SKANDAL ALÇAK: bölüm 1
"Benim gözetimim altındayken ölmeyeceğine dair yemin ettim ve bu yemini tutmak niyetindeyim." Dikkati, omzundaki neredeyse iyileşmiş olan yaranın üstüne bal sürdüğü bölgeye kaydı. Balın yapışkanlığı teninin yumuşaklığının karşısında hiçbir şeydi.Omzundan başka yerlere de dokunabilmeyi diledi. O temiz, güzel, pembe ve dayanılmaz yumuşaklıktaki bütün bedenini istedi
Güvenilir bir konu arayışına girdi. Amaçlarından bahsedecekti. Onun amacından. "Bir kitapçı açma planları yapıyorsun yani?"Sophie başıyla onayladı. "Bir kitapçı açacağım."Onun kitapların arasında darmadağın olduğunu ve toz içinde kaldığını hayal etti. Bu haddinden fazla hoşuna gitti.Kaldırdığıeline baktığında eli bal yüzünden parıldıyordu. O da bakmıştı. "Elini yıkamalısın."Yıkamalıydı tabii. Ama bunun yerine elini ağzına götürdü ve onun gözlerine bakarak parmaklarındaki balı yaladı.Sophie‟nin gözleri kocaman oldu ama hiç tereddüt etmedi. İşte o zaman anlamıştı.Onu öpecek olsa, Sophie onu durdurmayacaktı.Ve eğer onu öperse, duramayacak
Londra Haziran, 1833Liverpool Kontesi su canlılarına bu kadar meraklı olmasaydı, işler daha farklı ilerlemiş olabilirdi.Belki kimse 13 Temmuz‟da, 1833 sezonunun sonuncu ve efsanevi bahçe partisinde yaşanan olaylara tanıklık etmiş olmazdı. Belki Londra kendini güzelce bavullara yerleştirip sayısız vagon aracılığıyla böcekler gibi Britanya kırsallarına dağılır ve huzurlu bir yaz geçirirdi.Belki.Fakat bir sene önce, Liverpool Kontesi‟ne yarım düzine kadar turunculu beyazlı balık hediye edilmişti ve bunların Japonya Şoğgunları‟nm1sevgililerinin birincil soyundan geldiği söyleniyordu. Sophie bu hikâyenin kesinlikle inanılmaz olduğunu düşünmüştü, çünkü
Japonya dünyanın geri kalanından izole olmuş bir ülkeydi. Ama Leydi Liverpool evcil hayvanlarıyla gurur duyuyordu, onlarla fanatik bir tutku ile ilgileniyordu. Altı balık bir süre sonra iki düzineye çıktı ve hayvanların hediye edildiklerinde içinde bulundukları geniş kâse sadece gölet olarak tanımlanabilecek bir konteynırla takas edildi.Balıklar kontesin hayal gücünü canlandırmış olmalıydı ki, Çin hakkında Japonya hakkında bildiğinden daha az şey biliyor olmasına rağmen Liverpool Yaz Partisi garip bir şekilde Çin temalıydı. Hatta Leydi Liverpool insanları, balıklarım anımsatmasını istediği çok belli olan beyaz ve turunculu yarı saydam ipek elbisesiyle karşılarken bu kopukluğu açıkladı. "Biliyorsunuz, kimse Japonya hakkında bir şey bilmiyor. Ülke aşırı içine kapanık, ki bu da tema söz konusu olduğunda hiç hoş olmuyor. Çin de onlara çok ama çok yakın... Aynı sayılırlar."Sophie kontese iki ülkenin aynı olmadığını söylediğinde kontes kıkır kıkır güldü ve ipek yüzgeçlerle dolu kolunu salladı. "Merak etme, Leydi Sophie, sonuçta Çin‟de de balık olduğundan eminim."Sophie bu cahil cümleler karşısında annesine doğru bir bakış attı ama annesi hiç fark etmedi. Haftalarca Çin ve Japonya‟nın kesinlikle aynı olmadığını anlatmaya çalışmıştı ama kimse onu dinlememişti bile. Annesi böyle gösterişli bir partiye davet edilmiş olduğu için müteşekkirdi. Ne de olsa Talbot kardeşler gösterişlilik konusunda öne çıkanlardandı.Aristokrasinin geri kalanı gibi onlar da kendilerini, davetiyeler dağıtıldığından beri Londra şapkacılarının ihya olmasını sağladığına emin oldukları şapkalarla
taçlandırılmış halde ve her biri diğerinden daha karmaşık işlemeleri olan kırmızıların, altın renginin hâkim olduğu ipek kumaşların arasında buldular.Fakat Sophie, bu saçmalığa ortak olmasına dair annesinden gelen tüm ısrarlara rağmen, ailesinin canını sıkmak pahasına da olsa, sıradan ve soluk sarı renkli bir şey giymişti.İşte Haziran‟ın ortasındaki o güzelgünde Leydi Liverpool en güzel ya da en eğlenceli olmayan, piyanoyu en iyi şekilde de çalamayan, Talbot‟ların zavallı ve yavan kızı Sophie‟ye acıdı ve sudan çıkmış balığa dönen genç kızın balıkları düzgün ortamlarında görmek isteyebileceğini düşündü.Sophie bu teklifi mutlulukla kabul etti. Gülümseyip duran aristokratlardan ve Sophie ile ailesine odaklanmaktan dikkatle kaçman bakışlardan uzaklaşacağı için müteşekkirdi. Ne de olsa bir nesneden dikkatle kaçınan bakışlardan daha bariz bir bakış olamazdı. Bu durum bahsedilen nesne göz ardı edilmesi imkânsız bir şey olduğunda daha doğruydu.Bu bakışlar genç Talbot kızlarını her dışarı çıktıklarında izliyordu. Son dört senede beş defa çıkmışlardı ve her seferinde bir öncekinden daha az hoş görülmelerinin yanında, yıllar geçtikçe davetiyeler de azalıyordu.Sophie annesinin kızlarını sosyete güzelleri haline getirme rüyasından vazgeçmesini tercih ederdi ama bu asla olmayacaktı. Sonuç olarak Sophie buradaydı ve LiverpooTdaki köşkün ağaçlarının arasında saklanıyor, kız kardeşleri hakkında artık fısıltı olmaktan çıkmış söylentileri duymazdan gelmeye çalışıyordu
Sophie onu camla çevrili, çeşitli çiçeklerde dolu ve içinde dedikodu bulundurmayan, devasa büyüklükteki efsanevi Liverpool bahçelerine yönlendiren ev sahibini büyük bir rahatlıkla takip etti.Balık havuzunu arayarak limon ağaçları ve etkileyici eğrelti otları arasında ilerledikleri sırada bir ses duydu. Zavallı bir yaratık orman güllerinin arasında işkence görüyormuş gibi çıkan ritmik ve rahatsız edici bir tür ağlama sesi gibiydi duyduğu.Elbette Sophie vicdansız biri değildi ve bahsi geçen canlının yardıma ihtiyacı olduğu kesindi. Sesin kaynağını bulduğundaysa ne yazık ki kadının yardıma ihtiyacı olmadığı net bir şekilde ortaya çıkmıştı.Kadına zaten yardımcı olunuyordu.Hem de Sophie‟nin eniştesi tarafından.Kadının Sophie‟nin kız kardeşi olmadığını da belirtmeliydi.Bu nedenle ilk şoku atlattıktan sonra araya girmeyi kendisine hak görmüştü. Hiç de alçak olmayan bir sesle, "Ekselansları," dedi. Kelimeler o âna, o adama ve ona bu kadar güç veren dünyaya karşı duyduğu tiksintiyle doluydu.Çift durakladı. Adamın kolunun arkasından sarışın ve güzel bir kafa uzandı. Üstünde çoklu köşelerinden sarkan altın püsküllerin kulaklarından aşağıya sallandığı, kırmızı ipekten bir pagoda vardı. Kadın kocaman mavi gözlerini kırpıştırdı.Haven Dükü, Sophie‟ye bakmaya tenezzül etmedi bile. "Bizi yalnız bırak."Sophie‟nin dünya üzerinde aristokrasiden daha fazla nefret ettiği bir şeyyoktu
"Sophie? Annem seni arıyor... Zavallı Kaptan Culberth‟i kroket alanında sıkıştırdı ve yanında getirmekte ısrar ettiği devasa yelpaze ile adama vurup duruyor. Zavallı adamı kurtarmalısın."Sophie gözlerini kapatarak sözcüklerin yok olmasını diledi. O sözcükleri söyleyen kişinin de öyle. Kız kardeşini durdurmak için arkasına döndü. "Hayır, Sera""Ah." Seraphina, önceki soyadı Talbot olan Haven Düşesi, köşeyi dönüp saksı çiçeklerinden oluşan kısmı gördüğünde önündeki sahneyi sindirmeye çalışırken, ellerini geleceğin Haven Dükü‟nün içinde gelişmekte olduğu, hafiften büyümüş kamına götürdü. "Ah." Sophie, olayı sindirmeye çalışan kız kardeşinin gözlerindeki şoku, ardından gelen üzüntüyü, sonrasında da sakinliği gördü. "Ah," diye tekrar etti Haven Düşesi.Dük kıpırdamadı. Karısına, gelecekteki çocuğunun annesine bakmadı bile. Bunun yerine bir elini o sarı buklelere götürdü ve partnerinin boynuna doğru konuştu. "Bizi yalnız bırak, dedim."Sophie uzun boylu, güçlü ve o anda hissettiği her şeyi saklamaya çalışan Seraphina‟ya baktı. Sophie de elinde olmadan aynı şeyleri hissediyordu. Kız kardeşinin konuşmasını istiyordu. Kendine ve doğmamış çocuğuna arka çıkmasını istiyordu. Seraphina arkasına döndü.Sophie kendine engel olamadı. "Sera! Bir şey demeyecek misin?" En büyük Talbot kızı başını iki yana salladı. Bu durumu kabullenişi Sophie‟yi çok öfkelendirdi. Eniştesine döndü. "O bir şey demeyecekse bile, ben diyeceğim. İğrençsin. Kibirli, nefret dolu ve mide bulandırıcı birisin."Dük ona küçümseyen bir edayla baktı."Devam edeyim mi?" dedi Sophie
Adamın kollarındaki sarışının nefesi kesildi. "Sen ciddi misin?! Bir dük ile böyle konuşulur mu? Ne kadar saygısızca!" Sophie kadının kafasındaki salak şapkayı alıp ikisini de onunla dövmemek için kendini zor tutuyordu. "Haklısın tabii. Şu durumda saygısız olan kişi benim."Seraphina hafifçe, "Sophie," dedi ve Sophie onun ses tonundaki aciliyeti anlayarak bakışlarını olay yerinden çekti.Dük derin bir iç çektikten sonra kendini uzaklaştırdığı kadının eteğini aşağı çekip onu oturduğu masadan kaldırdı."Koş, git.""Ama""Git dedim."Kadın ne zaman kaybolması gerektiğini biliyordu ve ona söyleneni yaptı. Ayrılmadan önce de püsküllerini ve eteğini düzeltti.Dük bir yandan pantolonunun düğmelerini iliklerden onlara doğru döndü. Düşes gözlerini kaçırıyordu ama Sophie öyle yapmadı. Seraphina‟yı evlendiği bu korkunç adamdan koruyabilirmiş gibi, kardeşinin önüne doğru bir adım attı. "Eğer kabalığınla bizi kokutabileceğini düşünüyorsan, işe yaramayacak."Bunu onu kışkırtmak için söylemişti, öyle de oldu.Talbot ailesi aristokrasinin skandal ailesiydi. Sophie‟nin babası unvanını on sene önce o zamanın kralından almış ve zenginliğe yeni kavuşmuş bir Kont‟tu. Babası bu dedikoduyu hiç onaylamamış olsa da Jack Talbot‟un unvanını, kömür sayesinde kazandığı servetiyle aldığı kabul ediliyordu. Kimisi bir iskambil oyununda kazanıldığını iddia ederken kimisi de krala ait
olan fazlaca utanç verici bir borç karşılığında verildiğini söylüyordu.Sophie bilmiyordu ama pek umursamıyordu da. Ne de olsa babasının unvanının onunla hiçbir ilgisi yoktu ve bu aristokrat dünyanın içinde yaşamak da istemiyordu.Hatta insanların kız kardeşlerini yanlış bir şekilde yargılayıp onlara kötü baktığı bu dünya hariç herhangi bir dünyada yaşayabilirdi. Çenesini kaldırıp eniştesiyle yüzleşti. "Bizim paramızı harcamaktan çekiniyor gibi görünmüyorsun."Yine, "Sophie," diyen kız kardeşinin sesinde bu defa kınama sezmişti.Seraphina‟ya döndü. "Onu korumak istiyor olamazsın. Söylediklerim doğru değil mi? Senden önce oldukça fakirdi. Darmadağın bir düklüğün ne yararı olacaktı ki? Ortaya çıkıp onun adını kurtardığın için minnettar bir şekilde dizlerinin üzerine çökmüş olmalıydı.""Adımı kurtardı, öyle mi?" Dük ceketinin bir kolunu düzeltti. "Olayların böyle geliştiğini düşünüyorsan kafan biraz karışmış olmalı. Babanın sahip olduğu tüm aristokrat yatırımcıları ona ben getirdim. Adam benim iyi niyetim sayesinde varlığını sürdürüyor. Parayı da zevkle harcıyorum," dedi, "çünkü senin orospu kız kardeşinle bir evliliğe hapsolmak beni herkese maskara etti."Sophie duyduğu hakaret karşısında nefesini tuttu. Kız kardeşinin dük ile nasıl bir araya geldiği hakkındaki hikâyeleri ve annesinin en büyük kızı düşes olduğunda ne kadar böbürlendiğini biliyordu. Ama bu, hakaretleri haklı çıkarmazdı. "O senin çocuğunu taşıyor.""Kendisi öyle diyor." Adam bahçenin kapısına yönelerek yanlarından geçti
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro