15. Bölüm | "İlk Adım"
*Merhabalar!
*Bu uzun gecikme için gerçekten üzgünüm. Çok yoğun ve gerek mental gerek fiziksel olarak çok yorucu bir dönemden geçiyorum. Tercih ve yerleşme dönemi bir yandan, babama atanan şark görevi yüzünden doğuya taşınmış olmamız bir yandan, kişisel bazı sıkıntılarım bir yandan beni çok sıkıştırdı. Bu süreçte kitaplarıma bölüm yazabilmek için doğru psikolojide değildim ve size de rezil bir bölüm vermek istemedim. Elimden gelen tek şey okumak oldu.
Bilirsiniz ki kafayı yemek üzere olduğunuz bir dönemde imdadınıza en önce kitaplar koşar. Elinizi kitaplar tutar ve o düştüğünüz boşluktan kitaplar çıkartır.
Bir süredir yazar değil, okurdum. Hâlâ da okur olmaya devam edeceğim, fakat elimden geldiğince kitaplarıma da yetişmeye çalışacağım. Tek temennim hayatımın bir an önce düzene oturması. Sizden tek isteğim ise anlayış ve motivasyon. Sizleri seviyorum ve çok özledim♥️
*Evimizde wifi yok ve benim de internet paketim bitmişti. Annemden araklayarak girip mesajlarınıza cevap veriyorum.
*Kitapta yer alan ve alacak olan tüm şarkıları bir playlist ile topladım. Kayıp Pusula'nın playlistine profilimdeki URL'den ulaşabilirsiniz.
URL direkt benim Spotify hesabıma açılıyor. Oradan sadece Kayıp Pusula değil, tüm kitaplarımın playlistlerine ulaşabilirsiniz ✨
*Ayrıca yeni bölüm kesit ve editlerimi paylaştığım Instagram ve tiktok hesaplarıma da beklerim ❤️
Kesitleri çoğunlukla tiktoktan paylaşıyorum
Eğer kitaplarımla ilgili tweetler paylaşırsanız da #kayıppusula etiketiyle paylaşabilirsiniz, hepsine bakacağım :)
Instagram: ane1_hikayeleri
Tiktok: ayenurerol11
***
Mem's Magic - Gönül
15. Bölüm
Bir kum saatinin kum tanesi gibiydim. Düşüyor, belki de yara alıyor, ama durmadan geri yükseliyor ve yeniden düşüyordum. Vücudum yara bere içinde kalsa da fark etmezdi; bu paradoks, hayatı hayat yapan en önemli şeydi.
Gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum. Sanki bi' ayırabilirsek ikimiz de rahat rahat uyuyacaktık ama olmuyordu. Ne uyuyorduk, ne de tek kelime ediyorduk.
Kahverengi gözleri içime içime vurgun yapıyordu. Aşk denen şeyin zamanla ve yavaşla olan bir şey olduğunu sanıyordum. Aniden bir ok gibi saplanacağını kimse bana söylememişti.
Kendi bedeninden hariç başka ve ağır bir koku daha vardı. Belli belirsiz kaşlarım çatıldı. "Kuzey?"
"Efendim?"
"Parfüm banyosu mu yaptın sen?" Dedim şaşkınlıkla.
Moda defilesine çıkar gibi uyumaya hazırlanan tek salak sen değilmişsin, Bade. Bu da iyi bir şey.
Kuzey bir an suratıma bakakaldı. "Abartmış mıyım? Ben ter kokuyorumdur diye şey yapmıştım." Dedi. "Rahatsız olmanı istemem."
Gülümsedim. "Ter kokman benim için problem değil." Dedim. Dudağımın kenarı imayla kıvrıldı. "Bazı anlarda hoşuma bile gidiyor hatta."
Kuzey'e kal geldi.
Kahkaha attığımda hâlâ donakalmış bana bakıyordu. Zorlukla nefes aldı ve gözlerini kırpıştırdı. "Şöyle şeyleri aniden yapmazsan sevinirim."
"Bi' bana mı bu kadar utangaçsın sen?" Dedim keyifle. Kendimi hiç olmadığım kadar rahat ve huzurlu hissediyordum.
"Ben de anlamadım." Dedi gülümsemeye çalışarak. "Senin yanında mal oğlu mal bi' herife dönüşüyorum." Yalnız değilsin.
Kuzey çok açık bir adamdı. Gizem yaratmıyor, direkt olduğu gibi döküyordu içini. Ve her seferinde de bir öncekinden daha samimi oluyordu. İçimde gram şüphe bırakmıyordu ve onun yanında daha da rahat olmamı sağlıyordu.
Daha bir buçuk ay öncesinde, Kuzey'le yeni tanıştığımızda birisi gelip bana bugünleri söylese ona asla inanmazdım.
Şimdi bile inanasım gelmiyordu. Sanki yine o haplardan vermişlerdi ve benim zihnim bulanıktı. Hayal görüyordum.
Birinin sadece benim yanımda bu denli hâle gelmesi imkânsızdı benim için. Travmalar, insanın kaderini şekillendiren en önemli etkendi. Ve benim travmalarım öyle kolay şeyler değildi.
Onca şeyin üstüne Kuzey gelmişti, çok güzel gelmişti.
"Teşekkür ederim." Dedim çekinerek. Çekincemin tek sebebi, içimi açıyor olmaktı. Benim için dünyanın en zor şeyiydi bu.
"Ne için?" Dedi.
"Cesaretin için." Dedim. "Benden gizlenmediğin için. Beni böyle..." Sevdiğin için.
Bunu dile getiremedim. Ama o anladı.
Gözlerindeki derinlik daha da büyüdü sanki. Elini uzatıp yanağıma dokunan saçımı omzumun gerisine doğru çekti. Okşama yumuşaklığındaki dokunuşunu tenimde hissediyordum, ve bu dokunuş o kadar şefkat doluydu ki, mayıştırıyordu. Gözlerimi kapatmak ve bir daha hiç açmamak istedim.
"Sana..." Dedi ve kısa bir sessizlik oldu. "Sarılabilir miyim?" Sarılmak için bana soruyordu.
Yutkundum. "Bunu gerçekten istiyor musun, yoksa zorunda mı hissediyorsun?" Dedim aklımdaki hastalıklı şüphelerden birisini ona sunarak.
İstiyorum, ya da istemiyorum demesini bekledim.
Ama o, "Sarılmazsam ölecekmişim gibi." Dedi. "Zorunda hissediyorum, ama kibarlık olsun diye değil bu zorundalık. Muhtaçmışım gibi."
Dudaklarım aralandı ama hiçbir kelime edemedim.
Ben değil belki, ama gözlerim konuştu.
Yatakta bana doğru yaklaştı ve kollarına çekti. Başımı göğsüne yaslarken kolumu beline sardım. Sıcaklığı beni anında sararken kalp atışları ve nefes alışları kulağımda yankılandı.
Kollarını sıkıca sardı bedenime.
Gözlerim kapandı.
Uyusak bile hiç ayrılmadık.
🧭
Kuzey...
Saat öğleden sonraya gelirken şirket ile ilgili işleri halletmiş, kulübe gelmiştim.
Islık çalarak içeri girdiğimde ileride konuşan Canan ve Arnaldo'yu gördüm. Sırıtıp onlara doğru ilerledim. "Baylar bayanlar! Hepinize kucak dolusu iyi günler ve sevgiler dilerim!"
İkisi de bana uçan ornitorenk görmüş gibi baktı.
"Ne?" Dedim onları garipseyerek. "Ne oldu?"
Arnaldo yanıma yaklaşıp elini alnıma koydu. "Ateşi yok."
Canan pür dikkat suratıma baktı. "Çarpılmış gibi de durmuyor." Dedi.
Göz devirerek Arnaldo'nun elini ittim. "Valla bugün keyfimi Gavat Tayfun da Şipşak Tevfik de bozamaz." Dedim kollarımı iki yana açarak. "Zaten siktiğimin Şipşak'ı geberdi herhalde sesi soluğu çıkmıyor."
Arnaldo dehşetle bana baktı. "Arınç Dili ve Edebiyatı konuşuyor lan bu!?"
Canan şaşkınlıkla bir bana, bir Arnaldo'ya baktı. "Gavat Tayfun kim? Şipşak Tevfik kim? Kim öldü? Ne Edebiyatı? Hiçbir şey anlamıyorum!" Pot kırdığımı fark ettiğimde içimden kendime sövdüm ama belli etmedim.
"Bir şey değil ya." Dedi Arnaldo her zamanki gibi götümü toplayarak. "Kuzey'in kavgalı olduğu birkaç tip. Tanımazsın."
Canan'ın bakışları bana döndü. "Cibilliyetine tükürdüğüm, lisede kuzu gibi ol, ben düzelince coşasın gelsin! Tek kelime etme bana, konuşmuyorum seninle." Bizi bırakıp, kırılarak açılmış ve siyah çelik merdiven koyulmuş zeminden alt kata indi.
Arnaldo şüpheyle surat ifademi izledi. "Hayırdır? Bade sana ilanı aşk mı yaptı?"
"He, Arnaldo. Böyle bir aşk görülmemiş dünyada. Diz falan çöktü önümde. Teklif ediyorum, benimle çay içer misin, dedi. Bir çay bana bir çay kendine, sohbet falan edecekmişiz." Göz devirdi. "Kenetlenmişsin kalbime, de dedi mi?"
"Evet. Hem de ilmek ilmek." Dediğimde güldü. "Şakayı bırak da ciddi ol bi'. Ne oldu? Niye kuğu gibi süzülüyorsun?"
Huzurlu bir nefes verdiğimde Arnaldo'nun kaşları havaya kalktı. "Anladım. Resmi olarak yenge olmuş."
Sırıtarak "Yok, daha resmi olmadı." Dediğimde "Yok anasının mutfak eldiveni!" Diye sesini yükseltti. "Evlen bir de istersen?"
"Hayır, demem."
"Salaksın çünkü."
"İstersen bir de Firdevs Yöreoğlu gibi konuşma yap? Aptal, özgürlüğünden vazgeçme falan filan."
"Yaparım. Aptalsın çünkü. Sen gerçekten evlenebileceğini düşünüyor musun? Kız seni bu halinle bile zor kabul etmişken yaptıklarını öğrense ne yapar sence, Kazıklı Voyvoda?" Yüzüm düşerken içime bir kuşku düştü.
Yaptığım şeyin vahşice olduğunu inkâr etmiyordum. Fakat günün birinde bundan çekineceğimi hiç düşünmemiştim.
Bade bunu öğrenirse benden korkar mıydı?
"Asma suratını hemen." Dedi elini omzuma atarak. "Amacım seni üzmek değil. Sadece fazla kapılmanı istemiyorum. Çünkü Bade'nin gidişi seni yerle bir eder. Anı yaşa, ama abartmadan yaşa istiyorum. Ve çok sevindim aranızın düzelmesine. En azından o olaydan sonra ilk defa mutlusun." Yine o kadından bahsediyordu.
Sabır dilercesine tavana baktım. "Kartal, eğer yanıma Alkım'dan başkasını yakıştıramıyorsan bunu söyle." Dedim sertçe. "Ne zaman Bade hakkında konuşsak araya sürekli Alkım'ı sokuyorsun. Onu terk eden ben değildim, asıl o aldatarak beni terk etti. Bade bunu yapmaz! Gider mi gider, ama başka birisi olmaz! Yeter artık karşılaştırıp durmaktan vazgeç. Benim aklıma bile gelmiyor ama senin dilinden düşmüyor maşallah!"
"Sadece merak ediyorum!" Dedi. "Ondan sonra yıllarca hayatında başka birisi olmadı. Aklının bir köşesinde hep var oldu. Bade'ye gerçekten aşık mısın, yoksa Alkım'ın yarasını mı kapatmaya çalışıyorsun? Bir anda karşına çıksa ne yapacaksın? Mal gibi kalacak mısın, yoksa umursamayacak mısın? Ya da öfke mi duyacaksın, kırgınlık mı? Hissizlik mi? Hiçbir şeyden emin değilken başkasına aşık olduğunu iddia edersen, o iddia kanıtlanana kadar ben şüphe ederim, kardeşim."
"Ne istiyorsun? Gidip Alkım'ı bulup ne hissediyorum diye kontrol mu edeyim? Ne saçmalıyorsun, amına koyayım ya!?"
"Sadece mantıklı düşünmeye çalışıyorum. Sen sevdiğinde kolay unutamazsın, Kuzey. Kardeşimsin ulan sen benim, kendimden iyi seni tanıyorum!"
"Konu yine Alkım mı?" Canan yanımıza dönmüştü. Ona baktım, "Kartal Bey'in dilinden düştüğü mü var?" Dedim kinayeyle.
"Eğer tarafsız bakacak olursam; ikiniz de haklısınız." Dedi. Sabır dileyerek arkama döndüm, sonra geri önüme döndüm. Ben derdimi anlatamıyor muydum acaba!?
"Alkım'a karşı hissiz değilsin, Kuzey. Nefret ediyorsun, çok öfkelisin. Bunlar da birer histir. Arnaldo kendisini doğru ifade edemediği için anlaşamıyorsunuz." Şaşkınlıkla Canan'a baktım. Cidden mi yani? O da mı?
"Onu istemiyor olman, ona karşı hissiz olduğunu göstermez. Sana, hâlâ ona aşık olduğunu söylemiyorum. Hatta Bade ve Alkım arasında kalsan Bade seçenek bile olmaz, ondan başkasını görmezsin. Anlatmak istediği; bir gün karşına çıkarsa kafanın karışıp karışmayacağından emin misin?" İşte bu daha net bir soruydu.
"Eminim." Dedim. "Neden karışsın kafam? Zaten tamamı Bade olmuş, neyine karışacak daha? Yine sinirlendim, amına koyayım ya!" Ben bu öfkemi nasıl yenecektim acaba? Öfke kontrolüm yoktu ve küfür ederek rahatlamaya çalışıyordum. Yine olmayınca bir yerleri yumrukluyordum.
"Tamam?" Dedi Canan oldu bitti der gibi. "Olay bundan ibaret. Sen eminim diyorsan bitmiştir. Uzatmayın artık."
Burun kemerimi sıkarak sakinleşmeye çalıştım. "Be amına koyayım, gidiyorum ben ya! Kartal buradaymış zaten, bana gerek yok. Zaten işim vardı yeni hatırladım."
"Ne işin var?" Dedi Kartal merakla.
"Çatlıyorsun, değil mi, sana aşık değilim diye? O yüzden götümde dönüp duruyorsun." Dediğimde Arnaldo gülerek göz devirdi. "Sorma, kuduruyorum şu an."
"Kudurma, sana aşık başkaları var, onları görsün gözün biraz." Canan donakaldı. "Hadi ben kaçıyorum." Dedim ve arkamda patlamaya hazır bomba bırakarak kulüpten ayrıldım.
Sessiz sakin bir yere ihtiyacım vardı. Hafta içi olduğu için piknik alanları genelde sakin olurdu. Hafta sonları dolup taşıyordu asıl.
Bildiğim ormanlık bir piknik alanına sürdüm aracı.
Yaklaşık iki saat sonra çok değişik bir görüntü oluştu.
Yemyeşil ormanın ortasında, çardakta, takım elbiseyle ve Macbookla çalışıyordum.
Takım elbiseyle.
Ormanda.
Piknik alanında.
Üzerimde dolanan gözleri umursamamaya çalıştım.
İstediği isimlerden bazılarını arşivimden araştırıp not aldım ve mail hâline getirip Asaf Pakgör'e gönderdim. Bu bilgiyle ne bok yiyorsa yiyebilirdi.
Geçen günlerde konuştuğum yazılımcıya yazdım ve son durumu sordum. Kurulmak üzere olan şirkete özel bir program oluşturup hazırlaması için bir yazılım mühendisiyle anlaşmıştım.
Tanıdığım birkaç mimara ve mühendise iş teklifi maili göndermiştim ve daha pek çok sistemi kafamda tasarlamıştım.
Plazanın iç düzeni için bir iç mimara ihtiyacım vardı ve bu iç mimarın bize ait bir iç mimar olmasını istiyordum. Canan'dan isteyemezdim, çünkü şu an ilgisi tamamen kulüp üzerindeydi.
Bir mesaj geldi.
Canan: Bu arada haberin olsun, plazanın iç inşaası bugün başladı :)
Arnaldo'yla aranızda ufak bir gerginlik çıktığı için söyleme fırsatı bulamadım.
Şaşkınlıkla ekrana bakakaldım.
Canan: Ve evet, Fahriye Hanım sayesinde giderler tamamen senin hesaptan karşılanacak.
Sona da öpücük emojisi koymuştu.
Neden kendi kendine işkence ediyordu ki? Zaten çok yoruluyordu, bir de bununla mı uğraşacaktı?
Kuzey: Canan.
İsmini yazdım sadece. Bu bir uyarıydı ve o da bunu anladı, hep anlardı.
Canan: Kuzey saçmalama istersen. İç mimarım ben, aynı anda beş şantiyeyle birden bile ilgilenebilirim. Hele ki sen bana yük değilsin.
Bir şey demedim. Dersem konunun uzayacağını biliyordum.
E-belge şeklinde hazırlanmış sözleşme avukat tarafından Fahriye Hanıma ve Canan'a gönderilmişti ve imzalanmış hâliyle bana da gönderilmişti. Ben de e-imza şeklinde imzalayıp avukata göndermiştim. Altında üç imza bulunan bu belgenin birkaç kopyası oluşturulup elimize ulaşacaktı.
Fahriye Hanım da boş durmuyordu, o da dört koldan sarılmıştı bu kurulum işine.
Her geçen gün temeli daha fazla atılıyordu.
Bu sabah çok erkenden kalkmış ve istemeye istemeye Bade'yi bırakıp evden çıkmıştım. Bu saate kadar da bahsettiğim çoğu işi halletmiştim.
Maillerime baktım.
Geri dönüş yapan birkaç kişi vardı.
Bazıları olumsuz, bazıları olumlu cevap vermişti. Olumlu cevap verenlerin hepsinden sağlam birer CV istedim. Çünkü elimizde bilgileri olmak zorundaydı. Buna göre ekipler oluşturulacaktı.
Huzurlu bir nefes daha verdim. Her şey çok güzel gidiyordu.
Uzun uzun bilgisayar başında oturmuş, tüm bu işlere yoğunlaşmıştım. Saatin dört buçuğa geldiğini gördüğümde aklımda şimşekler çaktı.
Yarın gece Bade'yi ilk dateimize çıkarabilirdim. Gerçek bir date.
Bu fikir beni gülümsetti.
Bugün de yapabilirdim ama yetişemezdik, saat geç olmuştu.
Toparlanıp bilgisayarımı çantasına koydum ve kalktım. Piknik alanının otoparkına park ettiğim arabama doğru ilerledim.
Evde Bade'yi görecek olmanın heyecanıyla olabildiğince hızlı şekilde sürdüm arabayı. Apartmanın önündeki boşluğa aracımı park edip indim ve anahtardaki uzaktan kumandayla arabayı kilitledim. Şifreyi girerek apartmana girdim ve kapıyı kapatıp asansöre ilerledim.
Asansör, evimizin olduğu kata doğru çıkarken ben de aynadan kendime çeki düzen vermeye çalışıyordum.
Asansörden inip dairemizin önüne geldim ve zile basıp beklemeye başladım. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. Bakış açıma ilk siyah topuklu ayakkabılar girdi, şaşkınlıkla donakalırken yavaş yavaş yukarı doğru çıktı. Saten kumaş, ince askılı, degaje yaka siyah bir elbise giymişti. Elbisenin boyu oldukça kısaydı ve bacaklarını olduğundan daha uzun göstermişti. Sarı saçlarına hacimli dalgalar vermiş, makyaj yapmıştı.
Bismillahirrahmanirrahim.
"Aman." Dedim dehşetle. "Nereye geldim ben?"
Ne yapacağını bilemez bir şekilde gülümsedi ve kenara çekilerek geçmemi işaret etti. Gözlerimi Bade'den ayırmadan içeri girdim ve arkamdan kapı kapandı. Bana doğru döndüğünde hâla onda olan şaşkın bakışlarımla karşılaştı.
"Fazla mı güzelsin?" Diye sordum şaşkınlıkla. Güldü ve gamzeleri ortaya çıktı. Lanet... Gamze zaafım vardı.
"Öyle bir şeyler hazırladım işte."
"O bir şeylerin arasında sen de varsın herhalde." Dedim hayranlıkla. Yanakları yine heyecandan kızardı.
Heyecandan olduğunu biliyordum. Çünkü Bade'nin pek de utangaç bir kız olmadığını uygulamalı görmüştüm.
Keşke tekrar görseydim.
Ama onu sadece seks için istediğimi düşünmüştü ve bu düşüncesi tamamen yok olana kadar ona dokunmak istemiyordum.
"Geçelim mi?" Diye sordu salonu göstererek. Tabii der gibi başımı eğip salona doğru ilerledim.
Beni karşılayan ilk şey, loş mum ışığıydı. Kalbimin hızlı hızlı çarpmaya başladığını hissettim ve yutkundum. Sonrasında salondaki yemek masasını gördüm.
Ben onu date'e çıkarmayı planlarken o benden hızlı davranmıştı. Sanırım Bade'nin en sevdiğim özelliği her anlamda hızlı oluşuydu.
Şaşkın bakışlarım yeniden Bade'ye çevrildi. Bugün ağzım kapanacak mıydı acaba?
"Dedim ki..." Dedi ve derin bir nefes verdi. "Bir yerden başlamak gerek. Seni kırarak bunu mahvettim ve ilk adımı benim atmam gerektiğini düşündüm."
"Seninkisi insan değil dinozor adımı." Dediğimde kahkaha attı. "Yarın da evlenme teklifi edersin herhalde."
"Yok artık o kadar da hızlı değil." Dedi gülerek.
"Bence sorun değil." Dediğimde saniyelik donakaldı. Ona göz kırptım.
Hep ben mi mavi ekran verecektim, amına koyayım?
"Masaya geçelim istersen?" Dedi apar topar konuyu değiştirerek.
Masaya geçmek ben de isterdim, ama hayaller hayatlar işte.
Onun sandalyesini çektiğimde oturdu ve başını çevirip gülümsedi. Gülümsemesine uzun uzun dalmak ve hiç uyanmamak istesem de el mahkum kendi yerime geçtim.
Yemeğimizi sessizce yerken gözlerim sık sık ona takılıyor ve ayrılmak istemiyordu. Bunu o da fark etmişti.
Yemek faslı bittiğinde beraber sofrayı topladık ve makineye dizdim. "Çok mutluyum." Dedim her an mutluluktan ağlayacak gibi duygusal bir sesle.
"Neden?" Dedi şarap bardaklarını raftan indirirken.
"Gebeş Arnaldo gibi yediğin içtiğin kabı bırakmıyorsun da ondan." Dediğimde güldü. "Tam tersine benim mutlu olmam gerekmez mi?" Dediğinde güldüm.
"Sen beni dağ ayısı hemcinslerimle mi karıştırıyorsun? Titiz insanım, çorap atmayı bardak bırakmayı hiç sevmem. Yerde çöp görsem değil bırakmak, atanın götüne bile sokabilirim, acayip sinir oluyorum. Her an beni başımda yazma, elimde elektrik süpürgesiyle homurdanarak ev süpürürken bulabilirsin. Ayıptır söylemesi, fantezimdir, hoşuma gidiyor. Gardrobumda tülbent bulursan sen beni aldatıyor musun diye evi yıkma yani. Sabırsızlığım ve öfkem karım dışındaki herkese. Geçimsiz birisi zaten değilim. Anlayacağın, seni en fazla zorlayacağım yer yatak."
Yok, olmadı. Direkt evimin kadını çocuklarımın anası sen olacaksın, de olsun bitsin.
Bade de iç sesimle aynı fikirde olacak ki işini bırakmış şokla bana bakıyordu. Gülmeye çalıştım ama yapamadım.
Utandın mı sen?
Belki.
"Senin evlilik insanı olabileceğini hiç düşünmemiştim." Dedi Bade hâlâ aynı şokla. "Çok hovarda bir tipsin. Açıkçası evliliğe tamamen karşı olduğunu düşünüyordum."
"Öyleyim zaten." Dedim. "Konu sevdiğim kadın değilse tabi." Diyerek ekledim.
Bade yine donakaldı.
Sırıttım. Zevkliymiş bu durum aslında. Bade'nin niye sürekli bana ERROR verdirdiğini şimdi daha iyi anlıyordum.
"Tülbent mi?" Dedi yeniden konuyu apar topar değiştirerek. "Sen ciddi misin?"
"Vallahi ciddiyim." Dedim gülmeye devam ederek. "Renk renk hem de. Kravat çekmecemde, kravatlarımla beraber özenle sergiliyorum. Ütüsü bozulmasın diye özellikle dikkatli koyuyorum hatta."
Bade bir anda kahkaha attı. Hatta öyle böyle değil, gülmekten gözleri işiyordu.
Bozulmadım, kırılmadım, kızmadım. Tezgaha yaslanıp uzun uzun gülüşünü izledim hep istediğim gibi.
"Kuzey! Seni asla hayal edemiyorum. Görmeden inanmam, dur bakacağım." Dedi ve mutfaktan çıktı. Gülerek peşinden gittim ve yatak odama girdik. Kravat çekmecemi açtığı gibi yeniden kahkaha attı.
Ne? Renk skalasına göre kravat ve tülbent dizmek tuhaf bir şey değildi bence.
Gerçi burada tuhaf olan tek şey, tülbentlerin bana ait olmasıydı.
"Sen gerçekten ciddisin!" Dedi hayretle. "İnanmıyorum, ilk defa böyle bir şey duydum."
Açıkçası ilklerinden en azından birine sahip olmak bile güzel bir histi. Hatta çok güzel bir histi. Arkamdaki konsola yaslanıp iç çekerek onu izledim.
Galiba biraz fazla sesli çekmiştim, çünkü dönüp bana baktı. Bakışlarımda gerçek hayranlığı görmüş olacak ki bir an ne yapacağını bilememişti. Sonrasında bana doğru yaklaştı.
Ve şu sıçtığımın kalbi yeniden çarpmaya başladı. Sanki onun yanında sustuğu varmış gibi.
Ellerini iki yanımdan konsola yasladığında onunla konsol arasında kalmıştım.
Siktir.
Hafifçe yayvan durup boyumu biraz daha kısalttım.
"Şu an ne yapmak istiyorum, biliyor musun?" Diye sordum gözlerim yüzünde gezinirken.
"Öpmek mi?" Diye sordu çekinmeden. Bu hâlleri aşırı hoşuma gidiyordu. Elimde olmadan gülümsedim. Sessizce başımı salladım. Konsoldaki eli köprücük kemiğimin hizasına çıktı. Arada kıyafetlerim olsa bile dokunuşunu sanki çıplak tenimdeymiş gibi hissetmiştim. Gözlerimi yumdum ve sıklaşan nefeslerimi sakinleştirmeye çalıştım.
Yaklaşan nefesini hissettim, sıcak nefesi dudaklarıma vuruyordu. O öpecekti beni. Dudaklarının dokunuşunu hissettim.
Sonra cebim titremeye başladı.
"Hay amına koyayım o arayan sünepenin sıçtığını." Diye homurdandım öfkeyle. Bade geri çekilmişti.
"Kim lan o gecemi mahveden siktiğim?" Diyerek telefonumu çıkardım cebimden. Arınç arıyordu. Arınç, bu sıralar aşırı sessizdi. Seher'le ilgili önemli bir şey olmadıkça konuşmuyordu.
Pekâlâ, bu seferlik ettiğim küfrü geri alabilirdim.
"Efendim?" Dedim telefonu açıp.
"Kuzey biliyorum geç oldu ve ziyaret saati de geçti. Ama gelmeniz lazım." Kaşlarım çatıldı. "Ne oluyor?"
"Ablam uyandı. Seni sordu ilk, seni görmek istiyor. Neden bilmiyorum." Bu gerçekten önemliydi. Beni de kardeşi yerine koyarak severdi ama nedense çağırma sebebinin Gavat Tayfun olduğunu düşünüyordum.
"Saati sorun etme, halledilir. Geliyorum ben."
"Kuzey."
"Efendim?" Dedim telefonu kapatmadan.
"Bade'yi de istiyor. Mavi gözlü kız diye bahsetti. O da gelsin." Bakışlarım Bade'ye kaydı, merakla yüz ifademi izliyordu. "Tamam geliyoruz." Dediğimde endişelenmişti. Telefonu kapattım. "Ne olmuş? Seher mi ağırlaşmış?"
"Yok hayır." Dedim telefonu cebime koyarken. "Şükür ki uyanmış. Bizi görmek istemiş." Bade şaşırdı. "Bizi mi? Bu saatte? Hem... Beni tanımıyor ki?" Evet öyleydi, ama şu durumda asıl önemli olan, Seher'in kendine gelmesi ve iyi olmasıydı.
"Gidince öğreniriz. Üstünü değiştirmek ister misin, yoksa böyle mi geleceksin?" Diye sordum. Aslında böyle gelse daha iyi olurdu, vakit kaybetmezdik. Ama rahatsız olacaksa bekleyebilirdim.
Bade bir an üstüne bakıp durum değerlendirmesi yaptı. "Yo, sorun değil. Gidelim. Bekle ceket alayım." Dedi ve koşar adım odasına gitti. Ben de salona geçip mumları üfleyerek söndürdüm. Geldiğimizde bu sefer de evimizin yanışını izlemek istemiyordum.
Bade pudra pembesi, kuşaklı uzun ceket ve siyah, zincir askılı çantayla geri döndü. Siyah ve pembeyi birbirine uydurmuştu ve hiç de kötü durmuyordu. "Hadi gidelim." Diyerek benden önce evden çıktığında benden daha fazla olan bu hevesiyle bir an dumur oldum. Sonrasında hoşuma gittiği için gülerek arkasından çıktım.
Ekim'in sonlarındaydık ve akşam ayazı İstanbul'u estiriyordu. Bade, binadan çıktığı gibi donakalıp "Oha!" Dedi. Hızlıca ceketini giydi ve kuşağını sıkıca bağladı. Pembe, beyaz teni ve sarı saçlarıyla ona çok yakışıyordu.
Sanırım ona yakışmayan renk yoktu. Bok sarısı giyse o bile güzel dururdu.
Yolculuk boyunca Bade birbiri ardına soru sorsa da benim verdiğim tek cevap vardı: Bilmiyorum.
En sonunda Bade "Sen de hiçbir şey bilmiyorsun!" Diyerek atarlandığında bu haline yine gülmüştüm.
Bu kızın yanında ağzım hiç kapanmıyordu.
Hastaneye yaklaşırken araba ekranından rehberime girdim ve birkaç bağlantımı aradım. Kısa sürede işim çözüldüğünde telefonu kapattım.
Hastane otoparkına arabayı park edip indiğimizde Bade'ye koluma girmesini teklif ettim. Daha rahat yürürdü.
Koluma girdiğinde teletabiler gibi beraber hastaneye girdik.
Gözlerim sık sık Bade'ye kayıyordu. Bu kız niye bu kadar güzeldi ki? Hastanedeki o bitik ve bakımsız haliyle bile çok güzeldi, şimdi ise ateş etmeyi geçtim, beni diri diri yakıyordu. Onu izlerken tökezlemekten korkuyordum.
"Resmen sevişebilirdik..." Diye homurdandım kısık bir tonda. Bade gözlerini büyüterek uyarırcasına baktı bana. "Kuzey, Seher için buradayız!"
"Biliyorum. O yüzden ortalığın amına koymuyorum, ve o yüzden bu kadar sakinim." Ha bir de senin için.
Bade bir an durgunlaştı. Durduğunda iki kat arasındaki merdivenlerdeydik. Neden asansörle çıkmadığımızı biz de bilmiyorduk.
"Çıkmadan önce bir şey soracağım. Bunu hemen şimdi sormazsam büyük ihtimalle bir daha soramayacağım, çünkü kendimi aptal gibi hissedeceğim." Dedi bir anlık gelmiş gibi bir cesaretle. Merakla kaşlarım çatıldı. "Ne oldu, bebeğim?"
Bebeğim dediğim an bakışları gözlerimde donakalmıştı.
Yine sırıttım.
Harbi harbi harbi ama harbi zevkliymiş bu durum!
"En son ne zaman biriyle seviştin, Kuzey?"
Sırıtan yüzüm dondu ve bu sefer mavi ekran veren ben oldum. Şaşkınlıkla "Ha?" Dedim kabaca.
Sanırım onu anlıyordum. Onunla olduktan sonra başka biriyle de olup olmadığımı merak ediyordu. Direkt sormak yerine bu şekilde soruyordu.
Sanki artık ondan başkasını arzulamam mümkünmüş gibi!
"Tam tarih verirdim ama o kadar kendimden geçmiştim ki hatırlamıyorum." Dedim onunla oynamaya karar vererek. Bade'nin kaşları çatıldı. "Pardon?"
"He valla." Dedim keyifle gülerek. "Sarışın, mavi gözlü, beyaz tenli..." İçim gitmiş gibi duraksadım anlık. "Görmen lazımdı, bu kadın değil tanrıça derdin. Her iddiasına girerim." Bade'nin rengi biraz daha attı ve sonrasında kızarmaya başladı. Bu bakışları biliyordum, Canan'la beni gördüğünde de böyle bakmıştı.
Kıskanıyordu.
Salak salak sırıtışım elimde olmadan genişledi.
"Ha o kadar iyiydi yani?" Dedi öfkesini sesine yansıtarak.
"İyi mi?" Dedim hayretle. "İyi de laf mı? Bir arzuluydu, dedim heralde o beni si-" Bade bir anda çileden çıkmış gibi "Kuzey!" Diye bağırdı ve sesimiz yankılandı. Elim anında ağzını kapattı ve gözlerim dehşetle büyüdü. "Kız sus, hastaneyi başımıza toplayacaksın!"
"O hastaneyi senin götüne sokar orada patlatırım, Kuzey!" Dedi ama sesi elimden dolayı boğuk geliyordu. Bakışları öfkeden ve kıskançlıktan alev alevdi.
"Hay maşallah." Dedim gururla. "Dişi Kuzey? Merhabalar efendim, tanıştığımıza çok memnun oldum. Ben de Erkek Kuzey. İstersen arka odaya geçebi-"
"Kuzey!" Diye bağırdı ama sesi, elimden dolayı yüksek çıkamadı.
Onu kızdırmaya bayılıyordum!
"Mal kadın!" Dedim ona kızar gibi yaparak. "Çalıştır saksıyı." Bade duraksadı ve kısa bir süre düşündü. Kendisinin sarışın ve mavi gözlü olduğunu hatırlamış olmalıydı. Bir de heralde o geceyi gözünün önünden geçirmişti. Beni iterek kurtuldu ve suratıma sağlam bir yumruk geçirdi.
"Hay anasının nevresi-" diyordum ki acıdan ağzım uyuştuğu için susmak zorunda kaldım. Gözlerim büyüdü ve ağzımı garip hareketler yaparak hareket ettirmeye çalıştım. Sanırım sol yanağım felç olmuştu.
"Ağzına sıçayım, Kuzey! İnsana böyle şaka yapılır mı!? Ben sana böyle anlatsam kıskançlıktan düz duvara tırmanırsın Spiderman gibi ama!?"
"İstersen sen de bana tırmanabilirsin, direk gibiyim zaten." Dedim ama sesli harfler o ve ö harfleriyle yer değiştirerek çıkmıştı. Ağzımı hissetmiyordum! O nasıl yumruktu öyle? Gizli boksör falan mıydı bu kız?
Hı evet hatta yıkıntı binaların içinde gizli ringe çıkıp sumo güreşçileri kılıklı dallamaların içinden geçiyor. Wattpad hikayesi çünkü bu.
"Ben sana şimdi bir tırmanırım-" diyordu ki taze kemik gören yavuz köpek gibi parlayan gözlerimi görüp durdu. "Pes!" Derken ellerini iki yanına vurdu.
"Gidelim artık, yoksa katil olacağım." Diyerek önden önden çıktı kalan merdivenleri. Arkasında kalarak kalçasını izlemeyi tercih ettim.
Hiç yok demişti ama yanılıyordu. Kalçasız kadın görmemişti bence. Maşallah, bunlara yok denir miydi hiç? Allah çarpardı.
Bu kadın potansiyel bir Kazıklı Voyvoda bak, Kuzey. Bence evlen sen bununla.
Sanırım ilk defa aynı fikirdeyiz.
Nöbetçi sekreterden aldığım kartla buzlu, şifreli kapıyı geçtik. Seher'in oda numarasını Arınç mesaj atmıştı. Sütlü kahve rengi büyük kapının önünde durduk ve kapıyı çaldım. Bade çok gergin görünüyordu, ayrıca üstünde hâlâ öfkesi de vardı.
Kapı açıldığında Arınç girdi göz hizamıza. Saçları doğal halindeydi. Kıvırcıkla dalgalı arasında. Ayrıca uzamışlardı. Arınç haftalardır burada, ablasının başındaydı. Bu yüzden bu hâli beni şaşırtmamış, sadece üzmüştü. Çünkü ne kadar harap hâlde olduğunu görebiliyorduk.
Kısık ve yorgun sesle "Hoş geldiniz." Derken çekildi ve geçmemiz için yol verdi. Arınç'ın omzuna destek verircesine vurarak içeri geçerken Bade geride kalıp Arınç'la konuşmayı tercih etmişti.
Bakış açımda LCD ekran televizyon ve deri refakatçi koltuğu vardı. Televizyonun altındaki duvarla bitişik beyaz masada kettle, bardak, kahve ve çanta duruyordu. Hemen yerde de beş litrelik su şişesi vardı.
İlerledikçe bakış açıma yatak girdi. Ve sonra da Seher'i gördüm. İlk bulduğumuz hâlinden daha iyi ama daha yorgundu. Görünen yaraları geçmeye yüz tutmuştu, yalnızca ameliyat yaraları duruyor olmalıydı. Bal köpüğü düz uzun saçları daha temiz görünüyordu, ama kahverengi gözleri hâlâ ölü bakıyordu. Buğday teni olduğundan daha beyazdı, kanı çekilmiş gibiydi sanki. Düşen değerlerinden ve atlattığı ameliyatlardan sonra bu görüntü de her ne kadar acıtsa da normal geliyordu.
Karanlık gökyüzündeki bakışları beni bulduğunda bir an ilk defa karşılaşıyormuşuz gibi afalladım. Sanki birbirimizi tanımıyorduk ve yeni tanışacaktık. Üstümde bir yabancının çekingenliği vardı.
Ağır adımlarla yanına ilerledim ve yanındaki sandalye tip koltuğa oturdum. Elini tutup yanında olduğumu hissetmesini istedim ama korkmasından korkuyordum. Bu yüzden hiç dokunmadım.
"İyisin iyi." Dedim gülmeye çalışarak. Benim esprili hallerimi en çok seven kişi Seher'di. Hep de kahkahalarla gülerdi. Ama bu sefer gülemedi, sadece baktı.
Bade'yle Arınç yanımıza döndü. Seher'in gözleri Bade'ye kaydı. Dudağının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. Gülmek mi istedi, yoksa ağlamak mı istedi, anlaşılmıyordu. Ama Bade anlamıştı sanırım. Aralarında oluşan tuhaf bağı hepimiz görebiliyorduk. Belki de hemcins oldukları içindi.
"Abla?" Dedi Arınç ilgiyle. "Su ister misin?" Seher'in dudakları aralandı, "İsterim." Sesini sonunda duymuştuk. Ama o kadar hissizdi ki, duymasak daha mı iyiydi diye düşünüyordum.
Onun bu halini gördükçe üzülüyor, kızıyor, daha da nefret yükleniyordum. O herifi kazığa bir defa değil, birden fazla defa oturtacaktım. Götü çıkana kadar, iç organları çıkana kadar, ölmek isteyip ölemeyinceye kadar.
Bade, Arınç'tan önce davranarak bardağa su doldurdu ve Seher'e uzattı. Seher'in titreyen elleri bardağı tutmakta zorlanınca, Bade bardağı bırakmadan içmesine yardım etti. "Teşekkür ederim." Dediğinde Bade anaç bir gülümsemeyle baktı ona. "Hiç önemli değil."
Bade bardağı yerine koyarken Seher onu izliyordu. "Sen..." Dedi. Sesi kısık çıkıyordu. "Kuzey'in kız arkadaşı mısın?" Bade'nin bakışları bana döndüğünde gülümsedim. Bundan cesaret alarak "Sayılır." Dedi. Gülümsemem genişledi ve oynadığım ellerime baktım.
"Tahmin etmiştim." Dedi Seher. "Sana çok güzel bakıyordu." Bade bir şey diyemedi, ben de öyle.
Seher'in kendisiyle ilgili bir şey diyecektim ki aniden tekrar konuştu ve konuşmama izin vermedi. "Uzun bir süredir hayatında ciddi birisi olmamıştı." Dedi. Bilerek konunun kendisine gelmesinden kaçıyordu. Konuşmak istemiyordu. Zaten yeni uyanmıştı, başka şeylerden bahsetmek varken yüzüne vurur gibi o günleri konuşmamız düşüncesizlik olurdu.
"Öyle mi?" Dedi Bade imayla. "Ciddi olmayanlar oldu yani?" Dedi biliyor olmasına rağmen. Biliyordu zaten, sadece bana ima yapıyordu. Sakinleşmiş kıskançlık öfkesi yeniden aklına gelmiş gibiydi. Ona kocaman sırıttım ama yemedi.
Tabi yemez, kız cin gibi.
"Olmaz mı?" Dedi Arınç göz ucuyla bana bakarak. "Her gece ayrı bir güzel. Hale'ler, Jale'ler, Ebru'lar, Aslı'lar, Ayşe'ler, Gül'ler, Esra'lar, Nazlı'lar, Zeynep'ler, Fatma'lar, Fulya'lar..." Dedi elini havada sallayarak.
Göz ucuyla Seher'e bakarak varlığını kendime hatırlattım ve küfür etmemek için kendimi telkin ettim. Ama bu demek değildi ki dizimi sallayarak sövmeyeceğim? Oturduğum yerde dizim kendiliğinden sallanmaya başlamıştı bile.
"Çanağına gül koyduğumun Arınç'ı." Dedim yapay bir şirinlikle sırıtarak. "Neden yalan atıyorsun, canım kardeşim? Sen ölmeyi bayılmak mı zannettin, canım kardeşim? Her gece falan da değildi, canım kardeşim." Ciddileştim. "Üstelik saydığın kadın isimlerinin yarısı benim kelime dağarcığımda yoktur a-" durdum ve Seher'e baktım. Az kalsın küfür ediyordum, amına koyayım.
Seher'in yüzünde hiçbir ifade değişmese de birkaç dakika önceye oranla daha iyi hissettiğini anlayabiliyorduk. Bu yüzden devam etmekten çekinmedik. Onun iyi olması şu an en önemli şeydi.
"Ne?" Dedi Bade yapay bir şaşkınlıkla Arınç'a bakarak. "Bana böyle söylenmedi?"
"Bana vağr dendiğ." Dedi Arınç bir anda Kerimcan Durmaz taklidi yaparak. İşin kötü yanı, tıpatıp aynısını yapıyordu. Ses tonundan jestlerine kadar. Gözlerimi kapatsanız ve Arınç bu sesi çıkarsa Kerimcan Durmaz geldi zannederdim.
"Bana var dedileer." Dedi Bade de devamını getirerek. Sonra ikisi aynı anda güldüler. Bunların kafası nasıl çalışıyordu, anlayabilmiş değildim.
"Canım yengem ya! Aynı ben." Dedi Arınç kocaman gülerek. Ablası bulunduğundan bu yana ilk defa gülüyordu.
"Yenge deme bana." Dedi Bade yüzünü buruşturarak. "Kollarımdaki olmayan burmalarımı şıngırtarak 'söyle yengeeem' diyesim geliyor."
"Sen yakında kuzum inan hiç beklemediğin bir anda oluyor da dersin." Dedi Arınç.
"Harbi öyle oldu ama." Dedi Bade gözlerini kocaman açarak. "Kim deli hastanesinde tedavi görürken şöyle bir ta-" Kaşlarım havaya kalktı. Bade bir an afallayıp U dönüşü yaptı. "Yani şöyle bir adamla tanışır ki?"
Arınç gevşek gevşek sırıttı. "Çekinme çekinme. Taş gibi, de. Kaya gibi, de. Anası doğurmamış sıçmış, de. Bu nasıl bir insan evladı, de. Zeus mübarek, de. Allah Kadir gecesi yaratıp kenarda bekletmiş, de. Şu sıfata bak nur inmiş mübarek, de. Orucumu açarken içtiğim ilk su gibi resmen, de. Çekinme yani, yenge. Yengemizsin sen, bizden mi utanacaksın?"
Arınç saydıkça elimde olmadan yerimde dikleşip gerinmiştim. Yani, Allah vardı, doğru söylüyordu. Benim gibisini bok bulurdu.
Sen de öyle.
Ben onun gibisini aramazdım.
Seher'i biraz olsun iyi hissettirmek için uzun uzun sohbet etmiş, atışmış, arada tartışmıştık. Hatta bir ara ben Arınç'ı dövecektim ama Bade araya girmişti. Seher, uzun zaman sonra ilk defa ait olduğu ortamda olduğu için gerilmemiş, aksine daha mutlu olmuştu. Ne kadar mutlu olabilirdi, orası meçhuldü. Ama bildiğim bir şey vardı ki; bu gece bizimleyken o pezevenkten gerçekten de kurtulduğunu iliklerine kadar hissetmişti.
Bade sıcakladığı için ceketini çıkardığı sırada elbisesini gören Arınç'ın gözleri dehşetle büyümüş, imayla bana bakmıştı. Ona 'ne var, sikik?' bakışı attığımda "Böldüysek kusura bakma be kanka." Demişti. Utanmasa ima sıçacaktı. Gözlerimi kıstığımda anında yusuf yusuf olarak ciddileşmişti. Yalandan boğazını temizlemiş, ablasına dönmüştü.
Fakat hepimizi şaşırtan Bade olmuştu.
"Bölme sebebin Seher olduğu için önemli değil." Tek kaşını tehditkar bir şekilde kaldırdı, "Ama Seher olmasaydı, inan önemli olurdu."
Bir sessizlik.
Seher hafifçe gülümsedi ve imayla bana baktı. Bu bakışı biliyordum. Tam kendine göre bir kadınla birliktesin.
Sırıttım. Yine.
Saat gece yarısıyken hastaneden ayrılmıştık. Seher'in benimle konuşmak istediği şey farklıydı, biliyordum. Ama vazgeçmişti. Belki de vazgeçmesi kendisi için daha iyiydi. Çünkü bu gece gerçekten güzel geçmişti. Hepimizin keyfi yerine gelmişti.
İstanbul'un boş sokaklarında aracı sürerken sokak lambalarının sarı ışıkları yüzlerimize vuruyordu. Bade uyuyakalmıştı. Arabayı park ettikten sonra Bade'yi kucağıma aldım ve eve çıkardım. Kendi odasında mı yoksa benim odamda mı uyumayı tercih ederdi bilmiyordum.
Odama götürüp yatağa yatırdım. Topuklu ayakkabılarını yavaşça çıkarıp kenara koydum. Bu dar elbiseyle rahat uyuyabileceğini sanmıyordum. Üstünü değiştirmemden rahatsız olur muydu bilmiyordum ama bu şekilde yatmasına içim rahat etmezdi.
Dolabından rahat bir şeyler alıp geri geldim. Elbisesinin fermuarını açıp askısını omzundan düşürdüm. Uyanır gibi oldu, hatta üstünü değiştirdiğimi de fark etti ama hiçbir şey demeden yeniden uykuya daldı. Demek ki rahatsız olmuyordu. Rahatlayarak rahat rahat üstünü çıkardım ve pijamalarını giydirdim. Çıplak tenine olabildiğince bakmamaya çalışmıştım. Mesele daha önce görüp görmemek değil, saygıydı. Onun izni olmadan bakamazdım, tacize girerdi bu.
Yorganı üstüne örtüp, elbisesini özenle katladım ve komodinin üstüne koydum. Bade'nin makyaj masasında bulduğum temizleme suyunu büyük pamuğa döküp yavaşça makyajını temizledim. Sabah panda gibi uyanırsa kendine bir ton sövecekti çünkü.
Ben de üstümü değiştirip yanına uzandım. Güzel yüzünü izlerken uykuya daldım.
🧭
Bade...
Gözlerimi açtığımda karşımda kalan pencereden güneş ışığı vuruyordu. Kuzey'in odasında olduğumu ve hatta şu an ona sarılıyor olduğumu anlamak çok sürmedi.
Arabadayken üstüme ağırlık çökmüştü, uykuya karşı koyamamıştım. Sonrasında Kuzey'in beni eve taşıdığını ve üstümü değiştirdiğini hissetmiştim. Bilerek karşı koymamıştım, ondan istesem de rahatsız olamazdım.
Kuzey'in kollarından ayrılıp kenardaki ayakkabılarımı ve komodindeki elbisemi alıp odama geçtim. Ayakkabıyı kutusuna ve sonra da gardropa koydum. Elbiseyle beraber banyoya geçtim. Pandaya döndüğüme emindim, kirpiklere elveda, pürüzsüz cilde veda dememek için acilen temizlemem ve bakım yapmam gerekiyordu.
Korkarak aynaya baktığımda temiz yüzümü görmemle şaşkınlıkla kalakaldım. Şaşkınlıkla "Kuzey..." Diye mırıldandım.
Karnımda beliren tarifsiz his, zorlukla yutkunmama neden oldu. Elimi oraya koyup gözlerimi kapattım ve derin derin nefesler alıp vermeye çalıştım.
Bu adam kalbimi durduracak hareketler yapmaktan acilen vazgeçmeliydi.
Onu ilk tanıdığımda tehlikeli bir mafya sanıyordum. Nereden bilebilirdim ki içinde böyle bir adamın yattığını? Aklıma gelecek bir şey değildi.
Kendimi şanslı hissediyordum. Onca şanssızlığın ardından.
Elbiseyi kirli sepetine atıp sabah rutinimi gerçekleştirdim ve odama geri döndüm. Yıkadığım ve kuruladığım yüzüme nemlendirici sürüp direkt dolaba yöneldim.
Siyah tayt, siyah sporcu sütyeni ve turuncu asimetrik yaka kazak giydim. Ev terliklerimi giyindim, saçlarımı tarayıp ev topuzu şeklinde topladım.
Mutfağa geçip dolabı açtım ve durup düşündüm, acaba kahvaltıya ne yapsaydım?
Yumurta haşlamaya karar vererek birkaç tane yumurta aldım. Haşlanmak üzere ocaktaki suya bırakıp çay koydum. Bu süreçte kahvaltılıkları mutfaktaki masaya yerleştirdim ve bitmiş olanları da yeniledim.
Domates, salatalık ve biber doğrarken ılık bir nefes hissettim. İrkilirken korkuyla iç çektim ve refleks olarak arkamdaki kişiye elimdeki bıçağı doğrulttum.
Kuzey'di.
Dehşetle "Amaan!" Diye bağırarak geri sıçradı. "Kırk yılın başı romantik romantik arkadan sarılayım dedim ciğerimden dalağımdan oluyordum, amına koyayım."
"Kuzey ne yapıyorsun?" Dedim elim yüreğime giderken. "Korkuttun beni!"
Kaşları havaya kalktı. "Güzelim sadece sarılacaktım, ne bu şiddet bu celal?" Biraz daha rahatladığımı hissederek elimi indirdim. "Tamam sarıl da, neden sinsi sinsi yaklaşıyorsun? Ya taksaydım bıçağı bir yerlerine?" Bir an donakaldı ve gözleri kocaman oldu. Aklından ne tür sahneler geçtiğini merak etmiyordum, çünkü tahmin edebiliyordum. "Tövbe estağfurullah."
Güldüm ve önüme döndüm. Kuzey kolumdan tutup tekrar kendine döndürdüğünde beklentiyle ona baktım. "Gülerken bana bak." Dedi. En büyük isteklerinden birisi buymuş gibi söylemişti.
"Neden?" Dedim garipseyerek.
"Öyle işte." Dedi.
Gitmemi istemediğini söylerken de aynı bu şekilde demişti.
Gitme demişti. Nedenini sormuştum ve öyle işte demişti.
Bu adam fazla mı tatlıydı, yoksa benim hislerimin boyutu mu artıyordu?
Jetonum düştüğünde "Haa." Diyerek başımı kaldırdım. Keyiflenmiştim. "Şu, Arnaldo'nun dediği durum mu? Gamzelere zaafın varmış ya hani? Gamzeli birini güldürüp sonra da salak salak izliyormuşsun." Bir anda kaşları çatıldı. İçinden Arnaldo'ya küfür ettiğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.
"Artık değil." Dedi.
"Ne değil?"
"Gamzeler, zaafım değil. Seninkiler zaafım."
Bir an dizlerim titredi ve çaktırmadan tezgaha yaslandım. "Kuzey şunu aniden yapma gözünü seveyim." Dediğimde kahkaha atarak beni kendine çekti ve sarıldı. Göğsüne başımı yasladım ve içime dolan huzurla gözlerimi kapattım.
Bu sefer platonik değildi. Ve bu çok tarifsiz bir histi.
"Yazbade." Dedi.
"Efendim?"
"Biz şimdi neyiz?" Kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Genelde bunu kızlar sormuyor muydu?
Ondan ayrılıp askerlik arkadaşı gibi omzuna vurdum. "Elhamdülillah müslümanız, koçum." Önce bana, sonra omzundaki elime uçan pirana görmüş gibi baktı.
Dayanamayıp gerçek bir kahkaha attığımda göz devirdi. "Kuzey gözünü seveyim o nasıl bir soru?"
"Ne bileyim sen öyle şey edince." Dedi afallamış bir şekilde. Bu herif ne yaparsa yapsın içim gidiyordu ve hoş değildi.
"Ne olmamızı istersin?" Dedim göz kırparak. Bana uzun uzun baktı ve omuz silkti. "Her şey."
"Her şeyden kastın ne?"
"Eş, dost, akraba, sevgili, kanka, fuck bod-" karnına vurup susturdum. "Tamam sus!"
Bu sefer gülen o oldu ve göz devirip doğrama işlerime geri döndüm. "Boş durma da çayla yumurtaya bak." Dedim huysuzca.
"Emredersiniz, matmazel." Ensemden öptüğünde irkilerek boynumu içine çektim ve şaşkınlıkla Kuzey'e baktım. O ise beni takmadan ocağa yönelmişti. Yavaşlamayı bilmeyen kalbimin hızı canımı yakmaya başlamıştı, birkaç kez derin nefes alıp verdim.
Beraber sofrayı kurduğumuzda çayları koydum ve yerime geçtim. "Bugün için planın var mı?" Diye sordu merakla.
Aslında vardı. Yeni bir iş bulmam gerekiyordu. Hatta sanırım Belinay'dan yardım isteyecektim. Bildiğim kadarıyla kendisi büyük bir restoranda garsondu. Çalışan açığı olup olmadığını öğrenip bana söylerse çok sevinirdim.
Aramızda yaş farkı vardı ama bunu hiç göstermiyordu. O kadar deli dolu ve fevriydi ki, sanki yirmilerinin başındaydı. Ben de böyle olabilmek isterdim açıkçası.
"Gezineceğim biraz." Dedim. İş arayacağımı söylediğimde yine gerek yok konuşmalarına başlayacağına emindim. Onu da anlıyordum, kendimi yük gibi hissettiğimi zannettiği için içi hiç rahat etmiyordu. Ama öyle değildi. Ben sadece kendi paramı kazanmak ve harcamak istiyordum. Yük olduğumu ya da onu zor durumda bıraktığımı düşünmüyordum. Tabi öyle olsaydı da yine iş bakardım. Gocunmazdım.
"Ben bugün plazaya gideceğim." Dedi. "İç inşaası dün başlamış. Belki bana eşlik etmek istersin diye düşündüm. Belki fikir verirsin."
"Kuzey, orada deneyimli ve alanının en iyisi iç mimarlar olduğuna eminim. Ben mimar bile değilim, neden benim fikrime göre koca plazayı değiştirsinler? Doğrusunu onlar daha iyi bilir."
"Senin hayallerin ve fikirlerin benim için kıymetli." Dedi. "Mimarlık, hayallerin gerçeğe yansımasıdır. Bana anlat, gerçek yapayım." Çatalını bıraktı. "Ayrıca kendini küçümsemeyi veyahut diğer insanları yüceltmeyi bırak. İç mimar, bizim istediğimiz dekoru, olabilecek en uygun şekilde gerçekleştiren insandır. Ben de öyleyim. Fikirler ve hayaller makama, eğitime, diplomaya bakmaz. Okuma yazma bilmeyen bir insanın hayalleri, en iyi üniversitede master yapan insandan daha büyüleyici olabilir bazen."
Masanın üzerine uzanıp elimi tuttu. "Tekrar ediyorum. Hayaller kıymetlimdir, ama söz konusu sensen, senin hayalin baş tacımdır."
Şaşkınlıkla Kuzey'e bakarken mırıldandım, "Kuzey... Sen ne ara bu kadar-"
"Bağlandım mı? Ya da aşık oldum? İnan bana bunu ben de bilmiyorum. Herkes gibi ben de böyle şeylerin zamanla olduğunu sanırdım. Bir anda, hiç beklemediğim anda, ateş gibi düşeceğini kimse söylememişti." Onunla aynı fikirdeydim. Ama dile getirmek konusunda onun kadar dürüst ve dobra olamıyordum.
Cevap veremedim. Bunun yerine ise sadece "Tamam, geleceğim." Dedim.
Kahvaltı bittikten ve sofrayı beraber topladıktan sonra hazırlanmak için odama geçtim.
Kuzey resmen sıfırdan bir holding inşa ediyordu. Üstelik anladığım kadarıyla çok güçlü ortaklar edinmişti. Fahriye Hanım'ı o gün Alaca Holding'de görmüştüm. Çok güçlü bir kadın olduğu hem duruşundan, hem de bakışlarından çok belliydi. Başak'ın iftirasına zerre inanmayışı ya zekasından, ya da Başak'ı gerçekten tanıyor olmasından geçiyordu. Ki bence ikisi de aynı andaydı.
Açıkçası onunla tanışmak isterdim.
Canan'la tanışmış, ve çok sevmiştim. Karşısındaki insanları bir kitap gibi okumayı ve tavsiye vermeyi seviyordu. Psikolog olabilirdi, bu potansiyel onda ciddi miktarda vardı. Ama o yaratıcı zekasını kullanmak ve iç mimar olmak istemişti.
Parlak mor bir gömlek ve kumaş pantolon giymeyi tercih ettim. Biraz yüksek topuğu olmasına rağmen rahat olan ayakkabımı giydim. Saçlarımı tarayıp yüksek, sıkı bir at kuyruğu yaptım. Yüzüm gerilmişti ve yüz hatlarım net bir şekilde belli olmuştu.
Kaliteli bir kapatıcıyla renk eşitsizlikleri ve lekeleri kapattım. Sadece iki renk kullanarak günlük bir göz makyajı yaptım. Suya dayanıklı rimel kullandım. Rimel akmalarına tahammül edemiyordum. Gün sonunda panda gibi geziyorduk.
Çok hafif allık ve mat ruj sürdüm. V şeklinde açık kalan gerdanıma abartısız bir zincir kolye taktım.
Kuzey'in bana aldığı ve kokusunu çok beğendiğim parfümü sıktım. Çantamı da ayarladıktan sonra paltomla beraber odadan çıktım. Kuzey, kapının karşısındaki duvara yaslanmış beni bekliyordu. Elindeki telefonuyla ilgileniyordu.
Beraber evden çıkıp arabaya geçtik. Yolculuğun birkaç dakikası sessizlikle geçmişti.
"Kuzey." Dedim. "Sıfırdan bir şirket kuruyorsun. Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?"
"Nasıl bir şey?" Dedi merakla.
"Bilmem." Dedim omuz silkerek. "Aslına bakarsan yardımım sana değil de Fahriye Hanım'a daha çok dokunur gibi. Ya da onun yardımı bana daha çok dokunur." Kuzey bana aval aval baktı ve sonra tekrar yola döndü.
"Finans yönetimi okudum üniversitede ama staj yapmadım. Açıkçası diplomam bile yok. Son senemde hastaneye yatırıldığım için okulum donduruldu." Kuzey'in bakışları anlam kazandı. "Öyle mi?" Dedi ilgiyle. "Sanırım staj son sene oluyordu?"
"Yani..." Dedim. "Bazı üniversitelerde okul bittikten sonra oluyor, bazı üniversitelerde de son sene. Bizimkisi son seneydi."
"Her şey tam takır olsun," dedi memnuniyetle. "Sonrasında stajını bizim şirkette yapabilirsin. Fahriye Hanım'la senin için konuşurum."
"Nasıl?" Dedim şaşkınlıkla. "Ciddi misin?"
"Evet. Fahriye Hanım'ın yanında yaparsın stajını. CV'n için inanılmaz bir referans olacağından eminim. Sonrasında diplomanı al ve kadrolu çalışan olarak yerin hazır." Ağzımı açacağımı anlamış gibi hemen devam etti. "Merak etme, torpil yok. Kendin yükseleceksin, elimi bile sürmem."
Gereksiz gurur yapacak durumda değildim. Kaldı ki staj yapacak bir şirket öyle kolay bulunmuyordu. Hatta bir tanıdığın yoksa ciddi anlamda çok zordu ve ben boşu boşuna kendimi süründürecek kadar aptal değildim.
"Teşekkür ederim." Dedim gülümseyerek. Ona karşı çıkmadığım için mutlu olmuştu, rahat bir nefes vererek o da bana gülümsedi.
İstanbul'un saygın bir semtindeki dev plazalardan birinin güvenlikli ve bariyerli girişinden geçerek kapalı otoparkına girdik. Arabasını park ettiğinde ve indiğimizde asansöre bindik. Asansörün yukarı çıktığı süreç boyunca ikimiz de sessizdik. Asansörden gelen sesle birlikte kapılar açıldığında kata indik. Duvarlarda, zeminde, tavanda açılmış yer yer çukur şeritler vardı. İşçiler ve tesisatçılar tarafından tesisatın yenileniyor, ve hatta belki de başka bir tesisat kuruluyor olduğunu anlıyordum.
Şu an burada Canan ya da başka birisi yoktu. Yetkili olarak sadece usta başı vardı. Kuzey, usta başının yanına giderken ben de merakla etrafı incelemeye başladım. Ara duvarlar, adeta paravan şeklinde örülmüştü. Kapalı bir oda şekli verilmemişti ve kat ciddi anlamda çok büyüktü. Yüksek voltajlı matkap sesleri beynimde yankılanıyordu ve yüzümü buruşturmama sebep oluyordu.
Tüm duvarı kaplayan cama doğru ilerledim ve dışarıya baktım. Arabalar ve insanlar karınca gibi gözüküyorlardı. İstanbul'un tamamen betondan farkı olmadığına canlı canlı şahit olduğum anlardan biriydi bu da.
Kuzey'in o hastaneye kıçını kurtarmak için yattığını ve bunu basından gizlediklerini biliyordum. Ama bilmediğim bir şey vardı ve ben de bunu merak ediyordum: Kuzey ne yapmıştı da büyük bir ceza almaktan kaçmak için deli etiketi yemeye razı gelmişti?
Saatin öğlene geldiğini gördüğümde Belinay'a gelemeyeceğime dair mesaj attım.
Hiçbir paylaşımım, ve hatta profil resmimin bile olmadığı sosyal medya hesabıma girip biraz gezindim.
Kuzey'in geldiğini gördüğümde telefonu kapatıp ona döndüm. Bu sırada katta ikimizden başka kimsenin kalmadığını görmüştüm. "Herkes nereye gitti?" Dedim ilgiyle.
"Öğle paydosu verdirdim. Aslında sipariş verip burada yapıyorlar öğle aralarını da, ama ben gitmelerini istedim. Biraz daha deşarj olmuş gelirler hem." Başımı, anladığımı belirtircesine salladım. "Gel biz de çıkalım. Ne yemek istersin?"
"Pizza." Dedim. "Canım çekti." Baş üstüne der gibi başını salladı ve adeta reverans yaparak önden gitmemi işaret etti. Gülümseyerek yanından geçtim ve asansörlere ilerledim. Bu katta olan asansöre bindik ve otopark katına bastım. Kuzey de peşimden bindi ve kapılar kapandı.
"Öyle zengin yerlerine gitmeyelim ama." Dedim işaret parmağımı doğrultarak. "AVM'ye gidebiliriz mesela. Ya da çarşılarda pizza zinciri restoranları var, onlara da gidebiliriz."
"Bana her türlü uyar." Dedi sırtını aynaya yaslayarak. Bir an gözüme çok yorgun gözükmüştü. "İyi misin?" Dedim tıpkı onun gibi sırtımı aynaya yaslarken.
"İyi olmaya çalışıyorum. Bu işler beni yordu. Sıfırdan şirket kurmak hiç kolay değilmiş." Derin bir nefes verdi ve bana baktı. "Ama sorun değil. İşin sonunda her yorgunluğa değmiş olacak."
"Diğer işlerin nasıl peki?" Dedim gözlerimi kısarak. Neyden bahsettiğimi anlamıştı. "Sen beni o haşmetli mafyalardan sanıyorsun herhalde?" Dedi gülerek. "Benim pek bir olayım yok. Kartal'ın yanında anılıyordum, zamanla kimliğimiz hâline geldi. Beni görünce yanımda Kartal'ı arıyorlar hep. Aynı şekilde Kartal'ı gördüklerinde de yanında beni arıyorlar."
"Evlenin tam olsun." Dedim sırıtarak. Kahkaha attı. "Kartal bana aşık zaten (!)"
"Biliyorum..." Dedim sanki gerçekten öyleymiş de bu durumdan hoşnut değilmişim gibi. "Milletin arkadaşı sevgilisinin üstüne kuma gelir, bizde sevgili arkadaşın üstüne kuma geliyor. Arnaldo bana gelip de naber kuma dese yadırgamam."
Kuzey gülmekle şaşırmak arasında kalmış gibi baktı bana. "Sevgili mi dedin?"
"He?" Dedim ne oldu der gibi.
Eli göğsüne gitti. "Yüreğime indireceksin, Allahsız."
Kahkaha atarken başım aynaya yaslandı. "Ha bu arada o şakayı unuttuğumu sanma! İntikam pis olacak." Dedim gece yaptığı eşek şakasını hatırlatarak. Saniyede iki yüz elli altı kalp krizi geçirmeme sebep olmuştu, geri zekalı.
Kuzey duraksadı. Gözleri asansör kapısına kaydı ve düşünceli bir ifade belirdi suratında. "İnşallah beni kudurtacak bir şey değildir?"
"Yok canım! Alt tarafı Spiderman gibi düz duvara tırmanacaksın."
Göz devirdi ve dikleşti. Kısık sesle mırıldanmaya başladı ama ne dediğini duyamadım.
Kapılar sonunda açıldığında otoparka geçtik. Sessiz otoparkta arabaya doğru ilerledik ve Kuzey uzaktan kumandayla arabanın kilidini açtı. Farlar yanıp sönerken ses çıktı. Ön yolcu koltuğuna oturup kemerimi taktım. Kuzey de bindi ve kemerini taktı. "Şimdi istikamet neresi bakalım, prenses?" Dedi arabayı otopark çıkışına sürerken.
"AVM'ye gidelim." Dedim. "Madem günlük planımı bozdun, bugünkü planım sen olacaksın."
"Canıma minnet."
Gülümsedim ve yola baktım. Trafik dolayısıyla yolculuk uzun sürerken, sonuç AVM otoparkında bitti.
Yemek katına çıktığımız sırada Kuzey'in elimi tuttuğunu hissettim. Ani bir tepki vermeden ve ona bakmadan ben de onun elini tuttum. Onun bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
AVM bugün biraz daha sessiz duruyordu. Boş yerlerden birine yerleştiğimizde, Kuzey pizza siparişi vermek için yanımdan ayrıldı. Ben de o sırada telefonumun takvimine girip önemli tarihlerin hepsi için birer hatırlatma oluşturdum. Her yıl aynı gün bildirim gelecek şekilde ayarladım. Ekranı kapattığımda Kuzey geri dönmüştü. Elinde fişle beraber karşıma oturduğunda bana gülümsedi. Bakışlarım gülümsemesine dalıp gittiğinde bunu fark etmiş gibi daha geniş gülümsedi.
"Bana kendinden bahsetsene." Dedi ilgi ve merakla. "Ne bileyim... Çocukluk anıların, en sevdiğin renk, en sevdiğin film, en sevdiğin ders... Her şey."
"En sevdiğim ders Matematik'ti." Dediğimde şaşkınlıkla suratıma bakakaldı.
"Hiç öyle durmuyorsun. Eşit ağırlıkçı mıydın?" Başımı salladım. "Evet ama Fen derslerini hiç sevmezdim, bu yüzden sayısal okumadım."
"Finans okumuştun..." Dedi düşünür gibi. "Tam yürüyen hesap makinesi gibi bir tipin vardı, biliyor musun?" Kahkaha atarken başım geriye düştü. "Atma be. Kitap kurdu olduğum için sözelci sanıyordun beni. Matematik deyince yüzünün aldığı ifadeyi bir daha asla unutmam."
"Unutma bence de." Dedi. "Yüzümü yani..."
Sırıtışım tebessüme dönerken "Merak etme." Dedim. "Onu da istesem de unutamam."
Öylece baktı yüzüme ve gözlerime. O an aklından neler geçirdiğini hiç bilmiyordum.
"Benimki fizikti." Dediğinde yüzümü buruşturdum. "Öğrenci âlemine küfür olmak için mi doğdun, doğru söyle."
"Bunu diyen de matematiğe aşık." Güldüm. Haklıydı.
"Maviyi çok severim." Dedim. "Özellikle bebek mavisine aşığım. Mavinin her tonu güzel değil."
Aslında çoğu kişi maviyi sevdiğini söylerdi. En sevdiği rengin mavi olduğunu söyleyenlerin derin bir huzur arayışı içinde olduklarını düşünürdüm. Bu kişilerin aile ortamları epey çalkantılı olurdu ve çocukluğundan bugüne kadar gelen travmaların izlerini taşırlardı.
"Ne yazık." Dedi. "Hayatının sonuna kadar maviyi gözlerinde taşıyacaksın ama bir ayna olmadan onu hiçbir zaman göremeyeceksin."
Yine haklıydı.
"Senin en sevdiğin renk ne?" Dedim aynı ilgiyle. "Siyah desem çok mu klişe olur?" Dediğinde sırıttım. "Benimki daha klişe bence. Yolda elini sallasan mavi ya da siyah seven birine çarpıyorsun."
"Pekâlâ..." Dedi ve düşündü. Söylemekte tereddütlü gibiydi. "Aslında... Pembeyi severim." Tepkimi kaçırmak istemez gibi yüz ifademi inceledi ama bir değişim olmamıştı. Neden bu kadar gerilmişti ki? Gayet normaldi.
"Renkleri cinsiyetlere ayıran andavallardan olduğumu düşünmen beni kırdı." Dedim tek kaşımı kaldırarak. "Pembe de bir renktir, mavi de bir renktir."
"Evet de işte... Anlayan kişi sayısı biraz az."
"Pembe kırmızının en açık tonlarından biridir, o halde kırmızı seven erkeklere neden aynı gözle bakılmıyor? Çok saçma. Bu kafa yapısı çoğunlukla erkeklerde var. Mavi giydi diye dışlanan bir kız hiç görmedim."
Keyifle güldü. "Bazen keşke kız doğsaydım diyorum zaten."
Durgunlaştım.
"Aslında şanslısın." Dedim. "Neden?" Diye sordu.
"Türkiye şartlarında kadın olmadığın için. Erken yaşta CEO olmak için çok çalıştığını biliyorum. Fakat inan bana seninle aynı derecede çalışan ve aynı güçte olan bir kadın olsaydı hâlâ o koltuğa çok uzaktaydı." Gülümsedim. "Belki de bu yüzden ülkemizde kadın CEO sayısı çok çok az. Hangi markadan bahsetsek CEO'su erkek çıkıyor. Bu durum canımı sıkıyor."
Türkiye şartlarında kadın olmanın tek zorluğu bu değildi.
Parmak üstlerindeki ufak tüylerden tut, her yerine ağda yapmak zorundaydın. Kilon mutlaka en fazla elli olmalıydı. Basenlerin olamazdı. Göğüslerin büyük olmalıydı. Kalçan şekilli olmak zorundaydı. Saçların her zaman pürüzsüz ve muntazam olmalıydı. Tırnak yapın geniş değil, dik oval olmalıydı. Kaşlarını her hafta aldırmak zorundaydın. Dudakların ince olmamalıydı. Kirpiklerin kısa olmamalıydı. Cildin her daim pürüzsüz olmalıydı. Yedi yirmi dört yoğun bile olsan o bıyıklar mutlaka alınmalıydı. Kendi hâlinde birisi olamazdın, mutlaka dikkat çekmen gerekirdi. Dikkat çekerken de abartmamalıydın. Kahkaha atmamalıydın, bu dikkat dağıtırdı.
Bunların aksi birisi olursan zorbalık ve psikolojik işkencelere maruz kalırdın. Durum intihara kadar gidebilirdi.
Spor ayakkabı giysen varoş, topuklu giysen aranıyor olurdun. Pantolon giysen erkek fatma, etek giysen yollu olurdun. Bol kazak giysen kilolu, yapışan kazak giysen teşhirci olurdun. Başını örtsen yobaz, açsan ateist olurdun.
Ama ne giyersen giy, nasıl biri olursan ol değişmeyen tek bir şey vardı: Her koşulda sana izinsiz dokunabilmeyi kendilerinde hak görüyorlardı.
Eğer o gün keyfin istediği için açık giyindiysen- kime göre neye göre açık bilinmez- onlara gün doğuyordu. Çünkü güya çok güçlü bir bahane bulmuş oluyorlardı.
Eğer kapalı- ki bu da kime göre neye göre kapalı bilinmez- giyinirsen bu sefer de baktı, güldü, sıçtı, işedi beni tahrik etti diyorlardı.
Her kadın tüm parasını kozmetik ve kıyafete harcamalıydı(!) Her daim bakımlı ve güzel görünmek zorundaydı(!)
Eğer parayı kozmetiğe değil de kitaplara dergilere döküyorsan alay konusuydun. Çünkü kendileri barbie bebek gibiyken pek muhteşemdi ve herkesin de onlar gibi olması gerekiyordu(!) Dedikodu yapıp milletin hakkına girmek, bir şeyler okuyup kendini geliştirmekten daha önemliydi(!)
Ay kitap mı okuyorsun? Ne okuyorsun? Ay böyle şeylere para verdin mi cidden? Git biraz klasik oku, bunlar çöp. Bir de kendine kitap okuyorum diyorsun. Bunlar sana hiçbir şey katmıyor.
Vay canına! Klasik okuyanlara beyin okuma gücü vahiy yoluyla mı iniyordu acaba? Kafamın içini görüp de bana bir şey katmadığını söylemiyorsa o zaman lafları temelsiz ve boştu.
Kaldı ki bu tarz boş konuşan kişiler en son ilkokulda kitap okumuş olurdu. Veya okuduğu tek klasik Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ya da Suç ve Ceza olurdu.
Çünkü bildikleri başka klasik yoktu. Kaldı ki onları bile zor bitirirlerdi, belki de yarım bırakırlardı.
"Haklısın." Dedi. "Kadınların kariyer hayatını geçtim, normal yaşamda da yaşama hakkı yok." Dedi rahatsız olmuş bir şekilde.
"Kolayca öldürülüyorlar ve katil iki gün sonra elini kolunu sallayarak çıkıyor. Ya üst katmandan tanıdığı oluyor, ya da polisin savcının hakimin cebine üç beş kuruş atıp sıyrılıyorlar. Uyuşturucudan anında içeri atılırken, bir kadını öldürdüğünde sokağa salınıyor. Leş ötesi bir durum."
"Bir gün..." Dedim ve bir nefes verdim. "İşten çıkıp evime gelirken sırf öylesine sadece oradan geçen biri olduğum için öldürülmekten korkuyorum. Hele bir de evde beni bekleyen çocuklarım ve eşim varsa bu daha da korkunç."
Elimin üstüne elini koydu. "Ben yaşadığım sürece, ne olursa olsun sana bir şey olmayacak."
"Diyelim bana olmayacak." Dedim. "Peki diğerleri? Tam şu saniye bir kadın daha öldü, Kuzey. Tam şu saniye."
Tabelada yanan numarayı görünce Kuzey ayağa kalktı ve oraya doğru gitti. O gelene kadar birkaç derin nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım ama çok zordu.
Erkeklerin ve geri kafalı bazı kadınların anlayabileceği bir korku değildi bu.
Hadi erkekler karşı cins, bizimle aynı şeyi yaşamıyorlar, her şeyi anlayamazlar.
Ama bazı kadınlar?
Bazı kadınlar vardı ki, kafasının içinde beyin yerine jeneratör taşısa daha fazla yararını görürdü.
Kuzey elinde iki tepsiyle döndüğünde tepsilerden birini benim önüme bıraktı. "Teşekkür ederim."
"Rica ederim." Yerine oturdu ve sandalyesini masaya yaklaştırdı.
"En sevdiğim film Interstellar." Dedim kocaman gülümseyerek. Böyleydi, kafanda ne kadar dertle dolaşırsan dolaş, yine de gülümserdin.
"Şaka?" Dedi şaşkınlıkla. "Harbi mi?"
"Neden bu kadar şaşırdın?"
"Ne bileyim... Bilim kurgu izlediğini düşünmüyordum. Sıkıcı bulurmuşsun gibi."
"Evet sıkıcı bulurum." Dedim başımı sallayarak. "Ama sevdiğim tek film Interstellar oldu."
"Zevklisin." Dedi gülümseyerek. "Ben pek film sevmem. Dizi adamıyım desem güler misin?"
"Tülbent takmadan temizlik yapamayan adamın dizi sevmesine şaşırmam." Dediğimde gözleri büyüdü. Yüz ifadesine kahkaha attım.
"Peki en sevdiğin dizi ne?" Dedim keyifle.
"Bilmem." Dedi. "Öyle spesifik olarak işte bu diyebileceğim bir dizi yok. Hoşuma giden her şeyi izlerim."
"Ne tür izliyorsun peki?"
"Fantastik, macera, erotizm falan." Sırıttım, "Erotizm izlemene şaşırmadım."
"Sanki sen hiç izlemedin de. Kim hiç izlemedim diyorsa külliyen yalan söylüyordur. Ulan en basitinden, hiç mi kaçak siteden film izlerken yanlışlıkla porno açmadın? Hayatta inanmam."
"Ben açmıştım." Dedim kendi halime kahkaha atarak. Film diye karşıma o çıktığında anlık kalp krizi geçiriyordum. Bilgisayarın sesini nasıl kapatacağımı bilememiştim.
"Hangi filmi açacaktın?"
"O da bende kalsın."
Sırıttı. "Fifty Shades of Gray mi yoksa?"
"Hayır."
"O zaman 365 Days?"
"Hayır."
"After mı?"
"Evet." Daha çok güldü.
"Yerden yere vuruyorlar ama çerezlik izlenebilir bir film bence. Her şeyi ciddiye almamak lazım." Dedim patates kemirerek.
"Boş versene." Dedi takılma der gibi. "Her şeyin en iyisini güya kendileri biliyor. Siktir et, keyfine göre takıl."
"Öyle yapıyorum. Milletin zevkine göre yaşasaydım ben olmazdım."
Bir süre daha yemeğimizi yerken sohbet etmiştik. Sonra beni sinemaya sürüklemişti. Vizyona yeni girmiş filmlerin posterlerine ve konularına bakarken Kuzey bana yeni çıkmış bir filmi gösteriyordu. Filmin posterinden, cinsel içerikli bir film olduğu belliydi. Bana takılıyordu, utanacağımı ya da burun kıvırmamı bekliyordu.
Fakat onu şaşırtarak o filme bilet almaya ben gittim.
Kuzey mavi ekran vermiş gibi bakakaldı.
Görevli kadın, ekrandan boş olan koltukları gösterdi. Ne hikmetse(!) en arkalar hep doluydu. Ortalardan duvar dip çift koltuğunu seçtim ve ödemeyi yaptım.
Biletlerle beraber Kuzey'in yanına dönerken o hâlâ şaşkındı. "Sen ciddisin? Ver bakayım bileti, kesin beni kandırıyorsun." Elimdeki bileti alıp inceledi. Gözleri büyüdü, "Harbiden o filme almışsın."
Ona doğru yaklaştım. Bedenlerimiz arasında mesafe kalmadığında kısık sesle konuştum, "Yetişkin insanlarız, Kuzey. Hormonlarına sahip çıkamayan ergenler gibi pantolonuna boşalmayacaksın herhalde?"
Kuzey yine mavi ekran verdi.
Şaşkınlığı atlattığında "Yok..." dedi ve kulağıma eğildi. "Senin içine boşalmayı tercih ederim."
Duyamayacağı bir tonda "Ben de." Dedim ama duydu.
"Yaz Hanım, bugün beni şaşırtmaya daha devam edecek misiniz?" Dedi yutkunarak.
"Şaşırmak güzeldir, Kuzey Bey." Dedim. "Ayık tutar insanı." Ondan uzaklaştım ve elini tuttum. "Film başlamak üzere, hadi gidelim." İçecek ve atıştırmalık alıp salonların olduğu koridora girdik. Önden ilerleyerek üç numaralı salona girdim. Işıklar kapalıydı ve fragmanlar veriliyordu. Sessiz salonun halıfleks kaplama basamaklarını çıkarak duvar dibindeki çift koltuğuna ilerledim. Duvar dibine ben geçtim, yanıma da Kuzey oturdu. Seçtiğim yeri görünce bana imayla gülmeyi de eksik etmemişti. Ben ise sadece göz kırpmıştım.
Filmin konusu ilgi çekici değildi ama tuhaf bir şekilde sarıyordu. Özellikle baş rol kadına çok sinir olmuştum.
Baş rol adam kendine bir seks kölesi arıyordu ve paraya çok ihtiyacı olan hanım kızımız da güya çok mecbur kaldığı için kabul ediyordu. Bu kısmı saçmaydı. Para kazanmanın milyon yolu varken kendi bedenini acımasızca bir adama satması savunulacak bir şey değildi.
Adam, geceliği için yüz bin dolar veriyordu. Bunu duyduğumda içtiğim kola boğazımda kalmıştı.
Aklı başında bir kadın olmasam onu bırak beni al diyebilirdim.
Kuzey gülerek sırtıma vurdu.
"Kuzey? Düşünür müsün acaba sen de böyle şeyler? Seve seve kabul ederim." Dedim dalga geçerek. "Saçmalama." Dedi o da gülerek.
Kız ilk gece için adamın evine gittiğinde ve neredeyse başlamışlarken ağlayarak orayı terk ediyordu.
Madem ağlayacaksın ve istemiyorsun, neden böyle bir teklifi kabul ediyorsun, mal kafa? Madem böyle şeylerde tarağın yok, git sigortalı iş bul! Başına ne geleceğini bildiğin hâlde bir de ağlaman aptalca.
Baş rol haşşin taş fırın erkeğimiz kızın gitmesine izin vermiyordu ve sinirleniyordu. Madem rahatsız olacaktın niye kabul ettin konulu bir konuşma geçtiğinde adama hak vermiştim. Ona sorulmayan bir şey yoktu, kabul eden kendisiydi.
Adamla kızın dertleşmeye başladığını görünce boş boş beyaz perdeye baktım. "Kuzey biz ne izliyoruz, Allah aşkına?" Diye fısıldadım. Kolunu omzuma atıp kendine çekti ve kulağıma eğildi. "Sen soktun bizi bu filme, sana sormak lazım."
"Ben sokmuş olabilirim ama sen gösterdin, göstermeseydin." Dedim sesim istemsizce hafif yükselirken.
"Sen her gösterdiğimde sokacaksan ohooo..." Dedi söylenerek.
"Tövbe estağfurullah." Dedi arkamda oturan kız.
Bir Arnaldo vakası daha mı yaşamıştık!?
Kuzey güldü, kahkahasını bastırmaya çalışırken yüzünü boynuma ve saçlarıma gömdü. Sıcak nefesi boynuma vururken ve yüzü tenimle temas içindeyken sakin kalmam pek mümkün gözükmüyordu. Hızlanan nabzımı hissedebiliyordu.
Avucunu kaldırıp göğsüme koydu. Yüzünü yavaşça çekti ama burnu kulağıma değiyordu."Sakin olsana bebeğim, yerinden çıkacak şimdi." Dedi hızla çarpan kalbim onun avucuna vururken.
Başımı hafif bir açıyla çevirip ona baktım, yüzlerimiz arasında mesafe yoktu. Salonu filmdeki kızın inleme sesleri doldururken bizim bu yakınlığımız pek hayra alamet değildi. Ama sorun değil, bana dokunmasını seviyordum.
Burnu burnuma sürterken gözlerim dudaklarına indi. Çok geçmeden dudaklarını dudaklarımın üstünde hissettim. Bastırmadı, ya da öpmedi. Sadece dokundurdu, yavaşca sürttü. Onu öpme arzusu kolumu kanadımı bağlıyordu.
Üst dudağımı dudaklarının arasına aldığında onun alt dudağı dudaklarımın arasındaydı. Sırtım duvara daha sert yaslanırken usulca başlayan öpüşmemiz yavaşça hızlanmaya ve tutku dolmaya başladı. Parmaklarını omurgamdan aşağı doğru sürterek belime indirdi. Şu anda deli gibi kucağına çıkmak ve soyunup onu da soymak istiyordum.
Filme eşlik eden diğer seslerin de etkisi olabilirdi bu isteğime. Kuzey'den başkasını istemiyordum, yalnızca onu istiyordum. Yalnızca onu isteyecektim.
Birkaç öksürük sesiyle birbirimizden biraz uzaklaştık. "Buradan bir an önce çıkmazsak ben de çıkmayacağım." Dedi Kuzey yüzüme doğru fısıldayarak. Girmedin ki çıkasın demek istesem de sustum ve ayağa kalktım. Kuzey de kalktığında izleyenleri rahatsız etmemek için hızlıca çıktık.
Tabi onlar bu hızımızı ve ani kalkışımızı yanlış anlamış olabilirdi ama çok da önemli değildi.
"Gidiyor muyuz?" Dedim saate bakarken. Üçe geliyordu. Belinay da tamam diye mesaj atmıştı.
"Yapmak istediğin bir şeyler varsa yapabiliriz." Dedi imayla bakarak. Gülümsedim. "Eğer kastettiğin şeyi yapmak isteseydim, evde olmamız da fark etmezdi."
Kuzey'in yanındayken kendimi çok cinsellik düşkünü gibi hissediyordum ama alakası yoktu. Bu herife yükseliyor olmak benim suçum değildi!
Eve döndüğümüzde direkt duşa girmiştim. Yine uzun bir süre duş başlığının altında hayatımı sorguladıktan sonra duştan çıktım. İç çamaşırlarımı ve rahat kıyafetlerimi giydim. Elimdeki saç havlusuyla saçlarımı kurulayıp taradım. Kurutmaya gerek duymadan banyodan çıktım.
"Arnaldo senin zürriyetini sikerim! Yeter lan! Kaç kere diyeceğim sana bunu ben?" Kuzey'in öfkeli bağırışını duyduğumda koridorda durdum. Salondan geliyordu sesi.
"Hayır, izin vermiyorum!" Dedi. "Geçen sefer de izin vermedim, kafana göre iş yaptın! Bunun tekrarı olursa inan bana senin o kafanı kırarım!" Bir süre sessiz kaldı, sanırım telefonda konuşuyordu Arnaldo'yla.
"Beni her sike bulaştırmanıza müsaade etmek zorunda kaldım ama bu olmaz! Buna izin vermem! Bulaşmadığım gibi, yardım yataklık da etmeyeceğim! Siktir git nerede saklıyorsan sakla paketlerini!" Yine sustu.
"Kulübümü yakma sebepleri senin uyuşturucun değildi zaten, amına koyayım! Bunu bilmiyor muyum sanıyorsun? Salak mıyım ulan ben?"
Uyuşturucu?
Hiç hareket etmedim. En ufak bir hareketimle varlığımı sezebilirdi.
"Bade'nin başıma iş açtığı falan yok, onu karıştırma! O boku yiyen bendim!" Sesli nefeslerini duydum. "Delirtme, amına koyayım! Kız içeride, bağırtma beni!"
Bilmediğim şeyler vardı. Evet, bunu biliyordum zaten. Fakat nedense bu bilmediğim şeyler başıma patlayacakmış gibi hissediyordum. Ya psikolojik, ya da fiziksel...
"Kes lan sikik! Tayfun'unu da sikeyim, Tevfik'ine de sokayım, sana da geçireyim! Yeter lan bıktım hepinizden götlekler! Arama ulan beni bi on iki on üç saat falan! Git hayatı sorgula, yeni bir hobi bul, yabancı dil falan öğren ama o kafayı düzelt! Sal beni, amına koyayım!" Salona doğru ilerledim. Kuzey balkonun önünde duruyordu ve telefona bakıyordu. Arkasını döndüğünde kapıda beni gördü.
"Kuzey..." Dedim. "Arnaldo uyuşturucu mafyası mı?"
Kuzey donakaldı.
Çünkü o da farkındaydı, sakladıkları işleri her neyse, bir yerinden patlak vermeye başlamıştı.
Ve anladığım kadarıyla da Kuzey bunu öğrenmemden korkuyordu.
Ama... Neden?
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro