Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

24

Kulağıma dolan dalga seslerine bir de kalbimin korkuyla atan ritmi eklenmişti. O kadar güçlü atıyordu ki göğsümün içinde değil de sanki boğazımdaymış ve ne kadar güçlü atarsa o kadar kolay ağzımdan fırlayacakmış gibiydi.

Heyecanım ve korkum artan paniğimle damarlarımdaki kanda akıyor, ellerim ve ayaklarım istemdışı bir hararetle titriyorlardı. Buna can havli mi diyorlardı?

Geminin yüklerinin konulduğu büyük açıklık alana koşmuştum var gücümle. Büyük bir varilin yanına yığıldım. Lanet elbisemin bir o kadar saçmalık derecesindeki kabarık eteğini nereme sokuşturacağımı bilemeyerek, öylece yakalanmayı bekleyerek katilimden saklanıyordum. Aklımda iki şey vardı. Birincisi, modanın ilerki yıllarda kadınlara daha özgürce hareket etmesini sağlayacak kadar gelişmesini umuyordum. İkincisi, kimbilir yine hangi tehlikenin göbeğindeydim? Koca Trallion İmparatoru bile benim kadar suikast ile burun buruna gelmemiştir diye kendi kendime yakınırken tahta zeminde takırdayan ayak sesleri ile kulak kesildim.

Adam gittikçe yaklaşıyordu. Kapana kısılmış fare hissi, paniğimi daha çok arttırıyordu. Öyleki olduğum yerde çığlığı basıp, ruhumu ebediyete kavuşturacak kişiye yakalanacaktım neredeyse.

Sesler kesildi. Terden sırılsıklam olmuş bir şekilde olduğum yere daha çok büzüştüm. Korkum, mesane torbama nedenini bilmediğim bir sebeple baskı uyguluyor, bu da bende acilen tuvaletimi yapma isteği uyandırıyordu.

Olabilir miydi? Adam beni bulamayıp başka yerlerde aramaya çıkmış olabilir miydi? O zaman saatlerce olduğum yerde seve seve kalırdım. Midem birden alt üst olunca bunca koşturmanın ve stresin neden olduğu kusma ihtiyacım arttı.

İşte tam o sırada bir çift ayak belirdi gözlerimin önünde. Korkuyla başımı kaldırdım. Ve ölümümle göz göze geldim. Bu sefer kurtarıcım yoktu. Ve bu sefer kurtuluşum yoktu.

İki hafta önce

Estella öfkeyle ayağını yere vuruyordu. Bu kadar salak adamı nasıl bir araya getirebiliyordu kendisine şaşırıyordu. Alt tarafı küçük bir kızdı Tanrılar aşkına! Ne kadar zor olabilirdi ki?

Elindeki küçük ama bütün sinirlerini alt üst etmede oldukça başarılı kağıt parçasını gümüş şamdanından yükselen cılız ateşe tuttu. Kağıt birden alev alınca hızla boş bir kaseye attı. Kendi kendine yanıp söndükten sonra kalan külleri de boşalttı.

Hızla yazı masasına geçip küçük bir kağıda bir şeyler karaladıktan sonra Elena'ya uzattı. Genç kadın uzun parmaklarıyla kağıt parçasını alıp göğüs kısmına özenle yerleştirdi ve büyük bir sadakatle kraliçesinin önünde eğildi.

Elena, Estella daha Azaleia Prensesi iken onun için casusluk yapıyordu. Oldukça ince, uzun boylu bir kadındı. Kısa sarı saçlarını her zaman örer, elbiseleri gibi koyu renkli başlıklar takardı. Başlık takmak eskisi gibi zorunlu değildi ama bu alışkanlığından vazgeçmeyenler için hala şık bir aksesuvardı. Elena'da bu gruba dahildi. O kadar sessiz ve hızlı hareket ederdi ki kimse varlığını dahi hissetmezdi. Genç kadının buğulu ela gözlerine baktı Estella. Aslında çok güzel ve dikkat çekici bir kadın olabilirdi ama Elena her zaman geri planda kalmayı sevenlerdendi. Ve bu da Estella'nın işine geliyordu. Kimse Elena'dan şüphelenmezdi. Göğsünde taşıdığı felaket haberleri kimsenin ruhu bile duymadan ulaşması gereken yerlere büyük bir ustalıkla ulaştırıyordu.

Elena sessizce odasından çıktığında aynasının karşısına geçti. Bu sefer başarsalar iyi olurdu. Yoksa son çare olarak o küçük fareyi kendi elleriyle öldürecekti.

Hizmetçilerini çağırdı ve banyosunu hazırlattı. Bu gece yapması gereken önemli bir işi daha vardı. Arthur bir aydır yanına uğramıyordu. Yatağına uğramayalı ise aylar belki de yıllar olmuştu. Saymayı bırakmıştı artık.

Kafasında olacakları planlarken uzun ve güzel bir banyo yaptı. Uzun beyaz saçlarını özel yağlarla yıkattı. Bedenini yasemin kokulu sabunlarla köpükledi. Durulandıktan sonra sıcak havlulara sarındı.

Hizmetçilerinden bütün geceliklerini yatağa sermelerini emretti. Aralarından göğüs kısmı oldukça cömert, dantellerle işlenmiş, uzun, saten siyah bir gecelik seçti. Islak saçlarını dağıttı ve tepesine elmas tacını taktı. Omuzlarına ve saçlarına gül suyu döktükten sonra parlak kırmızı pelerinini giydi.

Kralın özel odalarının kapısına geldiğinde kapıdaki erler önce onu içeri almak istemediler. Ama o kraliçeydi ve bir kraliçeye engel olamazdınız.

Arthur yatağında derin bir uykudaydı. Bu keyfini yerine getirdi. Kocası çıplak, kaslı bedeniyle adeta onu çağırıyordu. İçinde beliren arzuyu dizginlemeye çalıştı. Herşeye rağmen o genç bir kadındı ve kocasını arzulaması kadar doğal bir şey yoktu. Pelerinini çıkardı. Ve yine herşeye rağmen kocasının aklını karıştıracak kadar da güzeldi.

Arthur'a yanaşmadan önce yazı masasına göz attı. Küçük ve sessiz adımlarla masaya ilerledi. Yavaşça kağıtlara göz attı. Elbette savaş parşömenleri ortalıkta olmazdı ama onun aradığı da onlar değildi zaten. Edmund'un mührünü görünce aradığını buldu.

Bir gözü Arthur'da diğer gözü Edmund'un yazdıklarındaydı. Birkaç mektup daha buldu. Onları da hızla gözden geçirdi. Yeniden Arthur'a kaydı gözleri. Derin ve düzenli soluklarla uyuyordu hala. Boş bir kağıt aldı eline. Arthur'un yokluğunu fark etmeyeceği bir kağıt. Arthur'un mürekkep hokkasında bıraktığı tüyü aldı ve önemli notları geçirdi. Islak mürekkebin üzerine biraz kum serpti. Kurduğundan emin olunca da küçücük bir kağıt olana kadar katladı ve geceliğinin eteğinin altına dikilmiş, gizli cebe yerleştirdi. İşte şimdi huzurla kocasıyla birlikte olabilirdi.

Boynundan başlayarak küçük ve ıslak öpücükler bıraktı. Arthur uykulu bir halde kıpırdandı. Yavaşça diliyle boynundan başlayarak uzun bir hat çizdi. Kulak memesine gelince uzun uzun emdi ve hafifçe ısırdı. Arthur'un nefesinin hızlandığı fark etti. Kocasının bedenine özlemle biraz daha sokuldu ve bir elini arzuyla dikleşen meme uçlarını rahatlatması için memesinin üstüne koydu. Arthur gözünü açmadan zevkle inledi ve avucunun içini dolduran yumuşak memeyi sıktı. O an dudaklarından dökülen kelimeler Estella'nın zehirinin artmasına neden olacaktı.

"İsabel." diye mırıldandı yavaşça ve gözünü açtı. Estella karşısında, timsah yutmuş bir boa yılanının yaşadığı hazımsızlık problemini yansıtan ifadesiyle yüzüne bakıyordu. Hızla yana kaydı ve kadını hiç nazik olmayan bir tavırla yataktan itti. Estella düşecekken son anda toparlanıp ayağa kalkabildi.

"Senin ne işin var burada?" diye haykırdı sevdiği adam yüzüne. Yüreğinde daha önce hiç hissetmediği derin bir acı hissetti. Sanki kalbini büyük bir Fraulin giyotinine koymuşlar, o ünlü keskin bıçağın ağzı ise tek hamlede yüreğini ortadan ikiye ayırmıştı.

Şaşkınlığını ve hayal kırıklığını kocaman yutkundu. "Kocamın yatağına gelmek benim en doğal hakkım. Aslında sadece benim hakkım." dedi kırgın bir sesle.

Arthur bıkkınlıkla sağ eliyle kafasını kaşıdı. Bu hareketiyle sarı saçları karışmış yüzüne daha tatlı bir hava vermişti.

"Tanrılar aşkına Estella. Odana git."

Estella'nın gözlerinden yaşlar süzülürken yatağa yığıldı. "Senin için hazırlandım Arthur. Yeterince güzelim ve sıcağım. Yatağını ısıtmaya geldim."

"Sen midemi bulandırmaktan başka işe yaramazsın." diye mırıldandı Arthur huysuz bir sesle hızla yataktan kalkarken. Estella'nın bir köşeye çıkardığı pelerini parmaklarının ucuyla tuttu. Bir paçavrayı tutar gibi. Ve kadının üzerine fırlattı.

"Çık odamdan. Bir daha da ben çağırmadan gelme. Yatağımı ısıtmaya gelmişmiş. Sen ısıtmaktan ne anlarsın be. Mavi Buz Vadisi kadar soğuk birisin sen." diye söylendi kendisine şarap katarken.

Estella nefes almaya çalışıyordu. Zorlukla aldığı her nefes daha çok canını acıtıyor ve daha çok nefretle dolmasına sebep oluyordu.

"Seni seviyorum Arthur! Çektiğim acıyı görmüyor musun?" diye haykırdı gözyaşlarına boğulurken. Arthur sesli bir küfür savurdu ve elindeki kupayı duvara fırlattı.

"Sen tahtımı seversin ancak! Çık dışarı!"

"Çıkmayacağım!"

Yeni ve oldukça yapıcı bir küfür daha savurduktan sonra kadının kolunu sertçe tuttu. Estella ise öfkeyle kolunu çekti.

"Beni sevsen de sevmesen de ben kraliçeyim! Senin kraliçenim!" diye haykırdı avaz avaz. Arthur elini yumruk yaptı.

"Benim kraliçem değilsin. Unvanını da almak için elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsin." diye mırıldandı nefretle ve kolundan çektiği gibi kapının önüne koydu.

"Bir daha benden izinsiz kimseyi odama sokmayın!" diye haykırdı erlerine. "Kraliçeye de odasına kadar eşlik edin." diye ekledikten sonra gürültüyle kapattı çift kanatlı kapıyı.

Estella yıkılmış hayalleri, kırılmış gururu ve yaralanmış kalbiyle vahşi bir hayvan gibi tehlikeli, aşk acısı çeken genç bir kadın gibi de acı doluydu.

Gün gelecek önümde diz çöküp yalvaracaksın Arthur Richmond. İşte o zaman bu yaptıklarını hatırlatacağım sana. Çok yakında.

***

O korkunç olaydan sonra Edmund'u sadece akşamları görür olmuştum. O zamanlar da uykumdan uyanıp yan tarafıma döndüğüm zamanlardı genellikle.

Onunla birlikte uyumak hala garip hissettiriyordu. Gerçi o günden sonra bana bir daha dokunmamış, garip bir soğukluğa bürünmüştü. Yatağa gömleğini bile çıkarmadan yatıyor, bana dokunma mesafesi oldukça fazla olan bir tarafa geçiyor ve neredeyse hiç kıpırdamıyordu. Ona ısrarla kendi odama geçmek istediğimi söylememe rağmen o da aynı ısrarla kendi odamda tehlikede olacağımı vurguluyordu. En sonunda pes etmiştim ama bu odadan çıkmama olayı artık pencereyi açıp çığlık çığlığa bahçeye atlamama sebep olacak hale getiriyordu psikolojimi. Bu konuda taviz vermek zorundaydı artık.

Yine bir gece yanıma devrilen bedeninin gürültüsüyle uyandım. Bugün diğer günlerden farklı olarak sarhoştu. Kendini kaybetmiş türden olandan değil de çakırkeyif olan haldendi.

"Uyumadın mı?" diye mırıldandı yavaşça gözlerini kapattığında. Sanki dünya gözlerinin önünde dönüyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde.

"Uyandım."

"Özür dilerim o zaman. Ben sebep oldum."

"Kendi odamda, kendi yatağımda uyusaydım sebep olmazdınız." dedim yavaşça tepkisini merak ederek. Hızla gözlerini açtı.

"Bunu bir daha tartışmayacağım İsabel." dedi kesin bir tonla.

Elimi kulağımın altına destek yaparak yan yattım. "En azından artık şu boğucu odadan çıkayım."

"Odamı boğucu mu buluyorsun?"

Göz ucuyla etrafı inceledim. "Cennetin odası bile olsa hapis olduktan sonra boğucu gelir bana." diye yakındım. Güldü ve o da yan yattı. Birbirimizin yüzüne bakıyorduk ama aramızda yeterince mesafe vardı. Bu beni rahatlatıyordu.

"Biliyor musun? Çok farklısın."

Anlamayarak kaşlarımı kaldırdım. "Nasıl?"

"Doğalsın bir kere. Kendini beğendirmeye çalışmıyorsun. Olduğun gibi davranıyorsun. Bu hoşuma gidiyor."

Yanaklarım kızardı. Utansam da bu itirafı hoşuma gitmişti. Arthur hep güzel olduğumu söyler dururdu. Edmund'un kişiliğim hakkındaki iltifatı gururumu okşamıştı. Arthur aklıma gelince içim kesif bir özlem duygusu ile doldu o an.

"Kralımıza ulaşmalıyım." dedim hüzünle. Sıkıntıyla iç geçirdi.

"Ona mektup yazsan da sana cevap yazamaz. Anlıyorsun ya. Koca bir krallığı var." dedi hafifçe kıkırdayarak.

"Onu çok özledim." dedim gözümden bir damla yaş düşerken. Gözleri, yastığa damlayarak küçük bir leke bırakan gözyaşıma kenetlendi. Elini yumuşakça yanağıma koydu ve ipek gibi okşadı tenimi. Bu günlerdir ilk temasıydı ve beni şaşkınlıklara sürükleyerek içimi ısıtmıştı.

"Sakın. Sakın Arthur için ağlama."

"Arthur dediğin kadar kötü bir adam değil. Sadece kral olduğu için fazlasıyla herşeyin elinin altında olmasına alışmış bir adam ama kötü bir adam değil." dedim ümitsizce. Yavaşça gülümsedi.

"Umarım... Umarım ilerde beni anlamış olmazsın."

Gözleri kapanıyordu. Son kez atak yaptım. "Odadan çıkmak ve Arthur'a ulaşmak istiyorum."

Susuz kalmış gibi birkaç kez yutkundu. "Oh, emin ol çıkacaksın odadan İsabel. Emin ol." dedikten sonra sızdı. Ne dediğini anlamayarak yüzüne bir süre boş boş baktım. Ona sırtımı dönmek istedim. Ama böyle daha güvenli hissediyordum kendimi. Tanrılara dualarımı ilettikten bir süre sonra ben de uykuya yenik düşmüştüm.

Ertesi sabah en sonunda bahçeye çıkabilmiştim. Ama Edmund'un kontrolü altında. Ona biraz tavırlıydım. Sabaha küçük çaplı bir tartışmayla başlamıştık çünkü.

Uyandığımda, elini yüzünü yıkıyordu masanın üzerindeki tasta dolu olan suyla. Üzerinde yeni kıyafetleri vardı. Ben uyurken değiştirmiş olmalıydı.

"Günaydın majesteleri."dedim yatakta doğrulurken. Başını sallamakla yetindi. Belli ki başındaki ağrı zaten huysuz olan yapısını iyice huysuzlaştırmıştı.

Elimle saçlarımı düzelttim ve kapıya yöneldim. Anında atladı.

"Nereye gittiğini sanıyorsun?"

"Odama. Üzerimi değiştirmek istiyorum. Gecelikle dolaşamam değil mi?"

"Bunun nesi var?" dedi sandalyeye yığılmış, günlerdir giyilmekten buruş buruş olmuş kumaş parçasını göstererek.

"Günlerdir onu giyiyorum zaten ve bir leydi aynı elbiseyi asla defalarca giymez."

Eliyle saçlarını dağıttı. Böyle ne kadar tatlı olduğunun farkında değildi. Neler düşünüyorum ben? diye haykırdım iç sesime.

"Ah sizin, şu saçma kadınca adetleriniz."

"Kadınca kısmına katılıyorum ama saçma lafınıza katılmıyorum. Sonuçta kadınların anlayacağı bir durum."

Dik dik yüzüme baktı. "Anna'ya söylerim, bir elbise getirir."

"Burada mı giyineceğim?" dedim bıkkınlıkla.

Yüzünde çapkın bir gülüş belirdi. "İstersen hiç giyinme." dedi gözleriyle geceliğimin belirginleştiği vücut hatlarımı inceleyerek. Günlerdir yanında böyle uyumama rağmen ilk defa kendimi karşısında çıplak hissetmiştim. Yanaklarım kızarırken bakışlarımı kaçırdım.

"Ta..tamam. Siz Anna'ya söyleyin."

"Zaten odadan çıktığın yok. Neden giyinmek için uğraşıyorsun?"

"Bugün çıkacağım."

Durdu. Dikkatle yüzüme baktı. "Öyle bir izin verdiğimi hatırlamıyorum."

"Lütfen efendim! O kadar sıkıldım ki artık martılar gibi kollarımı çırparak camdan atlayacağım!"

Bu yorumumla gözünün önüne gelen resim artık nasıl hoşuna gittiyse gülümsedi. Sonra yeniden ciddileşti.

"Tehlikede olabilirsin. Odada kal." dedi kapıya giderken.

"Sizi protesto ediyorum majesteleri!" diye tepindim olduğum yerde. Edmund şaşkınlıkla arkasına döndü.

"Ne? Ne yapıyorsun?"

"Protesto ediyorum." dedim hınçla burnumu kaldırarak. İki büyük adımla dibimde bitiverdi ve iki parmağıyla burnumu tuttu.

"Kraliyet ailesini protesto edemezsin. Cezası ölümdür."

Öfkeyle dolan gözlerime aldırmadım. "Öldürün o zaman! Öldürün de, beni öldürmeye çalışanlar da rahatlasın artık!"

Burnumu tuttuğu için sesim biraz tuhaf çıkmış ve sözcüklerim bütün ciddiyetini kaybetmişti. Söylediklerimi duymayıp parmaklarını burnumdan dudaklarıma kaydırdı. Tüy gibi okşuyordu. Gözleri büyük bir açlıkla dudaklarımı inceliyordu. Gözlerimi kapatıp, kendimi ona teslim etmemek için zor tutuyordum kendimi. O da bunu anlamış gibi yavaşça eğildi. O an midemden yükselerek gelen bulantı ile olduğum yerde kasıldım. Elimle ağzımı tutarak şaha kalkan midemi bastırmaya çalıştım. Gerçi zaten kusamazdım çünkü midem boştu. Endişeli gözlerle yüzüme baktı.

"İyi misin?"

O an midem, içeride sanki kraliyet bandosu varmış gibi gürültüyle guruldayarak cevabımı verdi. Ben utançtan renkten renge girerken, o neşeyle güldü.

"Kahvaltını çağırtayım."

"Eğer çıkmama izin vermezseniz, ağzıma tek lokma koymam ve açlıktan ölürüm."

"Sen prensini tehdit mi ediyorsun?" diye mırıldandı tehditkâr bir tavırla.

"Yoo, seçenek sunuyorum." dedim imalı imalı.

Öfkeyle parlayan gözleri birden yumuşadı ve gülümsedi. "O zaman benim gözetimim altında olacaksın."

Neşeyle ellerimi çırptım. Bu halime daha da içten bir gülümseme sundu.

Şimdiyse Sör Arnold ile bir köşede kaşlarını olabilecek en sert ve tehditkar bir tavırla çatmış, yumruklarını sıkarak konuşuyordu. Arada bir de gözü bana kayıyordu.

Anna yanımda sakince oturuyor, ona tavsiye ettiğim bir kitabı okuyordu. Briana'nın ölümünden sonra, onunla daha samimi bir iletişim kurmuştum. Sanki o benim hizmetçim, ben onun hanımı değil de iki yakın arkadaş gibiydik.

"Prens neden bu kadar sinirli Anna? Biliyor musun?"

Anna başını kitaptan kaldırdı ve Edmund'u süzdü. "Askerlerin görevlerini gerektiği gibi yapmadığından şikayetçi. Briana..." derken burda sesi titredi. "Briana'nın bir askerle ilişkisi olduğunu öğrendiğinden beri öfkeli. Bir de, katili içeriye sokanın hala belli olmaması, majestelerinin küplere binmesine neden oluyor."

Başımı salladım. "Onu özlüyor musun?" dedim yavaşça. Acıyla gülümsedi.

"Bu çok garip. Ama, birlikte yatıp kalktığın, varlığına alıştığın bir insanı kaybetmek, arada özel bir bağ olmasa da insanı çok yıkıyor. Hala şaşkınım. Ve, evet... Onu özlüyorum efendim." diye mırıldandı tane tane.

Onu avutmak için bir şeyler söylemek istedim ama diyecek hiçbir şey bulamamıştım. Hizmetimi yapması dışında görmediğim zavallı Briana'yı ben bile özlüyordum. Ölüm gerçekti. Geri dönüşü olmayan bir gerçekti. Briana'nın yerinde ben olabilirdim eğer o gün kütüphaneye gitmeseydim. Bir ürperti dalgası yayıldı omur iliğimden bütün bedenime.

O sırada Edmund hızlı adımlarla yanıma geldi. "Odama gel." diye buyurduktan sonra kaleye girdi. İç geçirdim.

"Özgürlüğüm bu kadarcıkmış." diye söylendim toparlanırken. Anna sıcak bir gülümseme sundu bana. "Prensimiz sizi çok önemsiyor efendim."

"Ya, öyledir." diye homurdandım odasına doğru yürüyerek.

Odaya girdiğimde bir şeyler arıyor gibi etrafı karıştırıyordu. Yine neler buyuracak diye beklerken, o hiç ummadığım bir şey söyledi.

"Hazırlan. Avelera'ya gidiyorsun."

"NE?" diye haykırdım.

"Trekče biliyorsun sanıyordum. Konuşabildiğine göre."

"Arthur'a ulaşmak istiyorum!"

Elindeki mektubu salladı. "Onun emri zaten."

Ne düşüneceğimi bilemeyerek sendeledim. Başım dönüyordu. Yere yığılmadan yakaladı beni.

"Hey, sakin ol. Kısa bir süre için. En fazla bir ay." dedi endişeyle gözlerime bakarak.

"Neden?"

"Çok büyük şeylerin peşindeyiz İsabel. Güvende olmalısın. Ve şu an güvende olacağın tek yer orası. Bana güven. Bana güvenmiyorsan Arthur'a güven. Döneceksin. Dönmek zorundasın."

Saatler sonra gemiye bindiğimde Edmund kıyıdan beni izliyordu. Ürkekçe elimi salladım. Gitmek istemiyordum ama karşı koyamazdım. İçim sıkıntıyla doldu. Neler oluyordu ki?

Geminin halatlarını çözdüler. Yavaş yavaş kıyıdan uzaklaşırken Edmund küçük bir nokta haline gelmişti. Boş gözlerle Andarkan'ın bir uçtan bir uca uzayan kıyısına bakıyordum. Bu ülkeye gelirken neler umuyordum. Neler yaşamıştım. Kısa bir süre için İsabel diye mırıldandım kendi kendime. Ama daha fazla gözyaşlarımı tutamadım.

***

Şimdi karşımda katilim vardı. Akşam yemeğinden sonra güverteye çıktığım zaman fark etmiştim onu. Bana gözükmeden arkamdan gelmeye çalışıyordu ama bıçağının parıltısı çarpınca gözüme koşmaya başlamıştım.

En sonunda da yakalamıştım. O karşımda dikilirken ayağa kalktım. Yüzünde kara bir başlık vardı. Cellat gibi.

Bıçağını hızla salladı. Ben de aynı hızla yana kaçtım. Bıçak derin bir yara açarak kolumu sıyırdı. Sıcak kan yaradan fışkırdı adeta. Acıyla çığlık attım. Belimden yakalayıp kendine çekti beni. Bıçağını yeniden savuracakken dizimi kırdım ve tüm gücümle adamın kasıklarına bir tekme savurdum. Adam acıyla inleyerek yere yığıldı. Eli bacaklarının arasındaydı. Başlığının altından bile yüzünün morardığını görebiliyordum.

Hiç vakit kaybetmeden koşmaya başladım. O da aynı şekilde peşimden geliyordu. Yardım istemek için bağırdım ama geminin arka kısmındaydım. Sesimi duymaları zor bir ihtimaldi.

Kendimi geminin demirlerine attığımda kaçacak yer arıyordum. Adam tam karşıma dikildi. Ona dönerek demire tırmandım. Arkama baktığımda karanlık suları görüyordum.

"Bu sefer seni geberteceğim orospu! Ve kalbini söküp kraliçeme götüreceğim!" diye haykırdıktan sonra üzerime koşmaya başladı. Korkuyla gerildim ve dengemi kaybettim. Çaresizce demirleri tutmayı denedim ama sırt üstü karanlık, buz gibi suların ortasına daldım hızla. Panikle kendimi yukarıya çıkarmaya çalıştım ama yüzme bilmiyordum. Ağzımın içine su dolarken, nefes almaya çalışıyordum. Elbisem o kadar ağırdı ve ben o kadar çok debeleniyordum ki daha çok dibe batıyordum. En sonunda ellerim ve ayaklarım yoruldu. Denizin suyu acımasızca ağzıma dolmaya bakarken bilincimi kaybediyordum yavaş yavaş. Dibe sürüklenmeye devam ederken bilincim tamamen kapandı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro