Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

16. Bölüm | "Ruhlar Ölümsüzdür"

*Selam aşkolar!

*Baş rolünün mimar olduğu bir kitap yazmaya başladıktan birkaç ay sonra mimarlık fakültesine yerleşmeme kaç puan?

*Peyzaj mimarlığının zorluğunu görünce gelen pişmanlık hissi... Neyse para için katlanılır.

Kozloron tok dordo poro.

Evet hayatım tek derdimiz para, başka soru?

*Her hafta en az 5 tane çizim ödeviniz olunca, vizeler ve finaller içinizden geçince bölüm yazmaya vakit ayıramıyorsunuz :(

Neeyyyse bölümümü bu kadar kötülediğim yeter bence qodboqhdowhdowhdohw Güz dönemimi tamamladım ve geldim işte dostum yüzünüz gülsün be

*Diğer yandan tıkanma yaşıyorum. Kitaplarıma bölüm yazmak benim için işkence oldu son üç ay. Yine de kıçımı yırtarak bölümü yazmaya çalıştım. Böyle de kadın gibi kadın bir yazarım işte, her şey sizin için 😘

*Gecikme konusunda ciddi açıklama yaptığım tek kitap "Yağmurun Nefesi Esfel & Mevt" son bölüm arkadaşlar, onda da sonunda bozdum yine. Ben ciddiyetsiz bir insanım bunu kabullenelim artık qpehpqhdpqbdoqbdowbspqnpdheowh

*Aman be ne sıktın sen de, dediğinizi duyar gibiyim. Tamam tamam sustum hadi koşun bölüme. Oy ve yorumu da unutmayın he, bayılırım böyle hareketlere. Hadi öpüldünüz 🧭

***

"Son nefesimde aklıma gelen son isim küçük kızımdı." - Mehmet Günay

***

Hüsnü Şenlendirici - İstanbul İstanbul Olalı

Mavi Gri - O Ben Olamam

Burak Akyol - Derdim Uzun Yoldan

16. Bölüm

"Kuzey..." Dedim. "Arnaldo uyuşturucu mafyası mı?"

Kuzey donakaldı.

Çünkü o da farkındaydı, sakladıkları işleri her neyse, bir yerinden patlak vermeye başlamıştı.

Ve anladığım kadarıyla da Kuzey bunu öğrenmemden korkuyordu.

Ama... Neden?

🧭

Kuzey Berat...

Bade'nin gözlerimin içine bakarken sorduğu soru, çatırdamaya başlayan bir sır tabakasının alameti gibiydi.

Kartal'ın başıma açtığı bir milyon yedi yüz bin kırk sekizinci belayla burun burunaydım. Her an beni öpecek gibi duruyordu ve ben sahipliydim!

"Neyden korkuyorsun?" Diye sorduğunda çok uzun bir süre sessiz kaldığımı ancak fark etmiştim. Bade'nin mavi gözleri bir karadeliğe dönüşerek beni içine çekiyordu sanki.

Seni korkutmaktan, kaybetmekten korkuyorum.

"Korkmuyorum." Dedim.

"Pekâlâ... Neden gerginsin?" Dedi kollarını göğsünde toplayarak. Şu an karşımda lisedeki çirkef müdür yardımcımız gudubet Hayriye varmış gibi hissediyordum. Sanki birazdan elli santimlik ahşap cetvelini kafama indirecekti.

"Duştasın sanıyordum. Sinsi sinsi kapı mı dinliyorsun?" Dedim gözlerimi kısarak. Omuz silkti. "Evet. Şimdi cevap ver, neden gerginsin?" Hay amına koyayım, sorudan da kaçamıyorum!

"Bunun ne kadar ayıp ve hoş olmayan bir davranış olduğunu da biliyor olman lazım?" Diyerek saçmalamaya başladım. Ulan konuyu nasıl çevireceğimi şaşırmıştım!

"Evet biliyorum, başka soru?"

"Film izleyelim mi?" Bade bir an duraksadı. "Bu, bize gelsene film falan izleriz filmi mi, yoksa hadi bi film açak da izleyek filmi mi?" Diye sorduğunda kahkaha attım.

"Sen hangisini isterdin?"

Göz kırptı, "Hangisini istediğimi söylerdim de... Bakire insanlar gibi hazır hissetmiyorum demenden korkuyorum." Bir an kendimi başım ağrıyor Bade derken hayal ettim ve yüzüm buruştu.

"Playboy olan benim, her an cinsellik iması yapan sensin."

"Belki tepkilerin hoşuma gittiğinden bilerek yapıyorumdur." Dedi.

Elimde olmadan gülümserken buldum kendimi. "Tepkilerim hoşuna gidiyor demek?" Omuz silkti, "Bir kez söyledim, tekrar etmeme gerek var mı?"

"Ben Netflix'i açıyorum, sen de mısır patlat!" Diyerek kaçtım ve televizyona ilerledim. Arkamdan baktığını hissedebiliyordum.

"Beni kandırdığını sanma, Kuzey. Sorumu hâlâ hatırlıyorum ve bir cevap alacağım." Dediğinde duraksadım ama sırtım ona dönüktü.

"Tamam Bade, tamam. Hadi mısır?" Dedim şirin olduğunu düşündüğüm bir sırıtışla ona bakarak.

Karşımda bir ayna olsaydı, sırtlan gibi göründüğüme emin olabilirdim.

Bade kollarını çözdü ve başını iki yana sallayarak mutfağa gitti. Şimdilik götümü kurtardığım için rahat bir nefes verdim ama daha sonrasında kurtulamayacağımı biliyordum.

Kumandayı alıp Netflix'e girdim ve ne izleyeceğimize bakınmaya başladım. Vizyona yeni girmiş bir macera filmine denk geldiğimde konusunu okudum. Bade de onay verirse bunu izleyebilirdik. Mutfaktan gelen seslerle, mısırların patlamaya başladığını anlamıştım. Birkaç dakika içerisinde Bade elinde kapla beraber geldi. Yanıma otururken bacak bacak üstüne attı ve geriye yaslandı. "Seçtin mi filmi?"

"Şunu izleyelim mi?" Gözlerini kısarak ekrandaki konuyu okumaya başladı. Sonra kafasını salladı, "Olur. Hatta ışığı kapatalım rahat odaklanırız." İster istemez sırıtmaya başladığımda Bade göz devirdi. "Lütfen bu sefer düzgünce izleyelim filmi, bugün izleyemedik zaten."

Kalkıp ışığı kapattım ve geri oturdum. Kolumu kanepenin arkasına attığımda ister istemez Bade'yle yakınlaşmıştık. Filmi başlatıp kumandayı kenara koydum.

Dikkatle filmi izlerken kapı zilinin sesi duyuldu. Bade bana baktı, "Birini mi bekliyordun?"

"Yo." Dedim ve ayağa kalktım. Bade de filmi durdurmuştu. Kapıyı açtığımda karşımda Kartal, Canan ve Arınç'ı buldum.

"Selam!" Dedi Canan keyifle. Deri ceket, kahverengi oduncu gömleği, kot pantolon ve kahverengi süet bootie giymişti. Saçları dalgalı bir şekilde sırtına dökülüyor, büyük küpeleri saçlarının altından görünüyordu. Beni itekleyerek içeri geçti ve Bade'nin yanına gitti. Şaşkınlıkla arkasından bakakalmıştım.

Arnaldo ise siyah kot, siyah gömlek ve deri ceket giymişti. Çift gibi göründüklerinden haberi var mıydı acaba?

"Ablamın durumu çok iyi. Kuzen geldi Amasya'dan. Beni gönderdi o kaldı ablamın yanında." Dedi Arınç gülümseyerek. "Hoş geldin, kardeşim. Geç." Dedim aynı samimiyetle. Onu aramızda görmeyi özlemiştim ama bunu onun bilmesi gerekmiyordu.

"Kartal'a dikkat." Deyip içeri geçtiğinde neyden bahsettiğini anlayamadım. Kartal gayet de sakin görünüyordu. Sadece biraz değişik bakıyordu. Çakırkeyif falan mıydı acaba?

"Canan sizi ziyaret etmek istiyordu, ben de getirdim." Dedi açıklama yaparak. Sesi normaldi, cümleyi de düzgün kuruyordu.

"Ayıp olmasın falan diye haber verebilirdin ama nerde sende o incelik?" Dedim kinayeyle. Göz devirdi. "Telefonu açmayan sensin ulan."

Elim cebimdeki telefonuma gitti ve açtım. Arınç'tan bir cevapsız çağrı ve mesaj vardı. Haber vermişti ama ben görmemiştim.

Arnaldo'ya soğuk bir bakış attım. "İyi. Geç içeri." Duraksadı. Elini omzuma atıp sıktı. "Bozuk muyuz?"

Dik dik baktım.

"Ben sana demedim mi on iki on üç saat arama beni diye?"

"Aramadım zaten, direkt evine geldim." Dedi sırıtarak.

Boş boş baktım.

"Tamam..." Dedi sinirlenmemi istemiyormuş gibi. "Fazla ileri gittim. Bade'yi karıştırmamam gerekiyordu. Ama doğruyu söyledim, Kuzey. Kulübünün yanma sebebi sadece benim-" gözleri içeri kaydı, sonra tekrar bana döndü. "paketlerim değildi. Bade kaçırıldığında herifin deposunu yaktırdığını unuttun mu?"

"Unutmadım! Unutmam mümkün değil." Dedim. "Herifin ikimizle de derdi var. Aynı şekilde ikimizin de onunla derdi var. Kulübümü yakarak bir taşla iki kuş vurdu. Ben ne kadar hatalıysam sen de bir o kadar hatalısın, abicim." Sıkıntılı bir nefes verdim. "Ve tekrarını istemiyorum. O paketlerle hiçbir ilgim olmayacak, Kartal. Asla. Hiçbir şekilde. Nerede saklıyorsan sakla, duvarlarımın içine falan koyulmayacak."

"Tamam, hiçbir yerine koymayacağım sakin ol." Bir süre durdu, sonra gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp başını eğdi.

Ters ters baktım. "İçtin de mi geldin, sikik? Ne bu ciddiyetsizlik?"

"Üç beş kadeh gönderdik ya, sarhoş değilim." Dedi ve içeri adım atarken sendeledi, can havliyle bir elini kapı pervazına, diğerini benim omzuma atıp kendini düşmekten korudu. Ufak çaplı bir gürültü çıkmıştı. Canan ve Arınç normal karşılamış olacak ki sadece Bade'nin sesi gelmişti. "Kuzey?"

"Sorun yok, bebeğim, hıyar siparişi vermiştim de onu taşıyorum!" Diye bağırdım salona doğru.

Üstüme çullanan Kartal adındaki hıyar kendi ayakları üstünde durmak için kalkmaya çalışırken homurdanmayı eksik etmedim. "Ne bu? Bunca yıl ben seni sırtımda taşıdım, şimdi sıra sende, deme şeklin mi?"

"Dalga geçme, götlek. Dengem bozuldu işte. Söyleneceğine yardım et."

"Şu an korkuyorum. Sonumuz yatakta bitmez umarım. Bakışların bakış değil senin."

"Kuzey."

"Ne?"

"Sıçarım senin çarkına."

"Tamam tamam. Gel hadi." Bebek kucaklar gibi koltuk altlarından kavrayıp kaldırdım. Tabi havaya kaldırmadım, hulk değildim sonuçta. Dengesini sağlamasına yardımcı oldum.

Kartal duvardan destek alarak içeri girerken ben de kapıyı kapatıp arkasından gittim. Bade kafasını çevirip şüpheyle ikimize baktı. "Siz hayırdır ya? Geciktiniz."

"Kapı muhabbeti çok iyi sarıyor, ne yapsınlar?" Dedi Arınç sırıtarak. Patlamış mısır kâsesini aralarına almış, beraber gömüyorlardı.

"Bir şey diyeceğim." Dedi Canan dikleşerek. Üçü üçlü koltukta oturuyordu. Kartal'la ben de ikili koltuğa geçtik. Yerimi kapıp Bade'ye yapıştığı için Arınç'ı içten içe kazığa oturtmak istemiyor değildim hani.

"Di." Dedi Arınç sırıtmaya devam ederek.

"Kalabalık olsak ya? Benim bi' arkadaşım var onu çağırayım. Kim olduğu sürpriz. Bade, sen de arkadaşlarını çağır." Bade bir an duraksadı. Bense Bade'den bakışlarımı ayıramadım. Onun sadece bir tane arkadaşı vardı.

"Aynen." Dedim araya girerek. Bade bana baktı. "Çağırsana Belinay'ı. Canan'la çok iyi anlaşırlar bence."

"Sen nereden tanıyorsun ki Belinay'ı?" Dedi Bade kuşkuyla. Yuh, amına koyayım!

"Belinay'ı tanımıyorum." Dedim savunmaya geçerek. "Canan'ı tanıyorum. Onun anlaşamayacağı birisi olduğunu sanmıyorum. Nabza göre şerbet vermekte profesyoneldir."

Dik dik bakarak "Umarım öyledir." Dedi ve cebinden telefonunu çıkarıp ayağa kalktı. Ben şaşkın şaşkın Bade'ye bakarken diğerleri de bana sıçtın der gibi bakıyorlardı. Sonrasında Canan da odadan ayrıldı.

Ulan duyan da her limanda bir kırığı olan bi adam olduğumu zannedecekti.

Değilsin sanki.

Öyleysem de vallahi hatırlamıyorum, amına koyayım! Belki birkaç tanesini anca.

Bade bu dediğini duyarsa kazıklarda hoplatır seni dikkat et, Kazıklı Voyvoda.

Aman aman aman. Tövbe haşa, tövbe haşa.

Bade ve Canan telefon görüşmelerini yapıp geri döndüklerinde filmi tamamen kapattık. Herkes tamamlandığında baştan açsak daha iyi olacaktı. Belki başka bir film açardık.

Kartal'la iş hakkında şifreli bir sohbetin ortasındaydık ki Canan bağırarak isyan etti. "Bok ye, Arınç! Sakladın mısırı Bade'yle arana, biz ne yiyeceğiz!?"

"Bok, yeyin, Canan." Dedi Arınç misilleme yaparcasına, bir de inat olsun diye bir avuç mısırı göstere göstere ağzına tıkmıştı. Canan yüzünü buruşturup "Hayvan herif." Dedi.

Bade kâseyi hızlıca alıp sakladı ve ayağa kalkıp Arınç'ın tepesinde dikildi. "Kalk."

Arınç suçlu çocuk gibi dehşetle "Niye ya!?" Dedi.

"Sığır gibi yedik, oğlum. Yenisini patlatalım herkes yesin. Hadi kaalk!"

"Ya tamam da niye ben? Senin evinin direği şu sığır değil mi?" Diyerek parmağıyla beni gösterdi. Kendimi Aleyna Tilki gibi hissetmekten alamadım.

"Evinin direği, gemisinin de küreğiyim ama dikkat et o kürek de direk de sana girmesin, Arınç." Dedim kaşlarımı kaldırarak.

Zil sesiyle hazır ayakta olan Bade kapıya bakmaya gitti.

"Tövbe estağfurullah bu ahlaksız bir teklif mi?" Bana avucunu göstererek başını diğer tarafa çevirdi. "Sorry, babe. Kankalarıma o gözle bakamıyorum. İnsan kardeşini siker mi?"

"Ulan asıl insan insanı siker mi?" Diyerek ortama giriş yapan kadına kaydı tüm bakışlar. Soğuk havaya rağmen croplarından vazgeçemeyen Hande, ortama giriş yapmıştı. Aylardır onu görmüyordum. Şaşkınlıkla baktım.

En son yüksek lisans yapmak için Fransa'ya gitmişti. Gidiş o gidiş. Hande benim fakülteden arkadaşımdı.

Siyah crop, siyah deri pantolon ve oversize bir ceket giymişti. Bu kızın cidden kıçında kazan dairesi olmalıydı. Nasıl üşümüyordu!?

Düz koyu kahverengi saçlarını geriye savururken kalçasıyla Arınç'ı ittirdi ve açılan boşluğa- Canan'ın yanına- oturdu. Arınç da kanepenin diğer ucuna top gibi yuvarlanmıştı. Yastığın arkasındaki mısır kâsesini bulunca sevinmiş, kâseyi kucağına basıp gömmeye devam etmişti.

"Selamlar, baylar bayanlar." Elini gerdanına koydu. "Beni karşıladığınız sohbet konusu o kadar içimi açtı ki size anlatamam."

"Özlettin kendini, güzellik. Nerelerdesin?" Dedi Kartal göz kırparak. Canan'ın keyifli bakışları bir anda sertleşti ve sanki her an Arnaldo'nun üstüne atlayıp dişi bir aslan misali onu parçalayacakmış gibi bir hâl aldı.

"Ay hiç sorma onu." Dedi Hande yüzünü buruşturarak. Bakımına ve tarzına çok düşkün birisiydi. Bu yüzden ağır makyajlar yapmaktan, bir tırnağa yüzlerce lira yatırmaktan, don havada bile dilediği gibi giyinmekten hiç çekinmezdi. "Yurt dışındaydım. Dönem uzatmak zorunda kaldım."

"O zaman burada ne işin var kızım?" Dedim. "Güz dönemi de bitmedi."

Kocaman sırıtarak "Dönem dondurdum." Dedi. "Bahar yarıyılından başlayacağım yüce mevlam nasipler ederse."

Mutfaktan Bade'nin sesi geldi.

"O Arınç'ı buraya yollayın, yoksa onu oraya öyle bi sabitlerim ki akut, itfaiye ne bulursanız hepsini çağırmak zorunda kalırsınız!"

Arınç'ın kafasına kırlent fırlattım. "Kalk ulan!"

Omuz silkti.

Hande, Arınç'a dönüp dik dik baktı. "Ciyaklatma lan kızı. Kalk git."

Arınç kâseyi masaya bırakıp ayağa kalktı. "Tamam abla, saygılar." Elini saygı gösterir gibi yüreğine koyup geri çekti ve sanki Sultan Süleyman'ın huzurundan çekiliyormuş gibi geri geri giderek salondan çıktı.

Arınç'ın aramızdan ciddiye aldığı tek kişi hep Hande'ydi. Ve hatta ciddiye alırken bile ciddiye almadığı tek kişi.

Hande göz devirdi. "Bu hâlâ böyle mi ya?" Dedi eliyle göstererek.

"Uzun zamandır böyle değildi." Dedi Canan. "Bırak çocuğu, özlemişiz biz de." Hande bir süre baktı, sonra jetonu düşmüş gibi "Ha pardon." Dedi. "Seher'i bulduğunuza çok sevindim. Ve tabi iyi olmasına da. Onu görmek istiyorum."

"Murat gelmiş Amasya'dan. Onunla hastanede şu an. Yarın gideriz yanına." Dedi Canan.

"Aynen."

Kısa bir süre sessizlik oldu.

"Hâlâ sap mısın?" Dedim onu gıcık etmek ister gibi sırıtarak. Hande bana adeta bakışlarıyla sövdü. "Ben hâlimden memnunum, ilgimi de hiçbiriniz çekmiyorsunuz zaten. Niye dertsiz başıma dert alayım ki? Niye özgürlüğüme pranga indireyim? Mal mıyım ben?"

"Evet." Dedim yine aynı şekilde sırıtarak.

"Hâlâ göt herifin tekisin, amına koyayım." Diye homurdandığında kahkaha attım.

Göz kırparak içeriyi işaret etti. "Seninki mi?"

"Arınç'tan bahsediyorsan hayır, ama Bade'den bahsediyorsan evet." Dedim rahat bir şekilde geriye yaslanırken.

"Güzel kızmış, sana nasıl baktı bu?" Arnaldo patlamalı kahkaha attığında tüm tükürük salgıları suratıma çarpmıştı. Rezil herif.

"O hâlâ araştırma konusu be kanka." Dedi Canan da gülerek.

Göz devirdim. "Bayıl Feriha. Ben de gayet yakışıklı herifim."

"Kendi çapında."

"Hande."

"Kuzey?"

Mutfaktan ellerinde ikişer kâselerle gelen Bade ve Arınç'ı gördüğüm gibi Arnaldo'yu kanepeden fırlatıp yanımda yer açtım. O sırada Bade kâselerden birini bırakmıştı. Boştaki bileğinden kaptığım gibi yanıma çektim.

"Öyle olmaz direkt balkondan atsaydın." Dedi Arnaldo afallamış bir şekilde yerden bana bakarken. Zaten dengesizdi, bir de ben fırlatınca manda boku gibi yere yapışmıştı.

Arınç, kâseleri dağıtıp kola şişelerini ve bardakları orta sehpaya koydu.

"Arınç şu tekliye geçsene sen." Dedi Canan. Arınç, kâse sadece ona kalacağı için sevinerek tekli koltuğa yayıldı. Olayı anlayan Hande de sırıtarak uca kaymıştı ve Canan'ın yanını boş bırakmıştı. Canan, elini Arnaldo'ya uzattı, Canan'ın elinden destek alarak kalkan Arnaldo, Canan'ın yanına oturdu. "Sağ ol."

"Beraber."

"Hı?"

"Hep beraber diyorum." Dedi Canan kıvırarak.

"Ay ben bi rahat edemedim ya." Dedi Hande. "Şuraya geçeyim bari." Diğer tekli koltuğa da Hande geçtiğinde Canan'la Arnaldo kanepede yalnız kalmışlardı. Bade kolumun altındaydı. Yanağımı onun saçlarına yaslarken gözlerim o ikilideydi ve pis pis sırıtıyordum.

Kapı çaldığında bu sefer gelenin Belinay olduğunu biliyordum. Bade kalkacaktı ki kolumu kasarak kalkmasına engel oldum. "Hayır, sen kal böyle. Biriniz bakın lan kapıya."

Arınç, "Aman da aman nasıl da misafirperver bir beyefendi? Böylesini hiç görmemiştim, şimdi götümü açıp ağlayacağım."

Arnaldo kalkarken bir an sendelese de dengesini kurup kapıya gitti.

Hande, "Hadi her şeyi anladım da... Ağlarken niye götünü açıyorsun, sakat mısın sen?"

"Gözünüz güzellik görsün diye."

"Merak etme ben o güzelliği her gün aynada görüyorum." Dedi sırıtarak.

"Duvarında resmimin asılı olduğunu biliyordum..."

"Siktir ordan."

İçeri giren Belinay'la birlikte Bade doğruldu. Huysuzca homurdansam da bir şey demedim. "Hoş geldin, aşkım."

Ha?

Daha bana bile demedi ulan?

Agalar, büyüktür, manita. Alış buna.

"Hoş buldum." Dedi Belinay. Bade'yle kısaca sarıldılar ve boş bir yer arayarak etrafa bakındı. Boş kalan tek yer, Arnaldo'nun yanıydı. El mahkum oraya oturduğunda Bade de yanıma geri oturdu, ben de onu yine kollarıma çektim.

"Tanışma faslı filmden sonra. Şimdi dünyanın en samimi şeyini yapıp korku filmi izleyelim lütfen." Dedim elimdeki kumandayı çevirirken. Bade, "Niye dünyanın en samimi şeyi?" Diye sordu.

"Aramızda birbirini tanımayanlar var. Birini en iyi korku filmi izlerkenki tepkilerinden tanırsın. Ve korku filmi izlerken kaynaşırsın."

Ve çok geçmeden film başladı.

🧭

Yaz Bade Güney...

"Bu amına koyduğumun yaratıkları niye Arnaldo'nun sabah yeni kalkmışkenki tipine benziyor? Telif davası açmalıyız."

Arnaldo, Arınç'a mısır fırlattı.

Filmin ortalarına gelmiştik. Filmin ilk korku sahnesinde sırtımı göğsüne yasladığım Kuzey'in irkildiğini hissetmiştim, ben de korkmamış olsaydım kahkahalarla gülebilirdim. İsminin Hande olduğunu duyduğum kız küfür ederek yastıkla yüzünü kapatmış, Canan Arnaldo'nun sırtına saklanmış, Arınç'la ben tiz birer çığlık atmıştık. İlk sahneden sonra diğerleri daha normal gelmeye başlamıştı ama yine de birkaç kişiden yine tepkiler duyuluyordu. Ortam iyice keyifli hâle gelmeye başlamıştı.

"Al işte bak geri zekalı." Dedi Hande eliyle televizyonu işaret ederek. Firdevs Yöreoğlu'nun aptal diye bağıran bakışlarına sahipti. "Öleceksin, geri zekalı! Ya yok bence bilerek yapıyorlar. Bir insan evladı eğer Kuzey değilse bu kadar salak olamaz."

Hande'nin attığı taş, sahibine ulaşmıştı.

"Dedi devamsızlığı akıl edemeyip dönem uzatan şahsiyet."

"En azından ben yüksek lisans yaparken uzattım. Sen? Lisans mezunuydun, değil mi?"

Kuzey sinsi sinsi sırıtmaya başladı.

"Ben lisans mezunuyken CEO'yum ama sen yüksek lisans yaparken işsizsin, Hande."

Arnaldo'nun gülmemeye çalışırken domuz sesi çıkarmasıyla Canan irkildi. Arınç ise kendini mısırla boğarak susmaya çalışıyordu.

Bu ekiple böyle bir ortama düşeceğimi hayal etmemiştim. Ve bir daha da böyle bir ortam olacağından şüpheliydim, emin olamıyordum.

"Bölümün ne?" Dedim merakla Hande'ye dönüp. Diğerlerine gösterdiği somurtkan ifadesi bir anda çözüldü ve kocaman gülümsedi. "Peyzaj. Maalesef fakülteden arkadaşız Kuzey'le. Yaptık bi' hata işte."

"Güzelmiş." Dedim gülümseyerek. "İş imkânı var mı?"

Kuzey güldü. "Bebeğim, mimarlık şirketi kurmuş bir adamın yanında da bunu demezsin ya?"

Bu sefer sinsi sinsi gülen ben oldum. Kuzey'i işaret ederek Hande'ye döndüm. "Duydun, işin hazırmış."

"Ulan ben öyle bir şey demedim!"

"Vaay!" Dedi Hande sırıtarak. "En sevdiğim arkadaşım Kuzey, nasılsın görüşmeyeli ya? Arayı uzatmayalım bak, dört sene devirdik biz beraber."

"Yalakalığın bu kadarı." Dedi Arınç gülerek.

"Kes lan." Dedi Hande bir anda somurtup dik dik bakarak. Sonra tekrar sırıttı ve Kuzey'e döndü. "Kral ya, şu tipe bak. Nasıl da yakışıklı. Bade, çok şanslısın, balım. Kaçırma bu ayı- aman, arıyı."

"Ayı dedi!" Dedi Arnaldo zevk almış gibi kocaman gözlerle sırıtarak.

"Bir de böyle bi kalleş var işte aramızda." Dedi Kuzey boş boş bakarak Arnaldo'yu gösterirken.

"Sohbet edeceksek filmi kapatalım." Dedi Canan huysuzlanarak. Morali bozulmuştu. Sanırım o film gecesini böyle hayal etmemişti. Arnaldo'dan beklentisi olduğunu görebiliyordum fakat Arnaldo'nun şu an kendine hayrı yoktu.

Hande imayla Kuzey'e baktı. "Kuzey altına sıçtı da ondan konu dağıtıyor, Canki. Boş ver sen onu, biz filmimizi izleyelim." Kuzey dehşetle baktı, "Ulan sen açtın konuyu!"

Hande, misilleme yaparcasına "Bayıl Feriha." Dedi ve geriye yaslanıp televizyona döndü. "Susun, biz Canki'mle film izleyeceğiz."

Filmin sonuna yaklaşırken korkunun dozu da artmıştı. Sırtımı Kuzey'in göğsüne iyice bastırmıştım ve o da kollarını bedenime sarıp kendine hapsetmişti.

Galiba gerçekten de bir ilişki içerisindeydik. Bunun idrakı kalbimi ayrı, beynimi ayrı zorluyordu. Herkesin isteyebileceği bir adamdı ve o adam tamamen benimdi.

Dudaklarımda yeşeren gülümsemeye engel olamadım.

Kapının zili çaldığında hepimiz duraksadık. Hepimiz birbirimize bakındık.

"Birine mi haber verdiniz?" Dedi Kuzey kalkarken. Ben de düz dönmüş, sırtımı kanepeye vermiştim.

"Yo." Dedi Belinay, "Ben kimseye bir şey demedim."

"Ben de demedim." Dedi Canan. "Bir tek Hande'yi çağırdım."

"Ben de evden çıktığım gibi geldim, kimseyle konuşmadım." Dedi Hande.

"Benim şundan başka çağırabileceğim kimse yok zaten." Dedi Arnaldo, Arınç'ı göstererek. Arınç da aynı şekilde Arnaldo'yu gösterdi, "Benim de bundan başka çağıracağım kimse yok." Dedi.

Hande sırıtarak "Birbirini gösteren Spiderman'ler tablosu." Dedi.

Kuzey, bana hiç sormadan direkt kapıya ilerledi. Çünkü o da biliyordu Belinay'dan başka arkadaşım olmadığını.

Kapının açılma sesi geldi.

"Kuzey Berat?" Yabancı bir adam sesiydi, sesi tedbirli geliyordu. Sanki tehlikeli biri vardı karşısında. Hiçbirimiz hiçbir şey göremiyorduk.

"Evet benim." Dedi Kuzey. Ayağa kalkıp peşinden gittim ve kapıdaki polis sürüsüyle karşılaştım. Şaşkınlıkla bir süre donakaldım, ama ben donunca zaman donmuyordu. Acımasızca akmaya devam ediyordu.

"Alpay Alacalı'yı vahşice hislerle öldürme suçundan tutuklusunuz."

🧭


Koltuklarda oturmuş bir şekilde haber bekliyordum. Kuzey'i içeri almışlardı. Arnaldo da onlarla gitmişti, diğerleriyse benimle kalmıştı. Hande volta atıyor, Belinay elini sırtıma koymuş, destek olmaya çalışıyordu. Çünkü çok gergindim! Canan da diğer tarafımda oturuyordu fakat telefonuyla ilgileniyordu. Sanırım iyi bir avukat bulmaya çalışıyordu. Arınç ise dışarı çıkmıştı.

Bu güzel gecenin böyle bitmiş olması yüreğimi burkuyordu.

Öte yandan polisin sözleri aklımdan çıkmıyordu.

Alpay Alacalı'yı vahşice hislerle öldürmek...

Kuzey bunu neden yapsın ki? Hem... Vahşice histen kastı neydi?

Kuzey'in normal birisi olmadığını, bir suçlu olduğunu biliyordum. Fakat vahşice katletmek... İşte bu farklıydı. Çok farklı.

Eğer o işkence çektirerek insanları öldüren bir katilse, en ufak kavgamızda beni doğramayacağının garantisi var mıydı?

Kimseye güvenemezdim.

Korkuyordum.

Ağlayacağımı hissettiğimde yerimden kalkıp çıkışa ilerledim. Belinay'ın arkamdan seslendiğini duydum ama durmadım. Gecenin ayazı suratıma çarparken gözlerimi yaktı. Derin bir nefes alıp emniyet müdürlüğünün bahçesinde ilerleyip biraz uzaklaştım. Ellerimi ceplerime sokup başımı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. Yıldızlar, şehrin ışıklarından görünmüyordu.

Sıcak göz yaşım, yanağımdan süzüldü.

"Baba..." Diye fısıldadım tek tük görünen yıldızlardan birisine bakarak. "Baba korkuyorum..." Derin bir nefes çektim ve verdiğimde beyaz bir buhar çıktı. Hava çok soğuktu, ama ben korkudan titriyordum.

"Neyin içine düştüm ben, baba? Çok korkuyorum! Ölmekten değil, öldürülmekten korkuyorum." Halbuki daha bugün onunla kadın olmanın zorluğu hakkında konuşmamış mıydım? Bana hak vermemiş miydi?

Neden gecesinde böyle bir şeyle karşılaşmak zorundaydım ki?

Gözlerimi yumdum. "Yardım et, Allah'ım."

Sen çok mu normalsin? Sen de katil değil misin? Neden masummuş gibi davranıyorsun?

Benimki bilerek değildi! Bir kerelik kontrolsüz olan bir şeydi, ayrıca işkence etmemiştim! Sadece itmiştim. Nereden bilebilirdim ki kuyunun dibine çakılacağını?

Ben kendimi bu yüzden yeterince suçlamıştım zaten. Belki de bu yüzden Kuzey'in katil olma ihtimaline tepki verememiştim. Çünkü bana göre benim de ondan farkım yoktu.

Fakat işin içine seri bir şekilde katillik ve işkence giriyorsa durum değişirdi.

Bir çift kolun arkadan boynumu sardığını hissettiğimde irkildim. Yanağını saçlarıma yasladığında ılık nefesini yanağımda hissettim. Rüzgar saçlarını uçuşturduğunda bu kişinin Belinay olduğunu anladım, bu beni rahatlattı.

"Baban seninle." Dediğinde buz kestim. Beni duymuştu. "Ruhlar ölümsüzdür, ve insanı insan yapan da ruhtur, Yaz'ım. Babanın şu an bile senin yanında olduğuna ve akan gözyaşlarınla, yüreğindeki korkuyla kahrolduğuna eminim." Kısa bir süre bekledi.

"Bir kadınım. Ve şu anki korkun o kadar normal ki... Kuzey'i seviyorsun. Onu sevdiğin için bu korkunun ona ihanet gibi olduğunu düşünme. Bizim kanatlarımızı hep en sevdiklerimiz kopardı, bu yüzden korkun normal." Gözyaşlarımın hızı arttı. Belinay'ın beni saran kollarının sıkılaştığını hissettim. "Hepimiz çok korkuyoruz, güzelim... Yalnız değilsin."

"Babamı çok özledim."

Ellerimi Belinay'ın ellerinin üstüne koyup sıktım ve başımı geriye atıp ona yasladım. İç çektim, iç çekmelerim, hıçkıra hıçkıra ağlamaya dönüştüğünde Belinay beni hiç bırakmadı. Bıraktığı an kaybolacaktım sanki, öylesine sahip çıkar gibi, korur gibi sarılıyordu ki... Babamdan sonra ilk defa arkamda bir dağ olduğunu hissettim.

Dün babamın yapıp dolaba koyduğu yemeği azıcık ısıtmış, karnımı doyurmuştum. Bunu yapmayı bana öğreten babamdı. Birbirimize yaşamayı öğretip birbirimizden destek alıyorduk.

Daha çocuktum. Ama çocuk gibi hissetmiyordum. Neden böyleydi? Evet oyun oynamayı çok seviyordum ama yaşıtlarımla aynı düşünce şekline sahip değildim.

Öksürük şurubumu babamın gösterdiği gibi kaşığa koydum ve içtim. Acı tatla yüzüm buruştu. Ama iyileşmek zorundaydım. Babamın benim için üzülmesini istemiyordum.

Kapının çaldığını duydum. Duvardaki saate baktım. Babam dün işe gitmişti ve sabah gelmemişti. Şimdi ise saat akşam sekiz buçuktu. Babam gelmiş olmalıydı. Bazen işi böyle uzayabiliyordu. Telefonum olmadığı için haber veremiyordu. Telefon için çok küçük olduğumu düşünüyordu.

Koşarak kapıya gittim. Dışarıyı gösteren delik çok yukarıdaydı, boyum yetmiyordu. Kilidi çevirdim ve kulpa bastırıp açtım.

Karşımda babam gibi giyinmiş birkaç tane adam vardı. Babamın arkadaşlarıydı galiba. Çünkü bizim okulda da arkadaşlarımla aynı şeyleri giyiyorduk. Okul forması. Babamın forması da buydu, demek ki arkadaşlarıydı.

Beni gördüklerinde duraksadılar. Çok da yaşlı durmayan ama omzundaki yıldızları diğerlerinden daha çok olan amca diz çöküp benimle aynı boya geldi. "Merhaba." Dedi. "Sen Mehmet'in kızı mısın?"

"Evet ben babamın kızıyım." Dedim çenemi dik tutarak. "Siz de babamın arkadaşı mısınız?" Amcanın gözleri doldu. "Evet..." Dedi kısık sesle. "Annen içeride mi? Evde kim varsa çağır bakalım onu."

"Ben varım." Dedim. "Annem yok, bizi bıraktı gitti o. Ben varım, babam var. Başka kimse yok."

Polis amcalar donup kaldılar ve birbirlerine baktılar. İki tanesi bize arkalarını döndüler, nedenini anlamadım. Benimle konuşan polis amcanın yutkunduğunu gördüm.

"Babam nerede?" Dedim.

"Hiç akraban yok mu?" Dedi.

"Bir tane amcam var." Dedim. "Babam nerede? Neden o gelmedi? Dün gitti işe hâlâ gelmedi. Neden ona çok iş veriyorsunuz? Ben babamı özlüyorum."

Polis amca ağlıyordu.

"Özür dilerim. Babana çok iş verdiğim için özür dilerim." Bana sarıldı.

Çok şaşırmıştım. Neden ağlıyordu ve neden bana sarılıyordu? Babam neredeydi? Neden o değil de bu amcalar gelmişti?

"Polis amca neden ağlıyorsun?"

Benden zar zor ayrıldı. Gözleri kırmızı kırmızıydı. Ben de ağladığımda böyle oluyordu gözlerim. Ama bu amcanın gözleri mavi değildi, koyu renkti. Kahverengi ya da siyahtı sanırım.

"Dün..." Dedi ve durdu. "Kötü amcalar... Polis arabasına saldırmışlar." Kocaman iç çekerek ağzımı kapattım. "Babam?" Dedim ağlamaklı sesle.

"Baban şehit oldu, kızım."

"Şehit ne demek?"

Polis amca iç çekerek ağlamaya başladı. Diğer amcalar da ağlıyordu.

Ceketinin içine elini uzattı ve kırmızı bir şey çıkardı. Açtığında bunun Türk bayrağı olduğunu gördüm. Arkama uzattı ve bir battaniye gibi sırtımdan omuzlarıma doğru sardı. İplerini bağladı ve Türk bayrağı sırtımda bir pelerin gibi durdu. Bana tekrar sarıldı ve bu sefer bırakmadı.

O an, babamın bir daha eve hiç gelmeyeceğini anladığım andı.

O an, bu dünyada tamamen yalnız kaldığımı anladığım andı.

Babam bana bir daha yemek yapıp dolaba bırakmayacaktı. Evde olduğunda bana masal okuyarak uyutmayacaktı. Yine evde olduğunda beni okula bırakan, okuldan alan olmayacaktı. Yılsonu gösterilerime, veli toplantılarıma katılmayacaktı. Şimdi olduğu gibi çok hasta olduğumda sabaha kadar başımda bekleyip sürekli saçlarımdan öpmeyecekti. Bana sadece baba değil, anne de olmayacaktı.

Benim babam ölmüştü.

Benim babam şehit olmuştu.

Dizlerimin gücü çekildi.

Yere, dizlerimin üstüne düşerken Belinay da benimle beraber soğuk betona oturdu. Bize doğru yaklaşan polisleri gördüm ama hiçbir tepki vermedim. Sadece ağladım.

"İyi misiniz?" Dedi polislerden birisi. Endişelenmiş gibiydi. Ben konuşamadım. Belinay yutkundu. "Onun babası şehit." Dedi. "Babasını özledi."

Sessizlik oldu. Bu sessiz geceye yayılan tek ses benim hıçkırıklarım oldu.

O bayrağı her zaman yastık kılıfımın içinde saklamıştım. Yıllar geçtikçe yıpranmıştı ama yine de hiç bırakmamış, veya değiştirmemiştim. Bana babamın şehit haberini veren o amcanın birkaç yıl sonra kanserden öldüğünü öğrenmiştim. O zaman bayrak benim için kat kat daha kıymetli olmuştu.

Hem vatan bayrağıydı, hem şehit bayrağıydı, hem de şehit haberini veren amcanın verdiği bayraktı.

Belinay'a sarılarak yorulana kadar ağlamıştım. Babama bu kadar ihtiyaç duyduğum bir an daha olmuş muydu bilmiyordum.

Bir anda Belinay'dan ayrılıp ayağa kalkmaya çalıştım. Sendelesem de sonunda başardım. "Nereye?" Dedi Belinay korkuyla.

"Babama gideceğim." Dedim ve koşar adım çıkışa ilerledim.

"Yaz Hanım gidemezsiniz!" Dedi bizi getiren polislerden birisi. "Sizin de ifadeniz alınacak."

Durup polise döndüm. "O zaman siz götürün beni." Bir an duraksadı. "Hem çok uzakta, hem değil. Şehitliğe gideceğim." Dedim. Yine sessizleştiler. Bir süre düşündükten sonra izin verdi. İki tane polisle beraber ekip arabasına bindiğimde çok rahatsız hissettim.

Babam da böyle bir arabada mı şehit edilmişti? Kimin peşindeydi ki?

Gecenin tenhalığında çabucak şehitliğe gelmiştik. Araçtan indim ve şehitliğe girdim. Onlarca mezar vardı. Hepsinin başında da Türk bayrağı vardı. Bazılarının taşında fotoğrafı da vardı. İçim yandı kavruldu. Kim bilir benim gibi daha kaç çocuk vardı?

Yerini ezbere bildiğim mezara yaklaştım.

Şehit Mehmet Güney.

Taşa uzandım ve cenin pozisyonu alıp toprağa sarıldım. Sert ayazda savrulan bayrak ara ara bedenime çarpsa da hiç rahatsız olmadım.

Üstüme bir şey koyulduğunu hissettiğimde irkildim. Polis memurlarından birisi, üniformasının ceketini üzerime sermişti. Ona teşekkür eder gibi baktığımda burukça gülümsedi ve uzaklaştı. Girişte beni bekleyeceklerini biliyordum.

Babamın soğuk, buz gibi toprağında avucumu gezdirdim. Çok kuru duruyordu. Kışın canlı kalmaya devam eden çiçekler var mıydı acaba? Onlardan alıp diksem güzel olur muydu? Babam kimsesiz gibi durmazdı en azından.

O beni kimsesiz bırakmamıştı, ben de onu burada kimsesiz bırakmayacaktım.

🧭

Kuzey Berat...

"Bu sikik yerden ne zaman çıkacağım, Kartal?"

Arnaldo'ya görüş izni vermişlerdi. Saatlerdir burada mal gibi oturuyordum ve hiçkimse hiçbir şey demiyordu! Kafayı yemek üzereydim!

"Canan avukat bulmaya çalışıyor. Ben de bu işin peşine düştüm, bu boku kimin yediğini araştırıyorum. Sabret biraz, çıkacaksın."

Yüzümü sıvazladım ve oflayarak kafese benzeyen saçma sokuk yerde volta atmaya başladım. Aklıma gelen şeyle ellerim anında aşağı indi ve neredeyse koşarak Arnaldo'ya ilerledim. "Bade? Bade nasıl? Korktu mu?"

Arnaldo sustu.

"Kartal?" Dedim başımı eğerek. Gözlerime bakmıyordu.

"Korktu, değil mi?" Dedim bu ihtimal beni öldürecekmiş gibi bir korkuyla.

"Emniyet ona iyi gelmedi." Dedi. "Aklına babası gelmiş."

"Baban öldü mü?" Dedim cevabı biliyor olmama rağmen. "Ölmedi." Dedi dişlerini sıkarak. O kadar sıkıyordu ki her an parça parça kırılıp dökülebilirdi. "Şehit oldu."

Gözlerimi sımsıkı yumdum. Öyle sıkı yumdum ki, sanki gözlerimi bu şekilde yumarsam burada olmayacaktım. Sanki saklanıp yok olacaktım.

Ona bu anı yaşattığım için kendimden nefret ediyordum.

"Şimdi... Nerede?" Dedim ve sesim pürüzlü çıktı.

"Polislerle birlikte şehitliğe gitmiş." Benim girmeye cesaret edemediğim yere...

Gülümsedim.

En azından onun girmeye yüzü vardı, benim yoktu.

"O iyi olsun, Kartal." Dedim. "Gerekirse ben burada çürümeye razıyım."

"Deme lan öyle..." Dedi yüzünü buruşturarak. Sadece omuz silktim ve geriye dönüp duvar dibine ilerledim ve oturmak için koyulmuş şeye oturdum.

"Buradan çıkacaksın." Dedi. "Bunun için her şeyi yaparım." Kaşlarım çatıldı. "Hayır, yapamazsın!" Dedim. "Sakın suçu üstlenmeye falan kalkma."

"Adamlar-"

"Sikerim adamlarını! Kendini yakmadan kurtar beni, Kartal. Kendini yakmadan! Sadece Bade'ye değil, size de ihtiyacım var lan benim?"

Gülümsedi.

"Seviyorsun lan beni, şerefsiz."

"He he hadi siktir git, sıkıldım senden."

"Bunu aşk itirafı olarak kabul ettim, bilesin."

"Arnaldo."

"Tamam ulan, tamam!"

Arnaldo nezarethaneden çıktı ve yine yalnız kaldım. Olsun, sorun değildi. Alışkın olmadığım bir durum değildi.

"Emniyet ona iyi gelmedi." Dedi. "Aklına babası gelmiş."

"Polislerle birlikte şehitliğe gitmiş."

Benden korkmamıştır, umarım. Benden korktuysa ölürüm.

İnkar edemeyeceğim bir gerçek vardı ki; bugün veya yarın, Bade benden korkacaktı. Kim benim gibi bir caniyi severdi ki? Yaptıklarımı öğrendikten sonra yanımda beş dakika dahi durmazdı. Ve gitmek istese onu tutamazdım.

Buradan çıkacağıma emindim, ama onun kalbinden çıkmak istemiyordum.

Alnımı parmaklıklara yasladım ve gözlerimi yumdum.

Benden uzaklaştığını daha şimdiden hissedebiliyordum. Onun benden uzaklaşması, benim yıkım biletimdi. Tekrardan aşık olma şansı edinmiştim, tekrardan mutlu olma ihtimali kazanmıştım. Bunu yeniden kaybedersem eski ben olmazdım. Gözümün kararacağından emindim.

Ve daha kararmamışken bu kadar vahşiysem, kararırsa taş üstünde taş bırakmazdım.

Sevgilim... Diye geçirdim içimden. İnsan yanımdan vurdun beni, orayı ele geçirdin, fethettin. Sen benim kalan son insan yanımsın. Sen olmazsan ben bir canavardan farksız olacağım.

🧭

Nezarette iki gece geçirmiştim. Arnaldo bir ara yanıma gelip Asaf Pakgör'ün istediği bilgilerin nerede olduğunu sormuştu. Bir de bu sıçmık heriflerle uğraşıyordum. Hazırladığım USB belleğin yerini ona tarif edip neye benzediğini anlattıktan sonra yanımdan ayrılmıştı.

Canan, Arınç ve Hande görüş için gelmişti ve hepsiyle görüşmüştüm ama Bade hiç gelmemişti.

Ama Canan söylemişti, görmek için hiç gelmese bile kapıdan ayrılmıyordu.

Yokken bile aslında vardı.

Polis memurlarından birisi içinde bulunduğum kafesin kilidini açtığında merakla yüzüne baktım. "Kuzey Berat, avukatın geldi."

Demek Canan sonunda bir avukat ayarlamıştı.

Polis memuruyla beraber bir odaya girdik. Aydınlık, boş bir odanın merkezinde bir masa ve sandalyeler vardı. Bana arkası dönük bir kadın oturuyordu. Açık kahverengi saçları sırtına dökülüyordu. Polis bizi baş başa bırakarak çıktığında yürüdüm ve kadının karşısına oturdum.

Başını incelediği dosyadan kaldırdı.

Dudaklarım aralandı ve kaşlarım çatıldı.

Melisa.

O hiç şaşkın görünmüyordu.

"Melisa?" Dedim şaşkınlığımı sesime yansıtarak. Gülümsedi, "Demek tekrar karşılaşmamız böyle olacaktı, ha? Hocaların gözdesi iyi çocuk Kuzey Berat? Nasıl oldu da böyle vahşi bir cinayetle suçlandın?"

"Ne işin var burada?" Dedim sorusunu duymazdan gelerek. Dosyayı kapattı ve rahat bir şekilde geriye yaslanıp bacak bacak üstüne attı. Dolgun dudaklarına renkli parlatıcı sürmüştü, güldüğünde dudakları doğal değil, gergin duruyordu. Büyük ihtimalle dolgu yaptırmıştı.

"Açıkçası Araf beni arayıp birine bir iyilik yapacağını söylediğinde bu kişinin sen olduğunu bilmiyordum." Dosyayı işaret etti. "Gönderdiği dosyada senin bilgilerini ve fotoğrafını görünce çok şaşırdım."

Kaşlarım çatılırken geriye yaslandım ve parmaklarımı masa üzerine birkaç kez vurdum. "İyilik mi? Araf mı gönderdi seni?"

"Açıkçası Araf için gelmiştim ama seni gördükten sonra emin ol, artık sadece seni kurtarmak için buradayım." Masaya doğru eğildi ve ellerini birleştirip parmaklarını birbirine kenetledi. Göz kırptı. "Ne de olsa eski dostlar ne içindir?"

Araf... Yine piçlik peşindeydi göt herif! Resmen dalga geçiyordu!

"Alkım'la ayrılmışsınız?" Göz devirdim. "Bu seni ilgilendirmez, Melisa."

"O kadar çabaladım da olmadı. Nasıl ayrıldınız?" Gerçekten merak ediyor gibi görünüyordu. Üstelik üstünden yıllar geçmişti, çok da problem olacağını sanmıyordum. "Aldattı."

Melisa'nın kahverengi gözleri büyüdü. "Hadi be oradan! Canıma okudu o kız benim! Senden kolay kolay vazgeçmez o, ne ayrılması?"

Güldüm. "Vazgeçmediği için benle beraberken yaptı ya zaten?" Hâlâ şaşkın görünüyordu. "İnanmıyorum, Kuzey. Alkım bunu yapacak bir kadın değil."

"Dalga mı geçiyorsun?" Dedim çileden çıkarak. "Neden herkes birden bire Alkım perisi kesildi!? Avukatım değil misin!? Özel hayatımı sorgulamak yerine işini yapıp beni buradan çıkart!"

"Tamam sakin ol." Dedi ellerini kaldırarak. "Seni çıkarmak biraz zor olacak, çünkü görgü tanığı var." Gözlerimi kıstım. "O görgü tanığının kanıtı var mıymış?"

"Cesedin yerini söylemiş ve söylediği yerde bulunmuş, Kuzey."

"Ne belliymiş o adamın yapıp suçu benim üstüme atmadığı?"

"Araştırılıyor. Sen şu an birinci şüpheli olarak gözaltındasın. Resmi olarak suçlu değilsin. Seni kurtarma ihtimalimiz sıfır değil. Çünkü sana ait hiçbir iz yok. Ne parmak izi, ne görüntü, ne de DNA. Sorguda çok soğukkanlı davranmışsın. Polislerin gözünde şu an bir suçlu olduğunu sanmıyorum. Fakat bu her an değişebilir."

Bahsi geçen görgü götleğinin, orada bulunan adamlardan biri olduğundan emindim. Bunun için Arnaldo'yu da haşlamam gerekecekti. Güvenilir adamlara sahip olmalıydı, sorumsuzluk etmişti.

"Ne olursa olsun, Melisa." Dedim. "Ne olursa olsun beni buradan çıkarmak zorundasın. Çıkmak zorundayım." Derin bir nefes verdi, bakışları yumuşadı. "Anlıyorum, Kuzey. Ben de seni çıkarmak istiyorum. Ama bu işi el birliğiyle yapabiliriz." Bir süre düşündü.

"Şu... Kuzenin Arnaldo Berat. Ne kadar güçlü bir isim?"

Çok güçlü.

🧭

Arnaldo Berat...

Her adımımda bir yıldırım düşer gibi gürültü yankılanıyordu. Yosunlanmış tavandan damlayan kirli su, yerde birikinti oluşturmuştu. Birikintiye basmadan yanından geçtim ve koridorun sonuna ilerlemeye devam ettim.

Arnaldo Kartal Berat. Otuz beş yaşında, hayatını karartmayı kendisi seçmiş bir adamdım. Annem İtalyan bir şef, babam Türk bir askerdi. Ergenliğimde ayrılmışlardı ve annem ülkesine dönmüştü. Ben babamla kalmak istemiştim ama annemle hâlâ daha görüşüyorduk.

Oldum olası okul derslerine ilgim olmamıştı. Nerede kavga bela varsa ben oradaydım. Kuzey ise benim tam tersimdi. O hep örnek öğrenciydi ve derslerine düşkündü. Üniversite sınavında yaptığı sıralama en iyi tıp fakültesine bile yetiyorken, o birincilikle İTÜ mimarlık fakültesine girmişti. Sabahtan akşama kadar ders çalışır, özenle sunum hazırlar, uyumadan maket yapardı. Bir ara uykusuzluktan maketin üstüne oturmuştu ve yapıştığı için gecenin dördünde acile gitmiştik.

Çünkü maketi baksırla yapıyordu ve kıçı yapışmıştı.

Bugün bile hatırladığımda gülüyordum ve neye güldüğümü sorduğunda geçiştiriyordum. Söylersem feleğimi sikerdi.

Gururumdu pezevenk. Ama bunu göstermeye gerek duymamıştım.

Bense önlisans mezunuydum. Bilgisayar programcılığı okumuştum. Bu kadardı işte. Mesleğini bile yapmamıştım. Diploma öylece eski evde çürüyordu.

Kartal ismim kimlikte yoktu. Herkes beni Arnaldo Berat olarak tanıyordu ve Kartal'ı da lakabım sanıyordu. Kuzey bile. Hiç anlatmamıştım ve ailemde de bahsi geçmemişti. Bana genelde Kartal diye seslenmezlerdi, çünkü kimlikte olmadığı için kafamın karışmasını istemezlerdi. Büyüdüğümde öğrenmiştim ve bir anda damdan düşer gibi herkese bana Kartal deyin demiştim. Sebebini sorduklarında gerçeği söylememiştim.

Çünkü havalıydı, amına koyayım.

Allah'ın ergeni.

İlk kez uyuşturucu sattığımda on yedi yaşındaydım. Hiçbir zaman kullanıcı olmamıştım. Sadece satıyordum, çünkü paraya ihtiyacım vardı. Ve helal bir şekilde para kazanamayacak kadar pis bir çevrem vardı. Hem araya tanıdık da girince işim hiç zor olmamıştı.

Nereden nereye...

Basit, sadece satıcı olan bir gençten, uyuşturucu baronuna evrilmiştim.

Yeraltındaki yerim buydu. Uyuşturucu Baronu Arnaldo Kartal Berat.

Büyük masada koltuğum vardı. Ve masanın kimliği gizli liderini tanıyan sayılı kişilerden biri de bendim.

Sadık Balaban, o liderin eli koluydu. Gerçek lider gibi gözükse de aslında değildi. Ve bunu çoğu kişi bilmiyordu. Ve öğrenildiği anda da bir deprem kopacaktı. Yer yerinden oynayacaktı.

Büyük kapıdan geçtiğim anda beni şatafatlı salon karşıladı. Rutubetli ve çamurlu koridor, bir kapı eşiği sonrasında yerini bakımlı ve lüks bir salona bırakmıştı.

İşte illüzyon böyle olurdu.

Çarpık bir gülümseme yüzümdeki yerini aldı.

"Hoş geldiniz, Kartal abi." Dedi buranın görevlilerinin şefi.

"Bu zıkkım uzun sürmese iyi olur." Dedim adama dönüp.

"Tabi efendim."

Allah cezanı versin, Kuzey.

Onun yüzünden aklıma tabi efendim diyen Spiderman gelmişti. Bulduğu her saçma sapan videoyu bana göstermese maazallah götü beladan kurtulmazdı, değil mi?

Gerçi değişen bir şey yoktu, her türlü götü belaya bulaşıyordu.

Yapıştırıcı....

Hayır, burada gülmemeliyim...

"Kartal..."

Uykumun en güzel yerinde kimdi bu lavuk?

"Bi siktirin gidin, amına koyayım." Diye homurdanarak duvardan tarafa döndüm. Tekrar aynı ses, bu sefer omzumdan dürttü. "Kartal... Baksana bi, amına koyayım."

Kuzey...

"Ben senin amına koyayım." Diyerek doğruldum. "Ne var gecenin köründe ulan!?"

Gözüm karanlığa alıştığında Kuzey'in yüz ifadesini görebilmiştim. Bir bok yemiş ve şimdi sıçtım der gibi bakıyordu. Bir yandan da yüzü arada buruşuyordu. "Yine ne bok yedin?" Dedim o daha ağzını açmadan.

Bana arkasını döndü.

Götüne monteli, strafor ev maketini gördüm.

Uykum anında açıldı.

Evi inleten bir kahkaha.

"Gülme ulan yanıyor!"

Geriye düştüm. Gülmekten kendime gelemiyordum. Resmen koca ev maketi Kuzey'in kıçındaydı!

"Ulan Kuzey..." Dedim kahkahalarımın arasından. "Küçükken de en sevdiğin çizgi film Uzun Kulak Ailesi'ydi zaten." Kağıttan kendine ponponlu kuyruk ve uzun tavşan kulağı yapar evde öyle gezerdi.

Ama bu hepsinden daha komikti!

"Abi gülme diyorum, sikeceğim şimdi belanı! Götüm yanıyor yanıyor!"

"Gel çekeyim." Dedim gülerken uzanarak. Anında geriye doğru kaçtı ve ani hareket yaptığı için yüzü buruştu. Kambur duruyordu, makete oturduğu pozisyonda kalakalmıştı. "Belim ağrıyor!"

"Gel çıkarayım işte, ulan!" Dedim yavaş yavaş sakinleşirken.

"Saçmalama, amına koyayım! Derime yapıştı, derim de maketle birlikte gelirse siki yerim!" Daha çok gülmeye başladım. "Ulan Kuzey bi hayal etsene... Maketi tutup çekiyorum ve götün elimde kalıyor." Tekrar kahkaha krizine girerek yatağa düştüm.

"Hayal dünyanı sikeyim senin! Senden yardım isteyende kabahat!" Bana kıçını döndü ve odadan çıktı. Çıkarken her adımında maket kıçında sallanıyordu.

Gülmemi bastıramadım, daha beter güldüm.

En sonunda öksürük kriziyle birlikte kahkahalarım bittiğinde ayağa kalktım. Kuzey'e seslendim, "Lan bi pantolon falan giy de acile gidelim!"

Pantolonu nasıl giyecekti?

Gülmeye başladım. Ama bu sefer krize girmemiştim, daha sakin bir gülüştü.

"Çok komik! Def ol git zıbar ben giderim acile!" Derken montunu üzerine geçiriyordu.

Evet.

Üstünde mont ve kazak, altında sadece baksır vardı.

"Üstün diyo 'kalk gidelim', altın diyo 'bok yeme otur'". Dedim dalga geçerek.

İzmir İlahiyat şakası yapasım gelmişti.

Evden çıktığımızda Kuzey depar atarak arabaya koştu. Ben de gülmemek için kendimi sıkarak arkasından gittim.

"Kuzey lan o değil de sen arabaya nasıl bineceksin? Ters otursan, cama götünü çevirsen ayrı dert, götünün üstüne hiç oturamazsın o ayrı dert. Amuda kalk sen."

Kuzey bana öldürücü bakışlar attı. "Seni getirip de 'bak bu senin kuzenin' dedikleri günün sabahını sikeyim." Elimi kalbime götürdüm. "Çok kırıldım."

"Lan dondum dondum!"

Arabanın kilidini açtığım gibi Kuzey arka kapıyı açtı ve kendini yüzüstü arka koltuğa fırlattı. "Ah!" Diye bir ses geldiğinde gülme kotamı doldurmamışım gibi kahkaha attım. Kafasını diğer kapıya gömmüştü salak herif.

Bacaklarını kırıp içeri aldığında kapıyı kapattım. Şoför koltuğuna geçip ısıtıcıyı açtım. Ne olursa olsun kıyamıyordum. Kardeşimdi ne de olsa.

Acile geldiğimizde Kuzey arabadan inmek istemedi.

"Lan insene!" Dedim sinirlenerek.

"Olmaz ulan olmaz! Doktoru direkt buraya getir." Ağzım bir karış açık kaldı. "Utanıyor musun yoksa?"

"Arnaldo çıplağım ulan! Beni anadan üryan olmaktan kurtaran tek şey şu sıçmık kumaş parçası! Doktoru bana getir, beni doktora götürme!"

"Mal herif o zaman ambulans çağırsaydık!"

"O daha kötü ulan! Tüm mahalle cama yapışacaktı ambulansı duyunca! Niye karşı komşu Muazzez teyze benim götümü görsün şimdi!? Lan yanıyor diyorum, uğraştırma beni hadi!"

Kuzey'e küfür ede ede acile girdim. Kayıt kısmındaki görevliye durumu izah ettiğimde doktorun gelemeyeceğini, ama sedyeyle Kuzey'i alabileceklerini söyledi.

Kuzey'in kabuslarına konu olacak bir andı.

"Arnaldo senin zürriyetini sikeyim!"

Yüzüstü sedyeye yatmıştı, üstünde kabanı, altında sadece baksırı ve götüne yapışmış strafor maketi vardı. Utançtan yüzünü sedyeye gömmüştü ve acildeki herkes ona bakıyordu.

Aklıma takılan tek soru; yapıştırıcı sürdüğü makete kendisi oturmayı nasıl başarmıştı? Ve nasıl olmuştu da hemen kalkamamıştı?

Maketi Kuzey'den ayırırlarken parçalamak zorunda kalmışlardı ve Kuzey iri cüssesine bakmadan ağlamaya başlamıştı. Yapıştırıcının tahriş ettiği cildine pansuman yapıp gittiklerinde salya sümük ağlayan kuzenimin yanına yaklaştım. İçim acımıştı. Bu kadar çok mu canı yanmıştı lan?

"Kuzey... Bu kadar çok mu canın yandı?" Dedim elimi sırtına destek olurcasına koyarken.

"Evet." Dedi. "Bir haftadır uykusuzum ben o maket için, gözümün önünde parçaladılar tabi canım yandı!"

Kafasına bir tane geçirdim. "Ben de ciddi bir şey sandım, sikik!"

Sonrasında kalan bir hafta boyunca onunla uykusuz kalarak maketini yeniden yapmasına yardım etmiştim. Eskisinden daha güzel ve sağlam olmuştu.

"Sadık abi toplantı öncesi seni çağırdı, Kartal abi."

Ne için olduğunu sanırım biliyordum.

"Tamam." Sadık Balaban'ın odasına doğru ilerledim. Kapıyı çalarak içeri girdim.

Koltuğunda oturmuş, kucağında beyaz bir kedi sevdiğini görünce güleceğim sandım. Neyse ki ciddiyetimi koruyabilmiştim.

"Beni çağırmışsınız." Dedim ve karşısındaki koltuğa oturdum. "Abi sana bir mesaj iletmemi istedi." Dedi. "Yaptığın iyilik için teşekkür ediyor."

"Teşekkürlük bir durum yok. Kuzey ben demek, ben de Kuzey demeğim. Ha o yapmış, ha ben. Bir şey fark etmez."

Takdir eder gibi başını sallamasından rahatsız oldum. "Biliyorum. Sizden Kuzey Kartalı diye bahsediyorlar. Siz birsiniz, ve ayrı olmanız düşünülemez bir şey."

"Bunu bilmeniz ne hoş..." Güldü. "Sakin ol. Ben seni bu hâlinle kabullendim. Artık bireyselleştirmeye çalışmıyorum."

Lütfettin, amına koyayım.

Kuzey yanımda değilken bile onun vereceği cevaplar benim zihnimde yankılanıyordu. Şimdiden özlemiştim ibneyi, bir an önce çıkması gerekiyordu.

"Kuzey nezaretteymiş." Dedi. "Bu sefer deli diyerek de kurtaramazsınız. Yapabileceğim bir şey var mı?"

"Yok." Dedim. "Kendim halledebilirim."

"Güçlerimiz eş değil, biliyorsun değil mi?"

"Kendinizi gerçek lider mi sanıyorsunuz?" Bir an duraksadı, sonrasında öfkeyle kaşlarını çattı. "Kartal! Lideri bilen sayılı insanlardan birisi olman, benimle bu şekilde konuşabileceğini göstermez! Unutma ki ben olmazsam liderle iletişime asla geçemezsin."

Güldüm.

"Kardeşim geçer ama?" Gözlerini kıstı. "Kardeşin biliyor mu?"

"Bilmiyor."

"O hâlde?"

"Ama liderle iş yapıyor. Kuzey'i seviyor. Kuzey'i sevmesi demek, beni de sevmesi demek. Şimdi siz söyleyin, hangimiz liderin gözünde daha referanslıyız?"

Öfkeden burnundan solumaya başladı.

"Bir gün bu sözlerinden çok pişman olacaksın, Kartal! Ama o gün geldiğinde senin için geri dönüş olmayacak."

"Bu bir tehdit mi?"

"Hayır, olacakları önceden bilgilendirme."

Ayağa kalktım. "Üzgünüm. Ben şimdide yaşıyorum, gelecekte değil." Derin bir nefes verdim. "Liderin mesajını ilettiğiniz için teşekkürler." Ve odadan çıktım.

🧭

Yaz Bade Güney...

Üstümdeki siyah kaşe kaban, üstümde dura dura bedenimle bütünleşmiş olmalıydı. Ne kadar süredir burada böylece oturduğumu da hatırlamıyordum. Zaman algımı kaybetmiştim.

Belinay, işe gitmesi gerektiği için sabahın köründe yanımdan ayrılıp gitmişti. Arnaldo zaten ortalıkta yoktu. Hande ara ara uğrayıp geri gidiyordu. Canan'ın başına dönmesi gereken iki şantiye vardı. Arınç ise hastane ve emniyet arasında mekik dokurken çok yıpranıyordu. Bense sadece burada oturmayı biliyordum işte.

Topuk sesiyle birlikte bana yaklaşan karartı hissettiğimde başımı çevirip baktım. Canan, iş kadını formuyla yanıma gelmişti. Şantiyede bu şekilde istese de giyinemezdi ve giyinmiyordu da zaten. Bir toplantısı falan mı vardı?

Bordo, kısa kumaş elbisesi bedenini sarıyordu ve gerdanından göğüslerine doğru ince dikey elips şeklinde pencere dekoltesi vardı. Siyah ince topuklu ayakkabısıyla birlikte çok resmi bir görüntü oluşturmuştu. Kahverengi saçlarını dalgalandırmış, şık bir makyaj yapmıştı. Ceket olarak ise manto tercih etmişti.

Patroniçe gibiydi.

"Yıkık." Dedi başımda dikilip. "Kalk hadi gidiyoruz." Ah, yine o ikna etme çabaları...

Göz devirerek geriye yaslandım. "Ben hiçbir yere gitmiyorum, Canan. Beni rahat bırakın artık."

"Ne içeri girip Kuzey'i görüyorsun, ne de kedi yavrusu gibi kapıdan ayrılıyorsun. Seninle havalı şeyler yapacağız, kalk." Yüzümü buruşturdum. "Ne? Havalı mı?" Güldü. "İlgini çekmeye çalışıyorum. Holdinge gidiyorum, tamamlanan katlarda yavaştan iş başı yapılmaya başlandı; ama Kuzey'i hiç göremediler. Hem işçilere bakacağız, hem de çalışanları bilgilendirip birkaç işe bakacağız."

"Bunun benimle ilgisi ne?"

"Ben şirket ortağıyım, sen de diğer ortağın manitası. Az biraz süzül de millet endam görsün kız." Dedi ve göz kırptı.

Beni güldürmek için böyle söylediğini bilsem de rahatsızlık duymadan edemedim. "Sırf birinin manitası olduğum için bana saygı duyacaklarsa kalsın, almayayım."

Göz devirdi. "Badee! Kasma bu kadar be kızım, hadi kalk artık! Fahriye birkaç günlüğüne yurt dışına çıkmış. Kuzey'i duyunca bile gelmemesi bundan. Orada patron olarak tek ben olacağım, beni yalnız bırakma gözünü seveyim." Buradan kalkmamaya ve gitmemeye kararlıydım ama Canan'ın içten ısrarları beni tereddüte düşürüyordu.

"Hande'ye ne oldu?"

"O mendebur sevmez böyle şeyleri, zaten okulundan kaçıp geldi buraya. Eline düştüm yavrum, lütfen ya!" Canan'a dik dik baktım. Ama o benim aksime şirinlik yaparak baktı. Heyecanı ve ilk kez patron olarak oraya gideceği belli oluyordu. Onu yalnız bırakmak içime sinmedi, çünkü ben bu şekilde heyecanlı olduğum anların tümünde yalnız bırakılmıştım.

"Of, tamam!" Dedim ellerimi teslim olur gibi kaldırarak. Canan sevinçle elimden tutup hızla çekti ve sendeleyerek ayağa kalkmış oldum. Bana sıkı sıkı sarıldı. "Cansın sen!"

"Sen de canansın." Dedim gülmekle kızmak arasındayken. "İşimiz çabuk bitsin lütfen. Kuzey'i burada yalnız bırakmak istemiyorum."

Canan benden ayrıldı ve bir süre gözlerime baktı. "Bade, Kuzey seni günlerdir görmüyor. Onu zaten yalnız bıraktın."

Onu zaten yalnız bıraktın.

"Bu pasbal hâlinle gelmeyeceksin tabiki."

"O niye?"

"İlk izlenim. İlk izlenimin her zaman mükemmel ve otoriter olmalı ki yerini belirlesin. Sonra istersen pijamayla git, kimse bir şey diyemez. Çünkü o cesareti en başında edememiş olurlar. Ben sana elbise getirdim. Kuaföre gidiyoruz ve dağınık duran şu güzel saçlarına fön çektiriyoruz." İtiraz etmek için ağzımı açtım ama tüm lafları tıkıp emniyetten çıkardı. Arabaya bindiğimizde söylenerek kemerimi taktım.

Trafik de eklenince uzun süren araba yolculuğu, bir cadde kenarında son buldu. Kuaförü görebiliyordum. İyi bir yere benziyordu, mahalle kuaförü değildi. Canan'ın bu taş gibi görüntüsünün mahalle kuaföründen çıktığına inanmazdım zaten.

Saçlarım yıkandı ve sonrasında özenle fön çekildi. Dalgalı saçlarım düz hâle gelmişti. Canan, karton bir çantayı elime tutuşturdu ve beni giyinme odasına postaladı.

Çantadan çıkan elbise güzel duruyordu. Giyindim ve belimle sırtımın tam ortasında biten fermuarını çektim.

Kalın askılı, siyah elbisenin üstünde koyu nar çiçeği ve soluk haki tonlarının hakim olduğu vintage çiçek desenleri vardı. Elbisenin öpücük yaka göğüs kısmında ve belinin iki yanında düz siyah kumaş detaylar vardı. Etek boyu ise fazla kısa değildi ama uzun da sayılmazdı, bele oturan modeldi. Göğüslerim büyük olduğu için ister istemez elbiseden taşmıştı ve bu görüntü gözlerimi devirmeme neden olmuştu.

Siyah ayakkabı kutusunu çıkardım ve içinden çıkan ayakkabıyı ayağıma giydim. Tam numarasını ve bedenimi nereden öğrenmişti bilmiyordum. Deri topuklu ayakkabının bağcıklarını bileğime sarıp bağladım. Ayağa kalktığımda bir an boş bulunup sendeledim ve duvardan tutundum. Düşmediğim için rahat bir nefes verip çıkardığım kıyafetleri çantaya koyup odadan çıktım.

Canan beni boş bir sandalyeye oturttu ve makyaj çantasını açtı. "Kurbanın olayım abartma." Dedim yalvarır gibi bakarak. Güldü. "Tamam tamam. Zaten bu elbiseye abartılı bir makyaj olmaz."

Yine de aynadan ara ara kontrol ediyordum.

Cilt ve göz makyajımı gündelik yapmıştı. Göz makyajımı sıradanlıktan kurtaran tek şey, eyelinerdı. Cidden çok güzel eyeliner çekiyordu, bu görüntüyü ben yapamazdım. Şeftali alt tonlu nude rujun kalemiyle dudaklarıma çerçeve çizdi ve sonrasında da rujla çerçeveyi doldurdu.

Görüntüden rahatsız değildim. Yüzüm boya küpüne düşmüş gibi değil de sağlıklı görünüyordu.

"Bu kadar hazırlığa gerek var mıydı? Sen patronsun, ben neden süsleniyorum?"

"Bizim şirkette staj yapacakmışsın, Kuzey söylemişti. Staj dönemin geldiğinde seni insan yerine koymalarını istiyorsan şimdiden kim olduğunu göstermen gerek."

"Daha önce de söyledim-"

"Evet evet! Sırf birinin sevgilisi olduğun için sana saygı duymalarını istemiyorsun. Ama uyan, Bade. Gerçek dünya burası. Eğer bir stajyerin statüsü saygı duymak zorunda oldukları bir statü değilse, hiçkimse hiçbir stajyere saygı duymaz. Çünkü kendilerinden aşağıda görüp yapması gereken işini değil, ayak işlerini yaptırırlar. Hor görüp aşağılarlar. Ben bunu yaşamanı istemiyorum. Ben de staj yaptım kaç kere, biliyorum hepsini. Bunu 'kendini koruma' olarak da görebilirsin." Devam edecek gibiydi, bu yüzden sözünü kesmedim.

"Sırf birinin telefonunu getirmediğin için, ya da ev alışverişini yapmadığın için stajdan kalmanın ne demek olduğunu biliyor musun? Sen gururlu bir kızsın. Ya gururlu olup işsiz kalacaksın, ya da gurursuz olup kendini ezdirerek bu dönemi atlatacaksın. Senin elinde şu an kimsede olmayan bir avantaj var. Lütfen onu kullan, kimse seni yargılamayacak." Güldü. "Ya patronun şımarık sarışın sevgilisi rolüne tam uyuyorsun! Yapsana şovunu!"

Ben babasının ya da sevgilisinin parasıyla, işiyle, konumuyla hava atabilecek birisi değildim. Ama Canan'ın da haklılık payı yok değildi. Psikolojik durumum zaten tetiklenmeye meyilliyken kendi kendime çelme takmak istemiyordum. Yengemin bir lafı vardı; gurur karın doyurmaz, derdi. Haksız olduğunu düşünürdüm. İşin içine dalana kadar herkes böyle düşünürdü.

Kendimi tekrar Canan'ın arabasında buldum. Bu seferki istikamet şirketti.

"İşbaşı yapıldı ama temel şeylerle uğraşıyorlar. Açılışı Kuzey çıktığında ve üst kattaki tadilat tamamlandığında yapacağız inşallah." Hiçbir şey söylemedim. Beni ilgilendiren bir konu değildi, Kuzey'i ilgilendiriyordu.

Kuzey...

Kapıda o kadar polisi gördüğümde anılarım canlanır gibi olmuştu. Babam düşmüştü aklıma ve kalbime. Kendimi bu koca dünyada yapayalnız ve kimsesiz hissetmiştim. Savunmasız hissetmiştim. Bu da yüreğimdeki korkunun harlanmasına neden olmuştu.

İçim yine yanıyordu ama korku o kadar kuvvetli değildi artık. Yine de hâlâ vardı.

Telefonumu çıkardım. Tarih 16 Kasım Pazartesi'yi gösteriyordu, saat ise 11:38'di.

Plazalar ve gökdelenlerin bulunduğu işlek semtin otoyolunda ilerlerken Canan sağa sinyal verdi. Araç girişinin sağındaki devasa siyah dikdörtgen plakada dekoratif altın renkte B şeklinde amblem ve altında da "Berat İnşaat LTD şti." yazıyordu. Kapalı otoparka aracı park ettiğinde inmeden dönüp bana baktı.

"Hazır mısın?"

"Benim yapacağım bir şey yok, Canan. Sadece senin yanında olmak için geldim. Asıl sen hazır mısın?" Ofladı. "Bilmiyorum çok heyecanlıyım." Uzanıp elini tuttum. "Unutma, sen patronsun. Asıl onlar seni göreceği için heyecanlanmalı. En azından ben öyle olurdum." Gülümsedi. "Teşekkür ederim. Her şey için."

Omuz silktim. "Gerek yok. Arkadaş değil miyiz biz?"

Şakacı bir tavırla güldü. "Bir an Kuzey'in kapısında beklemek uğruna beni yalnız bırakacağını sandım ama geldin."

Aynı tavırla ben de güldüm. "Manita için agaları harcamam."

"Helal len sana!" Diye coşkuyla bağırarak beni tutup çekti ve sarıldı. Bunu beklemediğim için bir an donakalsam da sonrasında kahkaha atmıştım. "Egeli misin sen?"

"Manisa'lıyım."

"Ben de Mersin'liyim ama Mersin'e hiç gitmedim." Dedim ondan uzaklaşırken. Ellerini kaldırıp beni susturdu. "Tamam, şimdi işimizi halledelim. Çıkışta bir yerde oturup uzun uzun konuşuruz." Modumun anında düştüğünü hissettim. "Ama Kuzey-"

"Kuzey olduğu yerde duruyor, Bade. Kaçmıyor." Kaçamıyor demek daha doğruydu.

Araçtan indik ve asansöre bindik. Bu asansör sadece giriş kata çıkarıyordu. İndiğimizde solumuzda holdingin girişi, sağımızda ise yan yana sıralı bir sürü turnike vardı. Canan kartını okuttu ve geçmem için işaret verdi. Bir kez de kendi için okuttu ve geçti. Birkaç kişiyle birlikte asansöre bindik ve Canan ineceğimiz kata bastı. İneceğimiz kata çıkana kadar ikimiz de sessizdik, asansördeki kişi sayısı da git gide azalmıştı.

Asansörün kapısı iki yana doğru açıldı ve bizi ışıklı pano karşıladı. Siyah harflerin altından sarı led ışıklar süzülüyordu. Berat İnşaat LTD şti. yazıyordu. Sola doğru döndük ve ilerledik. Buzlu cama sahip şık kapının iki kanadında da şirketin amblemi vardı. Canan, kapının yanındaki siyah sensöre de kartını okuttu ve kapı iki yana doğru kayarak açıldı.

Mini bir imparatorluk gibiydi.

Resmen bir iç balkondaydık. Birkaç adım ilerimizde trabzanlar vardı ve aşağıda arı gibi çalışan insanlar görünüyordu. Bu balkon, O şeklinde plazayı sarıyordu. Yerler mat siyah karo kaplamaydı, duvarlar ise taş rengi. Aşağıdaki çalışanların sınırları ise cam paravanlarla belirlenmişti. Dar değil, geniş ve ferahtı.

"Canan sen ne yaptın?" Dedim şirketin iç dekorunu tek tek incelerken. "Beğendin mi?" Dedi gururlanarak. "Bu balkonu yönetim katı gibi düşünebilirsin. Fahriye'nin, Kuzey'in ve benim odalarımız burada. Bizim asistanlarımızın odaları da burada. Bunun dışında diğer önemli kişilerin odaları kendi departmanlarında. Aslında benim de tasarım departmanında olmam gerekirdi ama Kuzey böyle olmasını istedi. Bu koca katta yalnız olmak istemedi. Çünkü ben tasarım departmana gidersem Fahriye de Finans departmanına gidecekti."

"Eşit muamele." Dedim elimde olmadan gülümseyerek. "Evet." Dedi o da gülümseyerek. "Şimdilik sadece burası ve aşağısı işinin başında. Üst kat hâlâ inşaat hâlde ama bitmesi çok sürmez. Kendi işçilerimiz çok iyi ve çok hızlı maşallah. Hepsine ayrı ayrı bu emekleri için üç aylık maaş verilecek."

Şaşırdım. "Yedi bin beş yüz mü vereceksiniz?" Güldü. "Bizim işçilerimizin maaşı asgari ücret değil, Bade. İşlerini son derece mükemmel ve kusursuz olması karşılığında beş bin beş yüz veriyoruz. Yani on altı bin beş yüz vereceğiz."

(2020 yılında asgari ücret yaklaşık 2500 liraydı. Kitapta 2020 yılındayız.)

Canan'ın odasına ilerlerken aklımda dolanan tek görüntü, babamın şehit haberini veren polislerle Kuzey'i almaya gelen polislerin karışımıydı. Görüntüler parçalanıyor, birbirlerinin yerine geçerek benzerliklerini gösteriyorlardı. Ama aslında o kadar benzer değildi ki...

Birinde vatanı için şehit düşmüş bir adamın haberi, diğerinde vatanının kanunlarına uymayan bir katil vardı.

Her şeyin kafama dank ettiği bir gündü.

Şehit Mehmet Güney'in kızı, bir suçluya aşık oluyordu. Utanç vericiydi, ama engelleyebildiğim bir şey değildi.

Sanki babam karşımdaymış gibi utançla gözlerimi sımsıkı yumdum. Utancım kendimeydi. Kendimden utanıyordum. Neden bunu daha önce fark etmemiştim ki? Neden bile bile kendime bunu yapmıştım? Neden en başından suçlu olduğunu bildiğim bir adamdan beni kaçırmasını kendim istemiştim?

Kuzey'i hayatıma sokan da, onun hayatına dahil olan da bendim. Tüm suç bendeydi, Kuzey'i mesul tutamazdım. O zaten böyleydi, buydu! Görmeyen bendim. Ve şimdi bir anda kapımızda polisleri gördüğüm için onu suçlayamazdım. O sadece şirketinin patronluğunu yapan masum bir iş adamı değildi.

Aptaldım.

Baba... Özür dilerim...

Baba... Meslektaşlarının peşine düştüğü bir suçluyu sevdiğim için özür dilerim.

Şimdi ben bir daha şehitliğe nasıl ayak basacaktım?

Babam benden yüz çevirmiş miydi?

"Bade!?" Transtan çıkmış gibi irkilerek Canan'a döndüm. Telaşla bana doğru koştu ve elimi tuttu. Elimin yumruk hâlini aldığını ve kan süzüldüğünü görünce afallayarak boş boş elime bakakaldım. Canan yavaşça elimi açtırdı ve uzun sivri tırnaklarımın açtığı yaraya baktı. Bana kızar gibi baktı ve çekip koltuğa oturttu. "Bekle burada, pansuman eşyaları getireceğim." Başımı salladım, hızlı adımlarla odadan çıktı ve kendimle kaldım.

Sanki hep öyle değilmişim gibi.

Gözlerimin yandığını, sonrasında da dolduğunu hissettim. Ama ağlamayacaktım. Böyle acındırmayacaktım kendimi babama. Parmaklarımın kenarıyla dikkatlice gözaltlarımı sildim. Makyajım bozulmamalıydı, bozulursa Canan anlardı ve irdelerdi.

O bilmiyordu.

Kuzey ve Belinay dışında kimse kimin kızı olduğumu bilmiyordu.

Telefonumun çaldığını duyduğumda elimin yara ve kanıyor olmasını umursamadan çantamdan çıkarıp baktım. Belinay arıyordu, sanki hissetmiş gibi tam da şu anda araması acayipti. Aramayı cevapladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Telefonu hangi elimle tuttuğuma hiç dikkat etmedim.

"Efendim, Belinay."

"Yaz? Neredesin? Emniyette misin hâlâ?"

Yutkundum. "Yok hayır, şirketteyim. Canan getirdi, yalnız olmasın diye onunla geldim."

"Oh be, sonunda! Hâlâ emniyette olsaydın izin alıp yanına gelecektim. Canan yanındaysa problem yok." Kanayan elime bakmak istedim ama telefonu zaten o elimle tuttuğumu fark edince telefonu hafifçe kulağımdan uzaklaştırıp baktım. Kılıfa bulaşmıştı. "Sorun yok, iyiyim." Dedim.

"Geçen gün şu iri adamın numarasını almıştım. Neydi adı?" İri adam? Ha, Arnaldo. "Arnaldo." Dedim. "Ha evet. Az önce arayıp son durumu sordum. Bu akşam hepimizi bilgilendireceğini söyledi. Emniyette konuşmamız doğru olmayacağı için akşam yemeği organize etmiş. Canan'ın haberi vardır, beraber gelirsiniz. Bana da konum attı ben de geleceğim."

İyi de, Belinay'ın arabası yoktu ki? Toplu taşımayla sürünmesini istemezdim. "İstersen Arınç ya da Arnaldo alsın seni. Toplu taşımada sefalet çekme."

"Ay yok kız, kendim gelirim ben." Göz devirdim. "Gurur yapma, Belinay. Getirsinler seni işte, paran cebinde kalır ne güzel. Tamam ben söylerim onlara. Sen söylenilen saatte hazır ol yeter." Dedim. Kapı açıldı ve Canan elinde kutuyla içeri girdi.

"İyi tamam." Kısa bir sessizlik oldu. "Beni çağırıyorlar. Sonra görüşürüz kapatıyorum."

"Tamam görüşürüz." Telefonu kapattığımda Canan ters ters bakıyordu. "Ne diye yara olan elinle tutuyorsun telefonu? Kan olmuş. Yaran da mikrop kapacak."

Telefonu masaya bıraktım. "Sorun yok, endişelenme." Benim için sıradan bir şeydi, fazla endişeleniyordu.

"Ne demek endişelenme? Şu elinin hâline bak! Uzat bakayım." Elimi tutup kendisi çekti. Pansumanı yaparken ben de onu izliyordum. Kuzey'den sonra ilk defa birisi kendime zarar verdiğim için endişeleniyordu. Amcam gördüğünde endişelenmemiş, aksine sinirlenmişti. Hastane görevlileri de aynı şekilde, ama alışkın oldukları için daha normal karşılıyorlardı. Belinay ise henüz hiç şahit olmamıştı.

Pansumanı tamamladığında elimi ince bir tabaka sarmıştı. Avuç içim olduğu için yara bandı çabuk soyulurdu, bu yüzden bezle sarmıştı. İşi bittiğinde hepsini topladı ve kutuyu köşedeki dolaba koydu. Bana elini uzattı. "Hadi gel, gidelim artık." Uzattığı elini tuttum ve beraber odadan çıktık. Kalabalığa karışmadığımız sırada arkamdan belime vurdu. "Dik dur kız."

Canan'ın direktifiyle duruşumu değiştirdiğimde sanki patron o değil de benmişim gibi hissettirecek şekilde yürümeye başlamıştım.

Çalışanların arasına karıştığımızda bakışlar üstümüze çevrildi. Canan onların patronuydu ama beni tanımıyorlardı. Yerden birkaç santim yükseklikteki platforma çıktığımızda çalışanlara doğru döndük. Dikkatler bizdeydi. "Merhaba arkadaşlar." Dedi Canan dik duruşuyla. Sesi ise otoritesini sert bir şekilde belli ediyordu.

"Ortağım, ve aynı zamanda şirketimizin CEO'su olan Kuzey Berat, talihsiz birkaç olay örgüsü sebebiyle bir süre aramızda olmayacak. Fahriye Hanım ise birkaç gün daha yurtdışında kalacak. Buradan sorumlu olan tek kişi şimdilik benim." Beni gösterdi. "Kuzey Bey'in yokluğunda yerinde Bade olacak." Bunu beklemediğim için şaşkınlıkla Canan'a bakakaldım. Ben ne anlardım be!?

"Bade Hanım, Kuzey Bey'in müstakbel eşi. Yakın zamanda evlenecekler." Dediğinde kanım dondu ve Canan'ın suratına bakakaldım. Ne yapıyordu? "Yani Bade'nin sözü, Kuzey'in sözü demektir. Ona karşı en ufak bir saygısızlığa kimse tahammül etmeyecektir. Kuzey Bey'e iletmek istediğiniz bir durum olduğunda bana değil, Bade'ye gideceksiniz. Ben de kendi departmanımla ilgileneceğim. Çünkü bir ihaleyi ihale yapan tasarımdır." Bana döndü. "Söyleyeceğin bir şey var mı, Bade'ciğim?"

Çok şey vardı. Ama Canan'a.

Resmen beni Kuzey'in karşısına çıkartmak için bahane arıyordu! Ayrıca ben ne anlardım şirket yönetmekten? Kendi bölümüm hakkında bile çok bir bilgiye ve deneyime sahip değilken bu işi bok etmem kaçınılmazdı.

Tüm bakışların bir çivi gibi beni deldiğini hissediyordum. Bu rahatsız ediciydi.

"Yok, Canan." Dedim dişlerimi sıkarak. Sesim zorlama değil, soğuk ve tok çıkmıştı. "Yok, canım arkadaşım." Dedim bu sefer kısık sesle.

Canan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

Çalışanlara döndü. "Pekala. Kuzey döndüğünde açılış partimizle birlikte bunu da kutlayacağız. Hepiniz davetlisiniz. Sorunuz yoksa işlerinize dönebilirsiniz." Herkes işlerine döndüğünde hızla Canan'a döndüm ama o yanımdan sıyrılıp adeta kaçarcasına üst kata çıkmaya başladı. Peşinden gittim. Odasına girdiğinde kapanmak üzere olan kapıyı son anda tutup içeri girdim ve kapıyı kapattım.

Canan yerine ilerlerken masasına gidip karşısında durdum. "Canan sen ne yapıyorsun? Hani sana destek olmak için gelmiştim? Hani Kuzey'in sevgilisi olduğumu bileceklerdi? Karısı ne ya!? Ayrıca ne demek Kuzey'in yerine Bade bakacak!?"

"Bu kadar gerilme ya." Dedi sülalesi genişmiş gibi bir rahatlıkla. "Halledilmeyecek bir şey yok. Ayrıca ha karısı ha sevgilisi ne fark eder?" Gözlerim kısıldı. "Subliminal mesaj mı veriyorsun, Canan?"

Dudakları kıvrılıyordu ki son anda durdu. Dikkatle yüzüne bakmasam bile fark ederdim bu mimiğini. "Yok canım, ne haddime? Koca koca insanlarsınız sonuçta." Önündeki laptopunu açtı ve bir şeylerle uğraştı.

Ellerimi yüzüme götürüp arkasına saklandım. "Canan şaka gibisin!" Ellerimi indirdim. "Ben bakkal bile idare edemem, şirketi nasıl idare edeyim!?"

Parmakları klavyede gezinirken "Kuzey tarif eder sana." Dedi. Resmen gülüyordu!

"Canan!"

Sevgilisi seslenmiş gibi ışıldayan gözlerle başını kaldırdı ve "Efendim, bebeğim?" Dedi.

"İnanılmazsın." Dedim başımı iki yana sallayarak. "Bu yüzden Barbie bebek gibi süsleyip püsledin beni, değil mi? Başından beri amacın beni tanıtmak değil, işlere geçici olarak dahil edip Kuzey'le konuşmamı sağlamaya çalışmaktı."

İç çekti. "Çok zekisin, hayatım. Evet bu yüzdendi." Geriye yaslanıp tüm dikkatini bana verdi. "Sırf bir erkeğin sevgilisi olduğun için seni oyuncak bebek gibi süsleyip şirkete getirdiğimi mi düşündün? Bu şirketin iki patronu kadın, Bade'm. Bunu hakaret sayarım."

Sandalyesinden kalktı ve bana yaklaştı. Kollarımı iki yanından tuttu ve anaç bir şekilde gülümsedi. "Kendini aşağılama, potansiyelinin farkına var. Kuzey şöyle yüzeysel anlatsa çoğunu kaparsın ve titiz bir şekilde sürdürürsün, biliyorum. İtiraf edeyim, bu görevi ilk Hande'ye teklif ettim. O da bir mimar sonuçta, çözemeyeceği bir şey yok bu işte. Ama istemedi."

"Sen de Bade'yi kurban seçeyim o zaman mı dedin?"

"Tek yaptığın Emniyet'te bir sandalyede oturup akşamdan sabaha sabahtan akşama kadar beklemekti, Bade. Ruh halinin hiç iyi olmadığını da gördüm. Kafanı bir şekilde dağıtmak istedim. Kötü bir niyetim yoktu. Bir puzzle gibi düşün tüm bu işleri. Bu puzzleı çözmeye çalışırken kafan rahatlayacak, inan bana. Beni az çok tanımışsındır, sence seni bilerek sana zarar verecek bir işe bulaştırır mıyım?"

Pes ederek omuzlarımı düşürdüm. "Tamam, her şeye okey diyelim. Beni gözünde fazla büyütme, Canan. Tüm bunlar çok ciddi şeyler, en ufak hatamda her şey boka bulanır." Canan güldü. "Berat İnşaat henüz çok yeni bir şirket, Bade. Şimdilik hataya yer verebiliriz. Köklü ve büyük bir şirkete dönüştüğümüzde işte o zaman hataya yer vermememiz gerekir. Sence ben bunları düşünmedim mi?"

Düşünmüş olabilirdi ama beni de anlaması gerekiyordu. Hiçbir bilgim ve tecrübem yokken böyle büyük bir sorumluluğu alamazdım. Canan omuzlarını düşürdü ve kalktı. "Bade... Kendine güvenemediğini görebiliyorum. Söz veriyorum hepimiz sana yardım edeceğiz."

"Arnaldo neden gelmiyor da ben geliyorum?" Diye sordum. Arnaldo'nun adını andığımda ürperdiğini hissetmiştim. Gerçekten onu çok seviyordu.

"Çünkü Arnaldo olsaydı her zaman burada olması gerekecekti. Onun da önemli işleri var, sadece ara ara yardım edebilir. O etmediğinde ben yardım ederim. Ben olmasam Fahriye, o da olmasa Hande. İlla ki sana yardımcı olacak birisi bulunur, Bade. En beri başta Kuzey var." Var mı gerçekten?

Alay eder gibi güldüğümde göz devirdi. "Ay tamam ayol! Düştü Kuzey mapus damlarına, öğüt vereni de çokmuş!" Ufak bir kahkaha elimde olmadan kaçtı. Canan da sonunda gülmüştü. Elimi tuttu. "Her zaman yanındayım."

🧭

Çıkış saati geldiğinde masadan kalktım. Kuzey'in odasını, ondan önce ben kullanıyordum. Onun kokusu da nefesi de yoktu burada. Bu yüzden yabancı gelmişti bana, hiçbir şey hissedememiştim.

Kuzey, sanki çıktığı varmış gibi- yine aklıma düşmüştü. Elim göğsüme gitti ve usul usul çarpan kalbime dokundu. Onun yokluğu, kalp atışlarımın yavaşlığından belliydi. Gözlerimi kapatıp yanımda olduğunu hayal etmeye çalıştım.

"Bade." Diyerek odaya girdiğini hayal ettim. "Ohoo! Benden beter çıktın! Hâlâ çalışıyor musun?" Kapıyı kapatıp bana doğru yaklaştı. "Toplantı dışında seni hiç görmedim zaten. Öğle molasında neredeydin?" Dedi kollarını belime sararken. Ellerimi belime doğru uzatıp ellerinin üzerine koydum. "Kızlarlaydım."

"Ha kızlar benden önce geldi?" Dedi alınmış gibi yaparak.

"E tabi." Dedim gülerek. "Sabaha kadar seninleyim zaten?"

"Kıçını dönüp uyumak sayılıyorsa sağ ol ya." Kahkaha atarak kollarımı boynuna sardım ve ona sarıldım. "Ya tamam özür dilerim. Nasıl affettireyim kendimi?" Belimdeki elinin biri kalçama inip avuçladığında ne istediğini anlamıştım. Ondan hafifçe uzaklaşarak gözlerine baktım. "Başım ağrıyor, Kuzey. Hastayım." Kuzey'in kaşları çatıldı. Göz devirerek benden uzaklaşıyordu ki gülerek kolundan tuttum. "Dur bi' dur!" Durdu ve bana baktı. Gerçekten bozulmuştu.

Hâlâ tutuyor olduğum kolundan kendime doğru çektim. "İlacım sensin. İyileştirsene beni." Belli belirsiz gülümseyerek beni arkamdaki masama doğru itekledi. Kalçam yüksek masama çarptığında beni masayla kendisi arasına almıştı. Burunlarımız birbirine değiyordu. "O zaman beni yutman gerek." Diye fısıldadı yüzüme doğru. Sesindeki erotik tonlama beni mahvetmişti. Hemen dibimdeki dudaklarına uzanıp dişledim ve hafifçe çekiştirip bıraktım. "Yutayım mı seni?"

"Öp beni yala beni şap beni şup beni."

Tüm büyü kaybolurken bir anlık duraksadım. Büyük bir kahkaha atarken başım arkaya düştü. Kuzey'se alnını tam da boynumun açıkta kalan gergin kısmına, nefes borumun üstüne yaslayarak usul usul güldü.

Alnını ayırmadan, dudaklarının hizasında kalan noktaya bir öpücük bıraktığında yutkundum. Yutkunuşumu alnında hissetmişti ve tahrik olmuş olmalıydı. Öpücükleri açık gerdanım boyunca nokta nokta inerek göğüslerime kadar geldi. Parmağını elbisenin göğüs kısmına geçirip yavaşça çekti ve göğsümü açığa çıkarmaya çalıştı.

Kapı dan diye açıldı.

"Bade-" Arnaldo birkaç saniye kapıda donakaldı. Sonra elini Kuzey'e doğrulttu. "Ulan Azman herif iki dakika azmadan dur be!"

Utançla hemen elbisemi çekiştirip arkamı döndüm ve elimden geldiğince üstümü düzeltmeye çalıştım. Kuzey ise Arnaldo'ya dönmüştü. "Sen bana mı aşıksın, amına koyayım? Çip falan mı taktın bana? Bade'yle yakınlaşınca kırmızı ışıklar yanıp sönüyor, alarmlar mı çalıyor?"

Üstümü düzelttiğime emin olunca onlara döndüm. Arnaldo ellerini belinin iki yanına koyup sırıttı. "Valla benimkini bilemem de seninki kırmızı alarm vermeye başlamış gibi." Dedi ve gözleriyle Kuzey'e pantolonunu işaret etti. Kuzey başını eğip bakınca ben de istemsiz oraya baktım.

Pantolonunun şişmiş olduğunu görünce dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırıp pencereden tarafa döndüm.

"Sırıtma, katır herif. Hep senin yüzünden, bok vardı geldin." Arnaldo'ya- ya da kapıya- doğru ilerledi. "Çekil önümden çekil, ışığımı kesiyorsun."

"Beyaz ışığı mı?" Dedi Arnaldo sırıtmaya devam ederek.

Bana kahkaha attıran bu sorusundan sonra Kuzey odadan çıkıp gitmişti.

Gözlerimi açtım.

Gözlerimin önünde siyah küçük lekeler oluşmuş, saniyeler içinde kaybolmuştu.

Hayalim bitmiş, Kuzey gitmişti. Bu anın gerçek olmasını o kadar isterdim ki...

Günüm bir tık zorlayıcı geçmişti ama işin altından kalkabilmiş olmak özgüvenimi artırmıştı. Takıldığım veya zorlandığım noktalarda Canan'dan yardım almıştım. Kendimi yalnız veyahut yetersiz hissetmemiştim. Korktuğum kadar kötü de değildi, gözümde fazla büyüterek kendi kendimi beceriksiz ilan etmiştim.

Eşyalarımı toplayarak Canan'ın odasına gittim. Kafam yine dumanlıydı, algılarım kapalı gibiydi. Gördüğüm ve duyduğum hiçbir şey kafama girmiyordu. Bu ruh halim beni ürkütse de artık kendime güvenmeye çalışıyordum.

Kendime güveniyordum, hiçbir şey yapmayacaktım. En azından şimdi değil.

Avuçlarımı sıktım ve tırnaklarımı etime adeta sapladım. Acı verdi, ama bu acının bana verdiği dinçlik hissini de reddedemezdim. Bu acı ve dinçlik hissi bana cesaret verdi.

Kapıyı tıklatarak odaya girdim. "Canan." Canan masasının başındaydı ve bilgisayarın ekranına bakıyordu. Odada ilerleyerek yanına gittim. Ekranda okuyacağı ya da kitlenip kalacağı hiçbir şey yoktu ama o donup kalmıştı. "Canan." dedim tekrardan. Ama hiç hareket etmedi. Elimi omzuna koyduğumda irkilerek bana döndü. Gözleri kızarmıştı. "Ne kadar süredir ekrana bakıyorsun?" dedim endişeyle. "Gözlerin kıpkırmızı."

Bu dediğimle tetiklenmiş gibi gözleri bir anda doldu ve elleriyle yüzünü kapatarak önüne döndü. Şaşırıp kaldım. "Canan?" dedim omzunu sıkarak. Hafifçe eğilerek yüzünü görmeye çalıştım. "Canan neden ağlıyorsun, ne oldu?" İç çekerek ellerini yüzünden çekti ve yanaklarını silip ayağa kalktı. Hiçbir şey olmamış gibi gülümsedi ve "Hadi gidelim." dedi. "Yetişmemiz gereken bir akşam yemeği var. Arnaldo, Kuzey hakkında bilgi verecek."

Kuzey'in adını andığında ürpermiştim. Az önce kurduğum hayal ve gerçekmiş gibi hissettiğim dokunuşları beni etkilemişti. Yutkunup silkelenerek kendime gelmeye çalıştım. "Tamam hadi çıkalım."

Canan eşyalarını topladı ve beraber şirketten ayrıldık. Bazı çalışanlar hazırlanmış bir şekilde şirketten ayrılıyor, bazılarıysa halen daha çalışmaya devam ediyordu. Umarım bir gün ben de bu kadar çalışmaya azimli olurdum.

Otoparka indiğimizde Canan çok sessiz ve durgundu. Ona ne olduğunu anlamamıştım ama içimden bir ses, Arnaldo ile ilgili olduğunu bas bas bağırıyordu. Yine de üstüne gitmedim, bu doğru olmazdı. İsteseydi kendisi anlatabilirdi ama o söylememeyi tercih etmişti.

Canan'ın arabasına bindiğimizde ve İstanbul trafiğine karıştığımızda bile Canan sessizdi. O böyle olunca ben de başka şeyler düşünmeye başladım.

Er ya da geç Kuzey'le karşı karşıya kalacaktım. Neden ondan bu kadar kaçıyordum ki? O benim sevdiğim adamdı.

Korkmam normaldi evet ama bana karşı hiçbir kötü davranışı olmamıştı. Onu zan altında bırakıyormuş gibi hissediyordum ve bu hiç hoş değildi.

Bir yanım onu görmek için deliriyordu, diğer yanımsa canını dişine takmış beni engellemek için elinden geleni ardına koymuyordu. Arafta kalmış gibi hissediyordum. Ne tarafa bir adım atacağımı bilememekle birlikte kafayı yiyecek gibiydim.

Sevgilim...Vicdanıma bir ok gibi saplanan kuyu gözlerinin elçiliğinde, mahvolmaya adım adım ilerliyorum. Sensizlik cehennem, sense arafsın. İki türlü de kaybolan benim, görüyor musun? Sana olan sevgim ihanetle sonlanacak, bundan eminim. Fakat bu ihanet kime? Sana mı? Yoksa kendime mi?

Onu seviyordum. Onu çok seviyordum.

Ve ona bunu hiç söylememiştim.

İçinde bulunduğum arabanın sıcak havası bir anda buz kesti, ya da bana öyle geldi. Ama emin olduğum tek bir şey vardı. İliğim ve kemiğim, ruhum ve bedenim, kalbim ve beynim, acım ve canım buz kesmişti. Öyle buzdu ki, ürperdim, titredim, sallandım, sarsıldım.

Ben Kuzey'e onu sevdiğimi hiç söylememiştim.

Sürekli durup ilerleyen ve bu hareketine alıştığım araba virajı döndü ve otoparka girdi. Canan etrafa dikkatli ve hızlıca bakarak park yeri bakındı. İleride vale olduğunu görünce bu uğraştan vazgeçip valeye doğru ilerledi. Vale kapımızı açtı, indiğimizde Canan'dan anahtarı aldı ve arabaya binip uzaklaştı. Biz de beraber restorandın içine doğru ilerlemeye başladık.

"Hoş geldiniz." dedi kapıdaki görevli kız gülümseyerek. Canan ikimizin yerine de cevap verdi. "Hoş bulduk. Arnaldo Berat adına rezervasyonumuz vardı."

"Tabi, buyurun. Ceketlerinizi alayım." Ceketlerimizi verdik ve hanımefendinin yönlendirmesiyle masaya doğru ilerledik. Hande ve Arınç'ın erken gelmiş olduğunu gördük. İkisi de telefonlarıyla ilgileniyordu. Ben Arınç'ın yanına otururken Canan da Hande'nin yanına, karşıma oturmuştu.

"Arnaldo hala gelmedi mi?" dedi Canan soğuk bir tonlamayla. Bu sesi beni şüpheye düşürürken bir süre gözlerimi ondan ayırmadım. "Yok, geldi de masanın altında saklıyorum." dedi Arınç alay ederek, ve Canan'ın ters bakışlarına maruz kaldı. "Soru sorduk." dedi Canan ters bakışlarını sesine de yansıtarak.

"Sakin olun. Canan... Seher ruh sağlığına sevk edildi, Arınç bu yüzden gergin." dedi Hande.

İrkildim. İçimi bir kasırga sardı ve orada soğuk bir volkan patladı. Volkandan lav değil, soğuk okyanus suyu çıktı. O su, bir yaşam diyarını alıp götürdü, yok etti.

O hastane, benim kabuslarımdı. O hastane benim hayatımın dönüm noktasıydı. O hastane, içinde ölü ruhları barındıran devasa bir morgdu. Orası benim cehennemimdi. Kuzey'se kurtarıcım.

Konuşmadım, ağzımı açmadım. Tek kelime edersem sesim titrerdi, mahvolurdum. Kimse bilmiyordu. Kimse bilmiyordu benim yerimin aslında orası olduğunu. Kimse bilmiyordu beni oradan kaçıranın Kuzey olduğunu, kurtarıcıma aşık olduğumu.

"Nasıl?" dedi Canan endişeyle. Bense sessiz kalıp dinledim.

"Sağlık durumu iyiymiş ama mental sağlığı için aynı şeyi söylemek imkansız. Her uyuduğunda kabuslarla çığlık çığlığa uyanıyormuş. Sinir krizleri geçiriyormuş. Artık orada psikiyatri gözetiminde tedavi görecek."

"Hayır!"

Tüm bakışlar bana döndü. Bense kanım fokurduyormuş gibi hissediyordum. Soğuk ve sıcak birbirine karışıyor, şok etkisi yaratıyordu. "Orası ona iyi gelmez! Kimseye iyi gelmez!" Yanımda oturan Arınç elimi tuttu.

Doğru ya, o biliyordu. Hem başından aşağı su döken kız bendim, hem de Kuzey beni kaçırırken Arnaldo ile ikisi yardım etmişti.

"Sakinleş." dedi ılımlı bir şekilde. "Her şey güzel olacak."

"Olmayacak!" dedim hızla ona dönüp. "Daha da kötü olacak!"

"Bade neyin var senin?" dedi Hande. "Oradakiler cellat değil, hepsi bu işin uzmanlığını yapmış doktorlar. Doğru olan neyse onu yapıyorlar, cinayet işlemiyorlar."

"Ölen ruhlar da maktul değil midir?" diye sordum. "İlla kan akması mı gerekir bir bedenden? Ancak o zaman mı ölmüş sayılır? Zorla öldürülen ruhlar ne olacak peki?"

"Eğer bahsi geçen ruh çevresine zarar saçıyorsa en doğrusu ölmesidir zaten." dedi Hande.

Çevresine zarar saçıyorsa en doğrusu ölmesidir.

Arınç öfkeyle cevap verdi. "Ne saçmalıyorsun, Hande?"

"O hastanede sadece masum insanlar yok, Arınç. Hepimiz için tehdit oluşturacak psikopatlar da var. O hastane bir tür insan barınağı gibi. Çevresine zarar veren kedi köpekler nasıl uyutuluyorsa, çevresine zarar veren insanlar da aynı şekilde uyuşturuluyor. O kadar uyuşuyorlar ki, bir ruhları olmuyor. Neyse ki Seher öyle biri değil, o masum. Sadece tedavisini görüp sapasağlam bir şekilde çıkacak oradan."

Gözlerim doldu. Ben çevreme zarar vermiştim.

Ben en yakın arkadaşımı öldürmüş, ve bunu bir tek doktoruma itiraf etmiştim.

Benim ruhum bu yüzden ölmeyi mi hak ediyordu?

Canan'ın bakışlarını üzerimde hissettim ama ona hiç bakmadım. Gözlerim camda, parıldayan köprüdeydi. "Tamam, fazla uzattınız." dedi. "Geçmiş olsun, Arınç. Seher güçlü bir kadın, en yakın zamanda iyileşeceğine inanıyorum."

"Tekrardan geçmiş olsun, Arınç. Bunu da atlatacağız." dedi Hande.

Benimse sesim çıkmadı. Sadece hala elimi tutan Arınç'ın elini sıktım. Bu hareketimden anladı ne demek istediğimi.

Bir anda deli gibi Kuzey'e ihtiyaç duydum. Ona sormak istedim, biz ölmeyi hak ediyor muyduk?

Canan ve Hande'nin bakışları arkama kaydı. Canan'ın yüzü düşmüştü. Dönüp baktığımda Arnaldo ve Belinay'ın geldiğini gördüm. Belinay'ın bana sıcacık gülümsemesi, içimdeki koru söndürmese de daha katlanılır hale getirmişti. Yanıma oturduğunda Arnaldo da onun karşısına, Canan'ın yanına oturmuştu. "Sonunda gelebildiniz." dedi Hande hoşnutsuz bir imayla.

"Trafik vardı." dedi Arnaldo. "Belinay'ın evi de buraya ters olunca uzun sürdü. Sipariş verdiniz mi?" Canan'ın keskin bakışları Belinay'ın üstünde gezinmeye başladı. Onu tehdit olarak mı görüyordu? "Arnaldo'dan Belinay'ı getirmesini ben istedim." dedim. "Daha kolay olsun diye. Dediği gibi, evi ters kalıyor. Ayrıca konumla uğraşmasını istemedim."

"Biz uğraştık ama." dedi Hande.

"Hande zehrini sonra dökersin. Şimdi herkesin canı yeterince sıkkın." dedi Arınç. Ona minnettar bir bakış atıp beklentiyle Arnaldo'ya döndüm. "Önce yemek sipariş edelim, ayı gibi açım." dedi.

Canan bir şeyler mırıldandı ama dudak hareketlerini okuyarak ne dediğini zor da olsa anladım.

"Ayısın zaten."

Kuzey için endişeliydim ve deli gibi merak ediyordum. Bu yüzden hiç dikkat etmeden rastgele ilk gördüğüme karar verip geri çekildim. Diğerleri de karar verince garson siparişleri aldı ve gitti. Tüm bakışlar Arnaldo'ya döndü.

"Kuzey'in durumu ciddi görünüyor." dediğinde ellerim buz kesti. Ben bugün ölmezsem bir daha ölmezdim. "Avukatıyla birlikte çalışıyoruz. Ona yardımcı olacak her şeyi yapmaya çalışıyorum ama işimiz zor. Görgü tanığı olduğunu söylüyor."

"Olmayan şeyin tanığı nasıl var, amına koyayım." dedi Hande.

"Yani?" dedi Arınç ciddiyetle masaya doğru eğilerek.

"Kuzey bir süre daha gözaltında kalacak. Sonrasında eğer hala çıkartılamazsa mahkemeye sevk edilecek. Sonrası..."

"Cezaevi." diye mırıldandı Canan hayal kırıklığıyla.

Cezaevi...

***

Kalbimin çarpışlarına topuk seslerim eklendiğinde ne yapacağımı şaşırmıştım. Usul adımlarla polis memurunun yönlendirmesiyle bir kapıdan geçtim. Beni ilk önce açık renk duvar karşıladı. Köşeyi döndüğümde yan yana ve karşı karşıya dizilmiş bir sürü nezaret vardı. "Kuzey Berat! Ziyaretçin var." Dedi polis memuru. Gösterdiği nezarete doğru ilerledim.

Ve onu gördüm.

Dizlerimin bağının çözülmesinden korktum.

İleride oturuyordu. O kadar ihtimal vermiyordu ki benim geleceğime, hiç başını kaldırıp bakmamıştı bile. Ama topuk sesini duyduğuna emindim.

"Şirkette durum ne, Canan? Halledebiliyor musun?"

Sesini çok özlemiştim.

"Elimden geleni yapıyorum ama senin yardımın olmadan hiçbir şey yapamam."

Sesimi duyduğu gibi aniden başını kaldırdı ve şaşkınlıkla bana baktı. Gerçek olup olmadığımı anlamaya çalışır gibi uzun uzun beni inceledi. "Bade?"

"Benim." Dedim. Ayağa kalktı ve yavaşça yaklaştı. Hâlâ ben olduğuma inanmıyor gibiydi. Bu kadar mı umutsuz bırakmıştım onu?

"Neden buradasın?"

Bir süre ne diyeceğimi bilemedim. Kafamın içi resetlenmişti sanki. Ne var ne yoksa uçup gitmişti de hiçbir şey kalmamıştı. "C-Canan sen... çıkana kadar... senin yerine benim bakmamı istedi." Konuşmak hiç bu kadar zor olmuş muydu?

"İş için mi geldin?" Dedi. Yaşadığı hayal kırıklığı sesinden okunuyordu. Kendimi tokatlamak istedim ama kılımı kıpırdatmadım.

Çok özlemiştim! Deliler gibi özlemiştim! Ve ağzımdan çıkan tek söz işti.

Özür dilerim baba. Onu sevmek büyük suçsa, müebbete çarptırılmaya razıydım. Çünkü ben onu sevmiyordum, çok seviyordum.

Titreyen elim, ben farkında olmadan kendiliğinden havalanmıştı. Parmaklıklara uzandı ve arasından geçip onu buldu. Kısa sakallarla kaplı yüzüyle buluştuğunda gözleri usulca kapandı ve yüzünü elime bastırdı. Sevgi isteyen bir köpek yavrusu gibiydi, içimden bir şey koptu ve kayboldu. Ona kopan parçamı bir daha hiç bulamadım.

"Seni çok özledim." Dedi. Avucunu elimin üst kısmına sardı ve avuç içimi koklayarak öptü. "Neden bunu yaptın bana? Neden bu kadar özlettin? Neden sensiz bıraktın?"

"Sadece üç gün."

"Gün mü? Bana asır gibi geldi."

Parmaklıklara yaklaştığımda o da yaklaştı ve aramızdaki mesafe kayboldu. Bizi ayıran tek şey demir parmaklıklardı. Diğer elimi de yüzünün diğer tarafına yerleştirdim. Parmaklıkların aralığında kalan boşlukta alınlarımız birleştiğinde kavurucu kokusu ciğerlerimi yaktı. Haklıydı. Özlemi, onun kokusunu duyana kadar hiç bu kadar şiddetli hissetmemiştim. Hiç konuşmadım, konuşsam sesim titrerdi. Konuşsam ağlardım.

"Seni buldum ya..." Dedi. "O hastanede, o odada... Seni bulacağımı bilseydim... Değil suç işlemek, delirmeye de razı olurdum."

Bu sözlerinin altında kalmak istemedim.

"Seni buldum ya..." Dedim. "O hastanede, kendi cehennemim olan odada beni bulacağını bilseydim... Yemin ederim ki hiçbir işkencelerine gıkım çıkmazdı."

Aslında işkence etmiyorlardı. Yapmaları gerekenleri yapıyorlardı. Ama benim gibi hasta zihinler bunu tehdit olarak algılıyordu ve işkence gibi geliyordu.

"Ölürüm sana." Dedi ve alnını çekip, dudaklarını alnıma bastırdı. Kokumu soluduğunu hissettiğimde gözyaşım, kapalı göz kapaklarımın ardından yine de süzüldü. Parmaklarını yanağımda hissettim. Gözyaşlarımı sildi ve akmalarına izin vermedi.

"Söz veriyorum, sırf senin için çıkacağım buradan. Sen yeter ki ağlama." Gözlerimi açıp ona baktım. Mavi gözlerimin kızardığından emindim. Kuzey yutkundu ve çenesinin sıkılaştığını gördüm. Dişlerini sıkıyor olmalıydı.

"Hiç gitmesen?" Dedim ve korktuğum oldu, sesim titredi. "Her şeyi bıraksan, her gün yine kapımızda polisleri görecek miyim diye korkarak uyanmasam? Olmaz mı?" Kuzey'in bakışları boşluğa daldı. Onda gördüğüm şeyle anladım, olmazdı.

İç çektim. "Sarılmak istiyorum ama ben sana... Seni görene kadar seni ne kadar özlediğimi anlamamışım ki? Bu parmaklıklar yüzünden sarılamıyorum." Gözyaşlarım şiddetlenerek aktığında Kuzey gözlerini yumdu ve acı çeker gibi yüzü buruştu. Bir süre sonra gözlerini açtığında onun gözlerinin de kızarmış olduğunu görmek beni mahvetti.

Bir anda geri çekilip uzaklaştım. Gözlerimi silip öksürdüm ve sağıma dönüp polis memurunun beklediği yere baktım. "Pardon, bakar mısınız?" Kuzey şaşkınlıkla ne yaptığımı izliyordu.

Polis memuru yanımıza geldi. Kuzey'i işaret ettim. "Beş dakikalığına da olsa yanına girebilir miyim? İsterseniz üstümü arayabilirsiniz, ya da burada bekleyebilirsiniz. Yeter ki bir kez olsun ona sarılayım."

"Olmaz, hanımefendi. Yasak."

"Abi lütfen." Dedim yalvarır gibi bakarak. "Arayın üstümü. Valla bir şey yapmayacağım, sadece sevgilime sarılmak istiyorum."

"Ali."

Soğuk, duvar gibi bir erkek sesi duydum. Omzunda yıldızı olan yaşlı bir polis bize doğru yaklaştı. Sert bir duruşu vardı ama nedense bana baktığında bakışlarındaki sertlik kayboluyordu. Onu tanımadığıma emindim. "Bade Hanım'a izin ver, girsin içeri."

"Baş üstüne, komiserim." Kuzey'in kapısını açtı ama ben komisere bakmaya devam ettim. Bir şey söylemesini bekledim ama hiçbir şey söylemedi. Belli belirsiz gülümsedi ve arkasını dönüp çıktı. Kafam karışmıştı ama zor bulduğum şansı da kaybetmek istemiyordum. Bu yüzden boş verip Kuzey'in yanına girdim. İçeri girdiğim gibi koşup boynuna atlamıştım. Onun kolları da sımsıkı belime sarılmıştı. Polis, kapıyı kapatıp kilitledi. "Çıkacağınız zaman seslenin." Dedi ve gitti.

O yüzünü saçlarıma hapsederken ben de boynuna gömmüştüm. Sanki yıllardır görüşmüyorduk. Sadece üç gün olmuştu. Nasıl bu kadar çok özleyebiliyordum?

Boynumdan koklayarak birkaç kez öptü. Yüzümü boynundan uzaklaştırıp gözlerine baktım. Aynı anda dudaklarımızı birleştirdik. Öpüşündeki sertlik, beni ne kadar özlemiş olduğunu anlamama yetiyordu. Bu da derinden vicdan azabı hissetmeme neden oluyordu.

"Seni kaybettim sandım." Dedi dudaklarımız ayrıldığında. "Benden korkup gittin sandım."

"Ben mi? Asıl sen benden kork." Dediğimde güldü. Gülüşünü izlerken içim eridi. "Nasıl mucizevi bir adamsın sen?" Dediğimde neden böyle dediğimi anlamamıştı. "Benim gibi bir buz kütlesini eritip nasıl yaşama amacı verdin? Nasıl yaşama bağladın? Nasıl kurak gözlerime anlam ektin? Nasıl kendine bu kadar hayran ettin? Nasıl bu kadar-"

Kuzey kaskatı kesildi. Heyecan ve beklentiyle baktı gözlerime. Kahverengi gözleri parıl parıl parlıyordu.

"Kuzey..." Diye mırıldandım. "Ben seni çok seviyorum."

"Ne?"

Kuzey'in dudakları kıpırdamıyordu. Dönüp arkama baktım, kimse yoktu. Kaşlarım çatıldı.

"Bade, uyan!"

Göz kapaklarımdaki derin sızlamayla yüzümü buruşturdum. Biri beni dürtüyordu. "Bade!"

Gözlerimi zorlukla araladığımda kararmış havayla göz göze geldim. Kuzey neredeydi?

"Kuzey?"

"Yok ebesinin- beni de Kuzey sanmazsın ya... Hadi kalk." Başımı çevirip şoför koltuğunda oturan adama baktım. Arnaldo. Yorgun bir şekilde gülüyordu. "Uyuyakaldın. Çok yorulmuşsun herhalde bugün. Kuzey'i mi gördün rüyanda? Onu görmeye gitmiyorsun diye kâbuslarına vampir olarak mı geldi?"

"Ha?" Dedim uyku sersemi boş bulunup.

Bu ne biçim rüyaydı? Böyle rüya mı olurdu? Aşırı gerçekçiydi, her şeyi en ince detayına kadar hissetmiştim. Hem ne zaman uyuyakalmıştım?

"Evine getirdim seni. Dinlen biraz, harap oldun." Dedi Arnaldo.

Kuzey'in yanına hiç gitmemiştim, hiç sarılmamıştım, o sözleri hiç söylememiştik, hiç öpüşmemiştik.

Ben ona onu sevdiğimi hiç söylememiştim.

Avuçlarımla yüzümü kapatırken dirseklerimi dizlerime yasladım. Ağlama hissimi bastıramıyordum. Arnaldo ise durup dururken bir anda ağlamaya başladığım için ne olduğunu şaşırmıştı. "Bade?" Dedi şaşkınlıkla. "İyi misin sen?"

Elimi çektim. "Arnaldo..." Dedim iç çekerken. "Emniyete götür beni. Onu görmek istiyorum, lütfen.." Yüz ifadesine merhamet ve şefkat çöktü. "İsterdim, ama boşa olur. Bu saatte kimseyi almazlar, Bade. Ama yarın sabah söz seni almaya geleceğim, Kuzey'e götüreceğim. Tamam mı?"

Sabah mı?

Sabaha kadar nasıl uyuyacaktım?

Dirensem de Arnaldo binbir tembihle zorla evime çıkarmış, sonra da gitmişti. Topuklu ayakkabılarımı çıkarıp bir kenara fırlattım ve zorlukla usul usul yürüyerek Kuzey'in odasına ilerledim. Kapıyı açtım, ışığı açmadan yatağa ilerledim ve üstümü değiştirmeden kendimi yatağa attım. Kuzey'in yastığına sarıldım. Kokusu burnuma dolduğunda gözyaşlarım yeniden akmaya başladı.

Sabaha kadar dönüp durmuştum. En sonunda zorlukla kalkıp duşa girmiştim. Çıktığımda hızlıca giyindim. Siyah kumaş pantolon, saks mavisi bluz giydim. Fön çekerek kuruttuğum saçlarımı bir kez daha taradım. Uykusuzluktan ve yorgunluktan morarmış göz altlarımı kapatıp üstünden pudra geçtim. Açık kahverengi farla göz makyajı yapıp ince eyeliner çektim. Saçlarımı balıksırtı ördüm.

Hazırlanarak bolca vakit harcamıştım. Saat sekize geliyordu. Hiçbir şey yemek istemiyordum, bu yüzden sert bir kahve yaptım. Kahveyi yudumlarken telefonum çalmaya başladı. Arnaldo olduğunu görünce heyecanla cevapladım. "Arnaldo!?"

"Bade, günaydın. Hazır mısın?"

"Hazırım evet."

"Tamam beş dakikaya kapıdayım."

"Tamam bekliyorum."

Telefonu kapatınca kahveyi bitirdim. Çantamı toplayıp kabanımı ve ayakkabılarımı giydim. Evden çıktım, merdivenlerden aşağı inerken Arnaldo çaldırmıştı. Kapatıp binadan çıktım. Arnaldo'nun arabası kapıdaydı. Ön yolcu koltuğuna binerken derin bir nefes verdim. "Günaydın."

"Günaydın. Beş posta çekmiş eroin bağımlısı gibi duruyorsun, uyumadın mı?" Uyuşturucu mafyasının benzetmeleri de ona göre oluyordu, demek ki.

"Uyuyamadım. Hadi çabuk gidelim."

"Sabah trafiğiyle çabuk gitmeyi bekliyor olamazsın, değil mi?" Dedi gülerek. Göz devirdim. "Hadi, Arnaldo, hadi!"

Arabayı çalıştırdı. Trafik boyunca İtalyanca konuşarak kafamı dağıtmaya çalışmıştı ama pek başarılı olamamıştı. Hâlâ rüyanın etkisindeydim, ve deliler gibi Kuzey'i görmek istiyordum.

Sonunda Emniyet'in bahçesine girdiğimizde Arnaldo arabasını park etti. Beraber içeri girdik ve artık ezbere bildiğim yolları ilerledik. İleride gördüğüm adamla donakaldım.

Rüyamda gördüğüm komiserin ta kendisi oradaydı! Bir elinde telsiz, diğerinde dosyalarla bir yere gidiyordu. Bana hiç bakmadan geçip gitse de ben şaşkınlıkla kalakalmıştım. Yutkunup silkelendim ve yürümeye devam ettim.

Nezarethanenin olduğu kata gittiğimde bir kadın çıkıyordu. Yanında da birkaç tane polis memuru vardı. Kadının koyu renk dalgalı saçları bakımlı görünüyordu ve omuzlarına süzülüyordu. Mükemmel bir cildi ve yüzü vardı. Fakat bakışları çok sertti.

"Merhaba." Dedim artık tanıdık olan polis memuruna. "Kuzey Berat'ı görmek istiyorum, ben sevgilisiyim."

Kadının bakışları bana çevrildi, beni incelediğini fark ettiğimde ben de ona baktım. Rahatsız edici bir şeyler vardı.

"Üzgünüm." Dedi kadın, polisin yerine cevap vererek. "Göremezsin." Kaşlarım çatıldı. "Pardon? Neden?"

"Çünkü bu sabah itibarıyla kendisine görüş yasağı getirildi. Yalnızca benimle görüşme hakkı var, ve yine yalnızca benim onu görmeye hakkım var." Sinirlendiğimi hissettim. Bu kadın da kimdi böyle? Onu tanımıyordum! Ayrıca kendisini tanıtmadan bu şekilde muhalefet olması ve küstahça konuşması hiç hoş değildi.

"Pardon ama siz kimsiniz?" Dedim sinirlenerek.

Çenesini dikleştirirken saçlarını geriye atmıştı. İşte şimdi kibriyle tüm güzelliğini çöp etmişti.

"Melisa Akçaylar. Kuzey'in avukatıyım." Gülümsedi. "Ve aynı zamanda da eski bir arkadaşıyım."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro