Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

17. Bölüm | "Yazbade"

*Merhabalar!

*Bölümü dün yayınlamayı unutmuşum aşk olsun hiç hatırlatmıyorsunuz da

*Ayıla bayıla yazdığım bölümlerimden birisiyle daha buradayım! Darısı tüm kitaplarıma ve gelecek bölümlere...

Önemli Uyarı

*Bir peyzaj mimarlığı öğrencisi olarak, kitapta yer alan peyzaj alanları hakkında hiçbir yerden esinlenmemiş olup tamamı kendi hayal gücümdür. Fikir hakları tamamen bana aittir. - Ayşe N. Erol

İyi okumalar🧭

Mert Demir, Mabel Matiz - Antidepresan

Piiz - Fırtınam

Jehan Barbur - Seve Seve Ölürüm Senin İçin

Nilüfer - Ta Uzak Yollardan

🧭

17. Bölüm

Melisa Akçaylar.

Kuzey'in avukatı, ve eski bir arkadaşı.

Elini uzattı ve gülümsedi. Gülümsemesinde hoşuma gitmeyen bir şeyler vardı. "Tanıştığımıza memnun oldum. Siz kimdiniz?" Bakışlarım eline indi, sonrasında tekrar gözlerine çıktı. Bir süre elini havada bıraktıktan sonra sıkıca kavradım. Sıkı tutuşumdan her şeyi anlamış olduğunu biliyordum. "Bade." Dedim. "Kuzey'in sevgilisiyim."

"Ve?" Dedi tek kaşını kaldırarak. Neyden bahsettiğini anlamadığım için gözlerimi kıstım. "Sanırım Kuzey'in sevgilisi olmaktan başka bir vasfınız yok." Dişlerimi sıkarak kendimi sakin kalmaya zorladım.

"Yanılıyorsun." Dedi Arnaldo. Arkamda olduğunu unutmuştum. "Bade Finans mezunu." Henüz mezun değildim ama bu ufak yalan çok da sorun oluşturmazdı. "Kuzey'in yerine bakıyor şu an. Bir nevi... Berat Holdingin geçici CEO'su."

Yok ebesinin...

Bir an Arnaldo'ya dönüp yok abi cumhurbaşkanıyım ben ne CEO'su diyesim geldi ama kendimi tuttum.

Melisa kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi?"

"Öyle." dedim. Arnaldo'yu bozmak istememiştim. Benim için bu şekilde konuşmuştu ve ona ayak uydurmam gerekiyordu. "Geçici olarak Kuzey'in yerine bakıyorum." Melisa 'Vay be' der gibi dudak büzüp başını salladı. "Peki Kuzey çıktıktan sonra ne yapacaksın?"

"Kuzey şu an bu durumdayken benimle konuşacağınız konu bu mu cidden?" dedim sinirlenerek. "Benim yaşamım da kim olduğum da sizi ilgilendirmez. Şu an burada Kuzey'in sevgilisi olarak bulunuyorum ve onun hakkında bilgi almak istiyorum. Sınırlarınızı aşmayın."

Melisa gülerek ellerini kaldırdı. "Tamam, sakin ol. Kuzey hala resmi olarak bir suçlu değil, çünkü hiçbiri kanıtlanamadı. Şüphelendikleri bazı şeyler var, bu yüzden savcılık emriyle avukatı dışında biriyle görüşmesi artık yasak. İleteceğiniz bir şey olursa bana söyleyin, ben ona iletirim." Yorgun bir nefes verirken omuzlarımı düşürdüm. "O iyi mi?"

"Seni rahatlatmamı mı istersin yoksa dürüst olmamı mı?" Dedi tek kaşını kaldırarak. "Dürüst ol." Dedim. "Yalan söylemen beni rahatlatmaz, daha da gerer."

"Çok yorgun." Dedi. "Ve sürekli seni soruyor. Kuzey evin yanıyor diyorum, yansın Bade nerede diyor." Göz devirdi.

İster istemez şapşal bir gülümseme yüzümdeki yerini aldı.

"Peki son durum ne?" dedi Arnaldo. "Ne kadar sürecek bu yasak?"

"Kuzey şu an baş şüpheli konumunda. Başka şüpheli de yok. Açıkçası şu an yapılabilecek pek bir şey yok. Mahkemeye çıkmayacağına garanti verebilirim fakat nezarethane için aynı şeyi söyleyemem. Bir süre daha içeride kalacak."

Arnaldo düşünceli görünüyordu. Aklında bir şey olduğu belliydi. Şüpheyle onu izliyordum ama o bunun farkında bile değildi. "Benim aklımda bir şeyler var." dedi sonunda dile gelerek. "Seninle daha sonra baş başa başka bir ortamda konuşalım bunu." Gözlerimi kıstım. Yine benden bir şeyler gizleniyordu. Ve içimden bir ses, bu şeyin Arnaldo değil de Kuzey'le ilgili olduğunu söylüyordu.

"Tamam. Bu akşam benim için uygundur." dedi Melisa. "Ne kadar erken o kadar iyi."

"Aman ne güzel." dedim. "Konuştunuz anlaştınız. Şimdi söyle, Kuzey'i ne zaman göreceğim?"

"En iyi ihtimalle sahte bir kanıt getirilirse ve Kuzey mahkemeye çıkarsa mahkemede görürsün, güzelim." dedi Melisa kaşlarını kaldırarak. "Aman. Ne. Güzel." dedim bastıra bastıra tane tane tekrardan.

"Bade, gidelim hadi." dedi Arnaldo elini belimin biraz daha üstü sırt kısmıma koyarken. "Tamam." dedim hoşnutsuzca. "Ha bu arada." dedim Melisa'ya dönerek. "Kuzey'e onu çok sevdiğimi söyler misin rica etsem?" Melisa donup kaldı. Kaşları çatılırken göz kırptım ve Arnaldo ile beraber dışarı çıktım.

Kuzey'i göremiyordum. Ona geç kalmıştım. Lanet olsun ki geç kalmıştım!

Gözlerim yandı, sonrasında da sulandı. Akmak için zorlayan gözyaşlarımı zorlukla tuttum ve gökyüzüne bakıp derin nefesler aldım. Peşinden gelmediğimi fark eden Arnaldo yolun ortasında durup bana baktı. "Bade, iyi misin?" Rüzgar suratıma çarpıp saçlarımı geriye doğru uçuştururken burukça gülümseyerek başımı salladım ama gülümsemek ilk defa bu kadar zor gelmişti. Zor geldiği anlar hep olmuştu, ama bu kadarı ilkti.

İstemsizce yüzüm buruştu ve ellerimi yüzüme kapatıp ağladığımı gizlemek istedim. Arnaldo'nun yanıma geldiğini işittim. Boyu benden epey uzundu, başım göğsüne denk geliyordu. Sarıldığında rahatsız olmadım, ya da arkadaş sarılması gibi hissetmedim. Abim varmış ve o sarılmış gibi bir sıcaklıktı. Sanki yalnız değildim ve arkamda abim vardı.

Duygularım tamamen boşalırken hıçkırana kadar kendimi tamamen serbest bıraktığımın farkında bile değildim. Ben de Arnaldo'ya sarıldım ve yüzümü göğsüne gömüp hıçkırıklarımı bastırmadan ağlamaya devam ettim.

Ne kadar süre öyle ağladığımı bilmiyordum. Arnaldo hiçbir şey söylemedi. Sessizce sadece bana sarıldı. Arnaldo'nun paltosunun cebinde bir titreme hissettim, sonrasında telefonu çalmaya başladı. Ama o telefonunu almak için bile hamle yapmadı.

"Stai bene?" (İyi misin?) Dediğinde biraz daha sakinleşmiş bir biçimde ondan uzaklaşıp içimi çektim. "Penso." (Sanırım.) Gülümsedi. "Tutto andrà bene. Prometto." (Her şey güzel olacak. Söz veriyorum.)

"Promettere?" (Söz mü?) Dedim ağlamaktan bükülmüş kaşlarımın altından yaşlı gözlerle ona bakarak.

Gülümsemesi genişledi.

"Promettere." (Söz.)

Ona inanmak isteyerek başımı salladım. Buna ihtiyacım vardı. Tüm umudumu kaybetmek üzereydim. "Ti credo." (Sana inanıyorum.)

Başını önüne eğip dudaklarını birbirine bastırdı ve hafifçe yeri tekmeledi. Kendisi de köşeye sıkışmış hissediyordu.

"Arnaldo... Telefon." Dedim hatırlatarak. Telefonu çıkarıp ekrana baktı ve ses tuşuna basıp geri cebine koydu. "Canan. Önemli değil şu an." Dedi gayet doğal bir şekilde davranarak.

Canan için önemli değil demişti... Onu gerçekten de sevmiyordu, sadece arkadaşı olarak görüyordu.

Dua ettim. İyi ki Canan bunu duymamıştı...

"Seni şirkete bırakayım." Dedi. "Benim de önemli işlerim var. Bizim Voyvoda'yı kurtarmam gerek." Kaşlarım çatıldı. "Voyvoda mı? O kim?"

Sıçtım bakışıyla bir süre suratıma bakakaldı. "Kuzey'le aramızda bir geyik. Biraz erotik, boş ver sen." Dediğinde bir an güleceğimi sandım.

Kazıklı Voyvoda, Türk'leri kazığa oturtup kanını içen (?) psikopat bir Eflak prensiydi. III. Vlad olarak da geçiyordu adı. Söylenilene göre Fatih Sultan Mehmet onu öldürmüştü.

Kuzey hangi kazığa kimi oturtmuştu da Arnaldo ona Voyvoda diyordu? Hem de erotik?

Gülsem mi? Sinirlensem mi?

"Arnaldo." Dedim çatık kaşlarımla. "Yakarım çıranızı." Arnaldo bir anda silkelendi. "Pardon, yenge. Saygılar." Sinirim azalırken gülümsedim. "Yenge demeyin bana."

"Kuzey kazanovanın tekiydi." Dedi. "Onu kontrol altında tutmak imkânsızdı, benim için bile. Yer zaman mekan hiç fark etmiyordu, inan ki. Ama senden sonra eline kız eli değmedi. Sana ilk aşık olduğu günlerde onu kulübe götürdüm. Belki başka kızlarla bir şeyler yaşarsa sana hissettiği şeyin basit bir şey olduğunu anlar da seni rahat bırakır diye. Ama o kalkıp gitti. Aranızda hiçbir şey yokken oldu bu. Bir ilişkiye başladığınızda yapar mı sence?" Elini omzuma koydu. "İçin rahat olsun. Ben kefilim."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerim yeniden dolmaya başlamıştı. "Arnaldo... Ben Kuzey'i çok özledim."

Gülümsedi. "O da seni çok özledi. Ne zaman yanına gitsem hep seni sordu. Ona bu şekilde büyük bir ceza verdin."

Tanıştığımızdan beri her an burnunun dibindeydim. Ve ondan günlerce kendimi sakınmıştım. Yüzümü görmemiş, sesimi duymamıştı.

En kötüsü de... Ben onun sevgilisiydim. İlk zamanlar tanıştığı deli kız değil.

Arnaldo beni şirkete bırakıp gittiğinde Canan'ın dün verdiği kartla turnikelerden geçiş yaptım. Asansörden inip de buzlu kapıya da kart okutunce balkonlu alana girmiştim. Kuzey'in odasına girip eşyalarımı bıraktım. Sadece telefonumu alıp odadan çıktım. Ölü gibiydim, hareketlerimde enerji de can da yoktu. Bakışlarım solgun, duruşum yorgundu. Sanki sabah değildi de gün sonuydu. Canan'ın odasına gidip kapıyı çaldım ve içeri girdim.

Beni görünce ayağa fırladı. "Hah!" Dedi ve masanın arkasından çıkıp bana doğru geldi. Uçuk sarı kumaş bir elbise giymiş, saçlarını yarım toplu şekilde arkada birleştirmişti. Makyajı çok sadeydi. Tam light woman olmuştu. "Dünden beri sana ulaşmaya çalışıyorum! Arnaldo'yu da aradım o da açmıyor. İyi misin sen? Dün hiç iyi değildin."

Seher'in Ruh Sağlığı'na sevki, Kuzey'e olan özlem, sevgi ve suçluluk hissim beni darmaduman etmişti. Dahası bir de kendimi bir anda burada bulmuştum, Kuzey yoktu. Yalnız hissediyordum. Birkaç tane hatam elbette olmuştu fakat Canan anında halletmişti.

Ben asıl Fahriye Hanımdan korkuyordum. Onu ilk ve son kez Alacalı Holding'de görmüştüm. Çok ağır bir duruşu vardı ve insanların tüylerini ürperten bir enerjiye sahipti.

"Görüş yasağı gelmiş." dedim. "Beni göremedi, Canan. Onu göremedim." Canan'ın omuzları düştü ve elini koluma koydu. "Her şey düzelecek, Bade. Senin için ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorum." Umarım gerçekten anlıyordur...

"Melisa Akçaylar kim, Canan?" diye sordum bir anda. Canan duraksadı. "Melisa Akçaylar mı? Kuzey'in eski bir arkadaşı. Ne oldu ki? Sen nereden tanıyorsun onu?"

"Kuzey'in avukatıymış." dedim homurdanarak. "Nasıl bir arkadaş bu? Biraz açar mısın rica etsem?" Derin bir nefes verdi. "Kuzey benim arkadaşım olabilir ama sen de arkadaşımsın, artı olarak da hemcinsimsin. Yani sana her şeyi anlatmakta bir sakınca görmüyorum." Korkmalı mıydım?

Canan masasına doğru gitti ve telefonu aldı. "Odama iki kahve." Kapattı ve masasının karşısındaki koltuklardan birine oturdu. Ben de karşısına oturdum ve elimdeki telefonu sehpaya bıraktım. "Kuzey'in eski nişanlısı Alkım'la birlikteyken-"

"Kuzey'in eski nişanlısı mı?" dedim şaşkınlıkla.

"Kuzey kazanovanın tekiydi. Onu kontrol altında tutmak imkânsızdı, benim için bile. Yer zaman mekan hiç fark etmiyordu, inan ki."

Kuzey böyle bir çapkın olmasına rağmen, bir kadınla evlenmeye karar vermişti. Alkım... Alkım her kimse Kuzey onu gerçekten sevmiş olmalıydı. Aksi halde evlenmenin hayalini geçtim, bunu gerçekleştirmek için adımları atmazdı. Onu tanımıştım.

Kuzey 'in geçmişinde evlilik yoluna girdiği bir kadın vardı.

Benim için o kadar beklenmedikti ki... Kuzey'le tanıştığımız günlerde- onu kızdırmadığım anlarda- kibar davranmıştı. Hiçbir zaman bana yürüdüğünü hissetmemiştim. Ve onu başkalarıyla flört ederken de görmüştüm hep uzaktan. Hayatı ciddiye almayan, aşktan bir haber bir adam gibi duruyordu.

Ah, sanırım bunu kolay kolay aşamayacaktım.

"Evet." dedi Canan. "Ama adı üstünde, eski. Şimdi hiçbir anlamı yok onun için. Alkım'la birliktelerken, Melisa'yla arkadaşlardı. Melisa Kuzey'den hoşlanmaya başladığında Alkım'la olan mutlulukları hep gözüne batmaya başladı. Aralarını bozmak ve onları ayırmak için o kadar şey yaptı ki... Kuzey hiçbirini bilmiyor. Bilseydi bir dakika bile yüzüne bakmazdı zaten. Ama Alkım biliyor. Çok mücadele etti onunla."

Ürperdim.

"Onları... Melisa mı ayırdı?" Canan, gözlerini kaçırdı. Tam bu sırada kapı çaldı ve kahveler geldi. Kahveler önümüze konup gittiğinde cevap bekleyerek yüzüne baktım. "Hayır." dedi.

Bu bir nevi iyi bir şey miydi? Birbirleriyle değil, üçüncü kişilerin sebep olmasıyla biten ilişkilerin her zaman bir umudu da oluyordu.

"Bunları anlatmak benim haddime değil, Bade. Öte yandan Kuzey'in de takılacağını sanmıyorum. Sadece senin canını sıkacağını düşünüp kızar. Ona da razıyım." Kuzey gerçekten bunu yapardı. Canan onu yıllardır tanıyordu, bense sadece birkaç ay. Nasıl birkaç ayda onu Canan kadar iyi tanıyabilmiştim?

"Alkım, Kuzey'i aldattı." dediğinde şaşırıp kaldım. "Ne?" Anlamsızdı! Uğruna savaş verdiği adamı nasıl aldatabilirdi!? Üstelik o adamla evleniyorken!

Bu fikrimi olduğu gibi belirtmek yerine şakaya vurdum. "Kuzey gibi bir adamı bulmuş, nikah masasına oturtmak üzereyken bir de aldattı mı?" Canan tepkime şaşırarak baktığında kendimi tutamayıp güldüm. "Şaka yapıyorum. Aldatmanın bahanesi olamaz. Kuzey gibi bir adamı aldatacak kadında da haysiyet olmaz. Ona baktığım her saniye aklımdan geçen cümle hep aynı oldu. Hayatım boyunca ihtiyaç duyduğum ve duyacağım tek insan." Ve şimdi onu göremiyordum.

"Peki şimdi?" Dedim konuyu çevirerek. "Melisa yani."

Dudak büzdü. "Bilmem? Unutmuştur çoktan."

Bana hiç öyle gelmemişti.

🧭

Kuzey...

Alışkın olduğum şeylerden birisi nezarethanede üç duvar ve bir parmaklık arasında durmaktı. Alışkın olmadığım bir şey ise, aynı nezarethanede günlerce kalmak ve görüş yasağı getirilmesiydi.

Siktiğimin götlek Alpay'ının ne gibi bir değeri vardı da bu kadar irdelenmişti ve abartılmıştı asla anlamıyordum. Belki de birilerinin adamıydı. Yükseklerde olan birileri.

Öte yandan Bade'yi zaten göremiyorken en azından umudum vardı. Bu yasakla birlikte umudum da alınmıştı. Bade istese de gelemezdi.

Topuk seslerini duyduğumda sessizce oturmaya devam ettim. Saat kaçtı, gündüz mü yoksa gece miydi bilmiyordum. Görüş açıma siyah topuklu ayakkabılar, ütülü siyah kumaş bir pantolon, mor bir bluz, pahalı olduğu her halinden belli bir ceket, koyu renk dalgalı saçlar ve gülümseyen bir yüz. Melisa.

Ayağa kakıp parmaklıklara yaklaştım. "Son durum ne?"

Bir süre yüzümü inceledi ve rahatsız bir nefes verdi. "Hızlıca konuşup gitmem gerek. Bu yüzden odaya aldırmadım." Dudaklarını birbirine bastırıp bıraktı. "Az önce Arnaldo'yla konuştum." dedi. "Her şeyi biliyorum, Kuzey."

Her şeyden kastı neydi? Tam olarak hangi her şey?

Şüpheyle ona baktığımı fark ettiğinde gülümsedi. "Doğru yoldan olmasa bile... Seni çıkaracağız buradan." Doğru yoldan olmasa bile. Yasa dışı bir yoldan bahsediyordu. Ayrıca her şeyi bildiğini de söylemişti.

Kartal, bu işi masa yardımıyla halledecekti ve Melisa da bir hukukçu olmasına rağmen buna destek verecekti. Melisa böyle bir kız değildi, ama yine de bu sefer yapıyordu. Benim için.

Duygularının farkındaydım. Ama karşılığını veremezdim. Benim kalbimde de hayatımda da Bade vardı.

Şifreli bir şekilde "Kendisi mi, yoksa yardım mı?" diye sordum. "Yardım." dedi. "Benim müvekkillerimden birisi." Sadık Balaban, Melisa'nın müvekkili miydi? Masanın lideri oydu çünkü. Eğer kendisi yapmayacaksa liderden yardım isterdi. Kartal, o masadaki hiçbir üyeye minnet etmez, borçlu kalmazdı. Fakat lider farklı bir mevzuydu.

Sesli hiçbir tepki vermedim. Yalnız değildik. Melisa'nın işi vardı sanırım, ama yine de vakit kaybetmeden bana haber vermek istemişti. Gülümsedi. "Seni çıkaracağım, Kuzey. Her ne olursa olsun, pes etmeye niyetim yok." Ben de gülümsedim. "Teşekkür ederim, yapacağına inanıyorum. Hırsından ödün vermezsin." Oyuncu bir tavırla kaşlarını kaldırdı. "Hiç vermedim. Ne işte, ne aşkta."

Huzursuz olarak gözlerimi gözlerinden çektim. "Melisa-"

"Biliyorum biliyorum!" dedi göz devirerek. "Bade'yle birliktesin. İtiraf edeyim, çok güzel kadın. Onda ne bulduğunu anlayabiliyorum. Senin için her şeyi yapacağa benziyor." İstemsizce gülümsedim. Bade'm... Mavi gözlerini, sarı saçlarını, beyaz tenini, sesini, kokusunu, varlığının yarattığı o sarsıcı hissi... Her bir şeyini ayrı özlediğim sevdiğim kadın.

"Yokluğunda yerine o bakıyormuş." dedi. Az önceki gibi neşeli değildi. Bade konusu onu huzursuz ediyordu ama yine de bana anlatıyordu. "Nasıl yani?" dedim şaşkınlıkla kaşlarım çatılırken. Belli belirsiz omuz silkti. "Bas baya. Şirketinde geçici olarak senin işlerinle ilgileniyormuş. Arnaldo söyledi. Haberin yok muydu?"

Bade henüz bunu yapabilecek bilgi ve tecrübe birikimine sahip değildi. Benim yerime o bakıyorsa, bu kesin Canan'ın işiydi ve onu da yalnız bırakmadığına emindim.

Bade'yi en zordan başlatmıştı. Bunu bilerek yaptığına emindim. Böylelikle yükselirken zorlu değil, keyifli olacaktı onun için.

"Yoktu." dedim dürüstçe. "Ama iyi yapmışlar, sevindim. Koltuğum emin ellerde."

"Emin misin?" dedi imayla. Ona boş boş baktım. "Bade benim sevgilim, Melisa. Sevdiğim ve hayatıma aldığım kadın. Ona güveniyorum ve potansiyelinin de farkındayım. Anlamsız imalar yapma." Ofladı. "Ay iyi, bir şey demedik sevgiline! Artık gitmem lazım, görüşürüz. Uslu ol."

"Tamam, anne." dedim sırıtarak. Bana dil çıkarıp uzaklaşmaya başladı. Ben de dönüp demirden banka ilerledim.

"Ha bu arada!" diye sesi geldi. Dönüp parmaklıklara baktım. Bakış açıma girdi ve gözleri beni buldu. "Bade'yle tanıştım. Seni görmeye gelmişti ama yasak olduğu için içeri almadım. O da benden sana bir şey iletmemi istedi." Kalbim hızlı hızlı çarparken hormonları tavan bir ergen gibi hissediyordum. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemedim. Bana ne ilettiğini deli gibi merak ediyordum.

Beni görmeye gelmişti! Sonunda gelmişti!

"Seni çok seviyormuş, öyle dedi." dedi memnuniyetsizce.

Çarpan kalbim durmuş gibi hissettim. Farkında olmadan nefes almayı da bırakmıştım. İstemsizce geri adım atarken sendeledim ve düşecekken duvardan tutundum. Melisa gülmekle ağlamak arasında kalmış gibi bana baktı ve gözlerini kaçırıp gitti.

Seni çok seviyormuş.

Dilim tutuldu, beynim durdu, kalbim hızını daha da artırdı ve olduğum yere çöktüm.

Benim Bade'm beni seviyordu. Ah, hayır. Benim Bade'm beni çok seviyordu.

"Ben de." diye mırıldandım. "Ben de seni çok seviyorum, sevgilim."

🧭

Bade...

Kaç gün geçmişti bilmiyordum. Günlerdir o kadar boş hissediyordum ki...

Yaptığım tek şey; kalkıp hazırlanıp şirkete gitmek, gün boyu oturup sadece Canan'ın onayından geçip imza için bana gelen dosyaları imzalamak, oturmak, yine oturmak, daha fazla oturmak, işten çıkıp Canan'la ya da Arnaldo'yla yemek yemek ve bomboş olan eve geri dönüp yarınlar yokmuşçasına sadece uyumaktı.

Sadece bu. Her gün birbirinin aynısıydı. O kadar aynıydı ki, değişen tek şey takvimdeki rakamlar ve günlerin isimleriydi. Pazartesi mi? Her gün pazartesiydi. Çarşamba mı? Her gün çarşambaydı.

Arınç'ı da tıpkı Kuzey gibi günlerdir hiç görmüyordum. Yalnızca Arnaldo'dan haberini alıyordum. Ablası ve işleri arasında mekik dokuyordu. O da tıpkı Arnaldo gibi Kuzey için çırpınıyordu. Arka planda ne yaptıklarını bilmiyordum ama yüzlerini gördüğüm an sayılıydı. Çoğunlukla Canan'la beraberdik. Hande'yle sadece bir iki kez karşılaşmıştım ama çok konuşmamıştık. Geçenki tavrından sonra ona karşı büyük bir soğukluk hissediyordum. Açıkçası onun da benimle konuşmaya çalışmadığı için mutluydum.

Yine kalktım, dün üşendiğim için girmediğim duşa şimdi girdim ve çıktığımda saçlarımı tarayıp kuruttum. Elimde maşayla boş boş aynada kendime bakarak saçlarımı dalgalandırdım ve dağıtmadan bırakıp giyinmeye başladım.

İç çamaşırlarımı giydikten sonra kırık beyaz kısa bir elbise aldım elime. Omuzlarından beline kadar dikey formda fırfır detayları vardı. Sıfır kol modeldi, belinden uyluğuma kadar gelen eteği oldukça dardı. Esnek bir elbise değildi, kumaştı. Ten rengi bir çorap giydim. Ev terliklerimi giyip mutfağa geçtim ve kendime bir tost hazırladım. Çayla birlikte tostu bitirip dişlerimi fırçaladım, makyajımı yaptım, saçlarımın dalgalarını dağıttım. Elbisenin tonundan bir tık daha koyu bir beyaz olan topuklu çizmelerimi giydim. Diz kapağıma kadar çıkan süet bir çizmeydi. Bej rengi yakası omuzlarıma kadar uzanacak kadar geniş kabanı giyip saçlarımı altından çıkardım. Küçük, deri görünümlü bej çantamı da elime alıp evden çıktım.

Bu hareketlerimin hepsi, son derece ruhsuzdu.

O yokken, varlığının benim için ne denli büyük bir şey olduğunu fark ediyordum. O varken yaşıyordum, yokken ise eskisi gibiydim. O yokken aslında iyileşmediğimi fark ediyordum.

Sanki o benim antidepresanımdı, varlığında ne denli kötü olduğumu anlamıyordum. Çünkü bana ihtiyacım olan her şeyi veriyordu. Mutluluğu, yaşam inancını, sevgiyi...

Taksiyle şirkete geçtim ve her gün olduğu gibi bugün de aynı rutin gerçekleşti. O kapıdan gir, buraya kart okut, sonra oradan geç, sonra buraya gir, tekrar kart okut...

Yürüyüşüm bile ne kadar kötü olduğumu belli ediyordu aslında. Bana bakan herkesin anlamsız bir merak içinde olduğunu hissediyordum.

Kuzey'in belki de en son inşaat halindeyken yürüdüğü koridorlardan geçtim ve onun hiç girmediği odasına girdim. Onun hiç ceketini asmadığı askıya kabanımı astım, hiç oturmadığı koltuğuna oturdum. Hiç açmadığı bilgisayarını açıp hiç bakmadığı sitede gelen maillere baktım. E-imza isteyen maillere Canan'ın öğrettiği şekilde imza atıp geri yolladım.

Bana gelen hiçbir şey, Canan'ın ya da Fahriye Hanımın onayı olmadan gelmiyordu. Bu da hata yapma riskimi en aza indiriyordu. Aralarda illa ki bu tip olaylar oluyordu ve bu genelde çalışanın suçu oluyordu. Çünkü benden önce Canan'a ya da Fahriye Hanım'a göstermeyi unutmuş oluyordu.

Ah, Fahriye Hanım demişken. Fahriye Hanım dün Türkiye'ye adım atmıştı. Ve bugün şirkete gelecekti.

Anksiyetenin damarlarımdaki kana karıştığını hissettim. Korkuyla karışık gerginliğin tanıdık dokunuşu ensemdeydi. Ağlayacak gibi hissettim. Avuçlarımı enseme sarıp başımı öne eğdim ve gözlerimi kapattım.

Anksiyete krizinin eşiğine geldiğini hissettiğinde bu hissi hiçbir zaman bastırma. Bastırdıkça şiddetlenir, güçlenir ve nefes alamayacak duruma gelirsin. Gözlerini kapat ve o an nerede olmanın hayalini kurmak sana iyi gelecekse onun hayalini kur. Gördüğünü, dokunduğunu ve kokusunu aldığını hisset. Bir çiçek mi? Parfüm mü? Deniz mi? Orman mı? Kitap mı? Yemek mi? Yoksa sevdiğin biri mi? Sonrasında o hayalini kurduğun kokuyu sakince soluduğunu hissederek nefesler almaya başla. Usul usul, acele etmeden. Bir yere yetişir gibi değil, saatlerce, belki de günlerce orada kalacakmışsın gibi. Nefes egzersizleri her zaman işe yarayan bir yöntemdir. Fakat sen bunu yaparken de zorlanıyorsun. Eğer bu şekilde imajine ederek yaparsan, daha kolay olacak.

Eski psikiyatrımın sözleri zihnimde yankılanırken kendimi hayal ettiğim yer, evimizdi. Kuzey'in yatağında, onun kollarındaydım. Parmak uçları saç diplerimde, kokusu ciğerlerimdeydi.

Kuzey'in kokusu öyle eşsizdi ki... Hiçbir sıfata sığmıyordu, Hiçbir şeye benzetemiyordum.

Nefes alış verişim kendiliğinden sakinleşmeye başladı, ben hiçbir şey yapmadım. Sadece vücudumu kasmadım, rahat bıraktım. Her şeyi boş vermiş gibi. Ne olacaksa olsun, der gibi.

"Çok yoruldum." diye mırıldandım. "Gerçekten çok yoruldum."

Yine saatler geçti aradan.

Öğle arası geldi, üstümü giyinip çantamı aldım ve yine aynı yorgun ruhsuz adımlarla koridorda ilerledim. "Bade!"

Tanıdık sesle durdum ve arkama baktım. Siyah, sivri burun topuklularıyla ve pahalı duran takımıyla birlikte bana doğru gelen kadını görünce ne kadar geleceğini bilsem de şaşırdım. Çok güzel bir kadındı. Boyu benden uzundu ve atletik bir vücuda sahipti. Teni doğal bronzdu ve saç renginin tonu bile mükemmel derecede ona yakışıyordu.

"Fahriye Hanım?" dedim şaşkınlığımı hissettirerek. "Hoş geldiniz."

Onu ilk kez gördüğümden bu yana ilk kez gülümsedi. "Hoş buldum. Olanları biliyorum. Yemeğe beraber gidelim mi?" Benim açımdan bir sorun yoktu aslında. Ama çekingenlik başıma belaydı.

"Olur... Canan?" dedim merakla. "Canan'ın önemli birkaç işi varmış, erken çıktı o. Hadi gidelim. Araban var mı?"

Arabayı geçtim, ehliyetim var mıydı?

"Yok." Dedim kısaca. "Tamam, benimkiyle gidelim o zaman." Dedi ve beraber çıkışa ilerledik. Otoparka inene kadar hiç konuşmadık. Bu süreçte yan yana olduğumuzu görenler ise yine bize bakıyordu, bazıları selam veriyordu.

Ama Fahriye Hanım'a.

Beni yok sayıyorlardı.

Bir şey diyemezdim. Sonuçta vekaleten sadece imza atmak için buradaydım. Bir vasfım ya da özelliğim yoktu, sadece patronlarının sevgilisiydim. Saygıyı hak eden birisi değildim.

Bu, istemsizce boynumu bükmeme sebep oldu.

Canan kendince iyi bir şey yapmış olabilirdi, ama yaptığı şey bana iyi gelmemişti.

Kapalı otoparkta ilerlerken tavandan asma tabelayla plakasının yazdığı köşeye ilerledik. Kendisine özel bir park yeri vardı ve siyah Range Rover hemen oradaydı.

Kumandasıyla arabayı açtı ve şoför koltuğuna oturdu. Ben de yanına otururken kapıyı olabildiğince yavaş kapatmaya çalıştım, çarpmak istemedim.

"Kapanmadı." Dedi kibarca. "Biraz sert kapatır mısın?" Yanaklarımın içini dişleyerek kapıyı açtım ve biraz daha sert kapattım. Kapı bu sefer kapanmıştı. Emniyet kemerimi taktım ve önüme düşen saçlarımı geriye itip karşıya baktım. Fahriye Hanım'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum ama çok gergindim.

"Ne yiyelim?" Diye sordu arabayı otoparktan çıkarırken.

Sessizce sakin nefesler almaya çalıştım. Sakin ol, Bade. O da bir insan, canavar değil. Neden bu kadar korkuyorsun?

"Fark etmez." Dedim kısık sesle.

"İyi misin?" Dedi merakla. "Çok gergin görünüyorsun. Sebebi ben miyim?"

Dürüst olarak "Biraz." Dedim. Dudağının kenarı kıvrıldı. "Uzaktan canavara falan mı benziyorum?" Dedi. "Neden herkes benden bu kadar korkuyor?"

"Soğuk bir auranız var." Dedim. "İstemsizce oluyor."

"Benim aksime sen ise sıcaksın." Dedi. "Seninle tanışmıyor olsak bile sanki arkadaşımmışsın gibi hissediyorum. Bu seni rahatsız ediyorsa yapmayacağım."

Yutkundum. "Beni rahatsız eden siz değilsiniz. Kendimim." Kaşlarını kaldırdı. "Sosyal anksiyeten mi var?" Sadece o mu? Ne ararsanız var bende, gel vatandaş gel.

"Evet." Dedim. "Zaten bu benim işim de değil. Sadece Kuzey'in atması gereken imzaları vekaleten ben atıyorum. Yine de bu fazla. Hak etmediğim bir konumda ve hak etmediğim bir araçtayım. Hak etmediğim birinin yanında ve hak etmediğim bir çevredeyim." Hızımı alamayarak tüm içimi dökmüştüm. Ne yaptığımı fark edince anında sustum ve dudaklarımı birbirine bastırıp cama doğru döndüm.

"Böyle düşünmene üzüldüm. Bu hisler insanı yer ve bitirir. Bir nevi haklısın. Kuzey'in konumu, şirkette bir çalışanın yükselebileceği en yüksek konum ve sen sırf onun sevgilisi olduğun için damdan düşer gibi oraya oturdun. Ama kendin söylüyorsun, Bade; vekaleten. Kendin hiçbir karar vermiyorsun ve sorumlusu olacağın hiçbir hatan da olmayacak. Bizim kararımıza imza atıyorsun sadece. Kendine bu kadar yüklenme." Kısa bir sessizlik oldu. "Finans öğrencisiymişsin. Staj yapacakmışsın. Sana seve seve yardım edeceğimden şüphen olmasın. Sadece bil ki, diğer stajyerlerden hiçbir ayrıcalığın olmayacak. Ve şu anda Kuzey'in yerinde olduğunu da unutacağım. Sen o şirkete ilk kez gelmişsin, seni hiç tanımıyorum."

Ona baktım. Hem cana yakın, hem de iğneleyici nasıl olabiliyordu? Bu kötü bir şey değildi, ama garip hissettiriyordu. Sıcak sudan alıp soğuk suya basmak gibiydi.

"Kuzey'in koltuğunun boş kalması demek, işlerimizin aksaması demek, Bade. Ben ya da Canan bununla başa çıkamazdı çünkü bizim de çok fazla sorumluluğumuz var. Canan söylediğine göre sen hariç iki adayı daha varmış ama biri istememiş, diğeri de yoğunmuş. Yani sana ihtiyacımız var, sen orada bir hiç değilsin."

Gözlerimi kaçırdım. "Teşekkür ederim."

"Etme. Seni rahatlatmaya çalışmıyorum, sadece ne düşünüyorsam onu söylüyorum. Şimdi söyle bakalım, sarışın; ne yiyoruz?"

Gülümsedim. "Sushi yiyelim mi?" Dedim merakla. "Hiç yemedim, merak ediyorum." O da gülümsedi ve başını salladı. "Hay hay! O zaman istikamet, sushi restorantı!"

İstanbul'un elit ve işlek semtlerinden birindeki bir sushi restorantındaydık. Masalar siyah ve ahşaptı. Duvarlar ise yeşilin en güzel tonuna sahipti. Yerler kahverengi parkeydi ve çok kalabalık bir yer değildi. Fahriye Hanım, ilk kez yediğim için benim yerime de sipariş verdi ve aramızda yine bir sessizlik oldu.

"Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyorum." Dedi. "Aptal Başak'la başın dertteydi." Başımı salladım. "Evet. Kardeş olduğunuzu bilmiyordum, sonradan öğrendim." Fahriye Hanım gözlerini kaçırıp etrafı inceledi. "Sadece resmiyette ve kan bağında öyle. Benim kardeşim ya da bir ailem yok. Kendimden ibaretim."

"Haddimi aşıyorsam kusura bakmayın ama... Bir aileye hiç ihtiyaç duymuyor musunuz?" Burukça gülümsedi. "Aslında gençliğimde kafamı duvarlara vura vura ağladığım çok oldu." Dedi. "Ama artık büyüdüm ve olgunlaştım. Bir şeyleri başarmak için ve yaşamak için kimseye ihtiyacım olmadığını fark ettim. Sadece kendime ihtiyacım var." Dedi işaret parmağını hafif hafif kafasına vurarak.

"Hâlâ gençsiniz." Dedim.

"Otuz altı yaşındayım, Bade. Sen gençsin, ama ben değilim. Bunu kabullenmek zor değil benim için."

"Kuzey'den büyüksünüz." Dedim şaşkınlıkla. Kısık sesle zarifçe güldü. "Evet. Yedi yaş var aramızda onunla. Ablası gibi duruyorum ama hep daha büyükmüş gibi tepeden bakıyor. Olsun, onunla rekabet etmeyi seviyorum."

Sushiler geldiğinde Fahriye Hanım bana nasıl yenildiğini gösterdi. Chopstickleri tutmaya çalışırken sushiyi iki kez parçalamıştım ve üç kez de elimden düşürmüştüm. Fahriye Hanım bana gülerek çatal istemişti ve çatalla yememi söylemişti. Utansam da daha kolayıma geleceği için itiraz etmemiştim.

Benim için seçtiği sushinin tadı hiç kötü değildi. Hoş bir tadı vardı, sebze ve hafif balık tadı alıyordum ve balık kesinlikle çiğ de değildi.

Çıktığımızda tatlı yemeyi teklif etti, işe geç kalacağımız için reddettim ama bana patron olduğumuzu hatırlatıp tatlıcıya sürükledi.

Saat akşam sekiz buçuktu. Boynumu ovuşturarak bilgisayarımı kapattım ve masamı düzenleyip kalktım. Belim kütürdeyince duraksayıp yüzümü buruşturdum. Belimi tutarken refleks olarak "Vay anam..." Dediğimde duraksadım.

Gerçekten... Elit bir plazadayken de bunu demezsin...

Çantamı toparlayıp kabanımı giydim ve serin olduğunu bildiğim için önünü kapattım. Çantamı elime alırken odadan çıktım.

Topuklular ayağımı ağrıtıyordu ve penguen gibi yürümekten kendimi alamıyordum. Neyse ki şirketteki çoğu kişi çıkmıştı.

Telefonum çaldığında cebimden çıkarıp arayana baktım. Arnaldo'nun ismini gördüğümde telaş ve merak peş peşe yüreğimi sardı. Anında cevapladım ve saçımı başımı sallayarak geriye attım, telefonu kulağıma götürdüm. "Arnaldo!? Gelişme var mı!?" Bir süre sessizlik oldu. "Hayır." dedi umutsuzca. "Durum hala aynı. Şirkete yakındım, çıkış saati olduğunu görünce seni bırakayım dedim." Omuzlarım düşerken kendimi daha ne kadar çaresiz hissedebilirdim, bilmiyordum. Onu görmediğim her gün, katlanması zor bir azabın kalbime açtığı savaşın her bir mermisiydi. Göz görmeyince gönül katlanmıyordu. Göz görmeyince gönül kanıyordu.

"Anladım." dedim üzüldüğümü belli etmek istemeyerek. Arnaldo da yeterince üzülüyordu ve onun da elinden gelen bir şey yoktu. Kendimi yeterince bok gibi hissediyordum zaten, bir de onu çaresiz bırakmak istemiyordum. "Girişe doğru geliyorum ben, içeri girmene gerek yok."

"Tamam, geliyorum." dedi ve kapattı. Sarsak ve yorgun adımlarla buzlu kapıdan çıktım ve asansöre bindim. Ölüm sessizliğine Çizmelerimi çıkartıp elime aldım ve ten rengi çoraplı ayaklarımı yere bastım. Ani bir acı beni titretti ve inledim. "Umarım bir gün size alışabileceğim..." diye homurdandım çizmelere bakarak.

Merdivenleri inip plazanın bahçe kapısına ilerledim. Yaya kapısından geçip caddenin kenarındaki kaldırıma geçtim. Kaldırımda bir müddet yürüyüp durdum ve sırtımı bahçe duvarına yasladım.

Arnaldo'nun tanıdık aracını parlayan farlar arasından gördüğümde gözlerimi kısarak yola doğru yaklaştım. Önümde durduğunda yolcu kapısını açıp bindim ve kapıyı geri kapattım. Rahat bir nefes vererek Arnaldo'ya döndüm. "Naber?"

"İyi." dedi gülümseyerek. "Çok yorgun görünüyorsun." Bu sefer de yorgunca derin bir nefes aldım.

Duraksadım.

Kuzey'in kokusu?

"Kuzey çıktı mı!?" dedim çığlık atarcasına. Arnaldo şaşkınlıkla suratıma baktı. "Ne? O da nereden çıktı?"

"Kuzey'in kokusu var." dedim kocaman olmuş gözlerimle Arnaldo'ya bakarak. Arnaldo göz devirdi. "Ben de bir şey sandım. Ben sıktım Kuzey'in parfümünü arabaya."

"Neden böyle bir şey yaptın peki?" dedim inanmayarak.

"Aramızdaki çocukça bir iddia. Eğer hapse girerse ve iki haftadan fazla içeride kalırsa ona ceza olarak en sevdiği parfümünü oto parfümüm yapacaktım. Bir daha akıllı olsun diye." Gerçekten çocukçaydı.

"Kuzey neden böyle bir şeyi önemsesin?" Güldü. "Kuzey'in parası değil de malı kıymetlidir. Arabasına dokundurtmaz, parfümünü kullandırtmaz. Hele ki en sevdiği parfümüne bir metre bile yaklaşsan toz eder."

"Sen ciddisin?" dedim şaşkınlıkla onu izlerken. Kuzey'in böyle bir huyu olduğunu bilmiyordum. Bana karşı bu tavrını hiç görmemiştim. "Aynı evde yaşıyoruz, ben nasıl hiç görmedim bu huyunu?" dedim şüpheyle.

Arnaldo sırıtmaya başladı.

"Sen onun her şeyinden daha kıymetlisin de ondan." dedi bana imayla bakarak. "Bir de bana olan tavrını gör."

Kalp atışlarım hızlanmaya başladığında gülümsememi bastırmaya çalıştım ama beceremedim. Güldüğümü görmesin diye kafamı cama çevirip dışarıyı izledim. Sokak lambalarının ışıkları yüzümü okşayıp geçerken gözlerimi yoldan hiç ayırmadım.

Şimdi kendi kendime bi kentin yollarında yürürüm hem de keyifsiz

Elimde az biraz düşüncesiz bir fırtına dönersek kaybederiz

Şimdi kendi kendime bi kentin yollarında yürürüm hem de keyifsiz

Elimde az biraz düşüncesiz bir gururla dönersem kaybederiz

Gittiğimiz yolun, evime giden yol olmadığını fark ettiğimde kaşlarımı çatarak Arnaldo'ya döndüm. "Nereye gidiyoruz?" Bana cevap vermeden sadece yolu izledi. "Arnaldo?" dedim sesimi duyurmaya çalışır gibi.

"Ne yapıyorsam senin için." dedi. Endişe her yanımı sardı. "Ne? Ne demek bu? Nereye götürüyorsun bizi? Arnaldo bir şey söyle!"

"Bunu yapmak zorundayım!" diye bağırdı bir anda. İrkilip sırtımı kapıya yasladım. "Seni istiyor! Seni verirsem her şey daha kolay olacak!" Yutkundum. "Kim beni istiyor, Arnaldo? Ne saçmalıyorsun ya, korkutma beni!"

Araba durduğunda ışıksız ve ıssız bir yerde olduğumuzu gördüm. Korku bedenimi daha fazla ele geçirirken hızla Arnaldo'ya döndüm. "Ne yapıyorsun Arnaldo sen!? Kime veriyorsun beni, kim istiyor beni!? Ne daha kolay olacak!?"

Kuzey'in iftiraya kurban gittiğine emindim ve Arnaldo da onu kurtarmak için canını dişine takmıştı. Sanırım Arnaldo bunu kimin yaptığını bulmuştu.

Ve Kuzey'in özgür olmasının tek yolu da beni vermek miydi? Neden beni istiyordu?

Kuzey'in düşmanı olmalıydı.

Bir mafya dizisine kurban gittiğime inanamıyordum!

Korkunun şiddeti, gözlerimi doldurdu.

Kapım açıldı ve yabancı bir erkek eli kolumu tuttu. Gözlerimi ondan hiç ayırmadım. "Arnaldo sen ne yaptın?" dedim ağlamaklı sesimle. "Kuzey'in çıkmasının tek yolu beni satman mıydı? Senin gücün nerede!? Tek yol bu mu cidden!? Kuzey'e nasıl hesap vereceksin!? Ne diyeceksin ona!?"

"Haklı, amına koyayım. Ne diyeceksin bana?"

Duyduğum sesle tüm kanım dondu ve Arnaldo'ya bakakaldım.

Dudaklarını birbirine bastırıyor ve kendini tutmaya çalışıyordu. "İki cümle kurdum, dünyanın senaryosunu yazdı, kardeşim. Yandın sen."

Ağır ağır başımı çevirip dışarı baktım. Kolumu tutan el, inmeme yardım etti ve kapıyı kapattı. Az ileride duran adamı gördüğümde ise gözyaşlarım yanaklarımı daha fazla ıslatmaya başlamıştı.

O buradaydı! Kuzey buradaydı! Kuzey dışarıdaydı! Kuzey karşımdaydı!

Koşup boynuna atlamak için can atıyordum ama hareket dahi edemiyordum.

"Ben yandım zaten." dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. Öyle bir bakıyordu ki... Aşkı, özlemi, sevgisi, kırgınlığı... Hepsini hissettiriyordu. Öte yandan, öyle bir bakıyordu ki, ben eşsizdim. Öyle bir bakıyordu ki, gördüğü en güzel kadındım. Öyle bir bakıyordu ki, çok özeldim. Öyle bir bakıyordu ki... Onun canının içiydim.

"Şimdi sizi de yakmadan toz olun." Dedi. Ama gözlerini gözlerimden yine hiç ayırmadı. Sanki bana bakmazsa kaybolacakmışım gibi bir inatla baktı.

Arnaldo'nun bana baktığını hissettim. Belki de bir şey söylemek istedi ama aramıza girmek istemediği için vazgeçti. Çevredeki adamlar tek tek çekilirken Arnaldo da arabasına binip uzaklaştı.

Kuzey'le baş başa kaldık. Ama ben hâlâ onun varlığına inanamıyordum.

İkimiz de ne birbirimize, ne uzağımıza bir adım atmadık.

Sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiğim göz yaşlarımdan birisi daha gözümden aktı ve yanağımdan süzüldü.

O da bunu gördü.

Bana doğru gelmeye başladığında ben hâlâ hareket edemiyordum. Sadece onun bana gelişini izliyordum.

Ve bir şeyin farkındaydım. O bana hep gelecekti.

Hep.

Kolları belime dolanırken kollarımı boynuna sardım. Kokusunu, sıcaklığını ve kalp atışlarını hissettiğimde sessiz ağlayışlarım, sesli hıçkırıklara dönüştü.

Boynumda, saçlarımın arasında nefesini hissettim. "Nereden çıktın sen?" Dedim hıçkırıklarımın arasından. O ise benim aksime gayet sakindi. "Rüyalarından." Dedi.

Belimdeki kolu sıkılaştı ve bir anda kaldırdı. Onunla aynı boydaydım ve aynı şekilde sarılıyorduk. Ayaklarım ağırlık yapıyordu, dizimi kırıp onları havaya kaldırdım.

"Çok özledim." Dedim. "Vallahi çok özledim."

"Ben de." Dedi boğuk bir sesle. "Vallahi ben de çok özledim."

Birbirimizden zorlukla uzaklaştığımızda elimi tuttu ve bir yere doğru yönlendirdi. Fakat ayaklarımda ayakkabım yoktu, ve ayaklarıma taşlar batıyordu. Çizmelerim Arnaldo'nun arabasında kalmıştı. "Kuzey..." dedim ayaklarıma bakarak. Durup o da ayaklarıma baktı. Sonra bir anda kucağına aldığında ona bakakaldım. "Ne yapıyorsun?" Omuz silkti. "Sorunu çözüyorum." İlerledikçe arabasının silüetini görmüştüm. Sonunda yanına ulaştığımızda arka koltuğun kapısını açıp beni oraya oturttu. Arkaya dolanıp bagajı açtı. Plastik, şeffaf bir ayakkabı kutusuyla geri döndü. Beyaz spor ayakkabılarım içindeydi.

"Benim ayakkabılarım orada ne yapıyor?" Sırıttı. "Tutturdu okeye gidelim diye. Ben de kıramadım." Başımı omzuma doğru eğip onu kınayarak baktım. "Ben ciddiyim."

"E ben de ciddiyim?" Gülümsememi bastıramadığımda göz devirip bakışlarımı ondan uzaklaştırdım. O da gülerek yüz ifademi izliyordu.

Önümde diz çöküp ayakkabıları kutudan çıkardı. "Tamam bırak ben giyerim." dedim eline uzanarak. Ayakkabıyı uzaklaştırarak benden kaçırınca 'ne yapıyorsun' der gibi suratına baktım. "Plaza hanımefendisi gibi giyinmişsin, sence eğilip de kendin giymene izin verir miyim? Nasıl bir centilmen olurum?" Güldüm. "Tabular umurumda bile değil, sevgilim. Sen ne yaparsan yap benim centilmenimsin ve ben de kendi ayakkabımı giyebilecek ele kola sahibim. Şimdi müsaadenle-"

"Ne dedin?" Tek kaşımı kaldırdım. "Kendi ayakkabımı kendim giyeceğimi söyledim?" Dilini damağına vurarak "cık" dedi. "Ondan önce."

Cilveyle sırıtıp "Benim centilmenim, dedim." dedim ona sırnaşarak. Yine "cık" dediğinde bozuldum ve yüzüm düştü. "Ondan da önce."

Çatık kaşlarımla bir anda yükselerek "Ay ne dedim ya? Sevgilim dedim, ne dedim!? Ay Allah Allah ya!" diye sesimi yükselttim. Kuzey gülmeye başladı. "Ay sen bana sevgilim mi dedin?" dedi beni taklit ederek.

"He öyle dedim." dedim ses tonumu düşürerek. Ama hala gergindim. Kuzey gülerek ellerini yanaklarıma koydu ve başımı eğip alnımdan öptü. "Yerim seni, şapşal." Omuz silktim ve onu ittim. "Yeme. Git, ben giyeceğim ayakkabımı. Kül kedisiyim sanki, tutturdu ben giydireceğim diye."

"Yok." dedi. "Sindirella'sın sen. Benim prensesimsin." Tek kaşımı kaldırdım. "Ha öyle?" dedim imayla. Anlamayarak baktı. "Benden önce kaç kız giydi bu ayakkabıyı, Kuzey!?"

"Yok ebesinin-"

"Şaka şaka. Hadi giydir artık, dondum."

Sabır dilemekle gülmek arasında kalmış gibi suratıma bakakaldı. "Sanırım çıktığına pişman oldun şu an." dedim alay ederek. "Estağfurullah." dedi imayla ve ayakkabıları giydirip bağcıklarını da bağladı.

Omuzlarına tutundum ve o kalkarken onunla beraber ben de kalktım. Arka kapıyı kapatıp elimden tuttu ve yolcu koltuğuna yönlendirdi. Kapımı açtı ve ben binince kendisi kapattı.

Kuzey'in parası değil de malı kıymetlidir. Arabasına dokundurtmaz, parfümünü kullandırtmaz. Hele ki en sevdiği parfümüne bir metre bile yaklaşsan toz eder.

Acaba arabasının kapısını çarpmamdan korktuğu için mi kendisi açıp kapatıyordu?

Aklıma gelen bu düşünceyle birden gülmeye başladım. Kuzey yanıma bindiğinde ve deli gibi güldüğümü gördüğünde meraklı bir gülümsemeyle bana baktı. "Ne oldu?" Kahkahalarım arasından "Yok bir şey." dedim. Israrla suratıma baktı. "Bade." dedi e harfini uzatarak. "Söylemezsen bir santim ilerlemem şuradan şuraya."

"Arnaldo bir şey dedi de o geldi aklıma." Göz devirdi. "Kesin benimle alakalı ya! Ne dedi o gebeş?"

"Hiç ya, önemli bir şey değil."

"Güzelim, gidip o hıyarın gırtlağına oturup söyletmemi istemiyorsan sen söyle. Dinliyorum, bebeğim."

"Bebeğin miyim gerçekten?" dedim cilve yaparak. Kuzey tek kaşını kaldırdı. "Karıştırma aklımı şimdi, yoksa sonu pek de iyi bitmez." Ben de tek kaşımı kaldırdım. "Öyle mi?" Ağır hareketlerle kabanımı çıkarıp sadece elbisemle kaldığımda Kuzey şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Ne yapıyorsun?" Nefes alıyorum, der gibi bir rahatlıkla "Aklını karıştırıyorum." dedim.

Bacaklarımı kendime çekip yükseldim ve sağ bacağımı Kuzey'in soluna doğru attım. Sol bacağımı da çektiğimde Kuzey'in kucağında oturuyordum. O ise buga girmiş gibi bana bakıyordu. "Sevgilim ne yapıyorsun?" dedi şaşkınlığını sesine yansıtarak. Öyle bir bakıyordu ki, sanki kız olan oydu, erkek bendim ve onu köşeye sıkıştırıyordum. "Hiç. burası koltuktan daha rahat sadece." dedim saçlarıyla oynayarak.

"Ha sebep bu yani?" dedi imayla. Başımı salladım. "Tabi... Kesinlikle seni çok özlememle ve şu anda da çok istememle hiçbir alakası yok." Yüzünde içten bir gülümseme oluştu. "Ben de seni çok özledim ve bu an değil her an istiyorum. Ama yetişmemiz gereken bir yer var." Huysuzlanarak kaşlarımı çattım. "Nereye ya?"

"Sana bir sürprizim var." Çatılan kaşlarım bu sefer havalandı. "Ha sürpriz? Sen ne ara çıktın da sürpriz hazırladın, Kuzey?" Donup kaldı. "Cidden mi ya?" Dedi isyan ederek. Bu haline gülmemek için zor durdum. "Senlik bir şey yok, korkma." Dedim. "Asıl Arnaldo korksun benden." Gülmeye başladığında istemsizce ben de güldüm. Bir anda beni kendine çekip sarıldığında duraksadım. "Kalalım böyle." Dedi.

"Hani sürprizin vardı?" Omuz silkti. "Sana olan özlemim daha ağır bastı."

"Sen beni her özlediğinde böyle göğsünde saklayacaksan, ben kendimi hep uzak tutayım o zaman." Kolumu çimdiklediğinde çığlık atıp geri çekildim. "Ya of ya! Kuzey, ne yapıyorsun?"

"Hele bi uzak tut." Dedi imayla karışık tehditle. "Ne o?" Dedim kaşlarımı indirip kaldırarak. "Bensiz yapamıyor musun?"

"Cık. Yapamıyorum. Senin kokunu aldıktan sonra nefesimi verirkenki o saliselerde bile yine çok özlüyorum ben. Sensiz nasıl yapayım?"

"Şair misin be, Kuzey Berat." Dedim ellerimi kaldırarak. Kahkaha attığında gerilen yanaklarına baktım. Ne kadar güzel göründüğü hakkında hiçbir fikri yoktu. Bam diye bir anda yanağından öptüm. "Öyle güzel gülünür mü, vicdansız?"

"Yaz Bade Güney?" Dedi taklidimi yaparak. "Aşk sizi pamuk gibi yaptı sanki biraz?" Dedi baş parmağını işaret parmağının ucuna dokundurup göstererek.

"Eh." Dedim ve ben de elimle onun gibi gösterdim. "Birazcık."

Kuzey'in cebindeki telefonunun çaldığını, bacağımın iç kısmına vuran titreşiminden anladım. Bakışlarım oraya düştüğünde Kuzey bacağımı okşayarak telefonu cebinden ağır hareketlerle çıkardı. Bir de üstüne göz kırptığında kaşlarımı çattım. "Hem cilve yapıyorsun hem de hazır hissetmiyorum triplerine giriyorsun. Hoş mu?"

Sırıtarak telefonu cevapladı ve yüzüme bakarak "Efendim." Dedi nazikçe. Evet. Kuzey. Nazikçe.

Kaşları çatıldı, yüz hatları gerildi ve bakışlarını benden çekti. "Geliyoruz, ulan." Dedi bir anda kabalaşarak. İşte tanıdığım Kuzey buydu. "Parasını alıyorsun zaten, neyin tribindesin? Geliyoruz, beklemeye devam et." Telefonu kapattı ve homurdanarak yan koltuğa attı. Boynunu çıtırdatarak homurdanmaya devam etti. "Amın feryadı. Suratına da sövemiyorum, gecemiz mahvolmasın diye. Siktiğimin puştu. Patrona trip atılır mı, amına koyayım?"

Patrona trip atan çalışan da bi Kuzey'de bulunurdu zaten.

"Hadi hadi gidelim." Dedim omzuna usul usul vurarak. Yan koltuğa geçmek için hareketlenirken yanlışlıkla ona sürtündüğümde gözlerini sımsıkı yumup yüzünü buruşturdu. Gülsem mi ağlasam mı bilemeyerek zorlukla kendimi yolcu koltuğuna attım. Kuzey'in telefonu kalçama batmıştı. Telefonu altımdan alıp ona uzattığımda bana ahlaksız bir bakış atmıştı. Heyecan kalbimi hızlandırırken yutkunup camdan dışarı baktım.

Birazdan ben Kuzey'i arka koltuğa atacaktım.

Sakin ol, Bade...

Araç hareketlendiğinde araziden ayrılıp otoyola geçti. Araba asfaltta kayarken uzanıp radyoyu açtım. Araç içi çok sessizdi.

Radyoda çalışan adam konuşuyordu. Ne anlattığıyla çok da ilgilenmedim. Sonrasında bir şarkının daha geldiğini söyledi ve aracın içini tanıdık melodi doldurdu.

Jehan Barbur'dan Seve Seve Ölürüm Senin İçin.

Kuzey'in bana baktığını hissettiğimde dönüp ben de ona baktım. Bakışlarında tuhaf bir derinlik vardı. Aklından ne geçtiğini merak ettim.

"Seni sevdiğimi kabul ettiğim ilk anda arabada bu şarkı çalıyordu." Dedi. Gözlerim büyürken şarkı benim için daha da anlamlandı.

Seni ilk gördüğüm günü hatırladım
Kandırdı beni birden tek bir bakışın
Senindi tüm aşkım senindi hayatım
Kalbimi kırıp bıraktın

Seve seve ölürüm senin için
Yine yine tek bir bakışın için
Hadi hadi bak bana cesaretin varsa

Bile bile ölürüm senin için
Seve seve bir daha aşkın için
Hadi hadi koş bana yarınlarımıza

Elimi uzatıp elini tuttuğumda parmaklarımızı birbirine kenetledi ve benim bacağımın üstüne koydu. Gözlerimi ondan ayıramıyordum ama o araba kullandığı için ayırmak zorunda kalıyordu.

Gittiğimiz yolun nereye gittiğini bilmiyordum ama ona güveniyordum.

Kaşları, gözleri, burnu, sakallı yüzü, dudakları, saçları... Bir adam her şeyiyle nasıl mükemmel olabilirdi?

Belki de o mükemmel değildi, ben onu öyle görüyordum. Belki de başka birine göre o ortalama biriydi. Hatta yakışıklı bile değildi.

Ama bana sorarsanız, benim için yeryüzündeki tek erkek oydu. Ondan başkasını gözüm görecek olursa kendi ellerimle oyabilirdim. Hislerim belki hastalıklıydı. Ama ben de normal değildim.

Acaba kime benziyordu? Annesine mi yoksa babasına mı?

Onun babası da şehitti.

"Polis miydi baban?" Diye sormuştu bana.

"Evet."

"Benimkisi de askerdi. Subay. Ben de şehit çocuğuyum yani, merak etme."

"Annen?" Demiştim merak ederek. Ama o bu soruma hiç cevap vermemişti. "Amcam büyüttü beni. Sonra o da öldü. Şimdi yalnızım. Bu bir sorun değil, 29 yaşında kazık kadar adamım."

Ruhundaki aile açlığını, büyümüş olmasını kullanarak bastırmaya çalışıyordu. Büyüdüğünde yalnız olmanın bir sorun olmayacağını düşünüyordu.

"Beni hep babama benzetirlerdi." Dedim. "Yüz hatlarımız, göz rengimiz falan... Babasının kızı derlerdi bana." Güldüm. "Hatta amcam hep uğraşırdı babamla. Tek başına mı yaptın çocuğu, diye. Hatta Bade'yi kesin sen doğurdun bile derdi. Anneme benzeyen hiçbir şeyim yok. Halam varmış ama küçük yaşta menenjitten ölmüş. O sarışınmış. Rahmetli babaannem de gençken sarışınmış. Babam da annem de esmerdi, ama ben halamla babannem gibi sarışın olmuşum işte."

İlgiyle beni dinlemişti. "Peki gamzelerin kimden? Söyle de onu daha çok seveyim." Dediğinde gülmekten kendimi alamadım. Hep yaptığı gibi yine gülerken beni izledi ve tekrar yola döndü. Arnaldo bunu söylemişti. Kuzey'in gamzesi olan insanlara zaafı vardı.

"Gamzelerim... Doğru ya." Dedim aklıma yeni gelmiş gibi. "Gamzelerim annemden. Tabi onunkiler daha derinmiş. Benimki daha yüzeysel. Bir güldüğünde tüm bakışları üstünde toplarmış. Babam annem için hep gülüşü yüzünden daha güzeldi derdi."

Keyifle gülümsedi. "Demek kaynanamı daha çok seveceğim."

"Annem tam sevilecek kadındı." Dedim. "Ben küçükken kanserden öldü. Anneannem de kanserden ölmüş, babam öyle diyor. Sanırım kalıtsal bir şeydi ve anneme geçti o hastalık. Annemin ölümünden sonra babam bana daha da bağlandı. Annemin bir emaneti olarak gördü galiba."

"Annenin vefatından önce babanla ilişkiniz nasıldı?" Gülümsedim. "Ben hep babasına aşık bir kız çocuğuydum. Umarım annem bizi izlemiyordur ve duymuyordur yoksa üzülür ama... Annemden çok babamı severdim. Annen mi baban mı diye sorduklarında ne kadar babam demek istesem de annem üzülür diye hep ikisi de derdim." Gülümsemem sönerken bakışlarım boşluğa daldı. "O şehit olduktan sonra onu ne zaman özlesem aynaya baktım. Onun yansımasını görür gibi oldum."

"Ben de tam tersi aynalara küstüm." Dedi durgun bir sesle. Dikkat kesilerek ona baktım. "Aynaları seninle sevdim ben." Dedi ve saniyelik bana bakıp tekrar yola döndü. "Seninle ne kadar yakıştığımızı görünce kendi yüzümü sevdim ben."

"Babanı seviyorsun..." Dedim tahmin yürüterek. Ama düşünmeme fırsat vermeden kendisi söyledi: "Anneme benziyorum."

Elimin arasındaki elini sıktım. Annesi hakkında hiçbir fikrim yoktu, anlatmamıştı, ben de zorlamamıştım.

"Babamı ve beni terk etmeyi kafasına koyduğunda ben daha çocuktum. Bir gün çıkıp gitti ve bir daha da hiç dönmedi. Annemin gidişinden sonra babam çöktü. Ara ara onu uyuşturucu kullanırken gördüm. Uyuşturucu olduğunu bilmiyordum tabi, tebeşir tozu sandım. Sandım ki kendini hasta gibi göstermeye çalışıyor ki annem gelsin. Dozlarını hiçbir zaman kaçırmıyordu ve sadece evdeyken kullanıyordu. İşinde de sayılan güvenilen birisiydi, bu yüzden kimse hiç şüphelenmemiş. İçiyordur, demişler ama uyuşturucu hiç akıllarına gelmemiş." Derin bir nefes verdi.

"Sürekli beni doldururdu. Kadınlar güvenilmezdir, kadınlar nankördür, doyumsuzdur. Seni kullanırlar, sömürürler, sonra da bir çöp gibi atıp terk edip giderler. Bu uğurda çocukları da umurlarında olmaz... Bunlar babamın sözleri. Bir yaşa kadar ona hak verdim. Sonra... Bir şey oldu... Fark ettim ki babam haksızdı. Kadınlar değil, annem kötüydü." Nasıl fark ettiğini deli gibi sormak istedim ama duyacağımdan emin olduğum şeyler dilimi bağlıyordu.

Alkım'a aşık olduktan sonra babasının yanıldığını görmüştü.

Buruk bir gülümseme yüzümdeki yerini aldı ama o sebebini hiç bilmedi. Çünkü Alkım'ı bildiğimi bilmiyordu.

"Nasıl şehit oldu baban?" Diye sordum zorlukla. Çünkü bu çok zordu. Ben babamın nasıl şehit olduğunu kolayca anlatamazdım.

"Bir terör örgütü..." Dedi. "Dedim ya, babam saygı duyulan ve güvenilir bir subaydı. Göreve gittiği bir gün inlerini ifşa etmiş. Çoğu ölmüş ya da yakalanmış ama ele başı kaçmış. Babamı kafasına takmış ve başka bir gün görevdeyken..." Yutkundu. "Tamam." Dedim. "Anlatma daha fazla, anladım."

Konuyu değiştirip tekrar annesine getirdi. "Birkaç sene önce annemi araştırdım. Onunla yüzleşmek gibi bir niyetim yoktu. Sadece nasıl olduğunu görmek istedim. Bizi arkasında bıraktıktan sonra nasıl bir hayat kurduğunu görmek istedim. Üvey kardeşlerim var mı, üvey babam var mı... Ama yoktu, Bade. Annem o gece bizi terk edip giderken trafik kazası geçirip ölmüş. Olay yeri inceleme görsellerine eriştim... Paramparça olmuş. Tıpkı babam gib-" sustu.

"Sağa çeker misin?" Dedim yola bakıp. Yolun bu kısmında sokak lambaları yoktu ve geçip giden araç sayısı da çok azdı.

Kuzey, dediğimi ikiletmeden aracı yol kenarına çekip durdurdu. Elini bırakıp arabadan indim ve onun tarafına dolanıp kapısını açtım. Elinden tutup indirdim ve kapısını kapatıp far ışıklarının önüne getirdim. Karanlıktan korktuğunu biliyordum.

Kollarımı boynuna dolayıp sıkıca sarıldığımda o da bana sarıldı. "Seni benden daha iyi kimse anlayamaz." Dedim titrek sesle. Çünkü benim babamın içinde olduğu ekip arabası da saldırıya uğrayarak patlatılmıştı.

Asker ve polis çocukları normal olmazdı.

Asker ve polis çocukları her zaman korkuyla büyürlerdi. Kapı her çaldığında babam geldi diye sevinemezlerdi. Acaba babam mı geldi diye korkarlardı mesela. Asker ve polis çocuklarının hiçbir zaman stabil bir çocukluğu olmazdı. Bir yere tam uyum sağladığında okulundan, evinden, şehrinden ve arkadaşlarından koparılırdı. Bambaşka bir okulda, bambaşka bir şehirde sıfırdan başlarlardı.

Çok şehir değiştirmek iyi görünebilirdi, ama yaşamayan hiç kimse bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu anlayamazdı.

Her türlü kötülüğü gördükleri için babalarının üstlerinde ne denli ağır baskılar kurduklarını anlayamazdı.

Susulan o kadar şey vardı ki...

Çığlık atmak, en çok da şehit çocuklarının hakkıydı.

🧭

Geldiğimiz yer hakkında hiçbir fikrim yoktu ve daha önce geldiğim bir yer de değildi. Araçtan indiğimde mıcır taşları ayaklarımın altında hissettim. Her adımımda taşlar ses çıkarırken kapıyı kapattım. O sırada Kuzey de inmişti. Yanına dolandığımda belime sarıldı. Ben ona merakla bakarken o beni yönlendirerek ilerlemeye başladı.

Kaldırım taşlarının sınır çizgisi oluşturduğu nemli toprak yoldan geçtik. Işık çok azdı ve her yer büyük ağaçlarla kaplıydı. İlerledikçe ışık miktarı arttı. İskele ahşabından yapılma bir alana geçtiğimizde gözlerim büyüdü.

Bir gölün üstüne kurulmuş bir balkondu burası. Göle varana kadar ahşap olan zemin kaplama, göl üstüne gelindiğinde cam oluyordu. Kenarlardan cilalı ahşaplar kolon şeklinde yükseliyor ve büyük bir pergolada birleşiyordu. Pergolayı, rengarenk çiçeklere sahip yeşil sarmaşıklar sarmıştı ve dolanarak aşağı doğru iniyordu. Aralarında beyaz ve sarı renklerde led ışıklar da vardı. Gölün etrafı ise aynı şekilde ışıklarla kaplıydı. Balkonun altında kalan göl kıyıları değişik taşlarla, bitkilerle ve ışıklandırmalarla süslenmişti. Bir bütün hâlinde bakıldığında tam anlamıyla görsel bir şölendi.

"Hande'nin yüksek lisans projesi." Dedi Kuzey, ben hayranlıkla ve merakla etrafı incelerken. "İsmine karar verememişti, ben de ufak bir ricada bulundum." Bakışlarım ilk kez ona döndü. Boşta olan diğer eliyle bulunduğumuz çevreyi gösterdi. "Yazbade."

Ne diyeceğimi bilemeyerek Kuzey'e bakakaldım.

Hande'nin projesine benim adımı verdirmişti.

"Girişte adı yazıyordu." Diye devam etti. "Bu yüzden oradaki tüm ışıklar kapalı, görme diye."

Topuk sesini duyduğumuzda arkamıza döndük. Hande burada mıydı?

Vücudunu saran, resmi duruşlu kumaş, mor bir elbise giyinmişti. Topuklu ayakkabıları nereden baksanız bir on santim vardı. Üstüne siyah, uzun bir palto giyinmişti. Siyah düz saçları omuzlarına ve sırtına dökülüyordu. Yüzünde geçen günlerde hep gördüğüm gibi yine ağır bir makyaj vardı. Gülümseyerek bize yaklaştı. "Geldiniz mi?"

"Sen burada mıydın?" Dedi Kuzey şaşırarak. Demek ki onun da beklemediği bir şeydi. Hande omuz silkti. "Buraya geleceğinizi öğrenince bir bakmak istedim." Bana döndü. "Naber, Bade?" Son zamanlarda aramız çok soğuktu. Bu yüzden mesafeli durarak "İyiyim." Dedim. Gülümseyip etrafa göz gezdirdi. Eseriyle övünen bir yazarın gururu vardı yüz ifadesinde. Anlaşılan burayı çok severek yapmıştı.

"Hande sen burada mı kalacaksın?" Diye sordu Kuzey rahatsızlıkla. Benimle yalnız kalmayı umarken Hande'yi görmekten hoşlanmamıştı. "Evet." dedi Hande sırıtarak. "Küçük bir çocuk gibi eteğinizi çekiştirip aranızda yatacağım. İtirazın mı var?"

"Evet."

"Kırıcısın."

"Evet öyleyim." dedi Kuzey bu sefer. Sonra elini kaldırıp salladı. "Bay bay, Hande. Sevgilim hadi sen de el salla. Bay baay!" Tatlılığına gülerken ben de elimi kaldırıp salladım. Hande bize göz devirdi. "Tamam be. En ufak bir şeyi dahi bozarsanız kendinize iki mezar kazın, kontrolü yapacak olan hocam daha gelmedi."

"Tabi efendim." Dedi Kuzey onu sallamayarak.

"Seni şu balkondan sallandırırım, hıyar." Dedi Hande işaret parmağını doğrultarak.

"Tabi efendim." Dedi Kuzey yeniden.

Hande göz devirdi. "İsmi Kuzey, soy ismi Berat olan şahsiyetler hariç herkese iyi akşamlar." Dedi ve arkasını dönüp gitti. Kuzey, onun gittiğine emin olana kadar kınayarak arkasından baktı. Sonrasında ise bana döndü, "Deli lan bu."

"Değişik bir arkadaşlığınız var." Dedim. Bir araya her geldiklerinde atışıyorlar, didişiyorlardı. Ama ciddiyetlerinin hiç olmadığını, Kuzey içeri girdikten sonra Hande'nin de çırpınmasıyla görmüştüm. O da en az bizim kadar Kuzey için endişelenmişti.

"Hiç garipsemedi." Dedim. "O da mı biliyordu çıktığını?" Bulunduğumuz yeri gösterip imayla baktığında sustum. Doğru, Hande'nin haberi olmadan burada nasıl olacaktık? Dahası, adımı vermişti buraya. Çok ince ve hoş bir jestti. Aramızdaki buzların bir gün eriyeceğine inanıyordum.

Sesli bir nefes verdim. "Ee? Dökül bakalım, neden geldik buraya?" Ellerini belime sarıp kendisine çekti. "Aç mısın?" Açtım, en son öğlen yemek yemiştim ve saat dokuza geliyor olmalıydı. "Evet." Dedim sadece. Emir almış gibi başını eğdi, ve belimi bırakıp elimi kavradı. "Buyrun o zaman, hanımefendi. Bu taraftan."

Kuzey'in yönlendirmesiyle balkondan inip taştan yürüyüş yolunda ilerlemeye başladık. İlerledikçe geniş ve uzun ağaçlar açıldı, göle kıyısı olan restoran gözüktü. Kuzey'e baktım ama o yolumuza bakmaya devam ediyordu, gözlerimi tekrar restorana çevirdim. Şık bir yere benziyordu. Dış cephesi tamamen camdı ve içerisi ışıl ışıl bir şekilde gözüküyordu.

Yol, parabol şeklindeki hoş köprüye çıkıyordu. Köprünün zemini ahşaptı. Trabzanlarının gövdesi camdan, tutma yeri ise metale benzeyen parlak bir yapıdandı. Köprüyle gölün karşısına geçip merdivenleri çıkarak restorana girdik. Girişte paltolarımızı alan güzel kıza gülümsedim ve Kuzey'le beraber içeri ilerledik.

"Topuklularımı Arnaldo'nun arabasına fırlatmasaymışım ortama daha uygun olabilirmişim." Dedim kendi kendime söylenerek. Kuzey kaşlarını çatarak bana baktı ve baştan aşağı süzdü. "Ne varmış hâlinde? Gayet fıstık gibisin."

Kuzey öyle bir adamdı ki, bir anda öyle bir laf ediyordu ki, kendinizi gülümserken buluyordunuz.

Restoranın göle ve Hande'nin tasarladığı peyzaja dönük olan cephesinde bir masa hazırdı. Sandalyemi çekerek oturmamı bekledi. Otururken yavaşça itti ve karşıma geçti. "Ne yersin?" Diye sorduğunda dudak büzdüm. "Bilmem. Burada ne var bilmiyorum, menüye baksam daha iyi olacak." Tekrar başını salladı ve gelen garsondan menü istedi. Garson menüleri getirip önümüze bıraktı ve uzaklaştı.

Menüde göz gezdirirken fiyatların olmayışına gözlerimi kısarak baktım. O kadar mı pahalıydı? Herhalde insanlar masada değil de kasada kalp krizi geçirsin istiyorlardı. Cimri değildim, sadece yemek gibi temel bir gıdaya fahiş fiyatlar ödemek kanıma dokunuyordu.

Ama Kuzey'in sürprizinin tadını kaçıracak da değildim. Bu yüzden hiç takılmamışım gibi davrandım.

"Daha önce yemediğim çok şey var burada." Dedim menüyü bırakırken. "Sen karar ver, senin zevkine güveniyorum." Gülümsedi, "Pekâlâ." Garsonu çağırıp adını daha önce duymadığım bir yemek ve beyaz şarap istedi. Bu restoran hangi ülkenin mutfağına yatkındı bir fikrim yoktu.

İzin isteyerek lavabo için kalktım. Sorarak lavaboyu buldum ve ihtiyacımı görüp ellerimi yıkadıktan ve kuruttuktan sonra boş tezgahlı kısma geçip makyaj çantamı çıkardım. Gün sonu olduğu için akmış, uçmuş ve kusmuş makyajımı dikkatlice temizleyip yeniledim. Aynaya ilk baktığımda küçük çaplı bir şok yaşamıştım.

Kuzey benden iyi korkmamıştı. Tipim kaymıştı resmen.

En son rujumu sürdüm, parfümümü abartmadan sıktım ve tüm eşyalarımı toparlayıp Kuzey'in yanına geri döndüm. Ben dönene kadar yemekler gelmişti, daha yeni geldiği dumanının tütmesinden belli oluyordu. Kuzey, yemeklere hiç dokunmamıştı. Telefonuyla ilgilenerek beni bekliyordu. Yaklaştığımı hissettiğinde bana baktı. Gülümseyerek telefonunu kapattı ve ters bir şekilde masaya koydu.

Yerime otururken yemeğe baktım. Et yemeğiydi. "Aynaya bakınca öcü gördüm sandım bi' an." Dediğimde Kuzey güldü. "Niye?"

"Makyajım ölmüş, ruhuna bi namaz kılmak şart." Dediğimde bu sefer sesli güldü. "Bir tür boya değil mi zaten? İlla ki bozulur bir şekilde. Takılmamak lazım. Zaten her halinle güzelsin."

"Senin güzelin olmayı tercih ederim." dedim şarap bardağını elime alıp yudumlarken. Bu sefer bakakalan Kuzey'di. Elli beş yaşımıza geldiğimizde bile böyle olmak isterdim. Sürekli dumur etmek, ve karşısına geçip yüz ifadesini izlemek. Bana her zaman zevk verecek şeylerin başında geliyordu.

Kuzey, gözlerini kaçırarak çatal bıçağını eline alıp yemeğine döndü. Bir süre gülümseyerek onu izledikten sonra ben de yemeğime döndüm. Sıradan bir et olmasına karşın değişik bir tadı vardı. Etrafa bakındım, sadece biz vardık. "Restoranı da mı kapattın?" dedim. "Evet." dedi.

Millet evlenme teklifi için restoran kapatır, böyle büyük sürprizler yapardı. Fakat bu, Kuzey'in normal bir sürpriziydi. Çıtayı yükseltmekten çekinmeyen bir adamdı ve ben onu hak edecek ne yaptığımı bilmiyordum.

"Benim için olağanüstü bir adamsın." dedim hayranlığımı sesime yansıtarak.

"Neden?" dedi garipsemiş bir şekilde. "Daha önce beni bu şekilde mutlu eden, sevindiren, şımartan birisi hiç olmamıştı. Çabalayan ve karşılığını hak ettiği şekilde bulamayan kişi hep bendim. Şimdi parmağımı bile oynatmadan sen adımlar atıyorsun. Öyle adımlar ki... Beni büyülüyorsun."

"Ben olması gerekeni yapıyorum, güzelim." dedi mütevazi bir şekilde. "Eğer önceki... Durumlarında hep sığırlara denk geldiysen bu doğru demek değil. Onlar sığır, demek. Sen her şeyin en iyisine layıksın."

"En iyisi sensin." dedim omuz silkerek. "Başka bir şey istemiyorum." Gözleri yüzüme dalıp gittiğinde ben de onun kahverenginin en güzel tonu olduğuna derinden inandığım gözlerine baktım.

Birini sevmek, uçsuz bir okyanusta boğulmamak için tutunduğun bir kaya gibiydi. Birine aşık olmak ise yaşama olan son umudun tükenmeye başladığı anda, yaşama isteğiyle çırpındığın dakikalardı. Nefes alma ihtiyacıydı aşk.

Kuzey, benim nefes alma ihtiyacımdı.

Yemeğimiz çoktan bittiğinde ve kalan şarabımızı yudumlarken Kuzey bir anda ayağa kalktı ve bana doğru yaklaştı. Merakla onu izlerken elini uzattı. "Bu dansı bana lütfeder misin, sevgilim?"

Doksanların aşk hikayelerini andıran melodiler restoranı doldurduğunda ve Kuzey'in bana uzattığı eline dokunduğumda sanki daha fazlası mümkünmüş gibi kalbim hızlı hızlı çarpıyordu. Anın büyüsüyle ve onun kokusuyla kafamın içi uyuşuyor, ellerimin ve dizlerimin hissi kayboluyordu. Onunlayken, ona dokunuyorken ben ben değildim. Ben onunlayken aslında yoktum. Sanki ruhlarımız bedenlerimizden ayrılıyordu ve sadece bedenlerimiz değil, ruhlarımız da birbiriyle öpüşüyordu.

Sevişmek, fiziksel değil, ruhani bir eylemdi. Sevişmek, iki bedenin zevk ve tatmin için birbirine dokunması değildi. İki ruhun birbirine aşkla bağlanıp, kopmaz bir güçle sımsıkı tutunmasıydı.

Nefesi nefesimde, kokusu burnumda, kalbi göğsümde, elleri ellerimde... Onun kollarındaydım, ve bu saatten sonra biz iki beden değildik. Birdik. İki beden görünümünde tek kişiydik.

Dudakları yanağımda gezinirken gözlerimi yummuş, kendimi tamamen ona hapsetmiştim. Belki de ilk kez bu kadar savunmasızdım. Çünkü kendimi, onun aşkıyla yıkanırken çırılçıplak hissediyordum.

Bir insanın, bir nesnenin, bir maddenin, bir dakikanın, bir günün ve bir yılın değeri, onu kaybettiğinde, ondan uzak kaldığında anlaşılırdı. Ben Kuzey'den uzak kalmıştım, ama onu kaybetmeyecektim.

Çünkü tecrübe etmiştim ki, o zaman ben ben olmazdım. Ben biterdim, ben mahvolurdum.

Belki benimkisi aşktan daha fazlası, hastalıklı bir şeydi. Fakat hastalıksa bile, ben hayatımda bu kadar güzel bir hastalık görmemiştim. Dilerim bunun bir tedavisi hiç olmazdı.

"Seni çok seviyorum." diye mırıldandığımda duraksadı. Yüzünü biraz çekip benimle göz göze geldi. Yüzümüzün arasında mesafe yoktu, burnu burnuma değiyordu. Gözlerini net bir şekilde görebiliyordum. Bana bakarken gözleri o kadar güzel oluyordu ki... Bazen bencillik edip, sırf bunu görmek için sürekli bana bakmasını istiyordum.

"Ben de seni çok seviyorum." dedi kısık ve titrek bir sesle. Yüzümde tebessüm oluşurken ensesindeki elimle baskı uygulayarak kendime çektim ve dudaklarımızı birleştirdim. Öpüşmemiz o kadar sakindi ki, uzaktan bakan birisi hiç hareket etmeden öylece durduğumuzu düşünebilirdi. Ama bu, bir hasret öpücüğüydü. Tutku değil, aşk öpücüğüydü. Aramızdaki tek ateş, aşkın ateşiydi.

Dudaklarımız usulca birbirinden ayrıldığında soluklandık. Gözlerimizi aralayıp göz göze geldiğimizde bu sefer öpen Kuzey'di. Bu sefer şiddetliydi. Bana öyle sıkı sarılarak öptü ki, sanki yanından kaybolup gidecektim. Sanki hayaldim ve hayalime tutunuyordu. Onun dudaklarında, ellerinde ve kokusunda yaşadım; onun dudaklarında, ellerinde ve kokusunda hayat buldum. Ben onunla var oldum.

Öpüşmemiz durduğunda ama dudaklarımız ayrılmadığında, birbirimizin dudaklarında soluklandığımız sırada "Ben hayal değilim, sevgilim." diye mırıldandım. Reddeder gibi inledi. "Sen benim en güzel hayalimsin."

Alınlarımız birleştiğinde gözlerimi yumdum. Kendimi başka bir yerde hayal etmedim. Çünkü olabileceğim en güzel yer, yine onun yanıydı.

O bendim. Ben oydum. Biz birdik ve kopmayacaktık. Bugün, bu gece buna inanmıştım.

Kolay kolay aksine inanmazdım.





Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro