Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

6. Bölüm | "Kendi Tanrıçası"

"En belirgin ibre senin gözlerin. Ve hep gösterdiği yön de benim."


****

Thurisaz - Tangram

Shamrain - The Empty Flow

Josh Lippi & The Overtimers - Ft. Francis


****

6. Bölüm


Ellerinden tuttum.

"Ahcan sen ne saçmalıyorsun!?" Ellerimi itti. "Saçmalayan sensin. Ne? Şimdi de seni sevmeyen ve zerre istemeyen adamın ayaklarına mı kapanacaksın? Anlasana kızım. Saçının bir telini dahi istemiyorum!" Yutkunamadım. "Ne oldu sana birden bire böyle?" Dedim şaşkınlıkla dolmuş kederle. Ahcan. Bana deliler gibi aşık olan sevgilim. Deliler gibi aşık olduğum sevgilim. Birden bire ayrılmak istemesi ve bu saçma laflar nedendi?

"Hakikaten salaksın sen ha." Dedi ve güldü. Onun gülüşü ilk defa yüreğimi huzura boğmadı. "Seni hiç sevmedim. Okulun müdürü amcan ya hani? Pek bi seviyor seni. Torpil kullanmak için oynadım seninle. Şimdi mezun olduk, sal peşimi. Şimdi idrak da edemezsin sen, evet aptal, kullandım seni! Zerre sevmedim seni! Oyuncaktın sadece!" Dünyam başıma yıkılmış gibi hissederken elim elinden düşmüştü. Nefes alamıyormuş gibi hissederken o, beni baştan aşağı gülerek süzüp arkasını dönmüştü.

Giderken arkasından baktım.

Gözlerim köşedeki uzun süs saksıya takıldı. Resmen gözlerim kararmıştı. İçimde beni tırmalayan ve yiyip bitiren bir şeyler vardı. Ve bunu yapmadan rahatlamayacaktım.

Saksıyı aldığım gibi arkasından koştum ve acımadan kafasına geçirdim.

***

Herkes aynı değil, herkes aynı değil, herkes aynı değil, herkes aynı değil.

Ne zaman bu berbat anı aklıma düşse içimden dört kere aynı cümleyi geçirirdim. "Herkes aynı değil." Çünkü öyle ki, bir olay o kadar can acıtırdı ki, herkesin aynı olduğunu ve her zaman aynı şeyleri yaşayacağını düşünürdün.

Herkes aynı değildi fakat ben aynıydım. Ben aynıydım ama bir yandan da aynı değildim. Ben aynıydım, fakat bir darbe daha ve sonra artık ayna olacaktım. Karşıdaki kim olursa olsun.

İstediğim kitapları çekinerek sipariş verdikten sonra telefonu tekrar Kuzey'e vermiş, kendimi odama atmıştım. Kuzey ile arkadaş olsak da kanka değildik sonuçta. Ve her şeye rağmen, yeni tanışmış sayılırdık. Herhangi bir şeye şikayet etmeye hakkım yoktu çünkü kaçırmasını ben kendim istemiştim. Bizzat kendim. Evet ben, Yaz Bade Güney. Yıllarca kimsenin dilinden düşmeyen aptal sarışın.

Aşkta herkes aptallaşırdı. Ben aptal değildim. Aptal olsaydım, amcamın odasından öğrenci numaralarını sızdırıp pornografik sitelere satmazdım. Ya da onları Cuma günü okul çıkışı onları bodrum katındaki en ıssız köşedeki karanlık odaya kilitlemezdim.

Durup dururken kimse yapmazdı böyle bir şey. Ama onlar soyunma odasına kamera koyup benim videomu okul Whatsapp gruplarında yaymıştı. Disiplin ve okuldan uzaklaştırma almışlardı elbet. Fakat benim içimi soğutmaya yetmemişti.

Aptal sarışın değildim. Tek hamleyle ayaklarını kaydırabilecek, fakat psikolojik problemleri yüzünden bir ceza bile almayacak birisiydim. Yaz Bade Güney'dim.

Zaman ilerlemiş, artık çevreye değil kendime zarar vermeye başlamıştım. Bu zararlar ciddileşmeye ve kontrolsüzleşmeye başladığında ise hastaneye yatırmışlardı. Boktan zamanlardı.

Ben biraz... Tuhaf bir kızdım. Biraz da garip. Bazen masum bir kız oluyordum bazense acımasız bir şeytan. Kontrolüm dahilinde bir şey değildi. Damarıma basıldığında susup oturmaz, karakterime tamamen aykırı bir şekilde ağır bir cevap verirdim. Tabii hamlelerle.

Şimdi ise ne yapacağımı bilmiyordum. Bu evde yapacak bir şey yoktu.

Yaklaşık on beş dakika sonra kapım tıklatıldı ve Kuzey içeri girdi. Telefonu elindeydi ve sımsıkı tutuyordu. Donuk yüz ifadesi, beni gördükten sonra eridi ve hafifçe gülümsedi. "Ben çıkıyorum. Evden çıkmanı pek tavsiye etmem. Kapıda seni korumak için adamlar olacak bir şey istersen onlara söyleyebilirsin." Evde yalnız olacağım için tedirgin olsam da onaylamaktan başka çarem yoktu. "Tamam." Dediğimde "Görüşürüz." Dedi ve çıktı. Ellerimi birbirine geçirip sıktım ve oflayarak tavana baktım.

Masmavi gökyüzü gözlerimin önündeydi.

***

Ekran kaydına baktığımda sadece kitap sipariş ettiğini, hiç kimseyi aramadığını görmüştüm.

Bu, tabiki de tüm şüpheleri ortadan kaldırmaya yetmezdi. Ama en azından tutumum biraz daha dikkatli olmalıydı.

Mesela onu yalnız bırakabilirdim. Evde göz önünde bir telefonla. Zaten bazı işlerle ilgilenmem gerekiyordu.

Gideceğim yerde resmi olmam gerektiği için odama geçip duş aldım ve giyindim. Siyah bir takım elbise ve siyah gömlek. Kravat takmadım. Gömleğin ilk iki düğmesini açık bıraktım. Kuruttuğum saçlarımı tarakla düzeltip parfüme uzandım. Hazırlanmam bittikten sonra yakamı düzeltip odadan çıktım. Bade'nin odasının önüne geldiğimde kapıyı çaldım. İçeri girdiğimde Bade'yi öylece oturur görünce gülümsedim. Canı sıkılıyor olmalıydı.

"Ben çıkıyorum. Evden çıkmanı pek tavsiye etmem. Kapıda seni korumak için adamlar olacak bir şey istersen onlara söyleyebilirsin." Dediğimde tedirgin olduğu bakışlarından belli oluyordu. Ama karşı çıkmadan uysalca "Tamam." Dedi. Uzatmadan "Görüşürüz." Dedim ve odadan çıktım. Koşar adım merdivenlerden indim ve evden çıktım.

Evin önüne diktiğim adamları uyararak getirilmiş arabama bindim ve toprak yolda ilerledikten sonra asfalt yola çıktım. Arabada yalnızdım.

Dirseğimi cam kenarına yasladım. Düşünceliydim. Ne yapacağım hakkında şu anlık bir fikrim yoktu. En azından Bade konusunda.

Günün aydınlattığı sokaklardan geçerek tanıdık mekânın önünde durdum. İnip arabayı valeye teslim ettim.

Şampanya rengi halıda yürüyerek girişe ilerledim. Tarihi tapınakları andıran iki sütun kolon kapının iki tarafındaydı. Mermer, oyma desenli koca kapının üstünde soft bir fontla, yine şampanya rengi ışıklandırmayla "Déesse" yazıyordu. Tanrıça.

Çoğu gece kulübünün rengarenk ışıklandırmasının aksine, buraya sadece saks mavisi hakimdi. Bar, bar tezgahı, masalar beyazdı. Loca kanepeleri ise şampanya rengi kaliteli suni derilerdendi. Gerçek deriye karşıydım.

Fakat ışıklandırma hepsinin aksine sadece saks mavisiydi.

Açık gri mermer desenli karolar üzerine yürüdüm ve kraliyet temalı beyaz mermer trabzanlara sahip dönen merdivenlere ilerledim. Yukarı çıktığımda özel odalarla karşılaşmıştım. Arkasında ne olduğundan emin olduğum kapıyı açtım ve asansörün düğmesine basarak kapıların açılmasını sağladım.

Asansör beni en üst kattaki, bu kulübün yönetim katına çıkardığında inerek odama ilerledim.

Bazen sadece odama gitmek için bu kadar yol kat etmek beni yormuyor değildi. Ama güvenlik için her şey maalesef ki mübahtı.

Giriş katında beni gördüğünden beri peşimde olan yönetici benimle beraber odama girdiğinde sandalyeme geçip oturdum. "Konuş." Dedim yokluğumda neler olduğunu ötmesi için.

"İlginç olacak ama yokluğunuzda kimse buraya uğramadı, Kuzey Bey." Dedi yönetici. Kaşlarım çatıldı. "Basit bir kavga bile mi olmadı?" Dedim.

"O kavgalar her mekânın sorunu zaten, efendim. Ama Tayfun ya da Tevfik'e dair hiçbir şey yok." Yanağımdaki sakallarımda elimi gezdirirken şüpheyle düşündüm. Yokluğumdan fırsat bulup buraya dadanmalarını beklerdim. Bu gerçekten de ilginçti.

Ya da karşıma çıkardıkları kıza güveniyorlardı. Güvenlerini boşa çıkarmak benim için bir zevk olurdu.

Kapı açıldı ve içeri Arnaldo girdi. Zaten kapı çalmadan dalacak tek angut da Arnaldo olurdu. "Kuzey? Hoş geldin." Dedi alayla. Kendi mekânımda misafir muamelesi görüyordum resmen. Arnaldo'ya ters ters bakıp göz devirdim.

"Ne sikim karıştırıyorsun sen?" Dedim şüpheyle onu süzerken. Sırıtıp karşıma geçti ve oturdu. Yöneticiye dönüp onu baştan aşağı süzdükten sonra "Likörlü kahve." Dedi ve bana döndü. Gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Telefon edip bar kısmından ya da mutfaktan istemek yerine yöneticiye buyurmuştu; çünkü bu yöneticiden gram hoşlanmıyordu. Elden gelen bir şey yoktu, adam işini iyi yaptığı için kovmuyordum.

Yönetici bozularak bana baktığında elimle çıkmasını işaret ettim ve telefonun ahizesini kulağıma dayadım. Numarayı çevirip "Bir likörlü filtre kahve, bir limonlu soda. Buzlu." Dedikten sonra kapattım. Benim hararetimi ancak limonlu soda alırdı.

"Dökül." Dedim geriye yaslanırken. "Senin yokluğunda bir bok yedim. Ama zorunda kaldım, celallenme." Dedi. Arnaldo Berat bana celallenme diyorsa ve zorunda kaldığını söylüyorsa kesin benim öfkeden kuduracağım bir şey yapmıştı.

"Ne bok yedin?" Dedim şirince sırıtarak.

"Uyuşturucu depolarımı patlattı benim Cevdet. Yavşak Cevdet. Ben de saklayacak güvenli bir yer bulamadım kaldı ki bu kadar kısa sürede son derece güvenli bir yer bulmam imkânsızdı." Sikeyim. Ne yaptığını anlamıştım. Ama keşke anlamasaydım.

"Déesse'yi mi kullandın!?" Dedim sakin kalmaya çalışarak. Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı.

Déesse'nin yeraltında bir deposu vardı. Kulübün kendi deposunun haricinde. Orası benim gizlice işlerimi yürüttüğüm yerdi ve uyuşturucuyla mekânımın zerre alakasının olmasını istemiyordum. Müşterilerin dahi kullanması yasaktı ve kaçak kullananlar cezalandırılıyordu. Böyle bir mekânın deposunda uyuşturucu mu saklayacaktım? Hah! Daha neler!

"Ne bok yiyorsan ye, başka bir yer bul. Mekânımın böyle bir şeye asla bulaşmadığını biliyorsun! Bu konuda ne kadar katı olduğumu da biliyorsun! 'İster uyuşturucu ticareti yap, ister kendin kullan ama benim mekânımı buna bulaştırma' demiştim sana!" Dedim öfkeyle. Ofladı. "Biliyorum. Biliyorum ama zorunda kaldım diyorum, Kuzey! Çok zor durumdaydım!"

"Bu beni hiç alakadar etmiyor, Arnaldo. Cevdet'in senin uyuşturucularının peşinde olduğunu tüm camia biliyor! Olur da benim mekânımda bulunursa beni de mahvedersin! Ulan orası benim çöplüğüm! İfşa olursa biterim!"

Sıkıntıyla yüzünü sıvazladı. O sırada kapı çaldı ve içeri elinde tepsiyle garson girdi. Kızıl dalgalı saçları omuzlarına dökülen kız kahveyi Arnaldo'nun, sodayı da benim önüme koyduktan sonra çıktı. Birer şişe su da getirmişti.

"Kuzey o zaman yardım et bana!" Dedi isyan ederek. Gençliğinden beri bu işi yapıyordu ve tek kariyerinin(!) bu olması da onu çaresiz bırakıyordu. Bense öyle değildim. Gece kulübünün aksine inşaat sektöründe de iş yapıyordum. Mimarlık okumuştum ve çalıştığım şirkete CEO olmayı çok zor da olsa kendi emeğimle başarmıştım. Gece kulübü sonradan açılmıştı ve Arnaldo sadece bana yardım ediyordu. Onun için bir geçim kaynağı değildi.

"Düşüneceğim." Dedim. Bu zamana kadar yanımda olmuş, bana sahip çıkıp yol göstermiş, kuzenim olsa da abim dediğim adama sırt dönmeyecektim.

Telefonum çaldığında çıkarıp arayana baktım. Adamlarımdan birisi olduğunu görünce cevapladım. "Efendim."

"Abi hemen gelmen lazım!"

"Ne oldu yine?" Dedim burun kemerimi sıkıntıyla sıkarken. Burnumuz boktan çıkmıyordu bir türlü.

"Tayfun geldi eve saldırdı ölen adamlarımız var."

Bade?


***

Önde ben, arkada Arnaldo ve beraberindeki 6 araba dolusu adamla beraber evin önünde durduğumuzda hızla arabadan inip kapıyı çarptım. Her yer ceset doluydu. Benim adamlarımın cesetleri.

Karşımda tir tir titreyen adamı itip hızla aşağı indim ve koridordan geçip kapısı açık eve girdim. Kapı zorlanmamıştı, öyleyse Bade kapıyı bizzat açmıştı. Sikeyim!

Eve girdiğimde kırık dökük ve darmadağın olduğunu gördüm. Ses seda yoktu. "Bade!" Karış karış evi aramaya başladım. Yoktu.

Kendimi evden dışarı attığım gibi beni arayan adamın üstüne atladım. Yakasına yapıştığım gibi duvara çarptığımda Arnaldo'nun "Kuzey!" Seslerini duymuştum. "Ne oldu lan!? Anlat!"

"Tayfun geldi, abi. Yakup diye birinden bahsetti adamlarına. Engel olamadık eve girdi. Beni sağ bıraktılar sana haber vermem için. Bade hanımı alıp götürdüler." Kanım fokurdadı. Yüzüne yumruğumu indirirken "Sen ne yaptın lan, Bade'yi götürürken!? Orospu çocuğu sen ne yaptın!? İzledin mi!? Süs diye mi diktim ben sizi buraya! Bade'yi geçtim, evi geçtim, daha kendi canını koruyamayan bir avuç salak!" Adamı üst üste yumruklamaktan yumruk boğumlarım yanmaya başlamıştı. Arnaldo ve bir kaç kişi zorlukla beni çektiğinde dizlerinin üstüne düştü ve bayıldı. Kolumun dışıyla çenemi sildim ve gözüm dönmüş bir şekilde baygın yatan adama baktım.

"Kuzey kendine gel! Sakin olmak zorundasın!"

Adamlara döndüm.

"Gidin ve Tayfun'un inini yakın. Dört bir yanı! Her giriş çıkış! İçinde kim var kim yok umurumda değil! Gidin!" Tayfun ve Bade'nin orada olmadığını biliyordum. Köstebeğini almaya gelmişti ve Yakup'u bahane ediyordu.

Ve onu nerede bulacağımı da biliyordum.

Arnaldo'nun dakikalardır salak sulak konuşmalarını duymayarak arabama atladım ve manevrayla dönüp yola çıktım.

Hissettiğim tek şey öfkeydi. Tek şey öfke.

Hız göstergesinin ibresi yükselirken boş yolda tekerler yağ gibi kayıyordu.

Bir süre devasa gökyüzüne öylece baktı. Sonra parmağını kaldırıp birini işaret etti. "Şu. Şunu seçiyorum." Gösterdiği yıldıza şaşkınlıkla baktım. "Neden o?"

"Bilmem. Sebebi yok. Beni kendisine çekti, his olur ya hani? Anlam veremezsin ama bilirsin. Öyle. O yüzden onu seçiyorum." Şaşkınlıkla kaşlarım çatılmıştı. Uzun süre sesimin çıkmadığını fark edince merakla dönüp bana baktı. "Ne oldu?"

"Yok... Yok bir şey."

"Ne yıldızıydı o? Buna şaşırdın çünkü." Söylemekle söylememek arasında kaldım. Sonra saçmaladığımı fark edip boğazımı temizledim. "Kutup yıldızı."


Kutup yıldızı, Kuzey yıldızı. Kuzeyi kendisine çeken kız, şimdi de Kuzey'i peşinden sürüklüyordu.

Yüzleşme miydi amacım? Yoksa onu çekip almak mı?

Çevre yoluna çıktığımda hızımı azaltmadım. Arabalar arasından geçerek ilerlemeye devam ettim.

Ta ki o plakasını ezbere bildiğim arabayı görene kadar.

34 TFN 678

TFN. TayFuN.

Önü açıklık olduğu için drift yaparak önünü kestim. Arkamdaki arabalar korna çalarak yandan geçti ve gittiler. Tayfun'un arabası ise onun önünü kestikten hemen sonra durmuştu. Arabadan inip kapıyı çarptığımda rüzgar ceketimin eteklerini uçuşturdu. Belimden silahımı çıkarıp ön cama doğrulttum. "İn lan aşağı!"

Tayfun'un kapısı açıldı ve indi. İhtiyarın yüzünde pis bir gülümseme vardı. "Ah, Romeo! Juliyet'ini kötü krala bırakmayacağından adım gibi emindim!" Dedi dalga geçerek. Hemen şimdi bu şarjörü kafasına boşaltabilirdim. Fakat önceliklerim vardı.

"Nerede o?" Omuz silkti. "Bilmem. Belki Zincirlikuyu'dadır." Yakasına yapışıp kaportaya yatırdıktan sonra çenesinin altından dayadım silahı. "Sikerim o ağzını senin, amcık! NEREDE BADE!" Güldü. "Sakin ol, Romeo! Arka koltukta. İyi mi değil mi söz veremem ama." Kaşlarımı çatıp sargıdaki burnuna tekrar silahla vurup onu yere fırlattım. Acı içinde bağırarak yere düştüğünde arka koltuğun kapısını açtım.

Bade'nin baygın bedenini beklemiyordum. Ve ensesinden süzülen kanı.

Bir an yutkunamadım. Sonra hızla ceketimi çıkarıp ensesine bastırıp kucağıma aldım. Sarı yıpranmış saçları omzumdan aşağı süzülürken kolu boşluğa düştü. Uyku sersemliğiyle boynuma sarılmasını dilediğimi, bunu istediğimi fark ettiğimde irkildim. O sadece baygındı. Evet, sadece baygın.

Tayfun itine tehdit dolu bir bakış attıktan sonra Bade'yi arka koltuğa dikkatlice yatırıp şoför koltuğuna geçtim. Silahı yan koltuğa fırlatıp arabayı döndürdüm ve gaza bastım.

Onu götürebileceğim bir tek güvenli yer vardı şu an.

Şehrin sokaklarını kat ederken Déesse'nin önünde durdum. Hava kararmaya başlamıştı ve kuyruk çoktan oluşmuştu. Bade'yi kucağıma aldım. Şampanya rengi halıya ilerleyip oluşturduğu yoldan içeri ilerlerken herkes bize bakıyordu. Kendi adamlarım bile.

"Neden ismi Déesse? Daha gotik bir isim koyabilirdin. Seni yansıtır, tarzına uyardı." Dedi Arnaldo içi inşaat hâlindeki kulübün girişinde, kapının üstündeki Déesse yazısına bakarken.

"Kuzey'in inancına ihanet etmek istemedim. Ondan eser kalmamış olsa da hayallerine saygım var. Ve bu mekân onun için, benim ihtiyacım yok." Arnaldo bariz bir merakla bana baktı. "Hayal mi? Merak ettim şimdi."

"Kuzey tam bir romantikti. Hayatının kadınını kendi evlerine kucakta sokma adetini klişe bulurdu. Bu yüzden hayatına girecek olan kadına bir sözü vardı kendince. Özel bir mekânı olacaktı ve ismi Tanrıça olacaktı. Bir nevi o kadına ithafen gibi bir şey. Ve o kadını kucağında evlerine değil, o mekâna sokacaktı, kendi tanrıçasını."


Kuzey'in hayalini bambaşka bir kadınla gerçekleştirmiş oluşum vicdan azabı uyandırıyordu. Ve bilirdim ki ondan ne kadar özür dilesem de faydasızdı.

Déesse'ye kucağımda soktuğum kişi onun hayatının kadını değil, Yaz Bade Güney olmuştu. Neidüğü belirsiz bir kız.

Kalabalıktan sıyrılırken bizi fark edenlerin dönüp bakması artık sinirime dokunmaya başlamıştı. Merdivenleri çıktım ve özel odaların olduğu koridora girdim. Asansöre binip üst kata çıktım. Kişisel odam buradaydı.

Odaya girdiğimde ayağımla kapıyı kapattım. Bade'yi yatağa dikkatlice yatırıp kollarımı çektim. Sonra onu hafifçe yan döndürerek ensesine baktım. Dikişlik bir yara değildi. Yüksek ihtimalle kafasına vurarak bayıltmıştı. Saçları kan içindeydi ve açık renk olduğu için de kırmızı renk gözler önündeydi.

Ufak banyoya girip ecza kutusunu aldım ve ıslak bir bezle beraber geri döndüm. Oda karardığı için yatak başındaki abajuru açtım. Oda loş ışıkla aydınlandı.

Islak bezle kan izlerini temizleyerek ufak yarayı açığa çıkardım. Oksijenli su ile yarayı temizlediğimde sarı bir krem sürüp gazlı bezle kapattım. Tıbbi bant ile bezi sabitledikten sonra kan olmuş saçlarını düzelterek rahat bir şekilde yatırdım. Üstünü örttüm ve kenardaki sandalyeyi çekip oturdum. Uyanana kadar beklemem gerekiyordu. Belki hastaneye gitmek gerekebilirdi.

Dirseğimi kolçağa koyarken işaret parmağımı çenemde gezdiriyordum. Gözlerim ise dikkatle Bade'nin yüzündeydi.

Gerçekten masum muydu? Hata mı yapıyordum? Geleceğimiz, geçmişimizin üzerine kurulurdu. Ve ben şu an ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Tamamen araftaydım. Tamamen nasıl emin olacağımı bilmiyordum. Masum mu yoksa köstebek mi... Nasıl anlayacağımı bilmiyordum.

Onu gördüğüm ilk an geldi gözümün önüne.

"Kimsin sen?" İnce bir ses.

Arkamı döndüm ve girdiğim odaya ilk kez baktım. Bileğinden yatağına kelepçelenmiş bir kızla göz göze geldim. Kabarık saçları omuzlarına dökülüyordu ve teni solgundu. Gözlerim gözlerine dokundu. Ruhu çekilmiş mavi gözler, susuz kalmış toprak gibi kurak dudakları, hafif kemeri olsa da kötü durmayan ince burnu, ölü gibi beyaz teni...

Genç bir kız olduğu belliydi ancak olgun duruyordu.

"Bana öyle bakmaya devam mı edeceksin?" Dedi kısık fakat dik bir sesle. Ruhsuz bakışları bana kendimi hatırlatıyordu. Uzun zamandır konuşmuyormuş gibiydi ve sesini ayarlamakta zorlanıyordu.

Kızın bu sorusuyla tokat yemişim gibi silkelendim ve kendime geldim. Kıza bakakaldığımı yeni fark ediyordum. Kaşlarım çatıldı. Bu tepkim kendimeydi ama kız yanlış anlamış olmalıydı ki onun da ince kaşları çatılmıştı.

"Ben..." Dedim kaba sesimi ayarlayamayarak. Niye çabalıyordum ki? Bir daha bu kızı görmeyecektim nasılsa, kendim olsam bir şey eksilmezdi. "Kuzey ben." Dedim yatağın ucuna oturarak. Kızın dizleri kendine çekikti ve bir kitabı da dizlerine yaslamıştı. Ben geldiğimde kitap okuyor olmalıydı. Ruhsuz gözleri beni tanıyıp tanımadığını anlamaya çalışır gibi yüzümde dolandı. Daha önce burada görüp görmediğini merak ediyor olmalıydı. "Tekrar soruyorum, kimsin sen?"

"Kuzey dedim ya." Dedim sesimin sertleşmesine engel olamayarak. Kaşlarım da çatılmıştı. Tekrar etmekten hoşlanmıyordum.

"Ee yani? Sana onu sormuyorum. Burada ne işin var?" Gergin bir tip olmalıydı. Fakat sorun şuydu ki gerginliğin kelime anlamı bendim.

"Doktordan mı kaçıyorsun?" Dedi. Bir anda gurur yaparak dikleştim ve kaşlarımı daha sert çattım. "Kim? Ben? Ne münasebet. O benden kaçsın."

Elimde olmadan gülümsedim. Çok saçma sapan cevaplar vermiştim o gün. Ama bu aleyhime olmamıştı, bir arkadaş edinmiştim.

Ta ki Tayfun'un, yanıma kadın bir köstebek soktuğunu öğrenene kadar.

Öfkem kimeydi? Tayfun pezevengine mi? Bade'ye mi? Yoksa ne yapıp edip yine yalnız kalışıma mı?

"Delirdiğim için değil, intihar girişimlerim olduğu için buradayım. Aklım gayet de yerinde!" Son cümlesini beni iğneleyerek söylemişti. Sanki hiç bana laf sokmamış gibi gayet normal bir şekilde devam ettim, "Peki neden? Sevgilin mi terk etti?"

"Sizin için tüm olay bu, değil mi? Genç bir kız intihar ettiyse ya sevgilisi aldatmıştır ya ayrılmıştır ya da istediği bir şey olmamıştır? Evet olmadı! Babamı yaşatmak istedim, olmadı! Annem dönsün istedim, olmadı! Ailem tarafından sevilmek istedim olmadı! Oldu mu!? Anladın mı!?" Diye bağırdı, ruhsuz gözleri dolmuş, yaşlar tenine dökülmeye başlamıştı. Bam teline basmış olmalıydım. Kızın içinden kaplan çıkmıştı. Bileğindeki kelepçeyi çekiştiriyordu.

Şaşkınlıkla dudaklarım aralanmıştı. Böyle ani bir çıkış beklemiyordum.

Annesi tarafından terk edilmişti, dönsün dediğine göre. Babası ölmüştü. Kalan ailesi onu sevip sahiplenmemişti.

"Baban öldü mü?" Dedim cevabı biliyor olmama rağmen. "Ölmedi." Dedi dişlerini sıkarak. O kadar sıkıyordu ki her an parça parça kırılıp dökülebilirdi. "Şehit oldu."

O gün yalan olamazdı. O günkü kırık, paramparça kız yalan olamazdı. O dolu gözleri, çekiştirmekten yara olmuş ve buna aldırmayan bilekleri yalan olamazdı.

İyice köşeye sıkışmıştım ve yapacağım herhangi bir şey, her şeyi tamamen değiştirecekti.

Ya bırakacaktım ve gidecekti. Ya da bırakmayacaktım ve bu işin üstüne düşecektim.

***

"Şt. Uyan lan. Arınç, imamı ara pamukla gelsin."

"Neden abi?"

"Ölmüş heralde. Uyanmıyor mal."

Zorlukla gözlerimi araladığımda sanki birbirlerine yapışmış gibilerdi. Çok yorgun hissediyordum ve belim tutulmuştu. "Hay anasını sikeyim." Dedim elimde olmadan. Sonra duraksayıp gözlerimi açtım ve Bade'ye baktım. Saçları kanlı değildi ve üstünde bir kaç saat önceki kıyafetleri değil, temiz ve rahat kıyafetler vardı. Mışıl mışıl uyuyordu. Şaşkınlıkla tepemde dikilen Arnaldo'ya baktım.

"Öldüm cehenneme mi düştüm?" Diye homurdandım yerimde dikleşirken. "Evet abi ben de şeytan, memnun oldum." Dedi Arınç sırıtarak. Kıvırcık saçlarını kısaltmıştı ve farklı bir hava vermişti. "Senden olsa olsa zebani olur." Dediğimde Arnaldo güldü. "Bade uyandı, duşunu aldı. Pansumanını yaptık. Evden kıyafetler getirmiştik üstünü değiştirdi uyudu." Dedi.

"Neden uyudu?" Dedim kaşlarımı çatarak. "Uyumaması gerekiyordu, başından darbe aldı."

"Bade iyi, Kuzey. Rahat ol. Sadece yorgun. Bırak dinlensin, bayağı hırpalanmış." Yüzümü sıvazlarken derin bir soluk verip ayağa kalktım. Kemiklerim kütür kütür ederken yüzümü buruşturdum. "Tamam duşa gireceğim şimdi. Siktirin gidin."

"Bensiz mi, hayatım?" Dedi Arınç alınmış gibi. Ona yorgun bir bakış atıp banyoya girdim. Cevap bile veremeyecek kadar yorgundum.

Duş aldıktan sonra havluyu belime sardım. Kıyafet almadığım için içeriden kıyafet alıp banyoya geri dönmeliydim.

Banyodan çıktığımda gardıropa ilerledim ve büyük kahverengi kapaklarını açtım. Koyu gri bir tişörte uzanırken gözüm Bade'ye kaydı.

Bana doğru dönmüş, yorgana sımsıkı sarılmış, uykusunda hafifçe gülümseyerek uyuyordu. Rüyası güzel olmalıydı. Acaba kimi görüyordu?

Seni görmediği kesin.

Gülümsediğimi fark edince başımı yavaşça iki yana salladım ve kıyafetleri alıp banyoya geçtim. Giyindikten sonra saçlarımı kurutma gereği duymadan içeri geçtim.

Yatağa yatsam Bade rahatsız olur muydu?

Denemeden bilemezdim.

Bade'nin sağındaki boşluğa uzandım ve rahatsız olma ihtimaline karşı arkamı döndüm. Yatağın konforu yorgunluğumu daha fazla hatırlatınca ağırlık çöktü ve gözlerim kapandı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro