Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

35


Üç yıl sonra gerçekten de Natalia'nın dediği gibi Victoria saraya gelmiş ve Edmund dahil herkesin gözünü kamaştırmıştı.

O gelmeden aylar önce, ikinci çocuğumu dünyaya getirmiştim. Benim minik prensesim, güzelliği ile dillere destan olacağı belli sarı saç tutamları ve koyu zümrüt rengi gözleri ile Cecila'm doğmuştu. James ise gün geçtikçe büyüyor, kızıl saçları yuvarlak kafasından fışkırırcasına çıkmış, tombul bacakları ile paytak paytak yürüyordu. Edmund, onu çok seviyordu. Okuma yazma öğrenecek yaşa gelene kadar saraydan ayrılmaması için Arthur'u ikna etmişti. Her gün mutlaka onu ziyarete geliyor, James ise amcasını gördüğünde sevinç çığlıkları atıyordu.

Arthur ise James'le sadece İra'nın kızı Emma ile evlenerek iki ülke arasında barışı sağlayacağı düşüncesi ile ilgileniyor, hatta bunun için girişimlerde bile bulunuyordu. Aramızda büyük uçurumlar açılıyordu sanki gün geçtikçe. Bitmeyen kavgalarımızdan sıkılmıştı. Hamileliğimle başlayan ayrı yataklar durumu Cecilia doğduktan sonra da devam etti. Calanthe'nin her geceyi onun yatağında geçirdiğini biliyordum. Bazı sabahlar, onu dağılmış saçlarına geçirdiği bir pelerinle koşarak odasına kaçtığını görüyordum.

Bu durum ilk zamanlar canımı çok yakmıştı. Bazı geceler büyük yatağımda yalnız başıma gözyaşları içinde Arthur'un beni sevdiği zamanları yad ediyordum. Ama zamanla içimde yanan bu acı, gittikçe soğumaya, kabuk tutmaya başladı. Sadece çocuklarım vardı benim için. Arthur ise, çocuklarımın babası ve kralımdı.

Ülkede ise artık sevilen bir kraliçe olmuştum. İki ayda bir, ülkenin dört bir yanından, halk tarafından seçilen elçilerle görüşüyor, onların ihtiyaçlarını dinliyor, sıklıkla katılmasa da Arthur ve her zaman büyük bir sadakatle bu konuda en büyük yardımı yapan Edmund ile ve kraliyetin güvenilir lordlarıyla birlikte kararlar alıyor ve sorunlara mutlaka bir çözüm buluyorduk. Halk beni Andarkan'ın Güneşi olarak anıyordu. Belki de Andarkan tarihinde en sevilen kraliçe bendim.

Ama Azelia halkı bu grupta değildi. Onlar, eski prensesleri İra'nın topraklarına katılmak, kendi soylarından biri tarafından yönetilmek istiyorlardı. İra ise, Azelia'nın kendi toprakları olduğu ve Avalera'ya verilmesi konusunda ısrar ediyordu. İra'nın da desteği ile çıkan isyanlar Edmund'un önderliğinde kısa sürede bastırılıyor ama bu durum sadece savaş çanlarının çalmasını erteliyordu. William ise savaş yanlısı değildi ama o da karısına katılıyor ve Azelia'nın kendi hakları olduğunu söylüyordu.

Babam ve Natalia Randalss'a yerleşmiş, emrim üzerine saraya gelmiyor ama babamı çok seven Arthur tarafından arada sırada ziyaret ediliyorlardı. Bana yaklaşmadıkları sürece ne yaptıkları umrumda değildi.

Calanthe ise kralın metresi olduğunu açıkça belli ediyor, aklı sıra ayağımı kaydıracağını sanıyordu. Onun bu burnu havada ve bana meydan okuyan tavırlarını yok saysam da bazen herkesin önünde bana hizmet ettiğini ve konumunu hatırlatacak hareketlerde bulunuyordum. Bu duruma çok öfkeleniyor, beni Arthur'a şikayet ediyor ama Arthur onun öfkesiyle pek ilgilenmiyordu ki bir kere bile bana bir şey dememişti.

Victoria'nın geldiği gün, George'un düğün günüydü. George aylar önce beni çok şaşırtarak Rose ile evlenmek istediğini, Rose'un ise teklifini kabul ettiğini söylediğinde mutluluktan uçuyor gibiydi. Onu hiç bu kadar aşık ve mutlu görmemiştim.

Aynanın karşısında düğün için diktirdiğim elbisenin son rötuşlarını yapıyordu Selene. Bu yeni moda olan bir elbiseydi. Eteğin içine tafta giyilmiyordu. Bel kısmından sonrası çok hafif kabarık ve dümdüz iniyordu. Rengi okyanus mavisi olan ipek kumaş, belimi iyice sarmış, kalçalarım belirginleşmişti. İncilerle süslü göğüs kısmından sütle dolu, dolgun göğüslerim iyice ortaya çıkmış, ateş bastıran bir güzellik ortaya çıkmıştı. Saçlarım tepeme sıkıca topuz yapılmış, ince elmaslarla kaplı tacımı takmıştım. Boynuma ise Arthur'un doğum hediyesi olan ortasında iri safir taşından oldukça şık gözüken kolyemi takmıştım.

Nedimelerimden biri yüzüme hafif bir pudra sürdü önce. Ardından allıkla yanaklarımı renklendirdi. Yeni icat edilmiş küçük, yuvarlak bir kutunun içinde benim renkli krem dediğim ama adı dudak boyası olan, kırmızı renkli kremi sürdü dudaklarıma. Bittiğinde dudaklarım çarpıcı bir görüntüye sahip olmuştu.

Bekleme odasında Arthur'u beklerken gözüm Calanthe'ye kaydı. Bir köşeye çekilmiş, nedimelerle fısır fısır konuşuyordu. Üzerinde fıstık yeşili bir elbise vardı. Boynundaki inci kolye dikkatimi çekmişti. Calanthe kolyesine baktığımı fark edince meydan okurcasına elini kolyesine doğru götürdü ve sarı buklelerini savurarak arkasına attı. Bu hareketine kızmamıştım. Tam tersi hüzünle gülümsedim. On altısında falan olmalıydı. Artık yirmisine girmiş olan benden daha gençti. Belki de bu yüzden Arthur'un seçimiydi. Beni seçtiği zamanlar da hemen hemen aynı yaşlardaydım. Yeşil gözleri ışıl ışıl bir kıskançlıkla elbisemi inceliyordu. Ne kadar genç ve güzel olsa da benim yanımda sönük kaldığını biliyordum. Çok yaşlı bir kraliçe değildim. Ve biliyordum ki ondan çok daha ilgi çeken bir güzelliğe sahiptim.

Uşağın Arthur'un geldiğini haber veren sesini duyunca nedimeler hızla arkama sıralandılar ve onun dikkatini çekebilmek için çekici bakışlar sunmaya başladılar. Arthur içeri girince ışıl ışıl parlayan gözleri bedenimi baştan aşağıya inceledi.

"Hoşgeldiniz kocacığım." 

"Biliyor musun hayatım? Anne olmak sana çok yakışıyor. Seni sık sık hamile bırakmam gerekiyor sanırım." dedi en mahrem ses tonuyla. Nedimelerden kıkırtı sesleri yükseldi. 

"Kralımız bugün çok şık görünüyor." diye araya girdi Calanthe. Herkes bir anda nefesini tuttu. Bu ne cürret diye haykırmak istedim ama bu iyi bir intikam olmazdı. Arthur Calanthe'nin cürretini maruz görüp, iltifatı kabul ederek gülümsedi. Bana döndü ve kolunu uzattı. "Gidelim mi?"

Sol elimdeki beyaz eldivenimi çıkardım ve yere attım. "Bayan Calanthe, eldivenim lütfen?" dedim şirin bir tavırla gülümseyerek. Calanthe kırmızıya kesilen yüzüyle Arthur'a baktı. Arthur omzunu silkerek genç kıza cevabını verdi.

"Kraliçenizi duydunuz."

Calanthe yaşlarla dolan gözleriyle yavaşça eğilerek eldiveni aldı. Elimi uzattım. İpek kumaşı elime geçirerek bileğime kadar giydirdi ve başını eğerek reveransını sundu. 

"Elbisemin eteğini düzeltir misiniz?" dedim dümdüz uzanan kuyruğunu işaret ederek. Nedimelerden yeni bir kıkırtı sesleri yükseldi. Gülümsememi bastıramayarak arkamı döndüm. Genç kız utançla düz olan kuyruğu eliyle tekrar düzeltti. 

"Teşekkür ederim. Bayan Calanthe çok becerikli bir hizmetkardır." dedim Arthur'a övünerek. Arthur sadece başını sallamakla yetindi. Calanthe gözlerini dolan yaşlarıyla ve öfkeyle parlayarak Arthur'a dikti.

Düğün eğlencesi bahçede yapılıyordu. George ve Rose, Aşk Tanrıçasının kutsamasıyla evlenmişler, kurulan büyük masada yan tarafımızda oturuyor, ellerini hiç bırakmadan durmadan konuşuyorlar, kıkırdıyorlardı. Onların bu mutlu hali beni daha da mutlu ediyordu. Sıra dans açılışına gelmişti. Gelenek üzerine Arthur elimi tutarak ilk beni dansa kaldırdı.

Bir an elini belime doladığında nedime olduğum zamanlar geldi aklıma. Sanki Estella tahtında öfkeyle kudurarak bizi izliyor, Arthur aşkla beni daha sıkı sarıyordu. Bir anlığına gözlerimi yumdum ve o eski zamana geri döndüm.

"Yatağını ziyaret etme vaktim geldi sanırım karıcığım." diye araya girdi Arthur.

Gözlerimi istemsizce açtım ve tatsız bir kahkaha attım. "Yatağını ziyaret edenlerle vakit geçirmekten benim yatağımın yolunu unutmuş olmalısın."

Yaramaz bir bakış attı. "Kralların çalışması gerek öyle değil mi?"

"Kızla evlenmeyi umuyorsan, ilk ben duymak isterim."

"Bunları nereden çıkarıyorsun sevgili karıcığım." diye mırıldandı. Ses tonundan kızdığını anlamıştım.

"Kız her yerde senin ona evlenme teklif ettiğini ve yeni kraliçenin kendisi olacağını fısıldıyor."

Arthur'un yüzü taş gibi olmuştu. Gözleri uzak bir noktaya kilitlenmişti. Başımı çevirip baktığımda Calanthe'yi gördüm. Meydan okuyan bakışları Arthur'a dans açılışını benimle yapmasının hata olduğunu ifade edercesine ışıldıyordu.

"Sanırım açılışı kendisiyle yapacağını ummuştu."

"Açılışı elbette seninle yapacağım. Kraliçemsin."

"Gerçekten, böyle bir şeyi ilk senden duymak isterim."

"Tabii ki ona evlenme teklif etmedim." dedi dişlerini gıcırdatarak. Gözleri buz gibi olmuştu. "Bunu Calanthe'nin de anlamasını sağlayacağım. Emin olabilirsin."

"Haddini ve yerini bildiği sürece ne yaptığınız umrumda değil."

İnanmıyormuş gibi gözlerini kocaman açtı. "Kıskançlık krizleri yok mu?"

"Yok."

Kısa bir süre yüzümü inceledi. Sonra yavaşça beni kendisine çekti ve kulağıma eğildi. "Aynı şey senin için de geçerli hayatım."

"Ne demek istiyorsun?"

"Bulduğun adam, her kimse, haddini ve yerini bildiği sürece..."

Yaptığı yakıştırma öfkeyle sarsılmama neden oldu. "Kimseyi bulduğum falan yok. Daha yeni doğum yaptım. Bana bunu nasıl yakıştırırsın?" diye hırladım hiddetle. 

"Dişlerini gösterme hemen. Şaka yaptım. Tabii ki başkasını bulamazsın." Kendi etrafımda döndürdükten sonra bedenimi bedenine yapıştırdı. "Tabii başın boynuna ağır gelmiyorsa." dedi tehditkar bir tavırla. Ardından çapkınca gülümsedi. Dans bitmişti. Alkışlar başladığında önümde eğildi ve yeni evli çifti dansa davet etti. Ardından kendisine başka bir nedimeyi çekerek, Calanthe'nin iyice köpürmesine neden olacak dansına başladı. Yerime oturacakken Edmund önümde kibarca eğildi.

"Bir dans rica edebilir miyim mjaesteleri?" dedi elini uzatarak. Gülerek elini tuttum.

"Dans edebildiğinizi bilmiyordum majesteleri."

Elini bel oyuğuma yerleştirerek aramızda belli bir mesafe bırakarak dansa başladı. Mükemmel dans ediyordu. "Gerçekten harika dans ediyorsun." 

Mahçup bir bakış fırlattı. "Teşekkür ederim."

"Danslar sana göre değil diye biliyordum."

"Danslar değil, belli bir amacı olmayan balolar bana göre değil. Ama bu bir düğün değil mi? Güzel bir amacı olan, güzel bir düğün."

"Senin düğününü ne zaman göreceğiz?" dedim birden. Neden böyle bir şey sorduğumu bilmiyordum. Bir yanım cevabı duymak isterken, diğer yanım hiç istemiyordu. Yüzü kararmıştı. Gri gözleri uzun uzun gözlerimi inceledi. Kendi etrafımda döndürdü ve hızla kendine çekti.

"Evlenmeyi düşünmüyorum." diye soludu yüzüme. Nefesim kesildi gözlerine bakarken. 

"Prenses vardı bir tane." dedim gözlerimi kırpıştırıp, etraftakilere baktım. 

"Querel Prensesi Evelyn." dedi bir çırpıda. 

"Onunla görüşüyordun en son?"

"Evet."

"Denildiği kadar güzel mi?"

"Çok."

Hoşnutsuzca gülümsedim. "Sonuç?"

"Evlenmeyi düşünmüyorum. Kralın koruyucusu ve ordumun komutanı olarak askerliğime devam etmek istiyorum."

"Azelia konusunda ne düşünüyorsun?"

"O toprakları vermeyeceğiz."

"Savaş çıkabilir."

"O zaman savaşırız. Ama şu an düğündeyiz değil mi? Güzel bir amacı kutluyoruz."

Gülümseyerek başımı salladım. O sırada gözüm bahçeye kol kola giren Amber ve Victoria'ya kaydı. Amber yine her zamankisi gibi tombul memelerini fırlatan dar korseli, oldukça kabarık bir elbise giymişti. Yeni moda, ona uygundu değildi belli ki. Victoria ise belinde kalın, siyah metalden bir kemer ve dolgun göğüslerini çok hoş bir şekilde ortaya çıkaran dekoltesi ile üzerine siyah işlemeli parlak kırmızı bir elbise giymişti. O da yeni modaya ayak uydurmuştu. Elbisenin eteği belinden düz bir şekilde iniyor ve arkasında uzun bir kuyruk bırakıyordu. Koyu kahverengi saçları bukle bukle beline iniyordu. Bir alev parçası gibi yanıyor ve ışık saçıyordu etrafına. Herkes durdu ve gözlerini misafirlerimize dikti. Fısıltılar başlamıştı. Arthur müziği kesmeleri için eliyle işaret verdi. Derin bir nefes aldım ve gülümsememi yüzüme yerleştirerek kocamın yanına yürüdüm. 

"Hala, bu ne hoş bir süpriz!" dedi Arthur her halinden hoşnut olmadığını belli eden sesiyle.

"Ah, yolumuz buradan geçiyordu. Ben de gelip George'u bizzat tebrik edeyim dedim." dedi Arthur'u yanağından öperek. İşte bu çok ilginçti!

"Nereye gidiyordunuz ki?"

"Davous'a gidiyordum. Bir arkadaşımı ziyarete."

"Hoşgeldiniz majesteleri." dedim bir şekilde kibar çıkan sesimle. Amber hoşnutsuz bir ifadeyle başını salladı. 

"Kız kardeşini gördüğüne sevinmedin mi hayatım?" dedi şen şakrak bir sesle.

"Tabii ki sevindim. Sen de hoşgeldin kardeşim."

"Majesteleri." dedi kusursuz bir reverans sunarak. 

"Kardeşin mi?" dedi Arthur gözlerini Victoria'dan çekmeyerek.

"Evet hayatım. Kardeşim Victoria Gomez."

"Hoşgeldiniz Bayan Victoria. Annenizin dediği kadar güzelsiniz." dedi uzanıp, elini öperek. Victoria bir şekilde kızarmayı becerip kibarca gülümsedi. 

"Majesteleri çok nazik."

"Ah gerçekten de çok güzel bir refakatçi ve çok yetenekli. Onu bana tavsiye ettiğin için çok teşekkür ederim Kraliçe İsabel."

Ve fısıltılar yeniden yükseldi. Belli ki Victoria ve Amber iyi anlamışlardı. "Edmund!" diye ciyakladı anında Amber. Edmund yanımıza gelerek onun o şişko bedenine sarıldı.

"Hoşgeldiniz, Andarkan Prensi Edmund." diye tanıttı kendini ve Victoria'nın elini öptü. "Denildiği kadar güzelsiniz gerçekten de." 

Victoria en çekici bakışlarla Edmund'u baştan aşağıya süzdü. Belli ki Natalia kızına, planladığı kocasını anlatmıştı. Edmund, Victoria'nın cürretkar bakışlarına aynı şekilde karşılık verdi ve bu beni nedense çok rahatsız etti. George ve Rose'un gelmesiyle bu gerilim anı bozuldu. Amber George'a sarılarak tebriklerini iletti ve gözlerindeki yaşları sildi. 

"Çok güzel bir kız seçmişsin Geo." dedi gülerek. "Neden durdunuz? Dansa devam edin. Hadi Edmund, Victoria'yı dansa kaldır." dedi şen şakrak. 

Arthur elini çırptı ve George'un gelinini alarak dansa başladı. Ardından Edmund ve Victoria dansa başladı. George, yere yığılmadan beni yakaladı.

"Haberim yoktu." dedim panikle.

"Farkındayım. Ama gidecekler sonuçta."

"Natalia'nın geldiği zamanı hatırlıyor musun?" dedim sinirle. Başını salladı.

"Bana Victoria'nın geleceğini ve tahtı ele geçireceğini söyledi."

"Kralımız seni bırakmaz. Ona iki varis verdin."

"Edmund'u istiyorlar zaten."

George bir süre sustu. Sonunda anladığında şok olmuş bir ifadeyle yüzüme baktı. Ardından hızla başını Amber'a çevirdi. Amber şirin bir edayla elini salladı.

"Seni tebrik etmeye gelmişmiş. Victoria'yayı bilerek getirdi. O da aynı şeyi istiyor."

"Saçmalama İsabel. Amber Hala yeğenlerinin birbirlerine girmesini asla istemez."

"Ne için geldi peki?"

"Benim için. Beni sever."

"Neden? Senin diğerlerinden ne farkın var?"

Bir süre konuşmadı. Merakla yüzünü inceledim. Omzunu silkti. "Ölmeden önce kocasına hizmet ederdi babam."

"Bu yüzden yani?"

"Evet, bu yüzden. Kocasını çok severdi. Kocası da babamı. Babam da beni."

Endişeli gözükmemeye çalışarak Edmund ve Victoria'yaya baktım. Victoria avının peşine düşmüş tazı gibi Edmund'u inceliyordu. Edmund ise bu yabancı güzellikten etkilenmişti sanki.

"Onu beğeniyor."

"Kimi?"

"Victoria'yı. Edmund." dedim hırsla.

"Victoria'yı herkes beğendi İsabel. Ama onun bir kalbi yok. Prensimiz bunu görecektir."

"Umarım." dedim endişeyle.

***

Birkaç gün sonra Amber gitmişti ama Victoria yeni nedimem olarak saraya yerleşmişti. Artık Victoria'ya ihtiyacı kalmadığını ve böyle bir güzelliğin taşrada solmaması gerektiğini ısrarla Arthur'a benimseten yaşlı cadı sayesinde.

Victoria geldiği gibi gündeme oturmuştu ve asla gündemden düşmemişti. Her zaman benimle yarıştığını belli ediyor, tatlı cazibesiyle her daim Edmund'un peşinde dolaşıyordu. Edmund'da yeni tanıştığı bu yabancı güzelliğe kayıtsız kalamıyor, birlikte saatlerce kol kola bahçeyi geziyor hatta bazen ava bile gidiyorlardı. Yavaş yavaş onu avucunun içine alıyordu.

Calanthe Victoria'nın gelmesiyle bir süreliğine Arthur'un ilgisinin ona kayacağından korkmuş ama Arthur beni de şaşırtarak zehrini fırsat buldukça etrafına büyülü bir tatlılıkla yayan kardeşimle bir iki sohbet dışında pek fazla ilgilenmemişti. Ama Calanthe ile ilişkisi devam ediyordu. Genç kız her gün ya pahalı mücevherlerle ya da ipek kumaşlardan oluşan elbiseleriyle etrafta kasılıyordu.

Bense günlerimin çoğunu James ve Cecilia ile geçiriyordum. Geri kalan boş zamanlarımda ise halkın şikayetlerini ya da isteklerini dinliyor, artık Victoria ile vakit geçiren Edmund olmaksızın çözümleri kendi başıma gayet iyi buluyordum.

Böylece tam dört yıl daha geçmişti. Benim ve Arthur'un hükümdarlığında çalkantılı ama öncekine nazaran daha huzurlu dört yıl. Artık yirmi dört yaşıma girmiş, James ise okuma yazma öğrenecek yaşa gelmiş, Cecilia konuşup, yürümeye başlamıştı. Yaşlanmasına rağmen hala yakışıklı olan kocam ise Calanthe ile uzun soluklu ilişkisine devam ediyordu. Bense bu duruma alışmıştım. Yine de yakında beni boşayacağını tahmin ederek, geleceğimle ilgili kendimce planlar yapmaktan geri kalmıyordum. Cecilia'nın doğumundan beri yatağıma bir kere bile gelmemişti. Biliyordum ki ikimizin o büyük aşkı son bulmuştu.

Victoria ise Edmund ile her zamanki yakınlıklarıyla olduğu yerde sayıyordu. Edmund onu bilerek oyalıyordu sanki. Bunu fark etmiş olmalı ki, artık evlenme çağının geçtiğinin farkında olan Victoria saraydaki bütün erkeklerle flörtleşmeye başlamış hatta bir iki kere George'u bir köşeye sıkıştırıp, genç adamın üzerine üzerine gidişini bile görmüştüm. George onun saldırılarını büyük bir ustalıkla savuşturmasına rağmen zorlandığını anlayabiliyordum. Ama George, karısına asla ihanet etmezdi. Onu çok seviyordu.

Bir sabah sarayda başlayan hareketlilik, o gün için diğerlerinden farklıydı. Üzerime sabahlığımı geçirerek pencereye çıktım. Askerler zırhlarını ve silahlarını kuşanmış, avluda birikmişlerdi. Kıyafetimi giydikten sonra hızla Arthur'un odasına koştum.

"Neler oluyor?"

"Savaş başladı. Azelia halkı ve Avelera birleşmiş." diye araya girdi hemen Edmund. Üzerinde demirden zırhı vardı. Belinde uzun kılıcı ve sırtında oklarla dolu bir çanta vardı. Arthur masasına yayılmış haritayı inceliyordu.

"Yapabilir misiniz? Sayıca üstün olabilirler?"

"O bölgeye yakın lordlara haber yolladım. Bizimle olacaklar. Beş lord ve hepsinin on binden fazla adamı var. İhanet edeceklerini sanmıyorum."

"Ben de geleceğim." dedi Arthur aniden. Edmund haritayı masadan kaldırdı.

"Sen burada kalacaksın. Gelirsen ilk önce seni indirmek isteyecekler. Kralı olmayan bir ülkenin geleceği de olmaz. Burada kal ve diplomatik ilişkilerimizi düzeltmeye bak."

Kendi aralarında bir süre daha tartıştıktan sonra Edmund apar topar odadan çıktı. Merdivenlerden inerken koluna yapıştım.

"Edmund!"

Durdu. Ne diyeceğimi bilemeyerek bir süre yüzüne baktım. O an fark ettim ki gereksiz yere zaman kaybettiriyordum. Sabırsızca yüzüme baktı.

"Tek parça halinde dön. Çocuklar için." dedim yavaşça. Dikkatle yüzüme baktı. Yıllardır ilk kez böyle içten ve bir nevi sevgiyle bakmıştı. Hızla alnıma bir öpücük kondurdu.

"Geleceğim. Çocuklara ve kendine iyi bak." dedi ve bahçeye indi. Askerlerini topladığı gibi saraydan uzaklaştı.

Savaş beklenildiğinden de uzun sürmüştü. Beş ay sonra bir gün odamdayken odaya iki asker ve Victoria daldı. Önüme bir kağıt parçası attı.

"Bu ne demek oluyor?" dedim kağıda bakarak.

"Arthur'la olan evliliğinin geçersiz olduğunu söyleyen belge. Bunu imzalayacaksın."

"Ne? Sen ne saçmalıyorsun?"

"Ya Arthur'la olan evililiğinin geçersiz olduğunu ve çocukların Arthur'dan olmadığını kabul edersin, ya da çocukların ölür."

O sırada içeriye James ve Cecilia girdi. Arkalarındaki iki iri yarı adam boğazlarına birer bıçak dayamıştı. James bir çocuktan beklenmeyecek kadar büyük bir soğuk kanlılıkla olanları anlamaya çalışır gibiydi. Ama minik Cecilia'm korkuyla ağlıyordu. Kalbim yerinden fırlayacakmışçasına ayağa fırladım.

"Bırakın onları!"

"İmzalarsan, bırakacaklar."

Gözlerimden yaşlar süzülürken tireyen ellerimde duran kağıda baktım. Arthur'la olan evliliğimin geçersiz olduğunu ve çocuklarımın ondan olmadığını yazan bir kağıt parçasına.










Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro