Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

11

Yaz için Merinda Sarayı'na göç etmiştik. Merinda Sarayı geniş bir gölün etrafına çevrilmiş, yeşil bahçenin ortasında beyaz bir inci tanesi gibiydi. Büyük söğüt ağaçları gölün tertemiz sularına eğilmişti. Uzun kümeler halinde kırmızı, pembe, sarı, mor ve beyaz renginde laleler sarıyordu bahçeyi. Her köşede kaymak taşından çeşmeler bulunuyordu. Kraliçenin en sevdiği saraydı.

Yaz şenlikleri için maskeli bir balo düzenlenmişti. Yeryüzüne düşen bir yıldızı canlandırdığım için kar beyazı bir elbise ve beyaz tüylü, incilerle süslü bir maske giymiştim.

Repliklerim Latince idi. Zerre kadar Latince bilmeme rağmen kusursuz bir aksanla rolümün hakkını verdim.

Ardından dans başladı. Uzun boylu, altın yaldızlı siyah maske takan bir şövalye benimle dans etmek için geldi. Kusursuz maskesiyle bile onun kral olduğunu anlamıştım. Siyah deri pantolon ve beyaz gömleğinin üstüne siyah deri bir yelek giymişti. Yeşil rengi gözleri ışıl ışıldı. Kahve sarı kıvırcık saçları dağılmıştı. Bu ona hem haylaz hem de çapkın bir hava vermişti.

Beni iyice kendisine çekti. Nefesi her zaman olduğu gibi şarap kokmuyordu. İki kere döndükten sonra dans gereği yan yana geldik. Yan gözle beni süzdü.

"Düşen bir yıldızdan çok yolunu kaybetmiş bir su perisine benziyorsun." diye mırıldandı.

"Ve siz..." Onun kral olduğunu anlamamış gibi davranmalıydım. "Yolumu bulmama yardım edecek kişi misiniz?"

Zarifçe döndürdü beni. Ardından yine kendine çekti. Küçük adımlarla halkanın ortasına doğru ilerledik.

"O kişi ben olsaydım, gözün kapalı benimle gelir miydin?"

"Neden olmasın?"

"Yolun benim yatağımdan geçiyor olabilir." diye mırıldandı kulağıma doğru. Utançla kızaran yüzüm yanmaya başladı. Ne diyeceğimi bilemeyerek sendeledim. Gövdesine bastırdı beni.

"Yatağıma gelir miydin?"

Ne yapacağımı şaşırarak küçük bir kahkaha attım. "Benim gideceğim yatak belli. Haberiniz yok mu? Daha şimdiden hain bir kadın olmak istemem açıkçası."

"Aaa. Sen şu kontessin." dedi sanki beni tanımıyormuş gibi. Hoşnutsuzlukla mırıldanma cesareti gösterdim. Başını yan yatırdı.

"Memnum değil misin?"

"Kralım ve kraliçemin uygun bulduğu bir şeyden memnun olmama cüretini gösterecek kadar itaatkarsız değilim."

"İtaatkar bir kızsın demek?" dedi memnuniyetle. "Yatakta da itaatkar mısındır?"

İyice kızardım. "Bilmem. Böyle bir özelliğimin olduğunu keşfedecek bir deneyimim olmadı henüz." dedim titreyen bir sesle. Bu sözlerim daha da ilgisini çekmiş olacak ki dikkatle gözlerime baktı.

"Yani hala bakiresin?"

Ayaklarım birbirine dolandı. Tam düşüyordum ki sıkıca belime sarıldı. Kollarına düştüm. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Maskesinin deliklerinden parlayan gözleri vahşiydi.

"İstersen sana unutulmaz bir deneyim yaşatabilirim."

"Nasıl?" diye fısıldadım. Yakışıklı yüzünde derin bir anlamı olan bir tebessüm belirdi.

"Yeterli deneyimim var."

Hala kollarındaydım. Gözlerine arzuyla baktım. "Ben deneyim değil, aşk istiyorum. Yeterli aşkın var mı?" dedim yavaşça.

Tebessümü bir an dondu. Anlam veremediğim bir duyguyla baktı gözlerime. Yavaşça kaldırdı beni. Müzik durdu.

"Maskeler çıksın!"

Maskesini çekip çıkardı. Yakışıklı yüzünü açık açık görünce kalbim daha da hızlandı. Hiçbir şey demeden ya da şaşırmış gibi rol yapmadan gözlerini taradım. Ondan aşkını dilendim. Yavaşça maskemi çıkardı.

"Senin yeterli aşkın var mı Bayan İsabel?"

Cevap veremedim. Bazen susmak en güzel cevap değil midir? Gözlerimi tutkuyla kapattım. Derin bir nefesle kokusunu içime çektim. Arzuyla soluduğunu işittim.

O an bir alkış duydum. Prens Edmund dikkatleri dağıtmak için çok güzel bir gösteriydi gibicesine bir şeyler söyledi. Kraliçe Estella buz gibi gözleriyle boynumu kırmak istercesine bana bakıyordu. Kraliçe İra ise sanki acı çekiyormuş gibi prensi izliyordu. Ardından salondaki herkes alkışlamaya başladı.

Hiç kimseyi umursamadan krala döndüm. Beni çözmek istermiş gibi inceliyordu yüzümü. Sonra gözlerini hiç ayırmadan elimi öptü. Buz gibi parmaklarım sıcak öpücüğüyle yandı. Nefesim hızlandı. Elimi bir mesaj vermek istercesine yavaşça sıktı. Ardından geri çekildi. Yapmam gerekeni anlayarak kuyuya düşen bir kova gibi eğildim.

"Yarın benimle ava gelir misin?"

Kraliçeyi düşündüm. "Kraliçem izin verirse, seve seve gelirim efendim." dedim şirin bir edayla. İçimden bir ses asla izin vermeyeceğini söylüyordu. O da bunu biliyormuş gibi, "Kraliçeyle konuşurum. Yarın seni azad edecektir." dedi.

***

Kral avlanacağını söylemişti ama av bir süre sonra yürüyüşe dönmüştü. Atlarımızı seyislere verip, ormanda yürümeye başlamıştık.

"Latincen kusursuzdu." dedi beğeniyle. İçtenlikle gülümsedim.

"Aslında Latincem hiç yok."

Şaşırdı. "Yeteneklisin."

"Majesteleri çok nazik."

"Yataktaki yetenekleri keşfetmek istemiyor musun hala?" dedi gülümseyerek.

Kızararak yutkundum. "Yetenekten ziyade aşkı keşfetmek istiyorum efendim. Aşık olduğum adamla birlikte olmak istiyorum. Köylü bile olsa fark etmez."

Kocaman bir kahkaha attı. "Yakında kontes olacak birinden ilginç sözler."

"Kontes olmayı ben istemedim. Siz uygun gördünüz majesteleri."

"İstemiyor musun yoksa?"

"Sizin için uygun olan şey benim için bir şereftir efendim."

"Armande çok şanslı bir adam. Çok güzel bir gelini olacak."

"Sizin saygınızı kazandığı için çok şanslı efendim."

"Bence senin sevgini kazanacağı için daha çok şanslı." dedi yumuşakça.

O an yakasına yapışıp neden izin verdin diye haykırmak geliyordu içimden. Ama onun yerine sıcacık bir gülümseme sundum. O sırada uşağı belirdi yanımızda. Krala bir şeyler mırıldandı. Arthur da bana elini uzattı.

"Gidelim. Öğle yemeğine geç kalmak istemeyiz."

Koluna koydum elimi. O ise kolundan çekip avucunun içine aldı soğuk ellerimi. Kaçamak bir bakış attı. Yerin burası der gibi.

Seyisler atları hazırlamıştı. Ata binişimi dikkatle izledi. Parlak kırmızı bir renge büründü yanaklarım. Utancım onu eğlendiriyor gibiydi.

Ahırlara vardığımızda ilk o indi attan. Ardından belimden tutup kendine çekti beni. Saçlarım yüzüne değdi. Yavaşça,bütün bedenine bastırarak bedenimi yere bıraktı. Çapkın bir edayla elimi öptü.

"Gitmeliyim."

Hemen eteklerimi açarak iyice eğildim.

Arthur gittikten sonra sıkıntıyla saraya girmek istemediğimi fark ettim. Yavaş adımlarla tenha bahçeyi gezmeye başladım. O sırada bir inleme sesi duydum. Acı dolu, sanki yardım ister gibiydi.

Hızlı adımlarla sesin geldiği yere yürüdüm. Parlak kırmızı elbisesinin eteklerini hışırdatarak yürüyen Kraliçe İra'yı gördüm. Küçük, beyaz eliyle ağzını kapatmış, hıçkırığını bastırıyordu. Hemen yanına gitmek için harekete geçtim ama prensin hızlı adımlarla kraliçeye yaklaştığını gördüm. Beni orada görmek, isteyecekleri en son şey olacaktı. Hemen bir ağacın arkasına saklandım. Prens sert denebilecek bir hareketle kraliçeyi omuzlarından tutup kendisine çevirdi.

"Vazgeç artık bu sevdadan. Bize verdiğin zararın farkında mısın?"

Kraliçe hıçkırdı. "Deniyorum. Ama o kadar zor ki Edmund." diye inledi zayıf bir sesle.

"Seni bir daha uyarmayacağım. Kendi iyiliğin için vazgeç artık. Nişanı da asla kabul etmeyeceğim."

Kraliçe sarsılarak ağlıyordu artık. "Söylesene Edmund, hiç sevdin mi?"

Prens öfkeyle soludu. "Sevmedim. Bu saatten sonra seveceğimi de sanmıyorum. Kendine gel İra. Artık dünkü çocuk değilsin. Sen bir kraliçesin."

"Sevmediğim bir adamla evlendim ben! Hakkım olan taç bu değildi!"

Edmund soğuk bir şekilde kraliçeden uzaklaştı. "Benim suçum değil. Böyle yaparak kendini küçültmekten başka bir şey yapmıyorsun."

Sert bir şekilde arkasını dönüp gitti. Kraliçe inleyerek tekrar ağzını kapattı. Mavi gözleri acıyla doluydu. Yanına gidip onu teselli edebilmek için nelerimi vermezdim. Ama o kraliçeydi. Bense onun hizmetçisi. Bu onu alçaltmaktan başka bir şeye yaramazdı. Geldiğim gibi sessizce gitmeyi tercih ettim.

***

Gördüklerimi George'a anlattım. Akşam yemeği için son hazırlıklar yapılıyordu. Kral ve kraliçenin yerlerini almasını bekliyorduk.

"Bundan kimseye bahsetme. Kral William tacını giymiş, kraliçe için yola çıkmış, şerefine büyük bir balo düzenlenecek."

"Evlenecekler mi?"

"Eğer kraliçe isterse, Kral William halkını ikna edebilirse neden olmasın."

Borazanlar çaldı. Kral ve kraliçe kol kola salona girdiler. Kraliçe siyah dantellerle işlenmiş yarasa kollu, kan kırmızısı bir elbise giymişti. İpek gibi uzanan bembeyaz saçlarının tepesinde alev alev yanan yakuttan bir taç vardı. Elbisenin rengi yanaklarına renk vermişti. Buz mavisi gözleri canlıydı. Pürüssüz, genç yüzü ışıl ışıldı.

Arkalarından ise Kraliçe İra geliyordu. Zümrüt yeşili, değerli taşlarla süslü ağır bir elbise giymişti. Altın sarısı saçlarını yeşil başlığının gerisine toplamıştı. Mavi gözleri her zamankisi gibi hüzünlüydü.

Arthur yerine yerleşirken gözleri masada dolaştı. Sonra beni buldu ve gül pembesi rengindeki elbisemle bana odaklandı.

Kraliçe kocasının bana odaklanan gözlerini fark etti. Buz gibi gözlerini bana dikti. Bir böcekmişim gibi bakıyordu. Nefret ve iğrenmeyle. Aniden aklına bir şey gelmiş gibi zehir gibi bir gülümseme yayıldı yüzüne. Altın kupasını kaldırdı.

"Bu gece sevgili kontesin şerefine içeceğim." diye tısladı bir yılan gibi. Herkes kadehini şerefime kaldırdı. Arthur şehvetle gülümsedi ve kupasını bana kaldırdı. Soğuk bir gülümseyle ben de kadehimi kaldırdım.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro