Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

36

Merhaba arkadaşlar, kısa bir bölüm oldu ama hikaye asıl şimdi başlıyor. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum. İyi eğlenceler :)

***

Derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım. Cecilia'ya şirince gülümsedim. "Ağlama bebeğim, bir şey olduğu yok. Korkulacak bir şey yok. Anneniz yanınızda." Cecilia dudaklarını büzüştürerek başını salladı.

"Çocukları bırak. Onların bizim meselemizle bir alakası yok."

"Tabiki de var. Onların tahtta hakkı var. Çocukların Arthur'dan olmadığını itiraf edeceksin."

"Bu itirafın sonucunda kellemin uçacağını bilmiyor muyum sanıyorsun? Ve çocuklarımın da aynı sonu paylaşacağını bilmiyor muyum?"

Yüzünde küçük, sinsice bir gülümseme belirdi. "En azından ölümlerini görmeyeceksin."

"Onursuz bir şekilde öleceklerine, meşru bir şekilde ölmelerini yeğlerim Victoria." diye meydan okudum. Ama içimden tam tersini haykırıyordum. Onları kurtarmalıyım! Onları kurtarmalıyım! diye haykırıyordu içimdeki ses. Bir kaşını kaldırdı ve adamlarına döndü. Adamlar ellerindeki bıçakları daha fazla bastırdı çocuklarımın boğazına. Elbisemin eteklerine can havliyle yapıştım.

"O zaman, onlara vedanı et."

"Bunu neden yapıyorsun?" dedim nefes nefese.

"Söyledim ya, tahtta hakları var. Taht sadece benim olmalı."

"Seni de bir köşeye atacak. Beni sevmediği gibi seni de sevmiyor."

Uğursuz bir kahkaha attı. Umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Beni sadece becermek istediğini biliyorum. Ve bu da benim için iyi bir avantaj."

"Senden de sıkılacak!"

Eliyle ağzını kapattı ve kıkırdadı. "Önce benim sıkılmamam onun için daha iyi olur." diye fısıldadı. Fısıltısı zehirli bir yılanın tıslamasını andırıyordu.

"Ne istiyorsun?" diye fısıldadım onun gibi. "Edmund'un da bu tahtta hakkı var. Arthur ölürse yerine..."

"O gelecek." diye tamamladı cümlemi.

Ciğerlerimdeki bütün hava bedenimi terk etti. Ellerim buz tutmuş ve titremeye başlamıştı. Zemin ayaklarımın altında kayıyordu sanki. "Önce beni ve çocuklarımı, sonra da Arthur'u öldüreceksin." dedim yavaşça. Sonra gülmeye başladım. Öyle delice kahkahalar atıyordum ki James endişeyle beni izliyor, Cecilia daha çok ağlıyordu.

"Fazla yüksekten uçuyorsun. Asla başaramayacaksın. Edmund asla sana uymaz."

"Kaderim çoktan çizildi İsabel, geleceğimi gördüm. Tanrı Meneldur bana bu görevi verdi."

Korku kalbimi bıçak gibi deldi. Hissettiğim dehşetle inledim. "Ne dedin sen?"

O sırada kapı ardına kadar açıldı. Arthur hızla içeriye daldı. Gördüğü manzara karşısında kılıcını hışımla çekti.

"Siz kim oluyorsunuz da hanedan çocuklarına bıçak çekiyorsunuz?" diye böğürdü. 

Adamlar telaşla gerilediler. Serbest kalan James kardeşine sarıldı. Koşarak çocuklarıma sarıldım. Onları hiç bırakmamacasına sardım. Saçlarını öperken gözyaşlarım dökülüyordu tepelerine.

"Bu ne demek oluyor? Sen benim çocuklarıma nasıl..."

"Sadece blöf yaptım. İmzalamak istemiyordu." diye meydan okudu Victoria umursamazca.

"Bana söyleyebilirdin Victoria." diye devam etti Arthur yumuşak bir sesle. "George!" diye haykırdı arkasına. George allak bullak olmuş bir yüzle içeriye daldı. Beni görünce yüzü bembeyaz kesildi.

"Çocukları al ve odalarına götür. Onları sakinleştir."

George başını salladı ve yanımıza geldi. Oğlumu ve kızımı alınlarından öptüm. Cecilia'mın ağabeyi gibi kızıllaşan saçlarını kulağının arkasına ittim. "Birazdan yanınıza geleceğim. Güvendesiniz. Sadece tatsız bir şakaydı." dedim gülümseyerek. James küçük elleriyle boynuma sarıldı. "Seni üzmelerine izin verme anne. Ben bizi korurum. Seni de, Cecilia'yı da." diye fısıldadı incecik sesiyle. İnlememek için ağzımı kapattım elimle. Zorlukla gülümsedim. "Bundan eminim tatlım."

George James'in ve Cecilia'nın elini tuttu. Gözlerinde bir mesajla uzun uzun baktı gözlerime. Seni bekliyor olacağım diyordu gözleri. Yanındayım İsabel.

George ve çocuklar odadan çıkınca yere yığıldım. Elimi acıyla kasılan kalbime dayadım. Arthur, Victoria'yı zorla odadan çıkardı ve yanıma geldi. Omuzlarıma uzanan ellerini öfkeyle ittim.

"Dokunma bana! Çocuklarım ölüyordu! Onları öldürüyordu!" diye haykırdım deli gibi.

"Sadece blöf yapıyordu. Sen de duydun."

"Ne demek oluyor tüm bunlar!"

"Onunla evlenmek zorundayım İsabel." dedi yavaşça.

"Neden!"

"Neden bana gayri meşru olduğunu söylemedin!" diye bağırdı birden.

"Ne?" diye fısıldadım. Bunu Victoria söylemiş olmalıydı. Yanaklarımdan yuvarlanarak akan gözyaşlarım bir karış açık ağzımdan içeriye giriyordu. Tadı tuzluydu. Yutkundum.

"Nasıl?"

"Bir piç,  bu ülkenin kraliçesi olamaz! Bana söylemeliydin! Bütün Norwiya bunu bilirken, beni nasıl kaale alarak yanımda olurlar! Halkım beni nasıl sayar! Aveleria, Azalia'yı aldı. Gözleri topraklarımızda şu an. Andarkan'ı istiyorlar! Novada ile birleşip ülkemi paylaşacaklar! Herkes senin piç olduğunu biliyor. Baban gayri meşru olduğunu ilan etti. Artık İsabella Gomez değilsin. Artık İsabella Stewart'sın. Bütün piçlerin kullandığı soyadı aldın." dedi önüme bir parşömen atarak.

Bir enkazdaymış gibi cümlelerinin altında nefes alamıyor, hareket edemiyordum. Titreyen ellerimle parşömeni ağır ağır açtım. Babamın imzasını ve mührünü gördüm. İsabella Gomez yazıyordu bir yerde. Bir yerde gayri meşru yazıyordu. Sonlarda Destiny White yazıyordu. En sonda ise Norwiya Kralı Jack Patrice'in de onayıyla İsabella Stewart olmuştum. Bir piç.

"Ben..." diyebildim sadece.

"Ona aşık değilim." dedi Arthur kendini savunur gibi yavaşça. Bunun yalan olduğunu gözlerinden anladım. "Eğer onunla evlenirsem, Norwiyalı biriyle, ittifak kurulacak. Böylece düşmanlarımızı yenebiliriz."

"Peki ya imzalamazsam?" dedim fısıltıyla.

"İmzalayacaksın." dedi kesin hükmünü vererek.

"Çocuklar? Onlar senin çocukların. Onlar red mi edeceksin?"

"Tabiki hayır!" dedi inanamaz gibi. "Onlar benim çocuklarım. Tek varislerim İsabel. Onları seviyorum, her ne kadar gösteremesem de."

"Victoria hamile kalırsa? O zaman değişecek mi bu durum?"

Duraksadı. Sanki bu düşünce onu heyecanlandırmış gibiydi. Başını ağır ağır salladı. "Hayır. Sadece bir çocuğum daha olmuş olur."

"Bunu garantiler misin?" dedim boğuk çıkan sesimle.

"Evet, sana imzalı bir belge veririm. Asla geçersiz olmayacak bir belge. Sana söz veriyorum İsabel."

"Sen ve senin sözlerin." dedim içimi çekerek. "Bana ne olacak peki?"

"Nerede yaşamak istersen, oraya gidersin. Sana bir malikane vereceğim. Oranın hanımı olursun. Rahat edeceksin."

"Çocuklarımdan ayırmayın beni. Tek isteğim bu." dedim hıçkırarak.

Victoria'nın getirdiği, çocuklarla ilgili itirafı içeren belgeyi yırttı. Evliliğimizin geçerliği olmadığını, aslında hiç evlenmediğimizi, çocuklarımın babalarının soyadlarını taşısa da evlilik dışı doğduğunu ve aslında hiç kraliçe olmadığımı söyleyen belgeyi uzattı. Bir de mürekkebe batırılmış tüyü. Tüyü aldım ve imzalayacağım bölgeye getirdim. Titreyen ellerimle umutsuzca kağıda baktım. Nasıl imzalayabilirdim böyle bir şeyi? Hayatım nasıl bir anda alt üst olmuştu? Bu sabah kraliçe iken, akşamına nasıl basit biri olmuştum? Ucundaki mürekkep itiraz edemeden damladı. Titrek bir imza attım. Artık İsabella Richmond değildim. Aslında hiç İsabella Richmond olmamıştım. İsabella Gomez de değildim. Aslında İsabella Gomez de hiç olmamıştım. 

Öyleyse ben kimdim? 

İsabella Stewart. 

Bir piç.

....

***

On gün sonra Arthur'la olan evliliğimin geçersiz olduğu, benim gayri meşru bir kadın olduğum ve kralın, yeni kraliçesi ile evlendiği, Norwiya ile ittifak kurulduğu ve Avelera tehdidini kolaylıkla savuşturabileceğimiz halka duyuruldu. Halk kutlamalara katılmadı. Sessizce kendi köşelerine çekildiler ve olacakları izlemeye başladılar.

***

Her şey bir anda olup bitmişti. Odalarımdan apar topar çıkıp, küçük bir odaya yerleştirilmiştim. Arthur bana NewStalin'de bir malikane ve bir düzine hizmetçiyi emrime verdiğini söyledi. Çocuklar ise eğitim almaları için Stoneback'e gideceklerdi. İstediğim zaman onları ziyaret edebileceğimi söylemeyi de ihmal etmemiş, böylece rahatlıkla karısının yanına dönebilmişti.

Yatağa oturdum ve bastıran sonbahar yağmurunu izlemeye başladım. Hava soğumaya başlamıştı. Şöminem yanmıyordu ve üşüyordum. Sanırım benim yakmam gerekiyordu. Emrimde bir düzine hizmetçi vardı güya ama kimsecikleri görmüyordum etrafımda.

George, Edmund'un yokluğunda kralın danışmanı ve koruyucusu olarak görevini yapıyordu. O kadar yoğundu ki onu uzun süredir göremiyordum. Sadece belgeyi önüme attıkları o gün, yanımda olduğunu, her şeyin düzeleceğini söyleyerek yeniden kralın peşinde koşmaya devam etmişti. Tatlı mı tatlı karısı ise, son zamanlarını geçiren annesine refakat edebilmek için şehre gitmişti.

Çocukların yanına şimdilik gitmem yasaktı. İkisini de en son o gün görmüş, onları asla bırakmayacağıma ve onlara zarar gelmesine izin vermeyeceğime söz vermiş, ikisini de ne çok sevdiğimi söylemiştim. İkisi de anlayışla dediklerimi onaylamış ve boynuma sarılmışlardı.

İsabella Stewart diye mırıldandım yavaşça. Birden ilk defa anneme öfke duymaya başladım. Eğer, babam olacak şerefsizi bırakabilecek kadar güçlü olsaydı, bir piç olmayacaktım. Onun günahının bedelini ben ödüyordum! Her zaman olduğu gibi.

Eşyalarımın bir kısmı açık sandıklarda, bir kısmı da yatakta ve taburenin üzerine yığılmış haldeydi. Sandıklarımı kendim hazırlıyordum. Ağlamaktan o kadar bitkin düşmüştüm ki en sonunda yatağa uzandım. Yağmur damlalarının cama vuran seslerine, hıçkırıklarım karışmış, acınası bir çaresizlik türküsü gibi yankılanıyordu soğuk duvarlarda. James ve Cecilia olmasa belki de çoktan öldürürdüm kendimi. Ama kendimi öldüremeyecek kadar çok seviyordum onları. Ben gidersem halleri ne olurdu?

Kapı gürültüyle açıldı. Victoria mor kadifeden, belinde altından kalın bir kemer bulunan elbiseyle girdi içeri. Koyu kahve saçları omuzlarına saçılmış, yüzü mutluluktan pespembe olmuş, daha tören yapılmadığı halde kafasında göğe yükselen büyük, altından ve değerli taşlarla bezeli şaşalı bir tacla güneş gibi parlıyordu. Benim böyle bir tacım yoktu. Yeni yaptırmış olmalıydı. Kapıyı kapattı ve gözlerini odada gezdirdi.

"Nereye gidiyorsun?" dedi gülerek.

"NewStalin'e. Biliyorsun, Arthur bana..."

"Hiçbir yere gitmiyorsun."

Afallayarak yüzüne baktım. "Ne?"

"Hiçbir yere gitmiyorsun dedim salak şey. Sana ihtiyacım var. Nedimem olacaksın."

"A..ama Arthur..."

"Arthur'la konuştum, o da kabul etti. Yani NewStalin'e gitmiyorsun. Baş nedimem olabilirsin. Hiçbirine güvenmiyorum. Kızların hepsi çok salak. Sen en azından daha çekilebilirsin."

"Neden yapıyorsun bunları? Sen kazandın işte! Benden ne istiyorsun?"

Siyah gözleri hain bir zaferle parladı. "Hayır, daha hiçbir şey başarmadım. Çok daha büyük planlarım var." dedi kıkırdayarak. "Öncelikle, şu aptal tanrılarınızdan başlayacağım. Putlarınızın hepsini, onlara tapan herkesi diri diri yakacağım."

Ciğerlerimdeki bütün hava boşaldı aniden. Ağzımdan soğuk bir buhar kütlesi olarak çıktılar. Öyle soğuktu ki beyaz dumanını bile görebiliyordum. Şiddetle titreyerek, buz kesmiş ellerimi koyacak bir yer aradım. "A...Arthur sana uymaz." dedim fısıltıyla. Ama emin değildim.

"Orası hiç belli olmaz. Hele şu savaş bir bitsin. Ben gerçek bir kraliçe olayım. O zaman bu insanları gerçek tanrılarıyla tanıştıracağım." dedi hevesle.

"Gerçek tanrıları?"

Gözleri ışıl ışıl yanan meşaleler gibiydi. "Tek bir tanrı vardır İsabel. Binlerce değil! Bu ülke kafir!"

"Senin tanrın kim peki?" dedim zorlukla.

"Tanrı Meneldur. Bana bu görevi o verdi." dedi daha bir şevkle.

Korkuyla inledim. "Victoria, o Karanlık Tanrı." dedim tanıyamadığım ince ve kuru bir sesle. Sinsi gülümsemesi daha çok yayıldı yüzüne.

"Ben de Karanlık Kraliçe'yim. Benim zamanım geldi."




Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro