Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

19

Arthur kalede kalalı bir ay olmuştu. Artık saraya dönecekti ve bu içimi tarif edilemez bir şekilde yakıyordu. Onun yokluğunu düşünmek büyük bir huzursuzluk duymama neden oluyordu.

Eşyaları hazırlandı. Seyisler atını hazırlıyorlardı. Yanıma gelip dudaklarıma bir öpücük kondurdu.

"Ziyaretine geleceğim."

Gözyaşlarımı bastırarak yüzümü boynuna gömdüm. Alnıma son bir öpücük koydu. Ardından atına bindi. Kardeşine döndü. "O, sana emanet." Edmund huysuz bir tavırla başını salladı.

El salladıktan sonra askerleriyle uzaklaştılar. O gidince tuttuğum gözyaşlarım sağanak halinde akmaya başladı. Edmund göz ucuyla beni inceledi.

"Ortalıkta dolanma." diye mırıldandı terslercesine. Umursamaz bir tavırla çekip gitti.

Novada Ülkesi ile işler gittikçe kötüleşiyordu. Birçok uyarıya rağmen durmuyorlardı. Kalelerden biri düşmüş, şehir işgal altına alınmıştı. Bu savaş borusunun ötmesine neden olmuştu. Prens Edmund ordusunu kuruyordu. En kısa zamanda savaş başlayacaktı. Arthur saraya gitmeli ve orayı güvene almalıydı.

İçimde çok büyük bir boşluk hissiyle odama döndüm. Arthur'suz ne yapacağımı bilmeyerek boş boş odaya baktım.

***

Kralın geleceğinin haberini alır almaz planını bitirmişti. Beklediği gün nihayet gelmişti. Zaferini parmaklarının ucunda hissediyordu.

Bugün diğer günlerden farklı olarak çilek pembesi bir elbise giydi. Boynuna en sevdiği mücevherleri taktı. Pırlantalarla süslü tacını özenle beyaz saçlarının tepesine koydu. Yanakları pembeleşmiş, gözlerindeki mor halkalar azalmıştı. Parmaklarına taktığı yüzükleriyle tam manasıyla bir kraliçe olmuştu.

Kocasını özel odalarında, nedimeleriyle dikiş dikerken bekledi. Akşam yaklaşırken nal sesleri duyulmaya başladı. Nedimelerinden birini bahçeye bakması için pencereye yolladı. Oysaki şimdiden kralın sancağını görebiliyordu.

Heyecanla odaya girmesini, elini çapkın bir tavırla öpüp onu selamlamasını bekliyordu. Hatta eski günlerdeki gibi dudaklarından öpmesini diliyordu içten içe.

Ama Arthur gelmedi. Nedimeler sessiz ama manalı bir suskunlukla birbirlerine bakıyorlardı. Yüzündeki gülümsemenin sönmemesi için çok çaba harcadı. Yüreğine bir sancı saplanmıştı. Yine de umudunu kaybetmeden akşam yemeğini bekledi. Nasıl olsa akşam yemeği için hep gelirdi. Aralarında ne yaşanmış olursa olsun her zaman gelirdi.

Kapı çaldığında sevincini gizleyemeyerek neşeyle gülümsedi. Geliyordu işte. Hep gelmişti zaten.

İçeriye bir uşak girdi ve kralın yemeğini odasında yiyeceğinin duyurulmasını emrettiğini söyledi. Zemin ayaklarının altında sallanıyordu. Yine de kibarca gülümseyerek teşekkür etti. Nedimelerine başının ağrıdığını ve yemeğe katılamayacağını söyleyerek odasına çekildi. Arkasından kapılar kapandığı gibi fısıltılar başladı.

Öfkeyle dolan gözlerine aldırmayarak başındaki tacı yatağa fırlattı. Bundan nefret ediyordu! Onurunu kırmasından, onu basit insanların karşısında küçük düşürmesinden nefret ediyordu. Bunun bedelini ağır ödetecekti ona. İkisine de ödeteceğim diye haykırdı içinden gözlerinden yaşlar süzülürken. Önce İsabel'i öldürtecek sonra da Arthur'dan intikamını alacaktı.

Öfkeli yaşlar yanaklarından süzülürken sadist bir zevkle gülümsedi. Çok yakında herşey benim olacak. Kimse bana boyun eğemeyecek. Tartışmasız tek güç ben olacağım!

Elinin tersiyle gözlerini sildikten sonra  yazı masasına yürüdü.

***

Kaleye gece tüm karanlığıyla çökmüştü. Sadece yıldızlar birer pırlanta gibi parlıyorlardı. Elimdeki kitabı bıraktım. Bu bir ayda bitirdiğim dördüncü kitaptı.

Şeker pembesi şifon sabahlığımı beyaz geceliğimin üzerine geçirdim. Şamdanımı da alıp odadan çıktım.

Kalenin kuzey tarafında kütüphaneye dönüştürülmüş eski, küçük bir yemek salonu vardı. Şimdiki kullanılan salon daha büyük ve daha konforluydu.

Karanlık koridorlardan hayalet gibi hızla geçtim. Kütüphaneye vardığımda yavaşça içeriye süzüldüm.

Duvarlar boylu boyunca kitaplıklarla kaplıydı. Salon gerçekten bir oda kadar küçüktü. Ortada ise kiraz ağacından büyük, alçak bir masa vardı. Sandalyeler birer küçük tahtmış gibi görkemli ve antikaydı.

Elimdeki kitabı aldığım rafa koydum ve diğer kitapları incelemeye başladım. İlgimi çeken, kalın bir felsefe kitabında karar kıldım. Kitap o kadar ilgimi çekmişti ki elimdeki şamdanı masaya koydum ve sayfaları çevirmeye başladım.

Okudukça okuyordum. Saatin kaç olduğunun farkında bile değildim. O kadar dalmıştım ki içeriye giren Edmund'u bile görmemiştim.

"Saatin kaç olduğunun farkında mısın?" diye azarlayan bir sesle korkuyla yerimden sıçramama neden oldu. Onu gördüğüm gibi hızla toparlanmaya çalıştım. Neredeyse şamdanı devirecektim.

"B ben dalmışım efendim. Hemen gidiyorum." diye mırıldandım kekeleyerek. Gözleri bir an elimdeki kitaba takıldı. Bir kaşı yavaşça havaya kalktı. Kitabı çevik bir hareketle elimden kaptı ve kapağını incelemeye başladı. Yine ne bahane bulacak da beni yerin dibine geçirecek diye içimden söylenerek beklemeye başladım. Sonunda başını kitaptan kaldırdığında ilgiyle yüzüme baktı.

"Bu tarz şeylerin ilgini çekeceğini düşünmezdim."

Yüce Syonia aşkına! Ses tonu yumuşamış mıydı? Hatta yüz ifadesinin bile bir parça yumuşadığını görünce nefesim kesildi.

"Felsefeyi severim. İnsanın zihnini açıyor." dedim bir parça rahatlamış bir şekilde.

"Sence hangi filozofun görüşü daha doğru?"

"Ben daha çok sofistleri mantıklı buluyorum. Savundukları görüş, rölativizm, bence çok doğru bir görüş."

"Sokrates iyi değil mi sence?"

"Eminim çok iyi bir filozoftu. Ama rasyonalistlerin arasından Aristoteles bence daha tutarlı bir fikir öne sürmüş."

"Ben Sokrates'i daha mantıklı bulurum."

"Dediğim gibi efendim. Rölativizm; doğru bilgi kişiden kişiye göre değişir. İnsanın bakış açısına bağlı."

Keyifli bir tebessüm belirdi yüzünde. "Farklısın. Kadınlar genelde başka şeylerle ilgilenir."

"Dikiş dikmek, dedikodu yapmak, zengin, yüksek mevkili bir koca ve pahalı mücevherler düşlemek gibi mi?"

Gözlerini kıstı. "Kesinlikle."

Omzumu silkme cüretinde bulundum. "Size göre kadınlar böyle şeylerle ilgilenir, bana göre ise daha farklı şeylerle ilgilenirler."

"Ne gibi?"

"Mantılarıyla hareket edenler doğru bilgiyle, kalbiyle hareket edenler ise doğru kişiyle."

"Ve sen her ikisisin öyle mi?" dedi alayla. Başımı dik tuttum ve yorum yapmamaya karar verdim. Kitabı masaya koydu ve önüme sürdü. Kollarını masanın iki yanına dayadı ve yavaşça öne eğildi. Güçlü kaslarını gömleğinin altından bile görebiliyordum. Geniş omuzları ile oldukça çekiciydi. Kıvırcık sarı saçları dağılmış, gri gözleri dikkatle yüzümü tarıyordu. Arthur kadar yakışıklı ama ondan daha güçlü bir enerjisi vardı.

"Sence evli bir erkek ne kadar doğru kişi?" dedi yavaşça dudaklarının kenarı kıvrılırken. Bir el kalbimi sıkmış gibi nefesim kesildi. Yüzümün kızardığını görmesem de hissedebiliyordum. Doğru cevabı arayarak yutkundum. Ama doğru cevap yoktu. İçime yayılan kesif bir acıyla omuzlarım çöktü birden.

"Doğru olmadığını biliyorum." dedim yavaşça. Gözlerime yaşlar dolmuştu. Bu sefer kollarını göğsüne kavuşturdu öfkeyle gülümserken.

"O zaman kendini nasıl farklı ilgileri olan bir kadın olarak görüyorsun? Diğer kadınlardan farkın ne?"

"B ben..." dedim cılız bir sesle ama devamını getiremedim. Hıçkırıklar boğazımı düğümlemişti gözlerimden sicim gibi yaşlar süzülürken.

"Dur, sana farkını söyleyeyim." dedi masayı dönüp üzerime yürümeye başlayarak.

"Sen, o küçümsediğin kadınlardan daha aşağılıksın. Onlar en azından hakkı olmayan şeylerin peşinde değiller."

Elimdeki kitaba sarılarak geri geri gitmeye başladım. O ise yüzünde ürkütücü bir ifadeyle hala üzerime gelmeye devam ediyordu.

"B ben, onu seviyorum! Arthur'a aşığım ben!" diye haykırdım çaresizce.

Yüzünde yeni bir alaycı gülüş belirdi. "Güçlü bir kral. Ona aşık olman hiç de zor bir şey değil. Ona ben bile aşık olabilirim." dedi dalga geçmek için duygusal bir sesle.

"Hayır. Hayır, onun kral olmasının benim için bir önemi yok."

"Vesaire vesaire." diyerek elini salladı havada. O sırada sırtım kitaplığa dayanmıştı. Ellerini iki yanıma dayayarak beni kıstırdı. Bedenini biraz daha yaklaştırdı bedenime. Bu yakınlık hiç hoşuma gitmemişti. Kokusu her ne kadar güzel olsa da midemi bulandırmıştı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Nefesi alnımdaki bir tutam saçı havalandırdı. Olduğum yerde daha çok büzüştüm. Kafamı başka tarafa çevirdim.

"Bana bak."

Başımı inatla ona çevirmedim. "Bu bir emirdir." dedi yavaşça. Hıçkırıklarla sarsılarak ona döndüm. Yüce Syonia aşkına benden ne istiyordu?

"Neden ben değil de Arthur'u seçtin? Neden bekar olan prens değil de evli kral?"

Gözleri bana olan nefret ve tiksintiyle doluydu. Ne desem bana inanmayacaktı. Sessiz kalmaya karar verdim. Ama bu onu durdurmadı. Daha çok azıttı.

"Kral değilim diye mi yoksa?" dedi dudak bükerek. "Yoksa Arthur kadar yakışıklı değil miyim? Halbuki kadınlar beni daha çok beğenirler. Cevap ver."

Gözlerimden süzülen yaşlar artık birer sağanağa dönüşmüştüm. Söylediği sözler kalbimi, kağıt kesiği gibi yakıyordu.

"Yoksa Arthur'un aleti daha mı büyük geldi sana? Halbuki benimkisi de fena sayılmaz. Ne dersin? Biraz da prensi denemek istemez miydin?"

Söylediklerine inanamayarak gözlerimi kocaman açtım. İçim ona karşı iğrenmeyle ve nefretle dolmaya başladı. Yüzümü buruşturdum. Küçük bir kahkaha attı. Ve bedenini bedenime yasladı.

"Biraz da beni eğlenir. Bakalım ne kadar iyisin?" dedi belimi kavrayarak.

"Ne yapıyorsunuz?" dedim hayretle ellerinden kurtulmaya çalışırken. Vücudunu daha çok bastırdı. Kabaran erkekliğini daha çok hissetmeye başladım. Ve bu midemi daha çok alt üst etti. Biraz daha devam ederse her an üzerine kusabilirdim.

"Ne o, sadece krallar mı ilgini çekiyor?" dedi alayla yüzünü daha çok yaklaştırarak. Ne yapacağını anladığımda daha çok debelendim ama o güçlü kollarıyla daha da sıkı sardı bedenimi. Dehşetle rüzgarda kalmış bir yaprak gibi titremeye başladım

"Bırakın beni yoksa kaleyi ayağa kaldıracağım!"

"Hadi durma. Senin sözüne karşılık benim sözüm.

Daha çok ağlamaya başladım. Elimdeki kitap yere düştü. Beni belimden tutup havaya kaldırdı ve masaya yatırdı. Bir çığlık yükseldi dudaklarımdan.

"BIRAK BENİ!" dedim çığlık çığlığa ağlarken. Üzerime çıktı ve geceliğimin eteğini yukarı sıyırdı. Eli çıplak bacaklarımda dolaştığı sırada daha çok haykırdım.

"BIRAK BENİ! İMDAAT!"

O sırada odaya ellerinde kılıçlarla üç şövalye daldı. Beni üstümde Edmund'la debelenirken görünce şaşkınlıkla kalakaldılar.

"Çıkın odadan!" diye gürledi Edmund.

"HAYIR! LÜTFEN KURTARIN BENİ!" diye haykırdım ağlayarak. Adamlar bir an kararsız kaldılar.

"SİZE ÇIKIN DEDİM!"

"Efendim, kral..." diye başlayacak oldu biri ama Edmund gözleri dönmüş bir şekilde adama bakınca apar topar dışarı çıktılar.

"HAYIR! KURTARIN BENİ! GİTMEYİN!"
Adamlar özür diler gibi yüzüme bakarak odadan çıktılar. Son bir gayretle Edmund'dan kurtulmaya çalıştım. Daha çok abandı üzerime. Bir eli göğsüme dokununca irkildim. Diğer eliyle de bacaklarımın yukarısına, vajinama doğru yola çıkmıştı. İç güdüyle bedeninin altından çektiğim bir elimle yüzüne tırnaklarımı geçirdim. Bunun yüzünden idam edilebilirdim. Ama bu umrumda değildi. Elleri sıkıca bileklerimi kavradı ve iki yanıma bastırdı.

"Ben senin efendinim! Bana karşı gelirsen ölürsün!" diye soludu öfkeyle. O an burnuma dolan şarap kokusuyla duraksadım. Sarhoş mu?

Sarhoş olacak kadar içmediği ortadaydı ama onu bahane edeceğinden emindim.

"Yalvarırım efendim. Bırakın beni."

"Beğenmedin mi beni?"

"Bana tecavüz mü edeceksin?" diye haykırdım kendimi tutamayarak.

Anahtar kelimeyle yüzü birden değişti. Nefes nefese kalmıştım. Kalbim dehşetle deli gibi çarparken ağzımın kuruduğunu hissediyordum. Yüzüm gözyaşlarından sırılsıklam olmuştu. Aniden geri çekildi. Yaşadığım şokla bir an öylece kalakaldım. Bana arkasını dönmüştü. Hırsla ellerini saçlarının arasına daldırdı. Yavaşça yerimden doğruldum. Anında yeniden yapıştı bana. Bacaklarımın arasına daldı ve belimden çekti. Öfkeyle dudaklarıma abandı. Midem alt üst olurken son bir gayretle ittirdim onu.

"BIRAK BENİ DEDİM! BIRAAAK!" diye ciyakladım çığlık çığlığa. Öyle sert bir tokat patlattı ki yüzümde hızla geriye savruldum. Tokadın şiddetiyle çığlık attım. Ellerimle yüzümü kapatarak hıçkırıklara boğuldum ağzıma kan dolarken. Kraliçeden sonra birde Edmund'un nefretini kazanmıştım. Ama onun yaptığı kraliçenin yaptığından daha beterdi. Her defasında hayatımı kurtaran adam şimdi o hayatı ellerimden alıyordu.

Tepemde dikilmiş öfkeyle solurken korkuyla daha çok büzüştüm olduğum yerde.

"Odana git." dedi çok yavaşça. Şükürler olsun! Fikrini değiştirmeden hızla ayağa kalktım ve koşarak karanlık koridora daldım. Gözyaşlarımdan önümü göremeyerek sendeledim. O an biri koluma dokundu. Korkuyla çığlık attım.

"Sakin olun. Size zarar vermeyeceğim." dedi sakin bir ses. Birden bir mum tuttu yüzüme.  Sarı saçları dağınık bir halde omuzlarına dökülmüş Anna'ydı. Derin bir nefes alarak boynuna yapıştım can havliyle.

"İyi misiniz efendim?"

"Beni odama götür Anna." dedim ağlamaktan çatallaşan sesimle.

"Koluma girin."

Bitkin bir halde odama girdim. Anna'yı yatağına yolladım ve kapımı iki kere kilitledim. Açık penceremi titreyen ellerimle kapattım ve perdeyi çektim. Yatağıma girdiğim gibi hiçbir şey düşünmemeye çalışarak uyumaya çalıştım. Yine de sürekli ağlamaktan sabaha karşı ancak uyuyakaldım.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro