Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

21

Kalenin ön bahçesinde oturmuş, kılıç ustası Sör Arnold Thomas'ın askerlerle yaptığı talimi izliyordum.

Oldukça yakışıklı ve yapılı bir adamdı Sör Arnold. Geriye taranmış siyah gür saçları ve sıcacık bakan, uzun, yukarı kıvrık siyah kirpiklerle bezenmiş bir çift parlak koyu renkli gözleri vardı. Gülümsediği zaman beyaz dişleri esmer teninde parlıyordu ve yanaklarında gömülmek isteyeceğiniz kadar güzel derinlikte gamzeler oluşuyordu.

Usta ve zarif bir hareketle karşısındaki askeri mat edişine heyecanla ellerimi çırptım. Benim bu heyecanlı halime yine o güzel gülüsemelerinden birini bahşetti. Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Önümde zarifçe eğildi. Hızla ayağa kalktım.

"Siz harika bir kılıç ustasısınız Sör Arnold."

"O sizin inceliğiniz Bayan İsabel."

Dudaklarımı ısırdım. Ondan bana da kılıç kullanmayı öğretmesini istiyordum. Kendimi korumayı öğrensem fena olmazdı. Arthur'un sevgilisi olmaya devam edersem başımın her zaman tehlikede olacağı aşikardı. Gerçi geçen gün Edmund'a her ne kadar Arthur'dan ayrılacağımı söyleyerek oldukça dramatik bir çıkış yapsam da, tanrı aşkına! O bir kraldı. Ve bir kraldan ayrılamazdınız. O istediği müddetçe bu ilişki devam ederdi. Yine de Arthur'la konuşmaktan vazgeçmiş sayılmazdım.

Arnold düşünceli ifademi kaşları havada ilgiyle izliyordu. "Bir şey mi istiyordunuz?"

Ahh, evet! Ama bunu nasıl söyleyecektim ki? Bir kadın kılıç kullanmazdı! Hele hele bu kadın kraliçenin nedimesiyse! Ona kılıç kullanmayı öğret bana desem alacağım karşılık kocaman bir kahkaha ve omzuma dostane bir tavırla vuran bir el ile biz varken böyle işlerle kendinizi yormayın leydim cümlesi olacaktı.

"Bana da öğretir misiniz?" dedim hızla düşüncelerimden sıyrılarak. Endişeyle kafamda kurduğum senaryonun gerçekleşmesini beklerken Arnold şaşkınlıkla devam etmemi bekledi.

"İnsanın başına nerde ne geleceği belli olmuyor malum. Kendimi korumayı öğrenmek istiyorum." diye mırıldandım yavaşça.

Kaşları yavaşça çatıldı. O geceki olaydan kaledeki herkesin haberinin olduğunun kanıtıydı verdiği bu tepki. Ama kimse bu yaşananlardan bahsetmeyecekti.

"Hiç daha önce kılıç tuttunuz mu?"

"Ah, hayır." dedim gülerek.

"O zaman işe kılıç tutmakla başlayabiliriz."

Hemen ardından kılıcını uzattı. Kılıç birden elime o kadar ağır geldi ki yavaş çekimle aşağıya inmeye başladı. Arnold arkama geldi ve kılıcı tutan elimi tutarak elimin açısını düzeltti.

"Böyle kavrayacaksınız kabzasını. Bileğiniz düz durmalı, sakın kırmayın. Evet, böyle."

Elinin güçlü sıcaklığı ve bedeninin kokusu birden heyecanlanmama sebep olmuştu.

"Ayaklarınız toprağa güçlü basmalı. Sert basın ki gücünüzü toplayabilin. Ayaklarınızın dengesi en önemli ayrıntıdır. Unutmayın, ayak oyunlarını bilen her zaman çok iyi kılıç kullanıyordur. "

Şaşkınlıkla başımı ona doğru çevirdim. "Ayak oyunları mı?"

Sıcak soluğu yanağıma çarptı. "Kılıç öyle elinize alıp sağa sola hareket ettirdiğiniz bir şey değil leydim."

Kıkırdadım. "Ben de tam böyle düşünüyordum."

"Bu yüzden öğrenecek çok şeyiniz var."

Birden bir kılıç darbesiyle elimdeki kılıç havalandı ve sertçe yere düştü. Şaşkınlıkla olduğum yerde kalakaldım.

"Kılıcı böyle tutarsanız, sonu bu olur leydim. Ben de seni iyi bir hoca sanırdım Arnold." dedi Edmund ters ters Arnold'a bakarak. Arnold tuttuğu elimi öperek bıraktı.

"Daha yeni başlamıştık majesteleri. Sizin aksinize Sör Arnold'un çok usta bir hoca olduğunu düşünüyorum ve kesinlikle bana çok yardımı dokunacak." dedim ona meydan okuyarak. Artık Edmund'dan korkmuyordum. Nasıl zavallı bir adam olduğunu görmüştüm çünkü. Yüzü söylediklerimle karardı.

"Arnold, bir savaşın kıyısındayken, sen burada durmuş askerlere değil de bir leydiye mi kılıç kullanmasını öğretiyorsun? Savaşa Bayan İsabel katılmayacak Arnold! Askerlerin başına!"

Arnold, bana özür diler gibi baktıktan sonra Edmund'un önünde itaatkar bir tavırla eğildi ve hızla uzaklaştı. Ona kızmadım. Sonuçta karşısındaki bir komutandı. Edmund hızlı adımlarla gelip, önümde dikildi.

"Şimdi de Arnold'a mı kancayı taktın?" diye öfkeyle soludu. Gözlerim öfke ve hayretle kocaman açıldı.

"O sizin sapık fantazilerinizden kaynaklanıyor majesteleri!" diye haykırdım daha fazla dayanamayarak. Eli bileğime sertçe yapıştı.

"Senin prensin olduğumu unutma, haddini bil!" diye tısladı.

Bileğimi elinden kurtarmaya çalışırken yüzüme çarpık bir gülümseme takındım.

"Ne yaparsınız haddimi bilmezsem? Tecavüz mü edersiniz?"

Bunu söylememle birlikte dünya tepetaklak oldu birden. Kendimi Edmund'un omzunda buldum.

"Bırakın beni!" diye debelendim hızla ayaklarımı sallayarak. O ise tek eliyle belimden tutmuş beni kaleye sürüklüyordu.

Kalenin güney tarafına sürükledi beni ve bir odaya girdik. Onun odası olduğunu anlamam fazla uzun sürmemişti.

Beni yatağa sırt üstü attı ve kapıyı kilitledi. Yatakta geri geri emekleyerek yastıklara tırmandım. O sırada gözüm komidinin üzerindeki antika vazoya kaydı. Hızla vazoyu elime aldım.

"Yaklaşma!"

Elimdeki vazoya göz ucuyla bakıp gülümsedi. Masanın üzerindeki şişeye kaydı eli. Bir kendine bir de bana şarap koydu. Kupayı bana doğru uzattı.

"İstemez."

"Emrediyorum."

Duraksadım. Yavaşça kupaya uzandım. Parmakları parmaklarıma değince elimi hızla çektim. Bu tepkim onun daha çok gülmesine neden olmuştu.

"Sana zarar vermeyeceğim. Sadece konuşmak istiyorum. Şimdi bırak o aptal vazoyu."

"Madem konuşmak istiyorsunuz neden yatağınızdayım? Bahçe dar mı geldi?"

"Biliyor musun? Sırf şu çenen yüzünden seni idam ettirebilirim."

Bir buz kütlesi sırtımdan aşağıya atılmış gibi ürperdim. Sanırım çenemi kapatma zamanım gelmişti. Yutkundum ve vazoyu kolay ulaşabileceğim bir yere koydum.

"İç." dedi kupayı işaret ederek.

Gerginlikten daralan boğazıma takıldı şarap. Hafifçe öksürdüm. Gözlerime yaşlar dolmuştu yeniden. Kahretsin! Onun karşısında zayıf olmak istemiyordum ama bastıramadığım hıçkırıklarım odada yankılanmaya başladı. Edmund sabırsızca içini çekti.

"Şimdi neden ağlıyorsun?"

"Benden ne istiyorsunuz?" dedim zar zor konuşarak.

"Bak, özür dilerim. O gün sana yaptıklarımdan dolayı hala pişmanlık duyuyorum. Ben böyle bir adam değilim. Beni yanlış tanımanı istemiyorum."

Durdu. Eliyle alnını ovuşturdu. "Bak, İsabel. Arthur bir kral ve onun çok büyük sorumlulukları var halkına karşı. Ama o ve Estella zamanlarını saçmasapan ilişkilerle, kıskançlık krizleriyle harcıyorlar. İnsanlar onlardan yardım bekliyor. Onlara güveniyorlar. Ama ikisi de iktidarlık makamlarını boşa harcıyorlar. Ben buna kızıyorum işte."

"Benim suçum ne? Dediğiniz gibi Arthur bir kral. Ve bana emrettiği sürece onun emirlerine uymak zorundayım."

"Senin hatan da tam burada işte!" diye soludu öfkeyle. "Bakireydin! İsterse imparator olsun, bakire bir kadına kimse rızası dışında dokunamaz."

Yüzüm kıpkırmızı kesilirken gözlerimi kaçırdım. "Ama sen ona izin verdin. Metresi olabilmek için!" diye bitirdi.

"Sevdiğim için." dedim anında itiraz ederek.

Alayla kafasını salladı. Kupayı kafasına dikerken gülüyordu. "Ah, İsabel! Bunu söyleyen ilk kadın sen değilsin."

"Kralın bütün metreslerine aynı muameleyi mi yaptınız majesteleri?"
dedim gözlerimi kısarak.

Biri iğne batırmış gibi irkildi birden. Böyle bir soru beklemiyordu. Ve böyle bir soruyu hiç düşünmemişti. Sahi diyordu içindeki ses, diğerlerine bu kadar kızmış mıydın? Aslında cevabı basitti. Diğerlerini umursamamıştı. Hatta diğerleri, kraldan umudu kestiği geceler kendi yatağına misafir olmuşlardı.

"E evet. Kesinlikle." dedi hemen bocaladığını belli etmemeye çalışarak. Yalan söylüyordu.

"Gördüğünüz gibi, o kızların yerini başkaları alıyor madem, beni de gözünüzde bu kadar büyütmenize gerek yok majesteleri."

Şaşkınlıkla gözlerini kırptı birkaç kez. "E evet. Seni gözümde büyüttüğüm yok. Sadece uyarıyorum."

Yataktan kalktım ve kupayı masaya bıraktım. Edmund'un tam karşısına dikildim.

"Konuşarak da gayet güzel uyarıyorsunuz majesteleri görüyorsunuz ya."

Kafası karışmış bir ifadeyle yüzüme baktı. Bir şey diyecekken lafını kestim.

"Uyarınızı aldım majesteleri. Şimdi gidebilir miyim?"

"Tabii." dedi geriye çekilerek, kilidi açtı. Tam kapıdan çıkıyordum ki seslendi.

"Neden kılıç kullanmak istiyorsun?"

"Kralın metresi olduğum sürece tehlikedeyim. Yani bu uzun sürede kendimi korumayı öğrensem fena olmaz." dedim yumuşak bir sesle ve reveransımı sunarak odadan çıktım.

***

Uyukladığım sandalyeden etrafta yankılanan nal sesleriyle uyandım. Kucağımdaki kitap yere düşmüştü.

Akşamüzeri olmuştu. Bu saatte kimin geldiğini içten içe merak ederek yavaşça pencereye yaklaştım ve kafamı uzattım.

Birden nefesim kesildi. Elimi sevinçle ağzıma kapattım kahkahama engel olmak için. Onu beklemiyordum! Neden gelmişti?

Eteklerimi tuttuğum gibi koşturarak kapıya çıktım. Atından inmiş, dizginlerini seyise uzatıyordu. Daha ne olduğunu anlayamadan hızla boynuna atladım.

"George!"

"İsabel?"

"Senin burada ne işin var?" dedik aynı anda. Kocaman bir kahkaha attım. Ama onun yüzünde tam tersi kocaman bir endişe vardı.

"Avelera'da değil miydin?"

"Oradaymışım gibi mi duruyor?" dedim neşeyle.

"O zaman mektuplarımı kime ilettiler?"

"Mektup mu yazdın bana?" dedim hayretle.

"Birçok kez hem de! Ve bana cevap yazmadığın için sana baya kızgındım. Vay canına! Burada olmamalısın. Bu... bu çok tehlikeli."

"Beni kral getirdi." dedim rahatlaması için. Ama yüzünde rahatlamaya benzer hiçbir ifade belirmedi. Kaşlarını daha çok çattı.

"Bir şey oldu. Çok kötü bir şey." dedi varsayımını öne sürerek.

"İsabella Gomez!"

Edmund'un kükremesiyle yerimden sıçradım. Öfkeli bir boğa gibi burnundan soluyordu.

"Sana ziyaretçilere gözükmek yok demedim mi?" diye haykırdı. George hemen yerlere kadar eğildi.

"Bu sır ebediyen bende saklı kalacak majesteleri bundan emin olabilirsiniz."

Edmund hiç de dostça olmayan bir bakışla baktı George'a. "Tersi zaten mümkün olamaz George." dedi ters ters. Ardından bana döndü. "Odandan çıkma!"

Hiç etkilenmeyerek George'un koluna girdim. "George benim arkadaşım majesteleri. Ve etrafta tanıdık yüzler olunca insan kendini... bilirsiniz... güvende hissediyor."

George prense kafa tutuşumu nefesini tutmuş bir halde izledi. Elimi hafifçe çimdiklediğini hissediyordum. "Öyle demek istemedi majesteleri. Elbette ülkemizin cesur prensi etraftayken insanın kendisini güvende hissetmemesi gibi bir olasılık yok. Öyle demek istemedin değil mi İsabel?" derken yeni bir uyarı mesajı hissettim elimde. Omuzumu silktim.

"Tamamiyle öyle demek istedim. Size iyi akşamlar majesteleri." dedim George'u çekiştirerek. George hayretle yüzüme baktı. "Başın boynuna ağır falan mı geldi?" diye mırıldandı yarım ağızla.

"Hayır, sadece kendini erkek sanan bu varlıktan korkmuyorum." diyecekken dudaklarımı ısırdım. Gerçekten de başım boynuma ağır falan mı geliyordu?

Edmund öfkeyle kızarmış gözlerle yüzüme bakıyordu. Hemen yapmacık bir gülüş takındım. Abartılı bir reverans sundum. "Şaka yapıyordum sadece. Majesteleri şakadan anlayan çok ince bir prenstir. Beni de anladıklarına eminim. Tabii ki de öyle demek istemedim majesteleri. George'a güvendiğim için odamdan çıktım majesteleri. Sizi kızdırdıysam özür dilerim ekselansları." dedim tatlı bir sesle.

George belirgin bir biçimde rahatlarken Edmund daha da kudurmuştu. Ama fazla uzatmadı. Hırçın bir tavırla George'a döndü.

"Seni odamda bekliyorum." diye emretti sertçe. Ve bana uyarı yüklü bir bakış atmayı ihmal etmedi.

O uzaklaşınca George hızla bana döndü. "Senin derdin ne Presilia aşkına!"

"Anlatacağım. Ama senin burda ne işin var?"

"Kral tarafından prense iletmem gereken bir mektup için geldim."

"İyi de sen ulak değilsin ki?" dedim hayretle.

"Evet, şövalyeyim. Ve savaş stratejileriyle dolu bir parşömeni, bir ulaktan çok bir şövalye daha iyi koruyabilir."

Hayretle yüzüne baktım. "Şövalye olduğunu bilmiyordum."

"Şimdi gitmem lazım. İşim bitince seni bulacağım ve bana sıkı bir hesap vermen gerekecek." dedi alnıma kısa bir öpücük bırakarak. Ardından hızla Edmund'un odasına ilerledi.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro