendisine çay doldurmaya başladığında kahvemin kupaya dolmasını bekledim. Kahve makinesi kullanmayı şükür ki biliyordum da Başak'a minnet etmiyordum.

Kupanın yarısı dolduğunda makineden kahve akışı durdu. Bir an duraksadım ve bekledim. Ama devam etmedi. Eğilip baktım, makinenin tuşlarına baktım, yanlışlıkla bir tuşuna basmış olabilir miydim? Neden durmuştu?

Yanık kokusu burnuma dolmaya başladığında bu kokuyu alan tek kişi ben değildim.

Başak buraya döndü. Benden biraz daha uzakta olduğu için kahve makinesinin arkasını görebildi. Gözleri kocaman olurken bana baktı. "Ne yaptın sen!?" Ne yaptım ben?

Hiçbir şey de yapmamıştım ki!

Başak bir an kahve makinesinin kablosuna dokunacak gibi oldu ama hemen elini geri çekti. "Lanet! EBRU!"

İçeri benden uzun bir kadın girdiğinde Başak bir an durdu ve sonra hemen saygıyla ellerini birleştirdi. "Fahriye hanım? Afedersiniz, ben-"

"Neler oluyor burada, Başak? Neden bağırıyorsun?" Derken bana kim olduğumu sorgulayan bir bakış attı. "Ayrıca bu koku da ne?"

"Bu kız kahve makinesini yakmış, Fahriye Hanım." Dediğinde bakışlarım dehşetle Başak'a döndü. "Ne!?" Dedim bu durumu sesime yansıtarak. Fahriye adındaki kadının bakışları sertleşti. Bir bana, bir Başak'a baktı. Dikkati sadece benim üzerimde değildi, aynı zamanda Başak'taydı da.

"Kuzey Bey'in arkadaşı olmanız size şirket malına zarar verme hakkı vermez!" İşte şimdi Fahriye hanımın tüm dikkati bana döndü.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Dedim dişlerimi sıkarak. "İftira atmaya utanmıyor musun? Belki de Fahriye Hanımın gözüne girmeye çalışıyorsun." Dedim asla geri durmayarak.

"Neden böyle bir şey yapayım?" Dedi Başak hayretle gülerek. Beni küçümsüyordu.

"Soy adımın Alacalı olması gayet makul bir sebep bence, Başak." Dedi Fahriye Hanım iğneleyerek.

Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Fahriye Alacalı. Holdingin adı da Alacalı'ydı. Aile şirketi miydi? Bu durumda Kuzey'in CEO olmasına nasıl izin vermişlerdi? Elbette kendi emeğiyle yapabilirdi, fakat aile şirketiyse, en önemli koltuklar aile üyelerine verilirdi.

Ve şu anlık gördüğüm tek aile üyesi Fahriye Alacalı'ydı.

"Böyle ucuz oyunlarla gözüme gireceğini mi sanıyorsun? Beni aptal yerine koymak gibi bir hata yapma." Gözleri adeta kötülükle parlıyordu. Koyu kahverengi saçları, esmer doğal bronz teni, kahverengi gözleri, kum saati tip vücudu, estetik olduğu belli olsa da şahane olan burnu, bişektomi ile belirginleştirilmiş elmacık kemikleri, dolgun dudakları, badem göz yapısı...

Tam anlamıyla kadındı.

Benim tam zıttımdı, fakat bir ortak noktamız vardı ki; istediğimizde çok kolay bir şekilde kötülük yapabilirdik.

Bunu anlamak için onu tanımam şart değildi. Gözler, karakterin en büyük aynasıydı ve hiçkimse bunu engelleyemezdi.

"Kahve makinesinin ücreti senin maaşından kesilecek." Dedi ve asaletini bozmadan sakince çıktı. Dudağımın kenarında bir gülümseme belirdi.

Başak öfkeyle bana döndü. "Seni sinsi! Bakılınca çok masum bir şeye benziyorsun ama tam anlamıyla bir yılansın! Makineyi bozdun suçu bana attın!" Göz devirdim. "Birincisi; makineyi ben bozmadım, kendisi yandı. İkincisi de; sen kimsin de ben sana hesap vereceğim? Gerçek anlamda hesabımı vereceğim tek kişi CEO'nuz Kuzey Berat'tır. Onun sadece asistanı olmayı başaran sana değil."

"Sen kimsin de benimle böyle konuşabiliyorsun!? Buradaki kimse seni tanımıyor ve Kuzey Bey de toplantıda. Güvenliklere haber verdiğim an kapının önüne koyulursun!" Güldüm. "Kuzey'in her arkadaşına böyle mi davranırsın, yoksa bana mı özel?" Dedim sinsice gülerek. Gözlerimi kısarak hareketlerini inceledim, kendisini ele vereceği an tam da bu an olmalıydı.

"Başak!"

Eğer Kuzey gelmeseydi...

***

Toplantının zaten kısa süreceğini biliyordum.

Odadan çıktığımızda kulağıma bağırışlar çalındı. Kaşlarım çatılırken seslerin geldiği yöne doğru ilerledim. Ekibimden bir kaç kişi de peşimden geliyordu.

Koridorda Fahriye ile karşılaştığımızda bana bir bakış atıp hiç yokmuşum gibi geçip gitti.

"Seni sinsi! Bakılınca çok masum bir şeye benziyorsun ama tam anlamıyla bir yılansın! Makineyi bozdun suçu bana attın!" Kaşlarım daha sert çatıldı ve sinirlendiğimi hissettim. Başak'ın sesleri geliyordu ve kime bağırdığını da anlamak benim için zor olmamıştı.

Duru yüzüne bakıldığında çok masum ve zarif duran tek kadın Bade'ydi. En azından benim için.

Ne diyorsun amına koyayım?

"Birincisi; makineyi ben bozmadım, kendisi yandı. İkincisi de; sen kimsin de ben sana hesap vereceğim? Gerçek anlamda hesabımı vereceğim tek kişi CEO'nuz Kuzey Berat'tır. Onun sadece asistanı olmayı başaran sana değil."

Çatık kaşlarım bir anda havaya kalktığında duraksamıştım. Bade'nin dişli bir kadın olduğunu zaten biliyordum fakat sanırım ilk defa bu yüzüne şahitlik ediyordum.

"Sen kimsin de benimle böyle konuşabiliyorsun!? Buradaki kimse seni tanımıyor ve Kuzey Bey de toplantıda. Güvenliklere haber verdiğim an kapının önüne koyulursun!"

Yumuşamış ve gevşemiş yüz hatlarım yeniden kasıldığında kapıda durmuş ikisini izliyordum. Fakat gözleri öfkeden o kadar kör olmuştu ki beni ikisi de fark etmedi.

Bade kollarını göğsünde bağlamış, kıvrımlı kalçasını masaya yaslamış, Başak'ı tiye alarak onu izliyordu. Başak ise savaştan çıkmış gibi bir öfke harbi içerisindeydi.

Hadsizdi. Ona uygun başka kelime bulamıyordum.

Bade güldü ve aklımdan geçen soruyu benim yerime dile getirdi. "Kuzey'in her arkadaşına böyle mi davranırsın, yoksa bana mı özel?"

Fakat bu sorunun cevabının hiçbir önemi yoktu. Başak affedilemezdi. Yanımda getirip arkadaşım olduğunu gösterdiğim, misafir ettiğim kadına böyle davranıyorsa başkalarına nasıl davranıyordu?

"Başak!" Dedim içimdeki öfkeyi sesime yansıtarak. Başak irkilerek bana döndüğünde gözleri korkuyla büyüdü. İçeri girerek yanlarına ilerledim ve Bade'nin yanında durdum. Ekibim kapıda kalmış bizi izliyordu. Bade, göğsünde birleştirdiği ellerini çözdüğünde ne yapacağımı merak ederek bana bakıyordu.

Bade'nin bembeyaz elini tuttuğumda bakışları şaşkınlıkla eline düştü. "Bade benim arkadaşım değil, sevgilim. Ve sen de bu saygısızlığının bedelini koltuğunla ödeyeceksin. Artık asistanım değilsin, Başak Alacalı."

***

Başak Alacalı...


Anlayamadığım çok şey varsa da üstüne düşünmek istediğim pek bir şey yoktu. Zaten bir kaç tahtam eksikti, fazlasına lüzum yoktu. Hiç şüphem yoktu ki; dışarıda özgürce gezen insanlar, dört duvar arasına hapsedilen ve akıl hastası denilerek dışlanan insanlardan daha akıl hastasıydı. Ve bilimde bunu kanıtlayacak hiçbir şey yoktu.

Bade benim arkadaşım değil, sevgilim.

Uçan antilop görmüş gibi Kuzey'e bakakalmıştım ve cevap vermeme gerek kalmadan Kuzey beni elimden tutup oradan çıkarmıştı.

Bizi fark eden herkesin gözleri önce şaşkınlıkla ellerimize, sonra benim bileğimdeki beyaz sargıya takılıyordu fakat ben hâlâ mal mal Kuzey'e bakıyordum.

Neden öyle demişti ki? Buna gerek yoktu. Arkadaşı olduğumu söyleyerek de durumu toparlayabilir ve Başak'a tekmeyi koyabilirdi.

Gerçi, Başak'tan kolay kurtulabileceğimi de sanmıyordum. Ne de olsa o bir Alacalı'ydı.

Şimdi?

Uzun, beton taş basamakları çıkmıştık ve Pakgör Holding kapısından içeriye giriyorduk. Arabada beklemek istesem de Kuzey kesinlikle karşı çıkmıştı.

Parlak, açık renk karolarla kaplı zeminde ilerledik. Giriş katının holü gerçekten çok büyüktü ve insanlar arı gibi çalışıyordu. Hemen sağda danışma lobisi duruyordu. Beyaz, bej rengi ve az da olsa altın sarısı hâkimdi. Sol tarafta ise mesafeli aralıklarla otomatik kapılar vardı ve her biri bir koridora açılıyordu. Yanındaki duvara sabitlenmiş cihaza bakılırsa şifreliydi. Kapılar arasındaki mesafelerde bekleme koltukları bulunuyordu. Tam karşımda ise yan yana bir çok asansör vardı. Sağ duvarın sonunda sağa doğru bir koridor gidiyordu ve şifreli değildi.

Görevlendirilmiş bir kadın elindeki dosyalarla beraber bize ilerledi ve turnikeden geçmemizi sağladı. Arkamızdan Alacalı Holding'den bir kaç kişi de gelmişti.

"Hoş geldiniz, Kuzey Bey. Asaf Bey ve yönetim kurulu sizi bekliyor. Size ben eşlik edeceğim." Gözlerim bu güler yüzlü tatlı kadında gezindi. Koyu renk dalgalı saçları, kumral teni ve kahverengi gözleriyle sıradan biri gibi dursa da çok güzeldi.

"İsminiz nedir?" Diye sorduğumda bunu neden yaptığımı ben de bilmiyordum. Genç kadın bana dönüp sıcacık gülümsedi. "Cansu."

"Memnun oldum." Dedim ben de gülümseyerek.

"Bade, sen burada bekleyebilirsin, bu şirket güvenlidir." Dedi Kuzey bana dönerek. Başımı salladım. "Tamam." Bir an tereddütte kaldı ama sonra arkasını dönüp Cansu Hanım ile birlikte şifreli otomatik kapılardan birinden geçip gözden kayboldu.

Derin bir nefes vererek etrafı incelerken başımı kaldırıp tavana baktım. Çok yüksekti ve geometrik hoş şekiller bulunuyordu.

Bunu yaparken geri geri gittiğimi fark etmemiştim. Sırtım birine çarptığında irkilerek geri çekildim. Utanarak "Çok pardon." Dediğimde çarptığım kişiye baktım. Yüzünde beyaz bir maske bulunan adamı görünce bir an kalakaldım.

Korku filminden fırlamış gibi gezmesinin mânasını gerçekten merak ediyordum.

Adam duraksadı ve gözleri şüpheyle üzerimde gezindi. "Kimsin sen? İlk kez görüyorum." Ne diyeceğimi bilememiştim. Sıradan çalışanlardan birisi miydi? Öyleyse Kuzey'i bilebilir miydi? Alacalı Holding ile gerçekleşecek olan toplantıdan haberi var mıydı?

"Kuzey Berat'ın arkadaşıyım." Dediğimde devamını getirecektim ama beyaz maskeli adam anladığını belirterek başını salladı. Kuzey'i tanıyor muydu? Holding ismini vermeme bile gerek kalmamıştı.

"Tanışıyorsunuz sanırım?" Dedim ama bu sorumu es geçerek, "Neden geldi?" Diye sordu.

Haydaa.

Bence de.

"Toplantınız var-" diyordum ki bir ses böldü. "Oğlum? Nerelerdesin sen?" Kırklarında görünen ve beyaz maskeli adamdan daha kısa duran bir adam yaklaştı. "Kurul toplandı, misafirler geldi, saatlerdir seni arıyorum. Nerelerdesin sen?" Hiçbir şey anlayamıyordum ve saf saf bir yaşlı adama, bir beyaz maskeli adama bakıyordum.

"Geldim işte, gördüğüm kadarıyla da sırf ben gelmedim diye batmamışsınız?" Hiç çekinmeden iğnelerini teker teker babasına saplıyordu. Ailevi sorunları vardı sanırım. Ne olduğunu bilmeden yargılamak büyük haksızlık olurdu, bu yüzden nötr kaldım.

Yaşlı adamın bakışları bana döndü ve hemen sonra oğluna. "Bu genç kızımız kim?" Dedi imayla ama gözlerinde ciddi bir ifade vardı. Sanki oğluna başka bir şey ima ediyor gibiydi. "Kuzey'in arkadaşıymış." Diyerek geçiştirdi.

Sonrasında babasının bakışlarına takılı kaldı. "Bakma şöyle!" Dedi sertçe. "Benim gözlerimin Eda'dan başkasına kör olduğunu bilmiyormuş gibi gördüğün dişi sineğe bile potansiyel gelin gözüyle bakmaktan vazgeç. Ben Eda'ya aşığım."

"Araf!? Her yerde seni arıyorum!" Düz, uzun sarı saçları omuzlarına dökülen kız beyaz maskeli adama doğru koşar adım yürüyüp kolunu tuttu. Neşeli bir tipe benziyordu. Yaşıt olmalıydık. "Nerelere kayboldun sen?" Eda bu olmalıydı sanırım. İsminin Araf olduğunu öğrendiğim adama bakarken gözleri ışıl ışıldı, ondan başka dünyası yokmuş gibi.

Araf "Senden kaçıyordum." Dedi ama sarışın kız şaka yapmış gibi güldü. "Ama üzgünüm, kaçamazsın." Araf gergin görünüyordu ve sarışın kıza ters ters baktı. "Seçil! Yeter, rahat bırak beni artık. İnsanların içinde kalbini kırmamı istemiyorsan daha da zorlama." Araf, aramızdan geçip gittiğinde Seçil peşinden gitti. Arkasından, "Beni sevdiğini biliyorum, Araf! Nereye kadar kaçacaksın?" Diye sesleniyordu.

Yazık, onun da mı tahtası eksikti acaba? Ayrıca bu yaptığı tacize giriyordu. Aynısını bir erkek yapsaydı taş üstünde taş kalmazdı.

Yaşlı adam, oğlunun arkasından iflah olmaz yaramaz bir çocuğa bakar gibi baktıktan sonra bana gülümsedi ve gitti. Etrafa bakındım ve ne yapacağımı düşündüm. En sonunda bekleme koltuklarından birine oturdum ve beklemeye başladım.

***

Toplantı sona erdiğinde hava neredeyse kararmıştı. Şirkette işim kalmamıştı ve artık kulüpteki odaya geri dönecektik.

Son kapıdan da geçtiğimde giriş kat lobisine girmiştim. Etrafta Bade'ye bakındığımda kenardaki koltukta oturduğunu gördüm. Başını duvara yaslamış, gözlerini yummuştu. Önüne kadar gidip bir dizimin üstüne çöktüm ve dikkatle yüzüne baktım.

Gerçekten bu şekilde uyuyakalmıştı. Dudaklarım kıvrılmak için beni zorlamaya başladı. Tereddüt ederek eline dokunduğumda sıçradı. Anında elimi çektiğimde zaten uyanmıştı. Afallayarak etrafa bakındıktan sonra önünde diz çökmüş ona bakan beni fark etti. Şaşkınlıkla biraz daha bakındı. "Saat kaç oldu ya?" Dedi uyku sersemi sesiyle. Bileği sarılı olan elini ensesine götürüp yüzünü buruşturdu. Zaten yara olan boynu bir de tutulmuş olmalıydı.

Bileğimdeki saate baktım. "Neredeyse altı. Hadi gidelim." Ayağa kalkıp elimi uzattım. Elimi tutup kalktığında bir an başı döndü. Belinden tutup kendime yasladım ve çıkışa doğru ilerlemesine yardım ettim.

Akşam soğuğu çarptığında Bade'nin ceketine sarıldığını fark ettim ve hızlıca arabaya götürdüm. Bindiğimizde birinci kademede ısıtıcıyı çalıştırdım. Yağmur çiseliyordu.

Arabayı çıkarıp yola çıktım ve yola odaklandım.

Bade yeniden uyur sandım ama o, bunun yerine bana bir soru sordu, "Araf diye birini tanıyor musun?" Duraksadım ve bir anlık ona bakıp sonra yeniden yola döndüm. Mavi gözleri merakla yüzümde geziniyordu. "Evet de bu nereden çıktı şimdi?" Dedim kuşkulanarak. Bade Araf'ı nereden tanıyordu?

"Seni beklerken yanlışlıkla kendisine toslamış olabilirim biraz." Dedi utanarak. Benden değil de yaptığından utanır gibiydi. Hafifçe gülümsedim. Her şeyi fazla kafaya takıyordu ama ona takma diyemezdim.

"Konuştunuz mu?" Dedim ağzını arayarak. "Kim olduğumu sordu, senin arkadaşın olduğumu söyledim. Neden geldiğini sordu falan filan. Sonra babası geldi, ondan sonra da sarışın bir kız geldi, o da o kızdan kaçtı. Bu kadar."

Dudağımı gerginlikle ısırarak arabanın dijital ekranından tarihe baktım.

7 Ekim 2020.

Dillerden düşmeyen o malum tarih yaklaşıyordu. 16 Kasım.

Pakgör'ler ve Karaslan'lar arasındaki husumet yıllardır tüm camianın dilindeydi. Uzun yıllar sürmüş husumeti sona erdirecek bir oyun vardı ve bu oyunu başlatacak tek bir kişi vardı. Bir kadın. Bu kadının, Pakgör'ler ve Karaslan'lar hakkında hiçbir fikri yoktu ve onlarla 16 Kasım'da tanışacaktı.

16 Kasım 2020 sadece onlar için değil, tüm sektör için iple çekilen ve gerginlikle beklenen bir tarihti.

Duyduğum kadarıyla kadının adı Desise'ydi. Fakat yüzünü ya da kim olduğunu görmemiştim. Kimse görmemişti. Daha tanışmadan namı gelmişti. Acımasız, sinsi, zeki, iddialı, kendine güvenen, seksi ve çok güzel bir kadın olduğu söyleniyordu. Ancak bu sadece kulaktan dolma bir bilgiydi.

"Daldın gittin. Düşman falan mısınız o adamla?" Dedi dikkatle yüzüme odaklanarak. "Düşman değiliz. Ama birbirimizi çok sevdiğimiz de söylenemez." Dedim mesafeli bir ses tonuyla.

"Bir şeyler var, değil mi? Hiç hoşuma gitmedi bu durum." Dedi sıkıntıyla önüne dönerek. "Dert etmen gereken bir şey yok. Özellikle de Araf Pakgör'ü hiç dert etmene gerek yok. Onun derdi şu an başından aşkın." Şaşkınlıkla bana baktı. "Araf Pakgör mü? Kuzey sen iyice kafamı karıştırıyorsun benim." Dedi ve yüzüne düşen saçını kulağının arkasına attı.

"Asaf Pakgör'ü biliyorsun. Pakgör Holding'in sahibi. Araf da onun oğlu. Bu kadar. Bilmen gereken başka bir şey yok." Çünkü bu seni de tehlikeye sokar.

"Anladım." Dedi ve sustu.

Déessee'nin bulunduğu mahalleye girdiğimizde curcunanın hakim olduğunu görmek kaşlarımı çatmama sebep oldu.

Kara dumanlar yükseliyordu.

Şok ve öfke birbirine karıştı. Rengim atmış mıydı yoksa kızarmış mıydım hiçbir fikrim yoktu.

Bade'nin korku, şok ve hayret dolu bağırışı beni kendime getirdi.

"Kulübünü yakmışlar!"








Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro