Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

10. Bölüm | "Kaderin Bekçisi"

*Merhabalar!

Yeni bölüm sizlerle🧭💙

10. Bölüm
"Kaderin Bekçisi"

"Ne gevrek gevrek sırıtıyorsun lan?"

Arnaldo'nun sesiyle kemirdiğim kalemi dişlerimin arasından kurtardım. "He?" dedim elimde olmadan. Arnaldo güldü. "Salak herif. Bu haller yakışıyor mu sana hiç? Yeni gelin gibi süzülüyorsun sabahtan beri." Güldüm ve tükenmez kalemin ucunu masaya bastırdım. "Dün biraz öküzlük yaptım, Bade de tepkisini koydu. Öyle mesafeli ve ciddi davranıyordu ki, görmen lazım. Biraz olsun yumuşatmak için yemediğim bok kalmadı. Ama bu sabah biraz gülümsedi bana. Hallettim sanırım." Arnaldo dikkatle yüzüme bakarak beni dinliyordu. "Geçmiş olsun, boklar yenilmiş." dedi ve önündeki raporları incelemeye devam etti.

Toplantı odasında baş başaydık. Ben şirket işlerine bakarken Arnaldo da benim mekanla ilgileniyordu. Restorasyon hala sürüyordu ve Arnaldo yakınen ilgileniyordu.

"Ne boku yemişim lan?" dedim hiçbir şey anlamayarak. Sıkıntıyla elindeki dosyayı ve kalemi masaya bırakıp tamamen bana döndü. "Kardeşim biz dün neredeydik? Tayfun pezevenginin evinde. Ne oldu? Kavga ve çatışma. Sana ne dedi? Bade benim köstebeğim. Sen haklı olarak Bade'ye biraz sert çıktın. Sonra ne oldu? Bade mesafe koydu diye gölünü almak için balerin gibi oradan oraya süzüldün. Ve şimdi gelmişsin, Bade sadece gülümsedi diye meftun meftun sırıtıyorsun. İşte bundan bahsediyorum; boku yemişsin, hayırlı olsun."

Aşık değildim.

"Aşık falan değilim saçmalama." dedim yüzümü buruşturarak. Aşk benden ömür billah uzak olmalıydı. "Aşıksın demiyorum zaten. Aşk hemen olan bir şey değil. Hoşlanıyorsun Bade'den. Fakat unutuyorsun ki o kız hasta. Hasta! Hastaneden kaçırdın sen onu, farkında mısın? Geç olmadan yok et şu durumu ortadan."

"Bade'yi mi yok edeyim?" dedim hayretle. Ne saçmalıyordu bu herif. "Ulan Bade de Bade! Salak herif ben Bade'den mi bahsediyorum? Hislerinden bahsediyorum! Bir an önce kurtulmazsan senin için kötü olacak. Alkım-" masaya vurdum. "Anma şunun adını!"

"Bak, adını bile andırmıyorsun. Aynısı Bade'ye de olacak. Seni tekrar o halde görmek istemiyorum ben, Kuzey. Hep gittiğin mekanlara gidelim kafa dağıtırsın, hem başka kızlar da görmüş olursun. Günlerdir gördüğün tek kadın Bade ulan!" Tereddütte kaldım. İsteğim yoktu, fakat bana iyi geleceğini de biliyordum. Adeta arınma gecesi gibi.

"İyi tamam gidelim bu gece. Bi' görünelim şöyle ortalıkta." Arnaldo rahat bir nefes verdi. "Oh be! Sen bana bırak, bu gece ben götürüyorum seni." Huzursuzluk hissi beni rahat bırakmazken yine de başımı salladım. Bugün eski Kuzey'in geri dönmesi için her şeyi yapacaktım.

Kapı tıklatıldı. "Gel." Dediğimde Başak içeri girdi. "Kuzey Bey?" Arnaldo'ya döndü. "Hoş geldiniz, Arnaldo Bey." Tekrar bana döndü. "Bir kaç dakika sonra yönetim kurulu toplantısı var, Kuzey Bey. Haber vermek istedim." Başımı salladım. "Tamam, Başak. Geliyorum ben." Başak odadan çıktığında derin bir nefes vererek Arnaldo'ya baktım. Bakışları hala kapıdaydı, gözlerini kısmış kuşkuyla bakıyordu.

Gözünün önünde parmak şıklattığımda kendisine geldi ve bana baktı."Hayırdır?" Dedim göz kırparak. Tekrar kapıya bakarken geriye yaslandı. "Bu kızın gözü göz değil, Kuzey. Sana olan bakışlarını fark etmediğini söyleme, inanmam."

"Biliyorum." Dedim rahatsızlığımı belli ederek. "İlgili, fakat aynı ilgi bende yok."

"Acaba neden?" Dedi imayla. Yine Bade'yi kastediyordu.

"Hadi siktir git patronun içinden geçmesin şimdi." Dedi beni kovarak. Memnuniyetsizce yüzümü buruşturdum. Ellerimi masaya koyarak ayağa kalkarken "Götlek Alpay..." Diye homurdandım kısık sesle.

***

Boyun fıtığı olacaktım. Bu amına koduğumun sömürgeci şirketinde gençliğim çürüyordu. Bana kalsa bir dakika tahammül etmez, istifayı basardım. Fakat şu sıralarda paraya ihtiyacım vardı. En azından kulübü restore edene kadar sabretmeliydim. Sonrasında herkese orta parmak sallayarak şirketi terk edecektim.

Bu hayal için yaşıyor bile sayılabilirdim.

Arabamda oturmuş, Arnaldo'nun gelmesini bekliyordum ama hâlâ ortalarda yoktu.

Radyoda çalan şarkı ise insanı derin bir sessizliğe sürükleyebilirdi.

Gel beni kurtar düştüğümü görmeden.
Gel beni kurtar öldüğümü bilmeden.
Gel beni kurtar düştüğümü görmeden.
Gel beni kurtar vurulduğumu bilmeden.

Ve elimde bir cinayet, kalbimde kan lekesi.
İzleri sildim evet, üstünde cesetleri.
Seni ben sevdim.
Seni hep bildim.

Jehan Barbur'un düşüncelere daldırıcı bir sesi vardı. Büyülü gibi. Masal gibi. İnsana kendisini bir masal içerisinde gibi hissettiriyordu.

Şarkı son bulduğunda dokunmatik ekrandan başka bir şarkısını açtım.

Seve seve ölürüm senin için.
Yine yine tek bir bakışın için
Hadi hadi bak bana cesaretin varsa aşka

Bade'nin gülüşü geldi gözümün önüne.

Seni ilk gördüğüm günü hatırladım
Kandırdı beni tek bir bakışın
Senin bütün aşkım senin bütün hayatım
Kalbimi kırıp bıraktın.

Onu gördüğüm ilk gün. Enkazdan farksız boş mavi gözleri, zayıf bedeni...

Seve seve ölürüm senin için
Yine yine tek bir bakışın için
Hadi hadi bak bana cesaretin varsa aşka

O hastanenin onu boğduğunu söyleyerek onu oradan kurtarmam için bana yalvarışları. Bana gülümsemeleri...

Bile bile ölürüm senin için
Seve seve bir daha aşkın için
Hadi hadi koş bana yarınlarımıza...

Son bir kaç günde kendisini biraz daha toparlamıştı. Gözleri ölü bakmıyordu en azından. Yine boştu ama enkazını saklıyor, içine atıyordu.

Sesi en sevdiğim şarkının huzur dolu melodileri gibiydi. Belki de bunu ilk defa şu an fark ediyordum. Saçlarının rengi, gözlerinin tonu eşsiz gibiydi. Doğal dolgun, çatlamış dudakları kötü durmuyordu. Onu kendine has yapıyordu.

Kendi bedenine açtığı yaraları bana gösterdiği an geldi gözümün önüne. İstemsizce elimi yumruk yaptım. Kanlı ve derin duran uzun çizikler... Kelepçenin yaptığı yarayı kapatan, bileklerindeki sarılı bandajlar...

O gece kaçıp gitmişti. Onu hastaneye geri vereceğimi düşünmüştü. Haklıydı aslında, gönderecektim. Çünkü doğru olan buydu. Ama her zaman doğru olanı yapmak zorunda da değildik.

"Gitmeyeceksin."
"Söz mü?"
"Söz, deli başımın deli belası, söz!"

Deli başımın deli belası. Ben akıllı değildim ki zaten? Sanki çok normalmişim gibi onu anormallikle etiketleyemezdim. İkimizin de birbirimizden farkı yoktu. O bana, ben ona layıktım işte.

Kapı açıldı ve Arnaldo arabaya bindi. Çalan şarkıyı ve dalıp gittiğimi görmüştü. Bakışları ekrandan bana döndü. Yargılayıcı değildi, kızmıyordu da. Sadece korkuyordu. Benim için, kardeşi için. Onu anlayabiliyordum. Onun yerinde olsam ben de kardeşimi korumak isterdim.

Senelerimi verdiğim ve aşık olduğum kadının, Alkım'ın beni ağır bir şekilde aldatıp def olup gidişinden sonra kolay toparlanamamıştım. Arnaldo, bunun tekrarlanmasından korkuyordu.

"Sür bakalım. Gideceğimiz yeri biliyorsun aslında." Dedi geriye yaslanarak.

Arabayı otoparktan çıkardığımda iş çıkışı trafiğine takılmıştık. Radyoda eski şarkılardan birisi çalarken yavaş yavaş ışıklanmaya başlamış sokaklar, arabaların kırmızı farlarına karıştı. Işıkların gözümü almaması için güneş gözlüğümü taktım. Hava henüz tam kararmamıştı.

"Bu arada Kuzey. Ahmet mevzusunu ne yapacaksın? Oturtalım mı kazığa?" Trafikte adeta santim santim ilerliyorduk. Bu yüzden Arnaldo'ya rahatça bakabildim. "Ahmet?"

"Hani şu hademe." Dediğinde hatırlamıştım. Hastanenin tuvaletinde sıkıştırmıştım ve biraz hırpalamıştım. Herifin numarası ve bilgileri elimizdeydi. Fakat onun icabına Tayfun çoktan bakmış olmalıydı. "Ahmet ölmedi mi hâlâ?"

"Yaşıyor. Tayfun'un elinden kurtardım, ölemedi yani. Ailesine bakılıyor, Ahmet'i ise bir yere kapattım." Kafamı salladım. "Tamam, bir ara ilgilenirim o pezevenkle de. Zaten gerginim." İşaret parmağımın kenarını sus çizgimde gezdirdim.

Yaklaşık iki saat geçtiğinde hâlâ trafikteydik ve hava kararmıştı. Gözlüğümü çıkarmıştım.

En azından mekana az kalmıştı.

"Kuzey, bir şey söylemek istiyorum." Arnaldo'nun sesi biraz sıkıntılı geliyordu. "Ne oldu?"

"Eğer olur da engelleyemezsen, Bade'yi yani... Sana engel olacak değilim. Ben sadece kötü olmanı istemiyorum." Bunu zaten biliyordum. Arnaldo'nun kötü bir amacı yoktu, olmazdı. "Biliyorum, kardeşim. Sen rahat ol. Ha bu arada Arınç'a haber ver. Bade bu gece otelde yalnız kalmasın."

Arnaldo gülmeye başladı. Bu sırada cebinden telefonunu çıkarıyordu. "Neye gülüyorsun, it?" Dedim kaşlarımı çatarak.

"Herifin yönelimi farklı diye için rahatlıyor, değil mi? İtiraf et. Kesin her gün şükürler ediyorsundur, Bade'yi teslim edebileceğin güvenli bir adam var diye."

Homurdandım. "İçin fesat senin."

"Aynen kardeşim, kesin ben fesatımdır. Sen meleksin."

Çevre yolundan çıkıp sağa saptım. Bir kaç dakika sonra mekâna gelmiştik. Araca park yeri bulup park ettikten sonra indik ve VIP girişinden girdik.

Gürültülü ortama adımımı atar atmaz tanıdık atmosferin tadını hissetmiştim. İki aydan fazla oluyordu buralarda görünmüyordum. Belki de üçtü, bilmiyorum.

VIP bölümünde iş adamlarının yanı sıra zengin züppeler de bulunuyordu. Gençlerin arasından sıyrılıp geçtik ve boş bir locaya yerleştik. Önümüz buzlu bir kova dolusu şişeler, atıştırmalıklar ve sigara paketleriyle doluydu.

Afallamış hissediyordum. Eksik hissediyordum. Bu hissi bastırmak için her şeyi yapabilirdim.

Şişelerden birini aldığımda ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Dikkat etmeden rastgele birini almıştım. Kağıdını ve sonra da kapağını söküp kafaya diktiğimde Arnaldo'nun bakışlarını üzerimde hissediyordum. Sonrasında bir bardağa doldurup bardakla birlikte geriye yaslandım.

"Bir an hepsini tek başına içeceksin sandım, o nasıl bir kafaya dikiş?" Dedi benimle uğraşarak. "Böyle hayatın amına koyayım." Diye homurdandım. Hayatıma karşı nefret kusma saatim gelmişti.

"E tabi. Senin hayalindeki gelecek bu değildi."

"Başka türlü ayakta kalmam imkansızdı." Dedim kabullenmişlikle. Bunu kabulleniyor olmam, bu hayata sövmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Memnun değildim.

"Seni peşimden sürüklediğim için özür dilerim, kardeşim." Dedi Arnaldo bakışlarını elindeki kendi bardağına indirirken. Göz ucuyla ona baktım. "Bu doğru. Beni peşinden sürükleyen sendin." Dedim.

"Ama sonrasında senin yanında kalıp her şeyi daha da büyütmek benim tercihimdi. Şu an yaşadığım hayat benim tercihimdi. Kimseyi suçlayamam, özellikle de seni. Bana sahip çıktığında neredeyse bir çocuk sayılırdın. Buna rağmen beni öz abimmiş gibi sahiplendin, başıma bir şey gelmesine asla izin vermedin. Kartal... Sana her zaman minnettar kalacağım, abim."

Minnet.

Hayat yıkan, ve hayat inşa eden duygunun ta kendisi. Bazen o hayatı yıkardı, bazen de daha sağlamını inşa ederdi. Benim Arnaldo'ya karşı duyduğum minnet duygusu; o örnek insan Kuzey'i yıkmıştı, ama bu hayatı inşa etmişti.

"Öz abin sayılırım zaten, Kuzey. Kan bağımız var bizim, ne minneti? Ben zorunda olduğum için almadım seni yanıma, istediğim için aldım. İyi ki de aldım, aksi hâlde Tayfun seni de öldürürdü o evde."

O ev...

Arnaldo evde değildi. Amcam ve ben vardık evde yalnızca. Tayfun'un eve yaptığı baskın, tanımadığım siyahlar içindeki adamların beni yaka paça tutup yere yatırması, amcamın katledilişini izletmeleri...

Tek derdi babamdı. Babamın soyunu kurutmak. Babam bu herife her ne yaptıysa kuyruğuna büyük basmıştı.

Arnaldo, geniş çevresi ve yakın dostları sayesinde arkasında bir orduyla gelmişti eve. Arkası hep sağlam olmuştu. Şu an ise kendisi sağlam bir duvardı, başkalarının arkasında duruyordu. Başkaları ona sırtlarını yaslıyordu, başkalarına destek oluyordu.

Babasının ölümünü engelleyememişti belki, ama beni ne olursa olsun oradan kurtarmıştı. Sonrasında ne oldu, Tayfun o evden nasıl sağ çıktı... Hiçbir şey bilmiyordum, sormak da istememiştim.

Dalgın dalgın düşünürken göz ucuyla Arnaldo'nun göz kırptığını gördüm. Önce ona, sonra baktığı yere baktım. Bir arkadaş grubuydu, aralarından sarışın olanla bakışıyordu. Kız da ona gülüyordu.

Sarışın. Bade.

Acaba ne yapıyordu şu an? Aksel pezevengi ya da başka biri yine onu rahatsız etmiş miydi? Arınç yanına gitmiş miydi?

Yanıma oturan esmer kızla dikkatim dağıldı ve düşüncelerimden uzaklaşmak zorunda kaldım. Kıza baktım. Sarışın arkadaşıyla beraber gelmişti, sarışın Arnaldo'nun yanındaydı ve oynaşıyorlardı. Göz devirip önüme döndüm. Bu görüntüyü izleyeceğime, şantiyedeki o kazıklara kendi kendimi oturturdum daha iyi.

Esmer kızın elini üzerimde hissettim. Diken batıyormuş gibi bir rahatsızlık hissi beni ele geçirdiğinde kaşlarım çatıldı. Arnaldo'ya baktığımda bana uyarıyla bakıyordu, buraya ne için geldiğimizi anlatmaya çalışıyordu.

Günlerdir Bade'den başka kız görmüyorsun. Gözün kız görsün biraz.

Görmesin.

Arnaldo telefonunu eline aldığında gözümü ona diktim. Saniyeler sonra bildirim sesi benim telefonumdan geldi. Cebimden çıkarıp kilit ekranından mesaja baktım.

Gönderen: Kartal

Daha dün sabah sen değil miydin yatmayacağı tek kızın Bade olduğunu söyleyen? Şimdi sözünü ispatla.

Cesaret vermeye çalışıyordu. Sanki ihtiyacım varmış gibi.

"Ağzına yüzüne yüreğine sıçtığım." Diye homurdandım fısıltıyla. Gürültülü müzik sayesinde kimse duymadı.

Hadi Kuzey, eski seni geri istiyorsan tam zamanı değil de ne?

Başka bir kızla yatarak mı eski ben olacağım, göt laleleri?

Elimdeki telefonun üstteki köşeye, saate baktım. Trafik ve burada sessizce oturup düşüncelere daldığım dakikalar birleşince saat on bire dayanmıştı.

Yanımdaki kadının dokunuşları, sessiz kalışımla daha da cesurlaşmıştı.

Bade'nin sadece kolumu tutuşuna bile tav olan ben, bu kadının ciddi dokunuşlarından rahatsız oluyordum.

Elini ittim.

Kız şaşkınlıkla bana bakarken ayağa kalktım. "Ben gidiyorum." Ceketimi alıp hızla çıkışa ilerledim.

Kulüpten çıktığımda arabama bindim ve sakinleşmeye başlamış sokaklarda ilerledim.

Kendimi bulduğum yer ise şehitlikti.

Arabanın farlarını ve ardından da motorunu kapatıp indim. Anahtarıyla kilitledikten sonra ağır adımlarla girişe ilerledim. Üzerimde rahatsız edici bir çekingenlik vardı. Sanki utanıyordum babamın yanına gitmeye. Çünkü beni bıraktığı hâlde değildim. Boğazıma kadar pisliğe ve suça batmıştım.

Şehit olmuş bir askerin oğluydum. Rezil bir insandım. Onun toprağına bile bakmaya yüzüm yoktu.

Şehitliği çevreleyen siyah parmaklıklara yaklaşıp tutundum ve babamın kabrinin olduğu yere baktım. Ellerim titriyordu. Kavradığım demirleri daha sıkı tuttum.

"Yaşamıyor olduğuna ilk kez şükrediyorum sanırım." Dedim ama sesim son derece kısık çıktı. "Yoksa beni kendi ellerinle öldürürdün, biliyorum."

Yutkundum.

"Bir askerdin, suçlu oldum. Kadınlardan nefret ederdin, bir kadına tutuldum. Merhametimle gurur duyardın, acımasız oldum. Haklısın baba, ben olsam ben de beni öldürürdüm. Sana layık bir evlat olamadım." Gözlerimin yanmaya başladığını hissettim. Çenemin titrememesi için dişlerimi sıktım. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

Ben şu an kazık kadar adam değil, küçük bir çocuktum.

"Beni affetme, baba. Sana layık olamadım..."

Başımı eğip siyah demire yasladım. Gözlerimi yumdum. "Orada rahat olduğunu biliyorum. Herkesin isteyeceği bir yerdesin, şehitsin. Belki de buranın önünden dahi geçmemem gerekiyordu. Gelmekle hata yaptım. Ama... İhtiyacım vardı." Dedim. Sona doğru sesim iyice kısılmış, titremişti.

"Sen kötüyken bile iyiydin, bende iyiliğe dair hiçbir şey yok, özür dilerim."

****

"Hayatın tohumları kaderi zehirleyebilir, bunu anlamak benim için zor olmadı. Zor olmayışı, acı vermeyeceğini de göstermez. Keşke vermese. Yedi yaşıma kadar her şey ne kadar da güzeldi halbuki?

Annemin gidişi ruhuma inen ilk darbeydi. Muhteşem bir anneydi, bu yüzden gidişi vermesi gerekenden daha ağır bir hasar vermişti. Bana 'Geleceğim, bebeğim. Gitmek zorundayım.' demişti. Neyin zorundalığıydı bu? Kendi evladını terk edip gidecek kadar?

Gelmemişti. Her gün beklemiştim, ev telefonu çalacak mı diye bekledim, kapı çalacak mı diye bekledim. Okula gitmek istemedim 'annem gelir de beni bulamazsa' diye. Ama annem hiç gelmedi. O gelmedikçe ben de içime kapandım. Hastalığının son demlerinde olduğunu ve hastaneye yatıp orada öleceğini bilmiyordum. On iki yaşımda babamın şehit edilişinden sonra tamamen yalnız kaldım. Herkes bana acıyordu, 'Vah vah' diyorlardı arkamdan. Duymadığımı düşünüyorlardı, belki de umursamıyorlardı. 'Hem yetim hem öksüz kaldı, yazık'.

Annemin ailesinden kimseyi tanımıyordum. Annem babama kaçarak evlenmişti.

Komşular her gün yemek getirdi eve, o yemeklerle doyurdum karnımı. Yalnız kalmaya alışkındım çünkü babam nöbete gittiğinde hep yalnız kalırdım. Fakat bu yalnızlık farklıydı. Babam günün ya da gecenin sonunda eve geri gelmeyecekti. Polis amcalar beni götürmek istemişlerdi ama kati bir şekilde karşı çıkmıştım. Beni yetimhaneye götüreceklerdi, evimi bırakıp hiçbir yere gitmezdim!

Sonra bir gün kapı çaldı. Annem geldi sandım koştum. Sanki ölüler dirilebilirmiş gibi.

Kapıyı açtığımda gülümsemem yerle yeksan oldu. Karşımdaki orta yaşlı adamı tanımıyordum. Babamla hemen hemen aynı yaşlarda görünüyordu.

Bana 'Ben senin amcanım.' dedi. İstanbul'da yaşıyormuş, babamla görüşmüyorlarmış ama beni biliyormuş. Özel bir okulda müdürlük yapıyormuş. Beni alıp götürmek istedi. Evli değildi, çocuğu da yoktu. Onun da trajik bir hikâyesi vardı ama bunu umursamamıştım. Düşünecek başka şeylerim vardı çünkü.

Amcam beni kendi kızı yerine koydu. Özel okullarda okuttu ve başarılı olmam için elinden geleni yaptı. Ama bazı şeyler için ne kadar çabalasan da faydasız kalıyordu.

Ben iyileşemedim. Hiçbir zaman. Gün geçtikçe daha kötü oldum.

Aradan yıllar geçti, geçerken benden beni alıp götürdü. O kadar kötü biri olmuştum ki, amcam bile beni sevmekten vazgeçti. Onun desteğini üzerimden tamamen çekmesi, bu sefer de tüm öfkemi ve nefretimi kendime yöneltmeme neden oldu. Kendime zarar vermeye başladım.

Ufak sıyrıklarla başlayan zarar verişlerim derin yaralara dönüştü. Bir gün kan kaybından hastaneye kaldırıldım, taburcu edilir edilmez de amcam beni o kafese kapattı. Orası bir hastane değildi, kafesti.

Kendime zarar verdikçe cezalandırıldım. Bazen yemek vermediler, bazen su. Bazen de gün ışığından mahrum bırakıp bir hücreye kapattılar. Sonra sordular, 'Tekrar yapacak mısın?'

'Yapacağım.'

Bağlanmaktan, kelepçelenmekten bileklerim parçalandı. Ağır antidepresanlar beni hissiz birine dönüştürdü. Sadece uyudum, ya da boş boş etrafa baktım. Kafamın içi dumanlı olurdu, hiçbir şey algılayamazdım. Değil zarar verici bir şey, kalem bile tutamazdım. Kaşık bile tutamazdım.

Yemin ettim. Ne olursa olsun bir gün oradan kaçacaktım.

Kaçtım.

Artık o ilaçları içmiyorum, artık kimse beni cezalandırmıyor, artık kimse beni aç bırakmıyor.

O günlerin izleri hâlâ bedenimde. Çekiştirmekten kırıklarla dolmuş yıpranmış saçlarımı her aynaya bakışımda görüyordum. Susuzluktan ve soğuktan çatlamış dudaklarım hâlâ yara içindeydi, iyileşmiyordu. Bedenime kazıdığım her yara iziyle beraber duruyordu.

Ama en azından kafam dumanlı değil. Daha net düşünebiliyorum ve algılayabiliyorum.

Ben deli veya geri zekalı değildim. Sadece kendime zarar veriyorum. Çünkü kendimden nefret ediyorum. Daha kendisini kontrol edebilmekten aciz bir aptalım. Kötü bir insanım. Annemin gidişi bile benim yüzümden olmalı, yoksa neden gelmeyecekti ki? Beni çok severdi o, kesin bir şey yapmış olmalıydım.

Kendisini sevmeyen, başkasını sevemezdi.

Ve ben kendimi hiç sevmiyorken başka birisini sevemem. Bu imkânsız. Bu hayal, bu mucize.

Böyle bir şey yalnızca kitaplarda ve filmlerde olurdu. Ve ben kitap karakteri olamayacak kadar gerçektim."

Kalemi masaya bırakıp defterin kapağını kapattım. Koyu lacivert renkli mat deri defterin yüzeyinde elimi gezdirdim.

Arınç'tan bir defter ve kalem istemiştim. O da bana alıp gelmişti. Ne kadar minnettar olduğumu kelimelerle ifade edemezdim. Bazen kelimeler gerçeklere yetersiz kalırdı.

Gözüm duvardaki otelin kendi saatine takıldı. Neredeyse bire geliyordu.

Arınç, bana Kuzey'in bu gece gelmeyeceğini söylemişti. Merak etmememi, Arnaldo'yla takılacaklarını.

Nereye gittiğini ve neden bu gece gelmeyeceğini biliyordum. Kendi tarzında eğlenecekti.

Bu düşüncenin beni rahatsız etmesini bekledim. Ama hiçbir şey hissetmedim.

Defterin en arka sayfasını açtım. Lacivert tükenmez kalemimin ucunu sayfada gezdirdim. Ne çizdiğimi biliyordum.

Saat bir buçuk oldu. Saat iki oldu. Saat iki buçuk oldu.

Ağırlık üstüme sonunda çöktüğünde kalemi sayfadan ayırdım.

Annemin yüzü.

Nefret hissetmeyi bekledim. Ama hissizdim.

Ne Kuzey'e, ne anneme, ne de babama karşı hiçbir şey hissetmiyordum. Sevgi, nefret, özlem... Hiçbiri yoktu. Boştum. Bomboş.

Nefret ettiğim tek kişi kendimdim. Sevdiğim kişi hiç kimseydi.

Sandalyeden kalktım. Bavulu açtığımda en üstte duran şortlu pijamamı aldım. Satendi ve yatakta kayıyordu ama elimde başka seçenek yoktu. Diğer daha mat olanı beğenmemiştim.

Yalnız olduğum için banyoya gitmeye gerek duymayarak odada giyindim. Kıyafetlerimi katlayıp bavula geri koydum. Askılının yakasını düzelttim. V yakaydı ve normalden daha büyük olan göğüslerim yine dekolte vermişti. Bu duruma her seferinde göz deviriyordum. Hoşuma falan gitmiyordu.

Erken yaşta epilasyon yaptırmak, şu hayatta verdiğim en doğru karardı. Hastaneye kapatılmadan önce bir kaç seans gitmiştim. Şu an yine bir kaç kere nadiren çıkıyordu ama kolayca alıyordum.

Işığı kapattığımda sadece sarı baş ucu lambaları açık kaldı.

Yorganımı kaldırdığım sırada kapı çaldı. Kaşlarım çatıldı. Bu saatte kimdi bu?

Sabahlığımı üzerime geçirip önümü kapattım. Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm kişi, duraksamama sebep oldu.

Kuzey gelmişti. Gayet derli toplu görünüyordu. Dağılmamıştı, sabah nasıl gittiyse öyle gelmişti. Sadece içip gelmişti sanırım, alkol kokusu geliyordu.

Bana bakışları farklıydı.

"Kuzey?" Dedim şaşkınlıkla. Hani gelmeyecekti? Madem gelecekti, neden 'Geç geleceğim' demiyordu da 'Gelmeyeceğim' diyordu?

"Güzelim?" Dedi. Öyle bir tonda söyledi ki, güzel olmasam bile kendimi dünyanın en güzel kızı hissedebilirdim. İnandırıcı, içten, samimi.

"Gelmeyeceğini söylemişsin?" Dedim aklımdan geçen sorgulamayı dile dökerek. Gülümsedi. "Gelmek için bir nedenim vardı, geldim." Sakince yanımdan geçip içeri girdi. Kapıyı kapatıp arkasından gittim.

"Bugün eğlenip kafa dağıtacağını sanıyordum. Günlerdir benimlesin, sıkılmışsındır."

"İmkansız." Dediğinde yüzüne bakakaldım. Birden bire dili mi çözülmüştü? Kafasına bir şey düşmüş de olabilirdi.

Ceketini çıkarıp az önce oturduğum sandalyeye astı. "Üzerini değiştireceksen banyoya geçebilirsin. Malum, rahatsız oluyordun benden." Dedim hiçbir ima içermeden. Daha bu sabah ağlayıp durmuştu.

"Senden rahatsız olmuyorum, Bade." Dedi. "Sadece biraz utanıyorum, o kadar."

"Onca kızın önünde soyunurken utanmıyorsundur, eminim." Dedim bu sefer ima katarak. Onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu.

"Kıskandıysan senin önünde de soyunabilirim?" Dedi gülerek. Şaka yaparken bile eskisi gibi mesafeli değildi. Bu adamın kafasına meteor düşmüş olmalıydı, başka ihtimal yoktu.

"Az önce benden utandığını söylememiş miydin?" Dedim imayla. "Seni kıracağıma kafamı kırarım ben, söylemen yeter." Dedi ve göz kırptı. Bu halleri karşısında ister istemez gülmüştüm. "Hiç mi yorulmadın, yat hadi." Dedim kendimi yatağıma atarak.

Defter hâlâ masanın üzerindeydi, istese hemen açıp okuyabilirdi beni. Fakat umursamadım. Kuzey ile yakın arkadaş olma yolunda ilerliyorduk, ben anlatamazdım ama o okuyabilirdi geçmişimi. Sakınca görmüyordum.

Ama o deftere göz ucuyla bile bakmadı. Görmüş olmalıydı ama hiç ilgilenmedi.

Yorgana sarılıp yan döndüm ve gözlerimi kapattım.

***

Çok güzeldi.

Melek gibiydi.

Yerde oturuyordum. Bade'nin hemen başucunda. Saat altıya geliyordu ama tek bir an dahi gözlerimi kapatmamıştım. İlk kez onu böyle uzun uzun izliyordum.

Parmak uçlarım saçlarına dokunmak için beni parçalıyordu. Öyle büyük bir azaptı ki bu... Ona dokunursam uyanırdı. Uyanırsa yargılardı. Çünkü o bana karşı hiçbir şey hissetmiyordu.

Salağın tekiydim.

Hayatımda ilk defa platonik aşkı tatmıştım, acıydı. Ağıza alınmayacak kadar acı. Kaderin bekçisi, ruhuma virane olmuş bir aşkın temelini atıyordu.

Bir nefes kadar yakınımdaki bu kadına hissettiklerimin karşılıksız oluşu, kalbime saplanan bir hançerle eş değerdi.

Bir yandan da afallamış hissediyordum. Daha bir kaç gün önce sadece arkadaş olarak görebileceğim bir kıza karşı bir anda böyle şeyler hissetmek feleğimi şaşırtmıştı.

Ne olacağını bilmiyordum, ne olacağımızı bilmiyordum, ne olacağımı bilmiyordum.

Sadece seviyordum, ve bunu yeni kabul ediyordum. Bir 10 Ekim sabahında.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro