21. Bölüm | "Hayalkırıklığı"
Ufuk Beydemir - Ay Tenli Kadın
Shamrain - The Empty Flow
🧭
21. BÖLÜM
Kuzey...
Önümdeki dosyanın sayfalarını çevirip incelerken aklım ha bire bu sabaha gidip geliyordu.
Belinay'dan yana bir sıkıntım yoktu. Sıkıntı Belinay'dı.
Bade'nin, yaptığım şakayı ciddiye alıp trip atması bir yana, bir de kaynana gibi sevgilimi bana karşı doldurup en güzel anları bölüyordu.
Aralık'ın sonlarındaydık. Yılbaşı yakındı. Melisa'yla birlikte bir takım planlar kurmuş, hile hurda ve biraz da parayla Arnaldo'nun çıkışını sağlamıştık. Fakat yine de polisin gözü onun üzerindeydi. Bir süre işlerden uzak durması gerekiyordu. Onun yerineyse ekürisi olarak ben boy gösteriyordum. Mafyacık değil, yarım mafya olmuştum. Büyüyorduk be...
Bade, aramızın iyi olduğu anlarda "Aman da aman benim mafyacıkım büyümüş de yarım mafya mı olmuş." Diyip yanaklarımı sıkıyordu. Tabi ben de kalçalarını, ama neyse, konumuz bu değil.
Tevfik ve Tayfun itleri ise hâlâ sessizliklerini koruyordu. Dahası, izlerini de bulamıyorduk.
Geçen bu zamanda Bade'den epey trip yemiştim. Sebebiyse belliydi: Şeytan Belinay. Yengem mi, kaynanam mı olduğunu çözemediğim kadın.
Ne zaman Bade'ye yanaşsam RTÜK gibi orada bitiyordu. Ayıplayıp benim yanımda oynaşmayın Mart ayında mısınız diyerek Bade'yi alıp götürüyordu.
Arnaldo'ysa Belinay için kendi oturduğu apartmanda bir daire ayarlamaya çalışıyordu. Evi bulmuştu bulmasına ama kiracılar biraz sorun çıkartıyordu. Polis denetiminde olduğu için olay da çıkartamıyordu. Yine olay bana kalmıştı. Oof of, ben olmasam ne yapacaktı bu adam?
Oflayarak dosyayı kapatıp boşluğa diktim gözlerimi. Sevgilimi özlemiştim!
Telefonumu çıkarıp favorilerimde Bade'nin ismini buldum. Basmak üzereyken kapı bir anda açıldı. Elim havada kalakalarak kapıya baktım.
Canan'dan başkası buna cüret etmez, edemezdi zaten.
"Kuzey!" Gergin görünüyordu. Gözlerimi kısarak baktım. "Neler oluyor?"
"Bir şey var... Bir iş başvurusu." Boş boş baktım. Bu muydu? "Seni gerim gerim geren şey bu mu?" Dedim tip tip bakarak.
"Sıradan bir başvuru değil." Dedi itiraz ederek. "Sıradan... Biri değil." Sıradan biri mi değil? Kim? Acun Ilıcalı mı? Ali Ağaoğlu mu?
Ulan düşünsenize Ali Ağaoğlu batıyor ve Berat İnşaat'a iş başvurusu yapıyor. Yine daldık hayallere.
"Alkım Baltacı." Dediğinde kafamda uçuşan kuş sürüsü ciyaklarak kaçtı.
Alkım Baltacı mı?
"Halkla İlişkiler Departmanı için başvuruda bulunmuş. İş açısından bakarsak Alkım mükemmel bir fırsat, ama özel hayatın açısından sıkıntılı bir durum. İstemezsen hemen reddedebilirim, hiç sorun değil. Sonuçta olanlar ortada. Yüz yüze bakmak istemeyebilirsin."
"Kuzey! Yapma diyorum!" Kahkaha. "Ya gıdıklanıyorum yapmasana!"
"Senin parmağına diken batsa benim kalbime hançer girer, sevgilim. Bilmiyor musun sen bunu?"
"Kuzey benim sevgilim! Onun hakkında doğru konuşacaksınız!"
"Evet! Evet seninle son nefesimde bile evlenirim! Sonsuza kadar evet!"
"Düğünümüz sahilde mi olsa? Beach kapatırız, şahane olur! Sen beyaz, keten bir takım giyersin. Smokin değil, salaş. Ben de uçuş uçuş beyaz bir elbise giyerim. Tam yaz düğünü! Pastamız meyveli olur. Muz ve çilek olsun mu? Ben çok seviyorum. Pembe de desenleri olsun, sen pembe seversin. Canan benim şahidim olacak, sakın çalmaya kalkma! Arnaldo olsun senin şahidin. Hem Canan'la aynı nikah masasında otururlar fena mı?" Kahkaha. "Ayakkabı olarak da sandalet giyeriz. Masaların hepsinde beyaz incecik ve upuzun örtüler olur. Rüzgarla uçuşurlar. Yine pembe tüller ve şamdanlarla süsleriz her yeri. Leylak istiyorum! Her yer leylak koksun! Sen leylak kokusunu çok seversin."
"Kuzey, bir şey söylemeyecek misin?" Dedi gözlerimin içine bakarken. "Söylemeyeceğim." Dedim. "Sen söylenebilecek her şeyi tükettin."
"Kuzey!"
İrkildim. "Hm?"
"İyi misin sen?"
"İyiyim." Dedim dikkatimi ona vererek. "Anılar işte. Neden buraya başvurmuş? Motivasyon mektubunda yazıyor mu?"
"Sadece prestijli bir şirket olduğumuz yazıyor. Kişisel hiçbir şey yazmamış." Başımı salladım. "Anladım. Çağırt, insan kaynaklarıyla görüşsün. Her şey usulünce olsun, torpil yok. Layıksa girer, değilse gider. Bu kadar basit."
"Nasıl yani?" Dedi şaşkınlıkla. "Gelmesini mi istiyorsun?"
"Ben sadece diğer tüm insanlara eşit muamele yapıyorum, Canan. Onun benim için diğer insanlardan hiçbir farkı yok. Gelsin, layıksa girsin. Şansını denesin." Canan şaşkınlıkla bakmaya devam etti. "Tamamen bitirdin yani? Kökten."
"Bitecek bir şey hiç olmadı." Dedim.
Canan'ın gözleri irileşirken sessiz kalarak sadece baktı. "Nasıl olmadı?"
"Neyi anlamadın, Canan?" Dedim sinirlenerek. "Benim içimde Bade var! Ben Bade'yi tanıyana kadar Alkım'ı sevdim, evet. Ama Bade'yi öyle seviyorum ki, Alkım'ı sevmemişim. Şimdi de benim için bir hiç. Şimdi anladın mı?"
"Anladım." Dedi uysalca. "Ben insan kaynaklarına yönlendireyim o zaman." Sessizce odadan çıkıp gittiğinde kendimle baş başa kaldım.
Çok fazla anı vardı. Çok fazla yıllar vardı. O günlere saygım sonsuzdu, hiçbirine saygısızlık etmezdim. Ama biz geçmişte değil, şu anda yaşıyorduk. Ve ortada saygı duyacağım hiçbir şey de yoktu. Bade dışında. Aklımda, kalbimde, içimde, ruhumda sadece Bade vardı.
Bade'm... Nur yüzlü sevgilim.
Her şeyi siktir edip tekrar telefona yöneldim ve Bade'yi aradım.
"Efendim."
Sesini duyduğum an gülümsemem yüzüme oturdu. "Sevgilim!"
"Söyle, sevgilim."
"Hadi şirkete gel." Dedim. "Seni çok özledim. Şeytan da yok burada hem." Kahkaha attı, en güzel melodiydi. "Tamam geliyorum birazdan."
Suratımda şapşal bir sırıtış belirdi. "Bekliyorum."
"Bekle." Dedi cilveyle. Bu kadını...
Gözlerimi yumup sakinleşmeye çalıştım. Telefonu kapattı, ama ben hâlâ kulağımdan çekemedim. Tövbe ya Rabbim tövbe.
🧭
Bade...
Siyah boğazlı kazak, siyah çorap ve yine siyah deri eteğimi giydim. Saçlarımı açık bırakıp sadece taradım. Günlük makyajımı yapıp deri ceketim ve botlarımla birlikte evden çıktım. Seke seke toplu taşımaya ilerledim. Sonra metroyla geçip yine otobüs derken şirkete geldim. İçeri geçerken neredeyse kanka olduğumuz güvenlik görevlisine selam verdim.
Asansörlere doğru ilerkerken asansör bekleyen başka bir kadın biniyordu. "Bir saniye, asansörü tutar mısınız!?" Koşarak asansöre ilerledim. Nefes nefese durduğumda kadın asansörü durdurmuştu. Nazikçe gülümsediğinde ben de gülümsedim. Derin bir nefes vererek içeri girerken "Teşekkür ederim." Dedim.
"Rica ederim." Dedi.
Koyu kahverengi dalgalı saçları, keskin yüz hatları ve kıvrımlı bir vücudu vardı. Boyu benden uzundu. Gözleri çok güzeldi. Yüzü de çok güzeldi. Aslında baştan aşağı kadın çok güzeldi. Daha önce burada görmediğime emindim.
Aynı katta indiğimizde hafifçe gülümsedim. "Sizi burada daha önce görmedim, yeni misiniz?"
"İş görüşmesi için geldim." Dedi. İnce ve kadınsı bir sesi vardı. "Siz burada mı çalışıyorsunuz?"
"Henüz değil." Dedim. "Ziyarete geldim sadece." Elimi uzattım. "Ben Bade."
Elimi tuttu. "Memnun oldum, Bade. Ben de A-"
"Bade!?"
Canan'ın sesiyle oraya döndük. Şaşkınlıkla ikimize bakıyordu. "Hoş geldin, geçsene, seninki seni bekliyor. Siz de hoş geldiniz, insan kaynakları ofisimiz şu tarafta." Kuzey'den seninki diye bahsetmesi çok hoşuma gittiğinden kocaman gülümsedim. "Hemen gidiyorum. Tanıştığımıza memnun oldum." Elini bırakıp koşar adım Kuzey'imin odasına ilerledim. Canan'ın yanından geçip koridora girdim ve Kuzey'in odasına geldim. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde beni gördüğü gibi gözleri ışıldadı.
Kapıyı kapatıp hızlı adımlarla ilerledim. Çantamı koltuğa atıp koşarak Kuzey'in yanına, masanın arkasına geçtim. Sandalyesini geriye doğru ittiğinde yan şekilde kucağına oturup dudaklarından uzunca öptüm. Ay nasıl özlemişim!
"Hayatımın anlamı." Dedim ve tek tek dudaklarından, yanaklarından, burnundan, alnından, çenesinden ve gözlerinden öptüm. Kuzey güldüğünde gülüşünden de öptüm. "Biri beni benden çok özlemiş sanırım."
"Sus ya!" Dedim geri çekilerek. "Sinir etmezsen uzak kalmayız böyle! Şu dilini tut bi!"
"Sen tutsana." Dedi ve dilini çıkarıp dudağıma sürttü. Resmen tahrik!
"Tahrik ediyorsun."
"Evet, istediğim bu." Dedi.
"Şirketteyiz."
"Evde de şeytan var, ne yapayım?"
"Şeytan dediğin benim arkadaşım!"
"Sonuç olarak şeytan."
"Kuzey!"
"Kurbanın olayım başlama." Dedi isyan ederek. "Günlerdir trip üstüne trip yiyorum, benimki de can!"
"Tamam." Dedim uysalca. Bir anda kedi gibi olduğumu görünce yüz ifadesi değişti. "Şapşal seni."
Dudaklarımız tekrar birleşecekken kapı çaldı. Ayağa fırlayıp Kuzey'in arkasındaki camdan dışarı bakıyormuş gibi yaptığım sırada Kuzey seslice bağırarak ofladı. "Gel!"
Kuzey'in asistanı içeri girdiğinde mahçup görünüyordu. Sanırım Kuzey'in bağırmasından korkmuştu. "Kuzey Bey, sizi görmek isteyen biri var."
"Meşgulüm." Dedi. "Yolla, sonra gelsin."
"Tamam, Kuzey Bey." Kız usulca odadan çıktığında Kuzey'le yeniden baş başa kaldık. "Belki önemlidir, neden öyle dedin?"
"Şu an senden daha önemli kimse olamaz."
Güldüm. "Tamam, benim için de senden daha önemli kimse yok. Ama iş bu, Kuzey. Önemli olabilir. Ben gidip Canan'ı göreyim, sen de görüş." Kuzey huysuzca baktı. "Hadi ama!" Yanağından kocaman öptüm. "Hadi kaçtım."
Ceketimi ve çantamı alıp odadan çıktım. Canan'ın odasına doğru döndüm ve koridorda ilerledim. Arkamdan kapı sesi geldiğinde dönüp baktım ama kimseyi göremedim, gördüğüm tek şey, Kuzey'in yeni kapanan kapısıydı.
🧭
Kuzey...
Bade çıktıktan saniyeler sonra kapı çaldı. "Gel!" Kapı açıldı ve topuk sesi içeriyi doldurdu. Giren kişiyi gördüğümde yıllar sonra tekrar olan bir karşılaşmaydı.
"Sadece merak ediyorum!" Dedi. "Ondan sonra yıllarca hayatında başka birisi olmadı. Aklının bir köşesinde hep var oldu. Bade'ye gerçekten aşık mısın, yoksa Alkım'ın yarasını mı kapatmaya çalışıyorsun? Bir anda karşına çıksa ne yapacaksın? Mal gibi kalacak mısın, yoksa umursamayacak mısın? Ya da öfke mi duyacaksın, kırgınlık mı? Hissizlik mi? Hiçbir şeyden emin değilken başkasına aşık olduğunu iddia edersen, o iddia kanıtlanana kadar ben şüphe ederim, kardeşim."
"Ne istiyorsun? Gidip Alkım'ı bulup ne hissediyorum diye kontrol mu edeyim? Ne saçmalıyorsun, amına koyayım ya!?"
"Sadece mantıklı düşünmeye çalışıyorum. Sen sevdiğinde kolay unutamazsın, Kuzey. Kardeşimsin ulan sen benim, kendimden iyi seni tanıyorum!"
Hissizlik.
Alkım yıllar sonra karşımdaydı ve onu gördüğümde hissettiğim tek şey hissizlikti. Herkes gibiydi, sıradan, öylesine, önemsiz.
Hangi yüzle karşıma çıktığını merak etmiyor değildim.
Kapıyı kapattı ve odada ilerleyip karşımda durdu. "Merhaba." Dedi sakince. Ne diyeceğini bilemiyormuş gibi hareketliydi. Ellerini lacivert kumaş elbisesine sürtüyordu.
Hiçbir şey demeden sadece baktım. Ne için geldiğini açıklaması gerekiyordu.
"Kuzey... Ben... Gitmeden seninle konuşmak istedim."
"Bey." Dedim keskin ve soğuk bir şekilde.
"Ne?"
"Kuzey Bey. Sen değil, siz. Sizi tanımıyorum bile, ne konuşmak isteyebilirsiniz ki?"
Alkım şaşkınlıkla baktı, sonrasında yutkundu. "Ben... Özür dilerim. Tepkinde çok haklısın. Mesafe istiyorsun, tanışmıyormuşuz gibi davranmak istiyorsun, bunu da anladım. Ama son bir kez konuşamaz mıyız? Bunu hak etmiyor muyum?"
"Sen hiçbir şeyi hak etmiyorsun." Dedim geriye yaslanırken. "Ve dinleyecek de hiçbir şeyim yok. Söyleyecek başka bir şeyiniz yoksa çıkabilirsiniz."
Alkım sessiz kaldı. "Evet haklısın." Dedi. "Ama ben de çabalamayı bırakmayacağım. Şunu bil ki; ben seni hâlâ çok seviyorum. Gördüğün bildiğin her şey bir yalandan ibaret. Ben seni hiçbir zaman aldatmadım, tehdit edildim!"
Tek kaşımı kaldırdım. Şimdi ilgi çekiciydi işte. "Ne tehdidi?"
"Biri beni tehdit etti. Abimle. Abime kumpas kurdular ve hapse gönderdiler. Onun canını korumak için senden ayrılmam gerekiyordu. Ne yaparsam yapayım beni bırakmazdın. Ben de aldatmışım gibi rol yaptım ama aslında hiç aldatmadım. Bu güne kadar elime erkek eli değmedi, değemedi. Çünkü seni hâlâ çok seviyorum, Kuzey. Lütfen bir şans daha ver."
Başımı salladım.
"Bitti mi?"
"Ne?"
"Söyleyecekleriniz, bitti mi? Öyleyse çıkın, işim var." Onu umursamayarak doğruldum ve önümdeki incelemeyi güzel sevgilim yüzünden yarım bıraktığım dosyaya odaklandım. Artık daha kolaydı, çünkü Bade az önce buradaydı.
Alkım'ın gözlerindeki tek şey saf hayal kırıklığıydı. Bunu biliyordum.
"Anladım." Dedi. "Sizi rahatsız ettim, Kuzey Bey. Kusura bakmayın lütfen." Geri gidip odadan çıktı ve kapıyı kapattı.
Benim için değişen hiçbir şey olmadı. Büyük bir dikkatle dosyayı incelemeye devam ettim. Şimdiyse merak ettiğim tek şey; onu kimin tehdit ettiğiydi. Öğrenmeliydim, aynı kişi Bade'yi de tehdit edebilirdi.
🧭
Bade...
Önümdeki kahveyi yudumlarken tamamen Canan'a odaklıydım.
"Öyle işte." Dedi. "Sen söyle. Bugün asansörden beraber indiğiniz kadını tanıyor musun?"
Saf saf baktım. "Yo? Tanımam mı gerekiyordu?"
"Yok ondan değil." Dedi. "Tanışıyor gibiydiniz merak ettim. İş görüşmesi için geldi kendisi."
Başımı salladım. "Tanışmıyoruz. Tanışmak üzereydik, sen geldin. Adını falan bilmiyorum."
"Ha öyle." Dedi heyecanla. Tuhaf tuhaf baktım. "Ne oluyor, Canan?"
"Bir şey olmuyor, canım." Omuz silkerek kahvesini yudumladı. Yine bir şeyler dönüyordu ama haydi hayırlısı.
"Ee Bade." Dedi. "Seninle iyi arkadaşız ama çok iyi tanımıyorum. Ailen neredeler? Senin durumundan haberleri yok mu?"
Keyfim kaçtı ama bunun için onu suçlamazdım. Merak etmekte haklıydı, herkes arkadaşının ailesini merak ederdi.
"Annem ben küçükken kanserden gitti." Dedim. "Babam da polisti, şehit oldu. Amcamla büyüdüm. Öyle şaşalı bir hayatım yok." Canan bakakaldı. "Özür dilerim, dangıl dungul konuştum bir anda. Başın sağolsun."
"Vatan sağolsun." Dedim derin bir nefes vererek kahvemi bırakırken. Canan hafifçe gülümsedi. "Vatan sağolsun. Kuzey'in babası da şehit. Askerdi. Yaralarınız denk, demek."
"Öyle. Ben hastaneye yattıktan sonra amcamla bağım koptu. Zaten öyle bağlı da değildik, bir nevi mecburiyetten bakıyordu bana. Sürekli bir şeyler kanıtlama çabasındaydı. Karısıyla boşandılar, çocuğu yok, tekrar da evlenmedi. İyi bir ebeveyn olabileceğini kanıtlamaya çalıştı, başarısız oldu. Ruh ve Sinir Hastalıkları'na yatınca da yüz karası oldum, hayal kırıklığına uğrattım. Burada, Aydın Üniversitesi'nde tam burslu Finans okuyordum. O da yarım kaldı. Bursumu kaybetmişim, direkt kaydımı sildirdim. Tekrardan sınava hazırlanıyorum bir aydır."
"Anladım. Trajik bir hikâyeymiş seninkisi, nasıl olay yok dersin? Asıl benim hiçbir olayım yok. Babam emekli, annemle beraber Antalya'ya yerleştiler orada yaşıyorlar. Bu kadar."
"Ne emeklisi?" Dedim ilgiyle.
"İşçi." Dedi. "İnşaat işçisiydi babam. Ben iç mimarlık okuyunca ekmeğini çok yedim sağ olsun. Tanıdığı üç beş mimarla bağlantı kurup iş ve staj ayarladı. Sonrası kendi çabamla çorap söküğü gibi geldi. Ben de birikimimle onlara bir ev aldım Antalya'da sahil kasabasında. Kendi ufak bahçelerinde çiftçilik yapıyorlar. Yetiştirdiklerini de satıp emekli maaşına ekleyip geçiniyorlar. Ben de destek oluyorum ama istemiyorlar genelde. Artık kendi hayatıma bakmamı istiyorlar."
"Öyle mi?" Dedim hevesle. "İsimleri ne?"
"Babamın adı Süleyman, annemin adı Hatice. Seninkiler?"
"Babamın adı Mehmet. Annem..." Duraksadım. Annemin adını unutmuş olamam, öyle değil mi?
Canım yandı, kavruldu.
Canan içine düştüğüm durumu fark etmiş gibi anında konuyu değiştirdi. "Hangi bölümü yazacaksın? Tasarım sektörüne girecek misin?"
"Yok hayır." Dedim durgunlaşarak. Annemin adını unutmam kabul edilebilir bir şey değildi. "Yönetim sektörüne girmeyi düşünüyorum. İyi bir üniversitede işletme okuyacağım."
"Mükemmel. İyi bir yerde okunursa muhteşem bir bölüm. Şimdiki bölümlerin hepsinde ne olursa olsun ikinci üniversite olarak işletme okunması isteniyor. CV için de mükemmel bir fırsat. Ben okuyamadım. O yüzden yönetim kısmının çoğunluğuyla Kuzey ve Fahriye ilgileniyor. Ben de kendi departmanımla işte." Kısa bir es verdi. "Hande'yi özledim ya."
"Geri gelecek birkaç ay sonra." Dedim teselli etmek isteyerek. Hande'yle aramız her ne kadar mükemmel olmasa da Canan'la çok yakınlardı.
"Evet, gelecek." Dedi. "Yüksek lisansı bitince burada başlamasını istiyorum ama o istemiyor. Gelse, peyzaj departmanı başında dursa uçarız."
"Ben anlamıyorum bu işlerden." Dedim. "Ama işinin en iyilerinden birisi olduğuna eminim. Yaptığı doğa parkını gördüm. Kuzey'in ricasıyla adımı da vermiş."
"Harbi mi?" Dedi şaşkınlıkla. Haberi yoktu sanırım. "Vay be, Kuzey'e bak sen. Doğa parkına sevgilisinin adını vermesi kral hareket."
Konu kalmadığından sessizlik oldu.
"Hangi takımlısın?" Diye sordu bir anda.
"Fenerbahçe."
"Hadi be!" Dedi hayalkırıklığıyla.
"Sen hangi takımlısın?"
"Galatasaray, yavrum. Kuzey de öyle. Ezeli rakip olacaksınız desene. Maç izler misin?"
"Pek benlik değil. Birkaç kere izlemeye çalıştım ama sıkıldım, hiçbir şey de anlamıyorum."
Canan gülerken telefonuna gelen bildirimle özür dileyip baktı. Bir süre bakarken kaşları çatıldı.
"Ne oldu?"
"Bade..." Sesi tedirgin geliyordu. Uzanıp telefonu elinden aldım ve ekrana baktım. Şirketin açılış partisinde Kuzey'le ikimizin çekilmiş resmi vardı.
Berat İnşaat'ın CEO'su Kuzey Berat'ın sevgilisi gizemli sarışın aslında kim?
Ne?
Berat İnşaat'ın CEO'su Kuzey Berat'ın, sevgilisi Yaz Bade Güney ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tanıştığı ortaya çıktı.
Yaz Bade Güney, yaklaşık dört yıldır hastanede hasta olarak yatmaktaymış ve Kuzey Berat ile bu şekilde tanışmışlar.
Peki Kuzey Berat'ın o hastanede nasıl bir işi vardı?
Yaz Bade Güney, aynı zamanda o hastaneden yakın zamanda kaçmış, sonrasında gizemli bir şekilde yatışa gerek olmadığı, doktor raporuyla açıklanmış.
Yaz Bade Güney'in, hastanede yatmasına neden olan mental hastalığı neydi?
Yaz Bade Güney'in amcası olduğu ortaya çıkan, Güney Okulları'nın sahibi ve müdürü Murat Güney'se "Benim öyle bir yeğenim yok." Dedi!
Her kelimede gözlerim daha da irileşti ve dehşete düştüm.
Hepsine, hepsine nasıl ve nereden-
Melisa!
"Bu..." Devamını getiremedim. Canan da son derece şaşkın görünüyordu. "Bu nasıl ortaya çıktı? Magazine bu kadar bilgiyi kim verdi?" Dedi devamını getirerek.
"Melisa." Dedim direkt. Canan şaşırdı. "Melisa mı? Bizim Melisa mı?"
"Evet."
"Ne alaka?"
Ona Melisa'yla aramızda geçen her şeyi anlattım. Ağzı açık bakakaldı. Kapıyı göstererek "Demek o yüzden-" diyordu ki durdu. Bir kapıya, bir ona baktım. "Ne o yüzden?"
"Yani, demek o yüzden magazin bu bilgilere sahip oldu." Dedi.
"O kızı mahvedeceğim." Ayağa kalktım ve kapıya ilerledim. Canan hemen önüme geçti. "Hayır! Hayır saçmalama! Bu haberlerden sonra bir de Melisa'ya saldırdığın bilgisi onlara ulaşırsa asıl o zaman mahvoluruz. Kendine hakim ol-"
Kapı güm diye açıldı, duvara çarptı. Kuzey içeri girdi, barut gibiydi ve elinde tabletini tutuyordu. "Kim o!? Kim yaptı bunu!?"
Öfkem, dinginliğe dönüşürken Kuzey'e ilerledim. "Hangi orospu çocuğu!?" Diye bağırırken önünde durdum "Kuzey, sakin ol."
"Ne sakini!? Nasıl sakin olayım, amına koyayım!?"
"Kuzey şimdi gerçekten hiç sırası değil." Dedi Canan. "Bade'nin itibarı söz konusu. Yapacağın en ufak yanlış, uçuruma sürükler."
"Ona hiçbir şey olmayacak!" Dedi Kuzey. "Ama bunu kim yaptıysa... İşte ona söz veremiyorum."
O Melisa'ydı. Bir erkek olsa Kuzey belki öldürürdü ama Melisa olduğunu öğrenince ne yapacaktı, kestiremiyordum. Ama bir yandan da saklamamam gerektiğini de biliyordum. "Kuzey..." Dedim uysalca. "Konuşalım mı?"
🧭
"Melisa mı yaptı tüm bunları?" Dedi sakince. Bu kadar sakin kalmasını beklemiyordum.
"Evet." Dedim. "Bu kadar ileri gitmesini beklemiyordum. Artık sana söylemem gerektiğini düşündüm."
Uzanıp ellerimi tuttu. "En başından söylemen gerekiyordu. O zaman bu kadar ileri gidemezdi."
"İnanmayabilirdin."
"Sana mı inanmayacağım?" Dedi hayretle. "Dünya karşımda dursa ben yine sana inanırım." İçim sıcacık olurken elimi tutan elini sıktım. "Ben de öyle." Gülümsedi. "Güzel sevgilim benim." Ellerimi öpüp ayağa kalktı. "Saat beşe geliyor, e benim de birkaç işim var. Seni eve bırakayım, yarın için hazırlan."
Boş boş baktım. "Yarın ne var ki?"
"Basın açıklaması yapacağız." Gözlerim irileşti. "Basın açıklaması mı? Kameraların önünde mi?" Kaygı ve endişe beni bir kutuya hapsetti. "Ben... Buna hazır değilim, yapamam."
"Yalnız olmayacaksın." Dedi. "Ben de olacağım. Hatta ben konuşacağım, sen sadece yanımda duracaksın." Başımı iki yana salladım. "Yapamam. Tüm gözler patlayan flaşlar üzerimde olacak. Kameralar beni çekecek. Hazır değilim."
"İnan bana." Dedi yanıma gelip ortadaki masaya oturarak. Dizlerimiz temas içindeydi ve ellerimi bırakmadı. "Potansiyelinin o kadar farkında değilsin ki. İçinde patlamaya hazır bir yıldız var. Patladığı anda öyle ışık saçacak ki, Yaz güneşi gibi herkesi yakıp aydınlatacaksın. Sadece biraz kendine inan. Seni yalnız bırakmam, her zaman yanında durup elini tutarım. Bana güveniyor musun?"
"Her zaman." Dedim. "Ama bu güven meselesi değil. Benim an-"
"Anksiyeten var, evet. Senden daha iyi biliyorum bunu. Hiç kolay olmadığını da biliyorum. Ama bunu aşmak bizim elimizde."
Senin, demedi. Bizim, dedi.
"Ufak bir adım at. Sadece yanımda dur, konuşma. İnanıyorum, bir gün beni gölgede bırakıp senin konuşacağın anlar da gelecek."
"Hiç sanmıyorum."
"Ben görüyorum bile." Dedi. "Kendine güven, inan. İmkansızı başarabilecek potansiyelin var. İçinde bir yıldız var, güneşe dönüşmeyi bekliyor."
Çok güzel konuşuyordu, kendimi iyi hissettiriyordu ama bu anlıktı. Yarın olduğunda yine başa dönecektik. Bunu ona söylemedim, hevesini kırmak istemedim. Bunu engelleyemezsin, değiştiremezsin, demedim. Sadece "Tamam." dedim.
"Şimdi endişe edeceğin tek şey: Yarın hangi kombini yapacağın olsun, bebeğim. Hadi kalk bakalım."
Uzun uzun yüzüne dalmıştım. Kalkmaya hazırlanırken bunu fark etti ve sorarak baktı. "Seni hak edecek ne yaptım ben?" Dedim içli bir şekilde.
"Doğdun, ve beni hak ettin, yavrum." Dedi gerinerek. Havalı ve seksi bir bakış atıp ayağa kalktığında arkasından gülüyordum.
Ceketini ve kabanını giyerken onu izledim. Kapıya yöneldiğinde arkasından geldiğimi düşündüğü için hiç bakmadı. Bana sırtı dönüktü.
Sessizliği bozup bir anda "Seni seviyorum." Dedim.
Donup kaldı. Her söyleyişimde ilkmiş gibi verdiği tepki beni mest ediyordu.
Geri dönüp yanıma yaklaşırken yüzünde şüpheci bir ifade vardı. Üstüme doğru hafifçe eğilip "Beni ne yapıyorsun?" Diye sordu.
Gülmemek için kendimi sıkıp "Öpüyorum!" Dedim ve yanağından kocaman öptüm. Kolunun altından sıyrılıp kalktım ve ceketimi giyip çantamı aldım. Kapıya koşarken arkamdan bağırdı: "Ben daha çok."
Dönüp huysuzca "Yo, ben daha çok." Dedim ve kapıyı açtım. Arkamdan yetişip kapıyı kapattı. "Bana ne? Ben daha çok."
Omuz silktim. "Hayır ben daha çok."
"Bana ne ya!?" Dedi çocuk gibi huysuzlanarak. "Ben daha çok seviyorum, konu kapanmıştır."
"Hayır kapanmamıştır." Dedim itiraz ederek. "Ben daha çok seviyorum. Asıl şimdi kapandı."
"Bade!"
"Kuzey!"
"Ya bana ne ya!" Dedi kaşlarını çatarak. Oyun bozan bir çocuk gibiydi.
"Bana bak." Dedim kaşlarımı sertçe çatıp üstüne yürürken. Her adımımla geri adımlıyordu. "Bir öperim, nefes alamazsın. Beni ayar etme, adam. Düş önüme, evimize gidiyoruz."
"Tamam, haşin kadınım, kızma. Tamam en çok sen seviyorsun." Dedi uysalca. Ellerini önünde bağlayıp boynunu büküp kapıya yöneldiğinde kahkaha attım. "İşte böyle yerler, Kuzey Berat!"
"Nasıl yerler?" Dedi kafasını bana doğru- geriye- uzatarak. "Affedersin, duyamadım."
"Arsız adam, yürü!"
"Tamam, hanım." Önüne dönüp uysalca odadan çıktı. Karizmasını sarsmamak adına ellerini çözüp başını kaldırdım ve elini tuttum. "Benim erkeğim dışarıda başı eğik yürüyemez."
"Karım ne derse o." Dedi gerinerek. Kalbim teklediğinde aval aval bakakalan bu sefer ben olmuştum. "Neyin?"
"Karım." Dedi ağzını doldura doldura, bastıra bastıra.
Eril modumdan çıkmadım ama bulunduğumuz yeri de düşünerek yaklaşıp kısık sesle konuştum: "Karın o ağzını yer yalnız."
"Yemezse namert." Dedi trip atar gibi. Haykıra haykıra kahkaha atmak istiyordum. Mutluluk hissi damarlarımda öyle bir heybetle geziniyordu ki, sürekli sırıtıyordum. Sürekli kahkaha atıyordum.
Kuzey'le atışmamız eve gidene kadar devam etti. Yol boyunca yine birbirimize yükseldik, karı-koca gibi (ama tersten) davrandık, ara ara didiştik. Ama hepsinde de yüzümden kocaman gülücük eksik olmamıştı. Kuzey'se araba kullanmasına rağmen sık sık bana- ya da gamzeme?- bakıyordu.
Seviyordum. Çok seviyordum. Fazla seviyordum.
🧭
Belinay Akça.
Akşam yemeği saatleri yaklaşırken restoran dolmaya başlamıştı. Öğle ve akşam arasındaki saatlerde genelde boş oluyordu. Kahve içmeye gelenler oluyordu elbet ama boştu işte. Asıl doluluk, öğün saatlerinde oluyordu.
Müşteriyi mağdur etmemek için bir koşuşturma hâkimdi restoranda. Siparişi alıp tabletten mutfağa gönderiyor, başka siparişe koşuyordum. Hazır olan siparişi alıp masasına götürüyor, başka istediği bir şey varsa onu almak için koşturuyordum.
Ta ki içeri giren kişiyi görene kadar.
Yeni bir müşteri falan değildi.
Arnaldo Berat'tı.
Koşuşturmacalı ve hareketli gün, benim için durdu. Hayat durdu, sesler sustu, sadece o kaldı.
Etrafa bakındı, beni gördü. Bana bir işaret verip cam kenarı bir masaya geçti. Rezerve olan masalardan biriydi. Hızlı adımlarla yanına gittim. Dedikodu çıkmaması adına mesafeli konuştum. "Bu masa rezerve, beyefendi." Dedim ama sesim titriyordu, kısıktı. Kendime bir tokat atmak istesem de ortam müsait değildi.
"Biliyorum. Ben rezerve ettim." Dedi geriye yaslanırken. "Üstelik inanmazsın... Kalıcı." Dilim tutulurken bakakaldım. "Ne demek kalıcı?"
"Bu masa artık benim." Dedi. "Arnaldo Berat'a ait. Çok beğendim, sevdim, aldım. Böyleyimdir." Dedi rahat bir tavırla. Sonra tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Sevdiğim şeyleri almak huyumdur, bilirsin."
Bu ne demekti şimdi?
Tövbe estağfurullah.
Kalbim atmıyordu. Durduğuna emindim, zira nefes de alamıyordum.
Of! Kendine gel, Belinay!
"Her şeyi alamazsın." Dedim. "Bazı şeyler satın alınmaz."
"Satın almaktan bahseden kim?" Yine duraksadım. Sonra konuyu değiştirdim. "Siparişinizi alabilirim."
"Yarın akşam için bir yemek." Dedi. "Tam bu masada. Hakkını verelim."
"Yemek mi?" Dedim şaşkınlıkla. "Burada mı?"
"Neden? Olmaz mı?"
"Tabiki olmaz."
Belimdeki ufak telsizimden ses geldi. "Belinay ne yapıyorsun orada?" Şefimden geliyordu ses. Yutkundum. "Siparişiniz yoksa başka müşterilere geçmem gerek."
"Tamam o zaman başka bir yerde yeriz. Sen nerede istersen."
"Kokoreççi olsa bile mi?"
Güldü. "İnan, sen varsan hiç fark etmez."
Ne diyeceğimi bilemedim. Kaçar gibi yanından uzaklaştım. Oysa saatlerce orada oturup beni izledi.
🧭
Yaz Bade Güney...
Kuzey'in gidişinden sonra benim için gecenin devamı PTT ile geçmişti. Pijama, terlik, televizyon.
Bir çikolata almış, televizyon karşısında yerken telefonuma bir bildirim düştü. Belinay'dandı. Bugün restoranı o kapatacaktı, bu yüzden geç gelecekti.
Yarın akşam Arnaldo ile yemeğe çıkacağını söylemişti. Ayrıca Arnaldo, Belinay'ın çalıştığı restorandan bir masa satın almıştı. Gözlerim irileşirken yerimde dikleştim. Ağzım doluyken "Ne!?" Diye bağırdım ama sesim boğuk çıktı.
Gönderen: Belinay
"Nereye götüreceğim ben bu adamı!? Yardım et bana!"
"Ay bir de sen mi götürüyorsun çatlak karı." Dedim dehşetle. Sonra yazmadığımı, sesli söylediğimi fark ettim.
"O çıkarıyorsa sen nasıl götürüyorsun!?"
"Ayrıca yemek ne! O kadar ilerledi mi bu iş!?"
"Saçlarını yolacağım Belinay!!!"
"İlerleyen bir şey yok dostça bir yemek işte"
"Nah dostça."
"İnsan arkadaşını dönerciye götürür, kebapçıya götürür, çorbacıya götürür."
"Adam senin için masa satın almış MASA"
"UYAN ALIK MANYAK"
"Ya of gelme üstüme salaklaştım burada! Hâlâ oturmuş beni izliyor!"
Sen daha çok salaklaşırsın.
"Sen nasıl götürüyorsun onu açıkla"
"Burada yiyelim, dedi. Ben de hayır dedim. İş arkadaşlarımın önünde Arnaldo Berat'la hayatta yemek yemem"
Ee... Evet... Bunu çok iyi anlayabiliyordum. Çünkü ben de çalıştığım yerde Kuzey'le kahvaltı yapmıştım.
"O da sen ayarla gideceğimiz yeri dedi"
"Tamam ben Kuzey'e iyi bir yer soracağım bekle"
"SAKIN"
"ÖLDİRÜRİM SENİ BADE"
"O AYIYI UYANDIRMA UYUSUN MAĞARASINDA BIRAK"
"Ay bu ne Kuzey korkusu ayol. Adam sanki katil"
Yazdığım şeye bir anda kahkaha attım.
Adam zaten katildi be.
Yoksa nasıl bir suçtan kurtulmak için Bakırköy'e yatmaya razı olacaktı?
"Katilden beter"
"Kastamonu ayısı"
"Sevgilime ayı deme."
"Sadece ayı değil. Kastamonu ayısı. Şu en cani ayı hangisiyse o. Şu masum yüzü olan var ya Hindistan'da mı ne yaşıyormuş neydi lan onun adı?"
"YA DEME SEVGİLİME ÖYLEEE"
"Dedim."
Göz devirdim.
"Gördün mü haberleri?"
"Yo görmedim ne oldu ki"
"Ünlü oldum"
"Siktir ordan"
"Bakcam"
Çevrimdışı oldu.
Ben televizyonu izlemeye devam ederken birkaç dakika içinde tekrar yazdı.
"Hay siksinler"
"Bu neee seceleni dökmüşler GBT'ni de yazsalarmış bak onu unutmuşlar"
"Hadsiz köpekler"
"Melisa orospusunun işi bu değil mi?"
"Öyle. Ve Kuzey de 9ğrendi"
"Oooooohhhhhh"
"Çok iyi olmuş. Dilin bal yesin"
"Yosma karı"
"Zebellah gibi çöktü üstüne kart karı"
Öyleydi cidden.
Kapı açıldığında kafamı uzatıp koridora baktım. Kuzey eve girdiğinde telefonu kapatıp kanepenin üstüne koydum. Saat sekize geliyordu. Belinay bire doğru gelirdi, zaten Arnaldo bırakırdı onu.
Yanına gidip boynuna sarıldım. "Belinay bugün restoranı kapatacak." Dedim. "Gel hasret giderelim, reglim yeni bitti."
"Valla mı?" Dedi hevesle. Elinden tutup yatak odamıza sürükledim. Kapıyı kapatıp kilitledim.
🧭
Sabahın saatlerinde kalktığımızda basın açıklamasının on ikide olacağını öğrenmiştim. Krem rengi saten bir gömlek ve koyu krem rengi kısa bir etek giydim. Açık renk uzun süet çizmeleri giydiğimde bacaklarım büyük oranda kapanmıştı. Saçlarıma maşa yapıp makyajımı yaptım. Küpelerimi, bilekliklerimi ve çoklu kolyelerimi taktım. En son dalgaları dağıtıp parfüm sıktım. Zincirli bir omuz çantası ayarlayıp kahverengi kabanımı giydim. Güzel görünüyordum.
Kuzey'se siyah takım elbiselerinden birini giymişti. Yakasına krem renginde bir mendil takması hoşuma gitmişti.
Belinay bugün izinliydi. Bu yüzden o mışıl mışıl uyurken Kuzey'le ben el ele evden çıktık. Arabaya binip şirkete geçerken Kuzey sessizdi. Ne söyleyeceğini bile söylememişti. Bense çok gergindim. Neredeyse kusacakmış gibi hissediyordum. Midem bulanıyordu, kalbim çarpıyordu ve başım dönüyordu. Bunlar anksiyetenin getirileriydi.
Kafamda phonk müzikleri çalsa belki daha özgüvenli hissedebilirdim. Büyük etkisi olurdu.
Şirkete geldiğimizde Kuzey arabayı park etti. Beraber yukarı, Berat İnşaat'ın katına çıktık.
Kuzey işine başlarken ben de boş toplantı odasına geçip buradaki kitaplarımla tarih çalışmaya başladım. Birinci Dünya Savaşı bitmek üzereydi.
Kapı bir anda açıldığında yerimde sıçrayarak kapıya baktım. Çok uzun, sarışın bir adam kapıda duruyordu. Beni görünce bir an duraksadı. Çok sert ve sinirli gözüken yüz hatları vardı. Görenin çekineceği türden bir adamdı. Daha önce bir yerde görmüş müydüm? Tanıdık bir havası vardı.
"Afedersiniz. Yanlış girmişim."
"Sorun değil." Konuşmam gerektiğini hissettim. "Sizi tanıyor muyum?"
"Sanmıyorum." Dedi. "Hafızam kuvvetlidir. Sizi görseydim-" durdu. "Sanırım gördüm. Kuzey'in sevgilisiydiniz, değil mi?"
"Evet ama... Siz kimsiniz?" Dedim kalemi elimden bırakırken.
İçeri girip kapıyı kapattı. "Sakınca yok, değil mi?" Başımı salladım. "Yok, gelebilirsiniz."
"Teşekkür ederim." Yanımdaki sandalyeyi atlayıp diğerine oturdu. "Benim adım Tundra."
"Tundra mı?" Dedim. Tanıdıktı ama hatırlayamıyordum. Sanırım b12 eksikliğim falan vardı. Bu aralar unutkandım zaten.
"Evet." Dedi. "Sizin adınız nedir?"
"Yaz Bade." Dedim. Normalde direkt Bade derdim ama bu sefer iki ismimi de söyleyesim gelmişti. "Bana genelde Bade derler ama."
"Yaz ismi de güzelmiş." Dedi. "Ama Bade daha dile yatkın tabii. Ders mi çalışıyorsunuz?"
"Evet ama... Daha büyük sıkıntılarım var." Dedim. Tanımadığım biriyle konuşmak iyi gelebilirdi.
"Bugün Kuzey'le bir basın açıklamamız var. Bense... Fazla gerginim."
"Gergin olmanız normal değil mi?" Dedi şüpheyle.
"Öyle değil." Dedim. "Anksiyetem var." Başını salladı. "Şimdi anladım. Şöyle yapabilirsiniz: Kameraların karşısında Yaz Bade olduğunuzu unutun."
"Nasıl?"
"Kameraların karşısına Yaz Bade değil de... Türkan Şoray olduğunuzu düşünün. Sevilen bir ünlü olduğunuzu. Tüm bunlar sizin için çok normal ve alışagelmiş şeyler. Baş etmesi sizin için hiç zor değil. Sadece durup kameralara bakacaksınız ve onlar sizi çekecek. Bu kadar."
"Bu kolay değil." Dedim.
"Aslında çok kolay." Dedi. "Siz anksiyetenin etkisiyle şu an gözünüzde büyütüyorsunuz. Ama o an gelip de yaşarken daha kolay olacak. Anksiyete hep bir şeyleri yapmadan önce rahatsız eder, yaparken değil."
"Ya aptal gibi gözükürsem?"
"Neden öyle gözükesiniz ki?"
"Haberleri görmediğinizi söylemeyin bana."
"Gördüm. Ama aptal gibi görünecek bir şey göremedim." Dedi. İsmi yabancı gibi duruyordu ama son derece aksansız konuşuyordu.
"Öyle mi düşünüyorsunuz?"
"Beni tanımıyorsunuz." Dedi. "Tanımadığınız biri olarak düşüncemi söylüyorum. Sizin de korkunuz bu değil mi?"
Buydu.
Konuyu değiştirmek istedim. Etrafa bakınırken gözüm açık kalan kitabıma kaydı.
"Tüm dünya bize düşmanken tek başımıza kurtulduk. Muhteşem bir ırkız." Dedim.
"Ne?" Dedi anlamamış gibi.
"Türkler diyorum." Dedim. "Siz de Türk'tünüz öyle değil mi?"
"Babam İspanyol." Dedi. Halbuki doğuştan Türk gibi konuşuyordu.
"Siz kendinizi Türk olarak görüyor musunuz?"
"Kısmen."
"Bizim atamız der ki; kendini Türk hisseden herkes Türk'tür. Siz kendinizi Türk hissediyorsanız kimseye söz hakkı düşmez." Gülümsedim. "Siz benim için Türk'sünüz."
"Bu bir iltifat sanırım." Dedi. Yüzünde mimik oynamıyordu ama sanki sesi gülümsüyordu. "Teşekkür ederim."
"Rica ederim."
Kapı açıldı ve Kuzey girdi. Tundra ve beni görünce duraksadı, kaşları çatıldı. "Tundra?" Dedi hayırdır der gibi. "Odaları karıştırdım." Dedi Tundra. "Bade Hanımla karşılaştık, biraz lafladık." Bana döndü. "Tanıştığımıza memnun oldum."
"Ben de." Dedim kısaca. Kuzey'in gözlerinden ateş çıkıyordu. Kıskançlık krizlerine girmişti.
Tundra dışarı çıktığında Kuzey bana ters bir bakış atıp öyle çıktı. Öf.
Dersime odaklanmışken kapı açıldı ve Kuzey tekrar girdi. Yalnızdı. Kapıyı kapatıp yanımdaki sandalyeyi sertçe çekip oturdu. "Ne konuştun o lavukla?"
"Ne konuşacağım, Kuzey? Gergindim teselli etti, tarih falan konuştuk. Öyle yani."
"Elin İspanyoluyla ne tarihi konuştun? Ayrıca ne gerginliği?"
"Basın gerginliği. Ayrıca İspanyol değil, Türk."
"Ne Türk'ü? Annesi Türk onun. Babası İspanyol."
"Ama o Türk olmak istiyor." Dedim bastırarak. "Sen nereden biliyorsun onun kim olmak istediğini? Ayrıca sana ne?"
"Gereksiz kıskançlık yapıyorsun." Dedim göz devirerek. "Adam sadece yardım etti."
"Senin yardıma mı ihtiyacın varmış? Ona ne?"
"Of Kuzey!"
"Bağırma."
"Gereksiz büyüttüğünün farkında değil misin?"
"Gider döverim o adamı, beni delirtme."
"Boyun yetmez." Dedim. İnanamayarak baktı. "Ne?"
"Adam elektrik direği gibi, Kuzey." Dedim sesimi alçaltarak. "Sense 190 yoksun!"
Hayretle baktı. "Öyle mi, Bade Hanım?"
"Öyle."
"İyi." Ayağa kalkıp kapıya ilerledi. "Nereye!?"
"Kendine 190'dan uzun birini bulursun." Dedi ve gitti.
Kuzey'den trip mi yedim? İnanamıyorum!
Ben onun tribini nasıl kıracağımı bilirim.
Ayağa kalkıp kabanımı giydim ve çantamı aldım. Saat henüz dokuzdu, bence yetişebilirdim.
Saat on biri bulduğunda şirkete geri döndüm. Elimdeki kağıt çantayla birlikte asansöre bindiğimde yine o kadınla karşılaştım. "Merhaba."
Önceki kadar sıcak gözükmüyordu. Beni görünce şaşırmış, sonrasında ciddileşmişti. "Merhaba." Dedi mesafeli bir şekilde.
"Geçen sefer tanışmamız yarım kaldı." Dedim. "Sanırım işe alındınız."
"Evet alındım."
"Pozisyonunuz ne?"
"Halkla İlişkiler Departmanı yöneticisiyim. Ben departman için başvurdum ama onlar beni yönetici yapmaya karar verdiler." Dedi.
Gözlerim irileşti ve gülümsedim. "Vay, CV'niz o kadar kuvvetli yani? Hayırlı olsun. İsminiz neydi?"
"Alkım." Dedi gözlerimin içine bakarak. "Alkım Baltacı."
Kanım donarken kadının suratına bakakaldım.
Alkım Baltacı.
Alkım.
Kuzey'in eski nişanlısı.
"Ö-öyle mi?" Dedim gülümsemeye çalışarak. Ama kaynar sular başımdan aşağı dökülmüştü bile. Kaynar suyun altında kim tepkisiz kalabilirdi ki?
"Öyle." Dedi. "Haberlerde gördüm. Siz de Kuzey Bey'in sevgilisiymişsiniz. Bilmiyordum."
"Öğrendiniz." Dedim ben de ciddileşerek. Asansör kata geldiğinde yapayca gülümsedim. "Görüşürüz."
"Görüşeceğiz."
Asansörden indiğimde Alkım da indi ve Kuzey'in odasının tam zıttı yöne doğru yürüyüp gözden kayboldu. Yönetici olduğu için tabiki bu kattaydı!
Olduğum yerde donup kaldım.
Kuzey'in eski nişanlısı buradaydı. Burada! Yönetici olarak! Kuzey'in bilmiyor olması imkânsızdı! Öyleyse neden bana söylememişti? İlla ki karşılaşacaktık, yüz yüze gelecektik. Bu bana haksızlık değil miydi? Kırgın hissettim. Normal bir kırgınlık değildi, bir insanın sevdiğine duyduğu kırgınlıktı.
Karnıma kramp girdi. Elimdeki pakete baktım.
Kuzey'in odasına ilerledim ama içeri girmedim. İçimden gelmedi. Elimdeki paketi Kuzey'in asistanına teslim edip toplantı odasına geri döndüm.
Halbuki hayalim böyle değildi. Elimdeki paketle odasına ben girecektim. Binbir şirinlikle kendimi affettirip gönlünü alacaktım.
Her şey hayal ettiğimiz gibi olmuyordu.
🧭
Kuzey Berat...
Asistanım odaya gelip bir paket verip gittiğinde şaşkınlıkla pakete baktım. Beklemiyordum. Paketi açtığımda içinden bir hediye paketi çıktı. Pembe yaldızlı hediye paketini de açtığımda bir toz bezi çıktı.
"Ne?"
Toz pembe toz bezini evirip çevirdiğimde üstünde ismimin yazdığını gördüm. Pembe toz bezine ismimi yazdırıp hediye etmek tek bir kişinin işi olabilirdi.
Bade'nin.
Kahkahalarla güldüm. Manidar bir hediyeydi. Titiz birine üstünde ismi yazan toz bezi hediye etmek ha? Hem de en sevdiği renkte.
"Şapşal ya." Dedim toz bezini incelerken. Yerimden kalktım. Yanına gitmek için kapıyı açıyordum ki kapı bir anda açıldı. "Kuzey Bey, basın mensupları geldiler."
"Tamam, girişe al, geliyoruz."
Çıkıp Bade'yi almak için odasına gittim.
Odası. Vay be... Bir gün gerçek olacaktı. Belki de CEO o olacaktı, bense sadece yönetici ve mimar.
Bade'nin bulunduğu odaya girdiğimde burada olmadığını gördüm. "Kuzey Bey? Bade Hanıma mı baktınız?" Gelen çalışana baktım. "Evet."
"Az önce aşağı indi. Basının yanına. Sizi bekliyor olmalı." Benden önce nasıl gitmişti? "Tamam teşekkürler." Kapıyı kapatıp asansörlere ilerledim. Girişe indiğimde Bade'nin orada olduğunu gördüm. Yanına gidip yanağından öptüğümde yerinde sıçradı. "Ne yapıyorsun, korktum."
"Teşekkür ederim hediyen için. Bayıldım."
"Rica ederim. Sen bana küstün diye aldım."
Bade'de bir tuhaflık vardı. Bir yandan aynıydı, bir yandan da değildi.
El ele dışarı çıkarken iyi görünüyordu. O Tundra ne demişti ona?
Berat İnşaatın beton plakasının önünde durduk. Kameralar hazırlandı ve kayıt başladı.
"Ben Kuzey Berat. Berat İnşaat'ın CEO'su ve yönetim kurulu üyesiyim." Bade'ye baktım. "Bu gördüğünüz güzel kadın da Yaz Bade Güney. Hakkında atıp tuttuğunuz, yazıp çizdiğiniz o kadın, hayatımın kadını, sevgilim." Bade bana baktı.
"Yazdıklarınızın yarısı gerçeği göstermiyor." Dedim. "Hastaneye yattım evet. Çünkü mental herhangi bir sorunu olan herkes, topluma yeniden kazandırılmak için tedavi olmalıdır. Kısa bir süre tedavi gördükten sonra usulen çıktım. Bade'yle orada tanıştık evet. Kendisi ailesini kaybetmiş genç bir kadın. Bir şehit kızı." Bade'nin gözleri doldu.
"Ülkemizin uğruna canını feda etmiş bir adamın kızını dedikodu malzemesi hâline getirmeniz, art niyetle arkasından konuşmanız, hakkında onu üzecek şekilde yazıp çizmeniz sizin vicdanınızı gösterir. Kimse bana meslek, para demesin. Vicdan ve merhamet her şeyin üstündedir. Parayla satılamayacak şeyler de vardır."
"Evet ikimiz de o hastanede tedavi gördük. Şu an karşınızdaysak, bu iyi olduğumuzu gösterir. Topluma yeniden kazandırılabildiğimizi gösterir. Demek ki geçici bir şeymiş, öyle değil mi? Siz grip olduğunuzda doktora gidiyorsunuz, gerekirse yatıp serum alıyorsunuz ve iyileşip çıkıyorsunuz. Aynısı ruhsal bozukluklarda neden kabul görmüyor? Sorun nerede? Bade'nin hastaneden kaçtığı bilgisi doğru değildir! Bade'yle beraber hastaneden çıktık." Tekrar Bade'ye baktım. "Çünkü o bana, ben de ona iyi geldim. O benim en güzel tedavim."
Tekrar basına döndüm. "Hastalığı da basın konusu olabilecek bir şey değil. Çünkü yok. Herkeste olabilecek bir şey. Murat Güney ise bir aile konusudur. Sevgilimin aile meseleleri de basını alakadar etmemekte. Gereken inceliğin gösterilmesini istiyorum. Benim hakkımda istediğiniz kadar yazıp çizin. Ama Bade'nin baş harfi bile geçmeyecek. Teşekkürler."
Bade'yi tuttuğum elinden çekerek basının içinden çıkardım. Sorulan soruları duymadım, cevap vermedim. Sadece ilerledim. Güvenlikler basın mensuplarını dışarı çıkardılar. Bade'yi odama kadar götürdüm, elini hiç bırakmadım. Onunla konuşmak istiyordum.
Tam konuşabileceğimize inandığım an Canan ve Fahriye daldı odaya. "Ne yapıyorsun sen!?"
"Dövseydin insanları!?"
"Çıldırdın mı sen!?"
"Kendi itibarını mahvettin!"
"Bir susun!" Diye bağırmamla aynı anda sustular. "Ben toplarım itibarımı! Ama Bade'nin adına hiçbir leke gelmemeli. Duydunuz mu beni? Hiçbir leke!"
Canan söze girdi. "Kuzey senin itibarın demek Berat İnşaat'ın itibarı demek. CEO'sun sen. Berat İnşaat'ın CEO'susun! Yaptığın her şey bizi temsil ediyor. Sen bunu nasıl yaparsın? Basın açıklaması istediğinde makul bir dille konuşacağını düşünmüştüm! Hayalkırıklığına uğrattın!"
"Bizi yalnız bırakın." Dedim sabırlı olmaya çalışarak. Aksi hâlde sevdiğim bir arkadaşımın, kardeşimin kalbini kıracaktım.
"Kuzey-"
"BİZİ YALNIZ BIRAKIN!" Bağırışım odada yankılanırken bir an bakakaldılar. "Bencilsin, Kuzey." Dedi Canan. "Çok bencilsin." Arkasını dönüp odadan çıkıp gitti. Fahriye'yse bir süre baktı, sonra o da çıkıp gitti.
Elimi gözüme kapatıp sakinleşmeye çalıştım.
"Kuzey sen ne yapıyorsun?" Dedi Bade sakin bir sesle. "Canan'ın kalbini kırdın. Fahriye sessiz kaldı ama onun da kırıldığına eminim. Ayrıca o konuşma neydi? Racon keser gibi? Sedat Peker misin sen?"
"Sen boş ver onları." Dedim ona dönerek. "Senin neyin var?"
"Neyim varmış?"
"Soğuksun!" Dedim. "Neyin var, ne oluyor? Tartışmamızdan ötürü mü?"
"Tundra'nın bununla hiçbir alakası yok." Dedi. "Seninle var."
"Benimle? Ben ne yaptım?"
"Niye bana söylemedin?"
"Neyi?"
"Eski nişanlının burada yönetici olarak işe girmesini!"
Durdum. Bunu nereden öğrenmişti? "Nereden-"
"Nereden olduğunu siktir et! Sen niye bunu benden saklıyorsun!? Ben niye bunu senin yerine kendisinden öğreniyorum? Geçti karşıma, dalga geçer gibi ben Alkım dedi ya!"
Alkım mı göstermişti kendini Bade'ye? Alkım böyle bir şeyi yapmazdı ki? Tesadüfen karşılaşmış olmalılardı.
"Sorun Alkım mı?" Dedim sakince ona yaklaşırken. "Alkım falan değil." Dedi. "Senin bana onu söylememen. Senden öğrenmemiş olmam."
"Huzursuzluk çıkmasını istemedim."
"Şimdi çıkmadı mı? Eğer sen söyleseydin sadece bir gece uykusuz kalırdım. Şimdiyse kırgın kaldım."
"Özür dilerim."
"Bana biraz izin ver." Dedi ve çıktı. Oflayarak kendimi kanepeye attım.
Hiç iyi olmamıştı.
🧭
Belinay Akça
Hiçbir yer bulamadığım için ilk kez arkadaşlarla birlikte yemeğe geldiğimiz restoranı seçmiştim. Bu akşam yemek yiyecektik. Bade, bunun bir first date olduğunu, özenli olmamı söyleyerek dışarı çıkarmıştı. Şimdi de hiç susmadan Kuzey'den dert yanıyordu.
"Aptal herif. Huzursuzluk çıkmasınmış! Bak şu an çok huzurluyuz, huzur götüme batıyor!"
Bade söylenirken ben mağazaların vitrinlerine bakıyor, nasıl bir şey giymem gerektiğini düşünüyordum. Ne şık, ne salaş bir restorandı. Elbise giyeceksem abartmamam gerekiyordu.
"...dedi bana. İnanamıyorum ya! Abartıyor muyum sence?"
"Hm, evet."
"Ne!?"
"Ne?" Dönüp baktım. "Ne oldu?"
"Evet mi!?"
Neye evet demiştim ben?
Şaşkın şaşkın baktım.
"İnanmıyorum sana, beni dinlemiyor musun!?" Dedi alınmış gibi. "Pes sana! Gelinlik giydireyim de gör!"
"Bade sana regl misin diyeceğim ama reglin yeni bitti. Ne bu ruh hâli? Adam niye desin ex manitam geldi haberin olsun diye? Kıskançlık krizleri geçireceğini biliyor?"
Dönüp ters ters baktı. "Öyle mi? O Tundra'yla sırf oturup konuştuk diye ibiğini kaldırıp horozlanmasını biliyor ama!?"
"Tundra kim?"
"Biri işte. Önemli değil. O yapıyor, ben niye yapamıyorum? Adam trip attı bana ya, trip! Tribi kessin diye pembe toz bezi aldım üstüne ismini yazdırdım ben!"
Bir kahkaha sesi yükseldi. Dönüp baktım. Yan tarafımızdan yürüyen kızlardan biri kahkaha atmıştı. Elini kaldırıp baktı. "Çok özür dilerim."
"Önemli değil." Dedi Bade. "Ağlanacak halimize gülmeyi biz de isterdik ama ağlıyorum işte!"
Kız, "Bu kadar yıpratmayın kendinizi, erkek işte." Dedi ve el sallayıp gitti.
İkon.
"Az önceki kız Merve Boluğur falan değildi, değil mi?" Dedi Bade bana dönerek. "Merve Boluğur'un tweetleri gibi bir kız."
"Öyle." Dedim onay vererek. "Hadi şuraya bakalım." Mağazaya girdiğimizde bakınmaya başladık. "Kazak pantolon kombini mi yapmalıyım, yoksa etek kazak mı? Ya da kışlık bir elbise nasıl olur?"
"Kazak pantolon ne ya? İstersen don atletle git, daha normal olur. Ev hali, gel biz de olalım ev hali dersin."
Dönüp dik dik baktım.
"Ne?"
"Seni boğarım, Bade." Önüme dönüp bakındım.
"Bence kazak elbise al. Bak bak bak!" Koşarak bir reyona ilerledi. Boğazlı, yün, beyaz bir elbise gösterdi. "Şunun altına bi çizme giyersin, kemer takarsın. Saçlarını toplarız, bir de makyaj yaparız bebek gibi olursun. Ne salaş, ne şık. Tam arası. Umarım asıl don atletle yüzünü yıkamadan gelen kişi Arnaldo olmaz."
Bakındı.
"Bence kahverengi tercih etmeliyiz. Siyah olursa çok keskin olur. Kahve veya krem tonları. Benim şu kabanı veririm sana, giyersin bu akşam. Ayak numaramız aynı değil, çizme de alalım sana. Bakayım bedenine.... Hah! Alıyoruz."
Şey... Bana sormamıştı ama neyse.
Bade ödeyip geldiğinde küfür ettim. "Mal değneği, ben de başka bir şeye bakmaya gittin sanıyorum, ne demek ödemek!? Benim param yok mu, fakir miyim ben?"
"Zengin misin?"
"Sen zengin misin?"
"Fakir miyim?"
"Zengin değilsin."
"Fakir de değilim."
"O zaman..."
"Salla." Poşeti koluna asıp diğer koluyla da koluma girdi. "Come oonnn!!"
Bu kız harbi iyi değildi.
"Niye elin delisi benim kankam ya?"
🧭
"Bitmedi mi?" Dedim bezgince. "Biit...ti!" Geri çekildi ve eserine baktı. "Aman Allah'ım muhteşemsin! Tam Belinay Akça'sın!"
Dönüp aynaya baktım.
Dumanlı ve hafif ışıltılı bir göz makyajı ve doğal renklerde bir ruj sürmüştü. Yüzümdeki kontür çok belirgin değildi, doğal duruyordu. Yüzümde sadece gözlerim vurgulanmıştı. Kahverengi gözlerim daha ışıltılı gözüküyordu. Kahverengi saçlarım düzleştirilmiş, yukarıdan at kuyruğuyla jilet gibi sabitlenmişti. Önden iki tutam bırakılmış, hacimli hâle getirilmişti. Pırasa gibi durmuyordu. Beyaz yün elbisenin beline kahverengi ince bir kemer takmıştı. Kulaklarımda çok iri olmayan küpeler vardı. Parmaklarımı yüzüklerle doldurmuştu. Ten rengi çorap ve uzun kahverengi topuklu çizmeler giymiştim. Bugün aldığımız orta boy el çantasına da eşyalarımı koymuştuk.
Arnaldo, mesajla geldiğini belirtmişti. Bade, evden gelin uğurluyormuş gibi beni uğurlarken kabanı giydirmemiş, omuzlarıma bırakmıştı. Ender Çelebi esprisi yapa yapa beni evden yollamıştı. Kuzey'se "Gece gelmezden hiç alınmam." Diyerek gevrek gevrek sırıtmıştı.
Arnaldo'nun arabası kapıdaydı, kendisiyse kaportasında yaslı duruyordu. Özensiz değildi, aksine her zamanki halinden daha özenli görünüyordu. Beni gördüğü gibi kısaca inceledi. Usulca yanıma yaklaşırken kalbim yerinden çıkacak gibiydi.
Elini uzattı, tuttum. Üstünü nazikçe öptü. "Çok güzel olmuşsunuz, leydim."
"Teşekkür ederim, efendim." Dedim usulca eğilip kalkarken. Bu hareketim onu gülümsetti. Yeşil gözleri sokak lambasının altında hafif sarıya çalmış, ela göstermişti.
Kapımı açtığında dikkatlice rezil olmadan bindim. Aracın içi sıcacıktı, omuzlarımdaki kabanı geriye itekledim. Arnaldo yanıma bindiğinde kemerimi taktım. Kemerini takarken gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Ve bu beni heyecandan gebertmek üzereydi!
Bu gece ölmezsem bir daha ölmezdim.
Yol boyunca konuşmadık.
Restorana girdiğimizde kabanımızı aldılar. Masayı gösterdiklerinde Arnaldo sandalyemi çekerek oturmama izin verdi. Karşıma oturduğunda masaya ilk kez dikkat ettim.
Mumları görene kadar gayet iyiydim.
"Arnaldo bu ne?"
Masaya baktı, sonra bana baktı. "Beğenmedin mi?"
"Yok... Beğendim de... Abartı değil mi?"
"Az bile. Sen itiraz etmeseydin bu masayı diğer restoranda kurduracaktım. Tam deniz kenarında, köprü ışıkları eşliğinde." Derin bir nefes verirken bardağı çevirdi ve kenarda duran cam su şişesini açıp doldurdu. "Neyseki sorun yok. Daha güzel bir ışık var karşımda."
Fardan mı, diyecek oldum. Sonra aptallığıma kızarak sustum. Az kalsın rezil oluyordum.
"Teşekkür ederim." Dedim uysalca.
"Teşekkür mü?" Güldü. Başını eğip gözlerime baktı. "Nerede o kafama uçan tekme atacakmış gibi konuşan kadın?"
İlk günlerden bahsediyordu. Sorun Arnaldo'da değildi ki? Ben herkese karşı öyleydim. Hâlâ öyleydim. Değişen tek şeyse Arnaldo'nun artık herkes olmamasıydı.
Bir adım atmam gerektiğini hissettim.
"Gitti." Dedim. "Bir daha da dönmeyecek."
"Üzüldüm." Dedi. "O halini ayrı bir se-... Yani beğeniyordum. İlk o hâlini beğendim zaten."
"Öyle mi?" Dedim kollarımı masaya yaslayarak. Menüler geldiğinde duraksadık. Buranın menüsüne aşinaydım. O yüzden bildiğim ve sevdiğim bir şey sipariş ettim. Arnaldo da söyledi, sonrasında adını anlayamadığım bir içki söyledi.
"Anlat bakalım." Dedim. "Seni tanımak istiyorum."
"Ne bilmek istersin?"
"Ailen mesela."
"Babam Türk, annem İtalyan. Ben ergenken ayrıldılar, annem İtalya'da yaşıyor. Babamsa şehit edildi. Amcam gibi o da askerdi. Erken emekli oldu. Ailesini ve vatanını korumaya çalışıyordu sadece."
"Üzüldüm." Dedim. "Başın sağolsun."
"Vatan sağolsun."
"Sen peki? Böyle bir babanın oğluyken bu bataklığa nasıl düştün?" Sesimi kıstım. "Nasıl baron olacak kadar yükseldin?"
"Ne o? Sen de mi atılacaksın?" Dedi şakacı bir üslupla.
"Aman Allah korusun." Dedim geri çekilirken.
"Okuldayken çetelere üyeydim, sonra lider oldum, sonra bir şekilde satıcı oldum... Derken yükseldim işte."
"Satıcılıktan baronluğa yani?" Dedim şüpheyle. İnandırıcı değildi. Arada atladığı bir şeyler vardı, ama anlatması için zorlamayacaktım.
"Evet öyle." Dedi. "Sen anlat. Ailen nerede, neler yapıyorlar?"
"Kısmen aynı." Dedim. "Annemle babam ayrıldılar. Annem şehir dışında yaşıyor, arada konuşuyoruz. Kuaförlük yapıyor. Babamsa benden gizlediği bir işe sahip. Tehlikeli bir iş olduğunu söylüyor, bu yüzden benimle telefon haricinde görüşmüyor. Babamın yüzünü unuttum, sadece sesi var." Omuz silktim. "Bu kadar."
"Ne okudun?"
"Halkla İlişkiler. Yüksek Lisans mezunuyum." Gözleri irileşti. "Vay. Yüksek lisans da yapmışsın, neden akademisyen olmadın?"
"Bana göre değil. O kadar sabırlı değilim, diyelim." Güldü. "Akademisyenlerin de çok sabırlı olduğu söylenemez. İşletme mezunuyum ben de. Yüksek lisansa gerek duymadım. Akademik olarak benden üstünsün yani. Övün bununla."
"Hadi ya?" Dedim gülerek. "Diğer konularda üstün olmadığımı nereden çıkardın?" Göz kırptım.
"Vay! Meydan okuma." Dedi keyifle. "O halde ikinci buluşmamızda bunu ispatlaman gerekecek." İkinci buluşma mı? İkinci buluşma da olacaktı!
"Mesela neyi ispatlamamı istersin? Malum, bir değil birden çok konu var."
"Tenis bilir misin?" Aklıma teeniiiss diye bağıran adam gelince gülmeden edemedim. "Bilirim. Lisede yapmıştım." Dedim.
"Uzun zaman olmuş, beni geçebilecek misin?"
"Üstüne basıp çiğnerim bile. Beni hafife alma."
Yüzünde bir gülümseme oluştuğunda bunun memnuniyet ve hayranlık olduğunu anlıyordum ama anlayamadığım bir şey daha vardı.
"Seni hiçbir zaman hafife almadım. Almayacağım da." Dedi.
Düşüp bayılırsam sakın ambulans çağırmasınlar, daha beter rezil olurum.
Bade olsa şimdi ağzını eğe eğe abla şimdi bayılırsaaammm derdi, ben de bir tane yapıştırırdım. Kuzey'le yan yanayken cıvık olan Kuzey, ciddi olan Bade'ydi. Tekken de, daha doğrusu benim yanımdayken de, tam tersi Bade cıvıktı. Ortama göre şekil değiştiriyordu. İlk hallerini hatırlıyorum da, kimliksiz gibiydi. Her ortamda aynıydı, stabildi, sabitti. Şimdiyse uyumluydu. Herkesle.
Benim güzel bebeğim iyileşiyordu.
"Yılbaşına az kaldı." Dedi. Onun konuşmasıyla uzun süre sessiz kaldığımı fark etmiştim. "Bir planın var mı?"
"Yok. Muhtemelen çalışıyor olurum. Restoran malûm." Dedim. O sırada yemeklerimiz geldi. Garsonlardan biri de bir şişe getirip açtı ve bardaklara koydu. Şaraptı. Garsonlar uzaklaştığında sessizlik kısa bir süre daha devam etti.
"İzin alamaz mısın?"
"Vermezler. Yoğunluk olacağı için çalışana ihtiyaçları var." Başını salladı. "Anladım. Zor senin için. Özel günlerde çalışmak zorundasın."
"Geçinmek için hepimiz çalışmak zorundayız."
"Neden mesleğini yapmıyorsun?"
"İş yok. Başta çok çabaladım, ama bulamadım. Başvurmadığım yer kalmadı. Hem alıştım garsonluğa zaten. Başka işi yadırgarım gibi."
"Kuzey'in şirketinde girsene."
"Yok." Dedim. "O ne öyle makam koltuğuna akrabalarını oturtur gibi. Tüm şirketin koltukları arkadaşlarına ait mi olacak? İstemem. Zaten iş miş demem boğarım ben Kuzey'i. Tahammül edemiyorum o çocuğa."
Arnaldo şarabını yudumlarken güldü. Gülmesiyle şarap boğazında kaldı. Birkaç kez öksürdükten sonra "Çocuk mu?" Dedi.
"Çocuktan farkı yok senin o kuzeninin. Bir aydır çıldırttı beni, deli raporu almama ramak kaldı da Bade göndermiyor."
"O da senden dert yanıyor." Dedi gülerek. "Bade'yle yalnız bırakmıyormuşsun." Yüzümü buruşturdum. "Ben varken benim çiçeğime yaklaşamaz o ayı. İçim kalktı bak düşününce bile. Ben yokken ne bok yerse yesin, ben varken yapamaz."
"Cinselliği iğrenç mi buluyorsun?"
"Sorun cinsellik değil." Dedim. "Sorun, benim yanımda çocuğum gibi gördüğüm kankama ayıplı şeyler yapmaya kalkması. Sen annenin yanında biriyle flörtleşir miydin? Ayıp, değil mi? Bade de benim çocuğum, benim yanımda ona sarkamaz." İç geçirdim. "Ah benim güzel çiçeğim. Bir ayıya kaldı kala kala. Safoz çiçeğim benim."
Arnaldo bir anda kahkaha attı. "Farklı bir arkadaşlık örneği."
"Ay sanki siz çok farklısınız." Dedim. "Gördük Kuzey'le seni de."
"Kuzey... Benim kardeşim." Dedi. "Kuzenim değil, kardeş. Beraber büyüdük, beraber geliştik, beraber yaşadık. Abi kardeşiz biz. Kuzey Kartalı derler bize zaten. Her an dip dibe olduğumuz, hiç ayrılmadığımız için. Kartal'sız Kuzey, Kuzey'siz Kartal düşünülemez. Onu ilgilendiren bir şey her zaman önce benimle konuşulur. Olur da onu korumam gerekirse önden bileyim diye."
"Anladığım kadarıyla ikiniz de aynısınız." Dedim yeraltını kastederek. "Sen, Kuzey'den daha mı güçlüsün?"
"Nereden baktığına göre değişir. Para, söz, mal, mülk olarak bakıyorsan evet. Ama saf güç olarak bakıyorsan aynıyız. Ortağız. Benim yaptığım var, onun yaptığı var. Benim yaptığımı o yapamaz, onun yaptığını ben yapamam. İş birliği. El ve ayak gibiyiz biz. Birbirimize hep desteğiz. Bade nasıl senin canın olduysa, Kuzey de benim candan ötem." Gayet iyi anlamıştım. Onların bağı da saf bir bağdı, kopartılamazdı.
Konuyu değiştirerek "En sevdin müzik ne?" Diye sordum.
"Sufle - Fallin'." Dedi. "Sevdiğim başka müzikler de var tabi ama bunu bayağı sevdim, sürekli dinliyorum. Seninki ne?"
"Farid Farjad - Ghoghaye Setaregan."
"Klasik seviyorsun." Dedi.
"Aslında müzik zevkim aşure gibidir. Beni gelin damat halayı dinlerken bile bulabilirsin. Ama en sevdiğim bu."
Sonrasında renklerden, filmlerden, dizilerden, ünlülerden konuşurken yemeklerimizi ve tatlılarımızı bitirmiştik.
Restorandan ayrılırken, yürüyerek sahile inmiştik. Denizden gelen rüzgar çok sert ve kuvvetliydi. Saçlarım neyseki topluydu.
Bir kestaneciden kestane alıp geldiğinde bankta oturup beraber yedik. Elim yanınca benim kestanelerimi de o soyup verdi. Arkamızda bir sokak sanatçısı gitar çalıyordu. Bu şarkıyı biliyordum, Ay Tenli Kadın'dı. Ayrıca sesi de güzeldi.
Arnaldo bir anda beni ayağa kaldırınca şaşırarak ona baktım. "Ne oldu?" Belimden tutup bir anda kendisine çektiğinde anlık kalbim durmuş gibi hissettim. Kolum omzuna sarılırken şaşkınlıkla gözlerine baktım. "Ne yapıyorsun?"
"Şş." Dedi. "Sadece ayak uydur."
Boştaki elimi kavradı ve şarkının ritmiyle hareket etmeye başladı. Dans ediyorduk!
Bir kış gecesinde, kestane yedikten hemen sonra sokak sanatçısının müziğiyle sahilde dans ediyorduk.
Huzuru, mutluluğu, sevinci ve sanırım aşkı iliklerime kadar hissediyordum. Başım dönüyordu, sıcak basıyordu, dilim tutuluyordu ama mutluydum. Gülümseyebiliyordum.
Alnını alnıma yasladığında hareketlerimiz yavaşlasa da durmadı. Rüzgar solumdan esip bize çarparak gitti, sağımdaki sokak sanatçısı müziği kesmedi, çevredeki insanlar dansımıza ortak olup müziğe eşlik ettiler. Benimse yüreğim ağzımdaydı, sanki nefes nefeseydim.
Dudaklarımın üstünde dudaklarını hissettiğimde şaşkınlıkla gözlerim aralandı, ama onu itmedim. Durduk. Çevredeki insanlar ıslık çalıp alkışlarken ben öpüşmeyi unutmuş bir şekilde öylece kalakalmıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum, sanki hafızam, reflekslerim, zihnim, her şeyim sıfırlanmıştı.
Yılbaşına üç hafta kalmıştı. Bir Aralık gecesiydi. Sahil kenarındaydık. Dans etmiştik.
Ve Arnaldo beni öpmüştü.
🧭
Merdivenleri tek tek çıktım. Kapının önüne gelip zile bastım. Umarım kimse uyumuyordu... Gerçi Kuzey uyusa da olurdu.
Kapı açıldı, Bade karşımdaydı. Üstünde geceliği vardı. Heyecanlı görünüyordu. Kolumdan tutup içeri çekti ve kapıyı kapattı. Sırtımı kapıya yaslayıp elimi kalbime koydum. Güm güm çarpıyordu. O kadar çok çarpıyordu ki yere yığılabilirdim!
"Ne oldu? Neler oldu? Anlat!" Dedi kısık sesle. Kuzey uyuyor olmalıydı. Allah'ıma şükürler olsun.
"Bade..." Dedim.
"Belinay..." Dedi.
"Bade..."
"Belinay?"
"Bade ben ölüyom." Dedim.
"Allah korusun." Dedi, kulağını çekip kapıya vurdu. "Onu görüyorum. Anlat, ne oldu? Tereyağı gibisin! O kadar erimişsin ki dökülüyorsun. Anlat!"
"Beni öptü." Dedim direkt.
"Yuh, ilk buluşmada verdin mi?"
Tüm büyü kaybolurken gülüşüm solu ve Bade'nin koluna bir şamar patlattım. "Ne diyon be!? Vermedim neyi!"
"Ama öptürdün!?"
"Ben öptürmedim o öptü!"
"Sen istemiyor muydun?"
"Yo."
"Yollu seni." Dedi kıçıma şaplak atarken. Bir yandan da gülüyordu. "Yürü." Salona çekiştirdi. "Anlat her şeyi!"
Baştan sona her şeyi anlattığımda Bade de en az benim kadar erimişti. "Nerden baksan kral hareket." Aklına ne geldiyse dalıp gitti. "Ah bu Berat erkekleri... Aklımızı başımızdan aldılar." Bana döndü. "Siz şimdi sevgili misiniz?"
"Yo?"
"Ne demek yo? Ne diye öptürdün o zaman?"
"Ay Bade sen sevgili olmadan verdin, ben bir şey dedim mi?" Dedim yükselerek. Bade'nin gözleri irileşti ve bacağıma vurdu. "Sus be!"
"Bir de hâlâ arkadaşız diyordun. Sen sus!" Göz devirdi. "Sen şimdi uyuyamazsın bu heyecanla. Mısır patlatayım da film izleyelim. Sen de üstünü başını değiştir gel. Kuzey uyuyor."
"Tamam!" Dedim hevesle ve yerimden kalkıp bana verdikleri odaya gittim.
🧭
Kuzey Berat...
Yeni bir gün, yeni bir macera.
Dünkü açıklamadan sonra gözler Bade'den çekilmiş, bana çevrilmişti. Racon keser gibi konuşmam, insanların arasında dedikoduya mahal vermişti.
Kuzey Berat mafya mı?
Hayır kardeşim, hayır! Mafya değilim!
Mafyacık'ım.
Bir yandan aklımda Bade'nin anlattıkları vardı.
Melisa...
Ben onu arkadaşım olarak görüyordum, o nasıl bu arkadaşlığa böyle ihanet etmişti?
Dahası, Alkım'ı tehdit eden de Melisa olabilir miydi? Bunu öğrenmenin tek yolu vardı.
Yerimden kalkıp Alkım'ın odasına ilerledim. Asistanı geldiğini söyledi ve içeri girdim. Bilgisatar başında harıl harıl çalışıyordu. Beni görünce şaşırdı. "Kuzey?"
"Alkım. Seni tehdit eden kimdi?"
Şaşırdı, donup kaldı. "Ne?"
"Seni kim tehdit etti?" Dedim bastırarak.
"Bu nereden çıktı şimdi?"
"Melisa mıydı?"
Gözleri irileşti ve ayağa kalktı.
Melisa'ydı.
"Kuzey ne oluyor?"
"Seni tehdit eden her kimse, sevgilimi de tehdit ediyor." Dedim ve çıktım. Arkamdan seslendi ama dönmedim.
Saate baktım, Melisa ofisinde olmalıydı. Artık bir yüzleşmenin vaktiydi.
Aracıma atlayıp trafiğe karıştım. Kafamın içindeki seslerden çalan müziğe odaklanmadım. Oldum olası fevri bir insandım. Yine fevri olduğumun farkındaydım ama engellemek için hiçbir şey yapmadım.
Arabamı park edip indim ve binaya girdim. Melisa'nın ofisine geldiğimde kapısı kapalıydı. Birkaç kere tıklattım, ses gelmedi. Ya odasında değildi, ya da duymamıştı. Bazen kulaklık takarak çalışıyordu.
Kapıyı sertçe açıp içeri girdim.
Dondum.
Oda kan gölüne dönmüştü ve Melisa da tam merkezinde yatıyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro