Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Üçüncü Bölüm -6

Dokuzuncu Kitap, Ön Kovuşturma

I
Memur Perhotkin'in Mesleğinde İlk Adımları

Var gücüyle dul tüccar karısı Morozova'nın kapısını yumruklarken bıraktığımız Pyotr İlyiç Perhotkin sonunda kapıyı açtırdı. Daha iki saat önce geçirdiği heyecanın etkisinde, bir sürü "düşünce"yle bunalan Fenya henüz yatmamıştı. Kapının alabildiğine gümbürdediğini duydu, yeniden bir sinir nöbetine yakalanmaktan korktu. Gittiğini gözleriyle gördüğü halde içinde, kapıyı yumruklayanın gene Dmitri Fyodoroviç olduğu şüphesi vardı: ondan başka kimse bu kadar delidolu kapı çalamazdı. Fenya uyanıp avlu kapısını açmaya giden kapıcıya koştu, geleni içeri almaması için yalvarmaya başladı. Ama kapıcı, kapıyı çalanın kim olduğunu, ne istediğini sorup soruşturduktan sonra onun Fedosya Makarovna'yı son derece önemli bir iş için görmek istediğini anladı, içeri almaya karar verdi. Fenya geleni mutfağa aldı, yalnız Pyotr İlyiç'ten, "ne olur ne olmaz" diye kapıcının da içeri girmesi için izin istedi. Pyotr İlyiç sorguya başlar başlamaz en önemli noktayla karşılaştı: Dmitri Fyodoroviç, Gruşenka'yı aramaya koşarken havanelini kapıp götürmüş, dönüşte boş, ama elleri kan içinde gelmişti. "Kan şıp şıp durmadan damlıyordu..." diyordu Fenya. Besbelli korkunç olayın etkisiyle bu da hayalinde doğuvermişti. Ama kanlı elleri Pyotr İlyiç de görmüş, hatta bunların temizlenmesine de yardım etmişti. Mesele, kanın damlayıp damlamadığında değildi. Dmitri Fyodoroviç havaneliyle nereye gitmişti; Fyodor Pavloviç'e mi, ayrıca bunu kesin olarak nereden anlamak mümkündü? Pyotr İlyiç'in asıl ilgilendiği nokta buydu. Sonunda, kesin olarak bir şey öğrenememekle beraber, gene de Dmitri Fyodoroviç'in babasının evinden başka yere gidemeyeceği, ne olduysa orada olduğu kanısına vardı.

Fenya heyecanlanarak,

— Geri dönünce ona her şeyi olduğu gibi anlatıp ben sorulara başladım, diye ekledi. "Ellerinizdeki kan ne, kuzum Dmitri Fyodoroviç?" dedim. Galiba insan kanı olduğunu, az önce bir adam öldürdüğünü açıkladı; pişmanlık duyuyordu. Sonra deli gibi çıktı gitti. Böyle çılgınca nereye fırladığını düşünmeye başladım. Mokroye'ye giderse hanımımı vurur, diyordum. Kıymasın ona diye yalvarmak için evine koştum, yolda Plotnikov'un dükkânının önünde gördüm. Yola çıkmak üzereydi, elleri kanlı değildi artık. (Fenya bunun farkına varmış ve unutmamıştı.) Fenya'nın büyükannesi torununun bütün söylediklerini becerebildiği kadar doğruladı.

Birkaç başka sorudan sonra Pyotr İlyiç, Morozova'nın evinden, gelişinden çok daha kuşkulu ayrıldı.

Bundan sonra en kestirme, en doğru yol Fyodor Pavloviç'in evine giderek bir şey olup olmadığını, olduysa neler olduğunu öğrenmekti. Kesin şekilde bilgi aldıktan sonra da Emniyet Müdürüne gidecekti. Pyotr İlyiç'in kararı buydu. Ama zifiri karanlık bir geceydi, Fyodor Pavloviç'in avlu kapısı da evden epey uzaktı, açtırmak için epey uğraşması gerekecekti. Öte yandan, Fyodor Pavloviç'le ahbaplığı oldukça uzaktandı, kapıyı vurup kendini duyurur ve bir şey olmadığı anlaşılırsa, ertesi gün Fyodor Pavloviç'in dilinden kurtulamazdı. Alaycı ihtiyar hiç tanımadığı memur Perhotkin'in, gece yarısından sonra onu birisinin vurup vurmadığını öğrenmek amacıyla kapısını nasıl yumrukladığını bütün şehre yayardı. Perhotkin'in dünyada en ürktüğü şey rezaletti. Gene de içini saran duygu o derece güçlüydü ki, ayağını öfkeyle yere vurarak kendi kendine küfretti ve hemen yeni bir yol buldu. Bu defa Fyodor Pavloviç'i değil, Bayan Hohlakova'yı görmeyi tasarlıyordu. Kadın demin falan saatte Dmitri Fyodoroviç'e üç bin ruble verip vermediği sorusuna olumsuz karşılık verirse, Fyodor Pavloviç'e uğramadan doğruca Emniyet Müdürüne gidecekti; aksi halde her şeyi yarına bırakıp eve dönecekti. Aslına bakılırsa, genç bir adamın gecenin saat on birinde yüksek muhitten, hiç tanımadığı bir kadının kapısını çalıp onu belki yatağından kaldırarak, duruma göre hayli garip bir soru sorması Fyodor Pavloviç'e gitmekten daha uygun bir rezalet nedeniydi. Ama bazen, özellikle bu duruma benzer hallerde en düzenli, soğukkanlı kimseler bile böyle hareket ederler. Hem Pyotr İlyiç o anda hiç de soğukkanlı değildi. Sonraları, içini gitgide kaplayan, ona adeta azap veren ve iradesi dışında davranmaya sürükleyen huzursuzluğu ömrü boyunca unutamadı. Şüphesiz yolda, o kadına gittiği için kendi kendini durmadan azarlıyordu, gene de dişlerini gıcırdatarak, belki onuncu defa, "Ne olursa olsun, bu işi sonuna kadar götüreceğim!" diye tekrarlıyordu. Sonunda dediğinden dönmedi.

Bayan Hohlakova'nın evine saat tam on birde vardı. Avluya oldukça kolaylıkla alındı. Ama, "Hanımefendi uyuyor mu, yoksa henüz yatmadı mı?" sorusuna kapıcı kesin bir karşılık vermedi; yalnız, o saatte çokluk yatmış olduklarını söyledi. "Yukarıya haber verin. İsterlerse kabul ederler, istemezlerse kabul etmezler sizi."

Pyotr İlyiç yukarı çıktı, ama işler çatallaştı orada. Uşak haber vermek istemedi, sonunda oda hizmetçisini çağırdı. Pyotr İlyiç nazik, ama gene de kesin bir tavırla hanımına, memur Perhotkin'in özel bir iş için geldiğini haber vermesini rica etti. "İş önemli olmasa rahatsız etmeye cesaret edemeyeceğini söyledi, dersiniz. Aynen söyleyin lütfen." Bayan Hohlakova henüz yatmamıştı ama, yatak odasına geçmişti. Mitya'nın ziyaretinin etkisi kaybolmamıştı; böyle durumlarda hep olduğu gibi bu gece de mutlaka migreninin tutacağını hissediyordu. Hizmetçinin getirdiği haberi dinledi; merak ettiği halde hırçın ziyaretçiyi kabul etmeyeceğini söyledi. Oysa bu saatte hiç tanımadığı "buralı memurun" umulmadık ziyareti kadında gerçekten hayli merak uyandırmıştı. Pyotr İlyiç de bu sefer katır gibi direndi, hizmetçiyi dinledikten sonra ısrarla yeniden haber götürülmesini, söylediklerinin aynen tekrarlanmasını rica etti. "Buraya olağanüstü önemli bir iş için gelmişti o. Hanımefendi kabul etmezse kendisi belki ilerde pişman olacaktı..." Perhotkin sonraları "Sanki bayır aşağı tepetaklak yuvarlanıyordum..." diye anlatıyordu. Oda hizmetçisi onu şaşkınlıkla süzdükten sonra hanımına ikinci defa haber vermeye gitti. Bayan Hohlakova iyice şaşırmıştı. Düşünüp taşındı, gelenin ne biçim bir adam olduğunu sordu. Ziyaretçinin "kibar giyimli, genç ve çok terbiyeli" olduğunu öğrendi. Sırası gelmişken şunu da söyleyelim ki, Pyotr İlyiç oldukça yakışıklı bir delikanlıydı ve kendisi de farkındaydı bunun. Bayan Hohlakova çıkmaya karar verdi. Geceliğiyle terliklerini giydiği için omuzlarına siyah bir şal aldı. "Memur"u demin Mitya'yı kabul ettikleri salona aldılar. Ev sahibesi sert, soru dolu bakışlarla konuğu karşılayarak, oturacak yer bile göstermeden, "Ne istiyorsunuz?" diye hemen ziyaret konusuna geçti.

— Hanımefendi, sizi rahatsız etmemin nedeni ortak ahbabımız Dmitri Fyodoroviç Karamazov... diye başladı Perhotkin.

Karamazov'un adını anar anmaz ev sahibesinin yüzünde aşırı bir öfke belirdi. Tiz sesle bağırarak sözünü kesti:

— Daha ne kadar acı çekeceğim bu adamın yüzünden, nedir bu! Siz de beyefendi, bu saatte tanımadığınız bir kadını evinde rahatsız etmeye nasıl cesaret ediyorsunuz! Üstelik daha üç saat önce bu odada beni ölümle tehdit eden, tepinip ayaklarını yere vuran ve kibar bir evden en yakışıksız şekilde çıkıp giden bir adam için gelmişsiniz. Sizi şikâyet edeceğim beyefendi, haberiniz olsun, yanınıza bırakmayacağım bunu. Hemen çıkın evimden. Bir anneyim... Ben... ben...

— Ne, ölümle mi tehdit etti, sizi de mi öldürmek istedi?

— Birisini öldürdü mü? diye atıldı Bayan Hohlakova.

— Beni yarım dakika dinlemek lütfunda bulunursanız her şeyi açıklayacağım hanımefendi. Bugün öğleden sonra, saat beşte Bay Karamazov benden arkadaşça ödünç olarak on ruble aldı; parası olmadığını kesin olarak biliyorum. Gene bugün saat dokuzda elinde iki, belki de üç bin rublelik bir para destesiyle odama girdi; elleri, yüzü kan içindeydi, aklı başında değildi. Bu kadar parayı nereden bulduğunu sordum; az önce size uğradığını söyledi. Ona altın madenlerine gitmek için üç bin ruble borç vermişsiniz.

Bayan Hohlakova'nın yüzünde derin, adeta marazi bir heyecan belirdi. Ellerini birbirine vurarak,

— Aman Yarabbim ihtiyar babasını öldürmüş o! diye bağırdı. Hiçbir şey vermedim ona. Aman koşun, çabuk koşun. Tek bir kelime söylemeyin artık, koşun! Kurtarın ihtiyarı; babasına koşun, çabuk!

— Müsaade buyurun hanımefendi; siz ona para vermediniz mi? Hiç para vermediğinizi kesin olarak hatırlıyor musunuz?

— Vermedim efendim, vermedim. Takdir etmesini bilmediği için geri çevirdim isteğini, öfkeden köpürdü, tepindi, sonra da çıktı gitti. Üzerime saldıracaktı ama geri kaçtım. Artık bundan sonra sizden bir şey saklayacak değilim, tükürdü üstüme, düşünün! Aa, niye ayakta duruyorsunuz? Buyurun oturun. Kusura bakmayın, ben... Ya da gidin, koşun, şu zavallı ihtiyarı korkunç bir ölümden kurtarın!

— Öldürdüyse?

— Aman Yarabbim, olur a! Ne yapalım şimdi? Sizce ne yapmamız gerekiyor?

Bunları söylerken Pyotr İlyiç'i oturtup kendisi de karşısına geçti. Perhotkin kısaca, ama açık olarak olayı, daha doğrusu o gün kendisinin de katıldığı kısmı anlattı. Fenya'ya demin nasıl uğradığını, havaneli hakkında işittiklerini tekrarladı. Bütün bu ayrıntılar heyecanlı bayanı son derece sarstı, dinlerken ikide bir çığlık atıyor, elleriyle gözlerini kapatıyordu.

— İnanır mısınız, hepsini önceden sezmiştim ben! Yaratılış bu: aklımda neyi kursam mutlaka gerçekleşiyor. O korkunç adama ne zaman baksam hep, "Bu adam bir gün beni vuracak..." diye düşünürdüm. Düşündüğüm çıktı işte... Şimdilik benim yerime babasını öldürmesi de sadece Tanrının lütfu bana... Benim canıma kastetmeye utanmış olmalı: ne de olsa burada, hemen şuracıkta, boynuna çilekeş Varvara türbesinden getirdiğim bir ikon taktım... Demek o anda ölüme ne kadar yaklaşmışım; iyice sokulmuştum ona, o da boynunu bana uzattı! Biliyor musunuz Pyotr İlyiç... —afedersiniz, adınızın Pyotr İlyiç olduğunu söylediniz galiba...— biliyor musunuz, ben mucizelere inanmam, ama şu ikon işi ve şimdiki halim apaçık bir mucize... Yeniden olur olmaz şeylere inanmaya başlıyorum. Staretz Zosima'yı duydunuz mu? Aman ben de ne konuştuğumun farkında değilim galiba... Hem düşünün bir kere, bana, boynunda ikon varken tükürmüştü! Gerçi öldürmedi, yalnızca tükürdü... sonra da bakın nerelere koştu! Peki, bizim şimdi ne yapmamız gerekiyor dersiniz?

Pyotr İlyiç ayağa kalkarak, doğruca Emniyet Müdürüne gidip her şeyi anlatacağını söyledi, Emniyet Müdürü dilediği gibi hareket ederdi.

— Ya, çok iyi bir insan o, çok iyi; Mihayl Makaroviç'i tanırım ben. Evet, evet, ona gidin, doğruca ona. Çok iyi buluşlarınız var Pyotr İlyiç; son derece güzel hazırlamışsınız. Sizin yerinizde ben olsam bunları dünyada akıl edemezdim. Emniyet Müdürüyle benim de ahbaplığım vardır.

Pyotr İlyiç hâlâ ayakta duruyor, bir türlü yakasını bırakmak istemeyen taşkın bayandan bir an önce kurtulmak istiyordu. Ama o,

— Biliyor musunuz, orada görüp duyacaklarınızı, hakkında verilen karar ve cezayı, her şeyi gelip bir bir anlatın bana, olur mu? diye cıvıldayıp duruyordu. Bizde idam cezası yok, değil mi? Ama mutlaka gelin. Gecenin üçü, dördü, hatta dört buçuğu olsa bile gelin. Kalkmak istemezsem zorla kaldırtın... Ah Tanrım, gözüme uyku girmez ki zaten... Acaba ben de sizinle gelsem mi, ne dersiniz?

— Yoo, yalnız bir iki satırla, kendi elinizle, Dmitri Fyodoroviç'e hiç para vermediğinizi yazarsanız fena olmaz... her ihtimale karşı.

— Hemen!

Bayan Hohlakova yerinden fırlayıp yazı masasına atıldı.

— Hem biliyor musunuz, sizin bu işlerdeki ustalığınıza, bilginize hayret ediyorum, şaşıyorum adeta! Memuriyetiniz burada mı? Burada görevli oluşunuza ne kadar memnun olduğumu anlatamam.

Bayan Hohlakova bir yandan konuşurken, bir yandan da yarım yapraklık bir kâğıda şunları karaladı:

"Talihsiz Dmitri Fyodoroviç Karamazov'a (şu anda talihsizdir çünkü) ömrümde asla üç bin ruble vermedim, ne bugün, ne de başka bir zaman... Dünyadaki en kutsal şeyler üzerine yemin ederim!"

Bayan Hohlakova hızla Pyotr İlyiç'e dönerek,

— İşte istediğiniz yazı, dedi. Gidin, kurtarın. Büyük bir kahramanlık yapıyorsunuz.

Genç adamı üç kere kutsadı. Hatta uğurlamak için antreye koştu:

— Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum! Herkesten önce bana geldiğiniz için sağolun. Nasıl oldu da şimdiye kadar karşılaşmadık biz? Bundan sonra sizi her zaman evimde görmekten büyük haz duyacağım. Burada çalıştığınıza çok sevindim... bu kadar incelik, beceriklilik... Tabii onlar da sizi takdir etmek zorundalar, anlamaları gerekir, inanın, elimden gelen bir şey olsa sizin için seve seve yapardım... Gençleri çok severim ben. Gençlere âşığım! Gençler, bugünün ıstırap çeken Rusya'sının temeli, başlıca umududur... Aa, gidin artık, gidin!

Pyotr İlyiç zaten kendini dışarı atmıştı, yoksa Bayan Hohlakova'nın onu kolay kolay bırakacağı yoktu. Bununla beraber kadın, Perhotkin üzerinde oldukça hoş bir etki bırakmıştı. Bu, böyle tatsız işe girmekten içini kaplayan kuşkuyu bile hafifletmişti. Zevklerin ne kadar çeşitli olduğu herkesçe bilinir. "Hiç de o kadar yaşlı değil," diye hazla düşündü, "Onu kızı sandım hatta..."

Bayan Hohlakova da delikanlıya bayılmıştı. "Zamanımızda böyle yakışıklı bir gencin bu kadar becerikli, işbilir olması... Bir de bugünkü gençlerin beyinsiz, pısırık olduğunu söylerler. İşte size bir örnek!" Bayan Hohlakova "korkunç olayı" unutmuştu bile, ancak yatağına girerken gene birdenbire, "ölüme ne kadar yakın" olduğunu hatırlayıverdi. "Müthiş bir şey, müthiş!" diye tekrarladı. Sonra deliksiz, tatlı bir uykuya daldı.

Bu genç memurun henüz yaşlı sayılmayacak dul bayanla karşılaşması sonraları hayatı ve geleceği için pek önemli bir rol oynamasaydı bütün bu ayrıntılar üzerinde duracak değildim. Kasabamız hâlâ hayretle hatırlar bunu. Belki biz de Karamazov Kardeşlerin uzun hikâyesini bitirirken bu konuda birkaç söz söyleriz.

II
Tehlike İşareti

Yarbaylıktan emekliye ayrılarak yedinci dereceden memurluğa giren Emniyet Müdürümüz Mihayl Makaroviç Makarov hoş bir adamdı; karısı ölmüştü, kasabamıza geleli henüz üç yıl olduğu halde kendini herkese sevdirmişti. Son derece "dost canlısı"ydı. Evinde misafir eksik olmazdı, misafirsiz duramazdı adeta. Her gün yemeğinde ya birkaç ya da hiç olmazsa bir misafir bulunurdu; misafirsiz sofraya oturulmazdı. Ayrıca sudan bahanelerle yemek davetleri de eksik değildi. Sunulan yemekler pek o kadar ince zevkle seçilmiş olmamakla beraber boldu, Kulebyaka'larnefisti. İçki de boldu. Evinde, girişteki, oldukça iyi döşenmiş odada bir bilardo masası vardı. Duvarlarda siyah çerçeveler içinde İngiliz yarış atlarının resimleri asılıydı. Bunlar bilindiği gibi her bekâr evinin bilardo salonunun vazgeçilmez süsüdür.

Mihayl Makaroviç'te her akşam, bir masa da olsa, kâğıt oynanırdı. Ayrıca kasabanın kalburüstü aileleri çoluklu çocuklu dansa gelirlerdi. Mihayl Makaroviç dul olduğu halde aile hayatı yaşıyordu. Dul kızı yıllardır Mihayl Makaroviç'in iki torunuyla beraber yanındaydı. Torunlar artık yetişmiş, öğrenimlerini tamamlamışlardı. Çirkin değillerdi, şen, şuh kızlardı. Drahomaları olmadığı herkesçe bilindiği halde, sosyetemizin gençlerini dedelerinin evine çekerlerdi. İş hayatında Mihayl Makaroviç'in üstün bir başarısı yoktu ama, görevini başkalarından kötü de yapmazdı. Açıkçası, oldukça cahil, hatta yetkilerinin sınırlarını belirleme yönünden ölçüyü kaçıran bir insandı. O günkü rejimin bazı değişikliklerini tam anlamıyla kavradığı halde yorumlama şeklinde göze batan bir hayli hata vardı. Bu onun yeteneksizliğinden çok, kendini işe vermek için zaman bulamayışından ileri geliyordu, "Efendim, ben ruhça sivillikten çok askerliğe yakınım," derdi. Köylü yasasının esaslarını da kesin ve tam olarak bilmiyordu galiba. Kendisi de bir toprak sahibi olduğu halde, bu konudaki bilgisini yıldan yıla ve deneme yoluyla topluyordu.

Pyotr İlyiç, kim olduğunu kestirememekle beraber, Mihayl Makaroviç'te mutlaka misafir bulacağına emindi. Gerçekten tam o sırada Emniyet Müdürünün evinde Savcıyla Belediye Doktorumuz bir yeralaş partisine oturmuştu. Varvinski, Tıp Akademisi'ni parlak bir şekilde bitiren genç bir doktordu. Kasabamıza Petersburg'dan yeni gelmişti. Savcı, daha doğrusu hepimizin Savcı adını verdiğimiz Savcı Yardımcısı İppolit Kiriloviç bambaşka bir adamdı. Yaşlı değildi, henüz otuz beşindeydi; vereme çok yatkın olduğu halde, hayli şişman, çocuksuz bir kadınla evliydi. Oldukça kafalı, hem de iyi kalpliydi. Kendini olduğundan yüksek görmekten başka kusuru yoktu galiba; bu yüzden daima kuşkulu, huzursuz görünüyordu. Ayrıca bir ruhbilim uzmanıymış gibi davranır, suçluyu gözünden anladığını ileri sürerdi. Bir yönden kendisini mesleğinde haksızlığa uğramış hissediyor, küskünlükten kurtulamıyordu. Büyüklerin onun değerini anlayamadığına, düşmanları olduğuna bile inanmıştı. Canının pek sıkkın olduğu anlarda istifa ederek ağır ceza avukatlığına geçeceğini söylerdi. Karamazov ailesindeki cinayetle ilgili dava onu bütün varlığıyla heyecanlandıracaktı. "Bütün Rusya'nın duyacağı bir dava..." Ama bundan söz açmasının sırası değil henüz...

Bitişik odada kızlarla beraber genç Sorgu Yargıcı Nikolay Parfenoviç Nelüdov oturuyordu. O da Petersburg'dan geleli ancak iki ay olmuştu. Sonraları herkes, "cinayet" gecesi bütün bu adamların Emniyet Müdürünün evinde toplanmış olmalarına şaşırmıştı. Oysa mesele son derece basit ve doğaldı. İppolit Kiriloviç'in karısı iki gündür diş ağrısı çektiği için adamcağız sızlanmalarından kaçacak yer arıyordu. Doktor, akşam oldu mu kâğıt oynamadan duramazdı. Nikolay Parfenoviç Nelüdov'a gelince, o daha üç gün önce, o gece Mihayl Makaroviç'lere bir baskın yaparak, büyük torunu Olga Mihaylovna'nın sırrını, o günün yaşgünü olduğunu bildiğini söylemeye karar vermişti. Olga Mihaylovna'nın danslı toplantı yapmamak için bunu sakladığını söyleyerek takılacaktı. Gülüşüp şakalaşacaklardı, Nelüdov, Olga Mihaylovna'nın yaşını sakladığını, ertesi gün bunu bütün şehre açıklamakla korkutacaktı onu. Sevimli delikanlı bu konularda pek afacandı. Zaten bayanlarımız da ona "afacan" diye ad takmışlardı. Bu Nelüdov'un hoşuna gidiyordu galiba. Kendisi iyi bir muhitten, iyi bir ailedendi. İyi öğrenim görmüştü, duyguları da temizdi. Eğlenceye düşkün olduğu halde, temiz ve edepliydi. Ufak tefek, zayıfça, narin yapılıydı. İnce beyaz parmaklarında her zaman iri taşlı birkaç yüzük parlardı. Mevkiini, ödevini adeta kutsallaştırdığı için iş başında son derece ciddi ve kibirliydi. Sorguya çektiği katilleri ya da basit halktan başka suçluları şaşırtmakta pek ustaydı. Bu becerisiyle saygı değilse de, bir çeşit hayret uyandırırdı.

Pyotr İlyiç Emniyet Müdürüne gelince şaşırdı ve oradakilerin bütün olanları bildiklerini anladı. Gerçekten, oyunu bırakmış, hepsi ayakta konuşuyorlardı. Nikolay Parfenoviç bile kızları salonda bırakıp gelmiş, cenge girmeye hazır bir durum almıştı. Pyotr İlyiç şaşırtıcı bir haberle karşılaştı: ihtiyar Fyodor Pavloviç gerçekten o gece öldürülmüştü. Kendi evinde öldürülmüş ve soyulmuştu. Olay az önce şöylece öğrenilmişti.

Duvarın dibine yığılan Grigori'nin karısı Marfa İgnatyevna yatağında belki de sabaha kadar mışıl mışıl uyuyacaktı, ama birden gözlerini açıverdi. Bitişik odada baygın yatan Smerdyakov sara nöbetine yakalanmış, korkunç çığlıklar atmaya başlamıştı. Bu sara nöbetleri Marfa İgnatyevna'yı her zaman fena halde korkutur, adeta hasta ederdi; bir türlü alışamamıştı buna. Uyku sersemliğiyle yatağından fırladı, kendini bilmez halde Smerdyakov'un küçük odasına koştu. Oda zindan gibi karanlıktı, sadece hastanın çırpınmaları, hırıltıları duyuluyordu. Marfa İgnatyevna bağırarak kocasını çağırmaya başladı. Sonra, birdenbire, kalktığı zaman Grigori yatakta değilmiş gibi geldiğini hatırladı. Odasına koşup yatağı eliyle yokladı, karyola gerçekten boştu. Kocası nereye çıkmış olabilirdi? Bu sefer dışarı, sundurmaya fırladı, korka korka seslendi. Karşılık gelmedi, yalnız gecenin sessizliğinde, bahçenin uzak bir köşesinden birtakım iniltiler duydu. Kulak kabarttı, iniltiler yeniden duyuldu, hem bu defa sesin bahçeden geldiği iyice anlaşılıyordu. Şaşkın kafasından, "Aman Yarabbi, tıpkı Lizaveta Smerdyaşçaya'nın o geceki sesi gibi..." diye bir düşünce geçti. Korku içinde merdivenden aşağı indi, bahçe kapısının açık olduğunu fark etti. "Orada o, orada iki gözüm," dedi, kapıya doğru yürüdü. O anda çok açık olarak, Grigori'nin ona seslenip halsiz, iniltili bir sesle, "Marfa, Marfa!" diye çağırdığını duydu. Marfa İgnatyevna, "Tanrım, Sen bizi felaketten koru!" diyerek sesin geldiği yana koştu, Grigori'yi buldu. Grigori duvarın dibinde değil, oradan yirmi adım kadar ötede yatıyordu. Sonradan anlaşıldığına göre, kendine gelince emeklemeye başlamış, böylece bir hayli sürüklenmişti. Grigori birkaç kere bayılmış, kendine gelip emeklemeye devam etmişti. Marfa İgnatyevna kocasının kanlar içinde yattığını görür görmez çığlığı bastı. Grigori de duyulur duyulmaz bir sesle, kesik kesik, "Vurdu... babasını vurdu... Bağırma budala... koş, haber ver..." diye kekeliyordu. Ama Marfa İgnatyevna boyuna bağırıyordu; ansızın beyin odasındaki pencerenin açık olduğunu ve içerde ışık yandığını gördü. Pencereye koştu, Fyodor Pavloviç'e seslenmeye başladı. Ama pencereden içeri bakınca korkunç bir manzara ile karşılaştı: bey yerde, sırtüstü, hareketsiz yatıyordu. Açık renk sabahlığıyla beyaz gömleğinin göğüs kısmı kan içindeydi. Masanın üstünde yanan mum, kanları ve Fyodor Pavloviç'in ölü yüzünü ışıl ışıl aydınlatıyordu. Marfa İgnatyevna dehşet içinde pencereden ayrılarak kendini bahçeden dışarı attı. Arabaların girmesine mahsus kapıyı açarak olanca hızıyla arka sokağa, komşuları Marya Kondratyevna'ya koştu. Komşu ana kız uyumuşlardı artık, ama Marfa İgnatyevna'nın kapalı pancurlara indirdiği yumruklar ve haykırmalarıyla uyandılar, pencereye koştular. Marfa İgnatyevna kesik kesik sözlerle, çığlıklar atıp, bağırıp çağırarak meramını şöyle böyle anlatabildi, onları yardımına çağırdı. Bir rastlantı sonucu, serseri Foma da o gece onlarda kalmıştı. Hemen onu da kaldırdılar, hep birlikte cinayet yerine koştular. Yolda Marya Kondratyevna, demin, saat dokuz sıralarında bahçelerinden gelen ve ortalığı çınlatan bir çığlık duyduğunu hatırladı. Bu, duvara tırmanmış Dmitri Fyodoroviç'in bacağına asılıp, "Baba katili!" diye haykıran Grigor'nin çığlığıydı. Marya Kondratyevna hem koşuyor, hem, "Birisi bir haykırdı, sonra sustu," diye anlatıyordu. İki kadın Grigori'nin yattığı yere gelince Foma'nın yardımıyla yaralıyı eve taşıdılar. Işığı yaktıkları zaman Smerdyakov'un hâlâ kendine gelmediğini, küçük odasında gözleri kaymış, ağzı köpük içinde debelenip durduğunu gördüler. Grigori'nin başını sirkeli suyla yıkadılar. Su onu iyice kendine getirdi. Ayılır ayılmaz, "Bey vuruldu mu, sağ mı?" diye sordu. Bunun üzerine kadınlarla Foma, ihtiyar Karamazov'un yanına gittiler. Bahçeye çıktıkları zaman, bu defa yalnız pencerenin değil, kapının da ardına kadar açık olduğunu gördüler. Oysa ihtiyar tam bir haftadır her gün, akşamdan her tarafı sımsıkı örtüyor, Grigori'nin bile kapıyı çalmasına izin vermiyordu. Kapının açık olduğunu gören iki kadınla Foma, "İçerde bir şey olmasın," diye, içeri girmeye cesaret edemediler. Dönüşlerinde Grigori onları hemen Emniyet Müdürüne yolladı. Marya Kondratyevna da Emniyet Müdürüne koşarak etrafı telaşa verdi. Ondan beş dakika sonra varan Pyotr İlyiç de oraya sadece birtakım tahminler, hükümler getirmekle kalmıyor, suçlunun kim olabileceği üzerine genel kanıyı kesinleştiren bir görgü tanığı olarak geliyordu. (Oysa kendisi, son dakikaya kadar olayı içten içe kabul etmek istemiyordu.)

Hemen harekete geçmeye karar verdiler. Karakol komiserine yanına mahalleden üç dört kişi çağırtması emredildi ve ayrıntılarını burada vermeyeceğim usullerle Fyodor Pavloviç'in evine girildi, suç yerinde kovuşturmaya başlandı.

Yeni gelen atılgan Belediye Doktoru, Emniyet Müdürü, Savcı ve Sorgu Yargıcıyla birlikte gitmeye gönüllü çıktı. Kısaca söyleyelim: Fyodor Pavloviç, kafatası kırılarak öldürülmüştü, ama cinayet aletinin ne olduğu belli değildi. En büyük olasılık, Grigori'yi deviren silahın Karamazov'u da arkadan vurmuş olmasıydı. Grigori gereken tedaviden sonra halsiz, zaman zaman kesilen bir sesle, nasıl yere yığıldığını hayli düzgün şekilde anlattı. Suç aletini de şöyle keşfettiler: Duvar boyunca, fenerle aramaya başlayınca bahçe yolunda ortaya fırlatılmış pirinçten havanelini buldular... Fyodor Pavloviç'in yattığı odada olağanüstü bir dağınıklık yoktu, yalnız paravananın arkasında, yatağının yanında, yerde kalın bir zarf buldular. Zarfın üstünde "Meleğim Gruşenka'ya, gelmeyi arzu ederse üç bin ruble hediyem" yazılıydı. "Meleğim"in altında, besbelli daha sonra, gene Fyodor Pavloviç'in yazısıyla "Ve pilicim..." diye bir tek ek vardı. Zarfın üstünde kırmızı mumdan üç iri mühür vardı, ama zarf yırtılmış ve boştu: içinde paradan eser yoktu... Yerde bir de zarfın bağlı olduğu pembe kurdeleyi buldular. Savcı ve Sorgu Yargıcı, Pyotr İlyiç'in tanıklığında bir noktayı dikkate değer buldular: genç memur, Dmitri Fyodoroviç'in sabaha karşı kendini vurabileceğini tahmin ediyordu. Bu kararından Pyotr İlyiç'e gene Karamazov söz açmış, tabancasını yanında doldurmuş, bir mektup yazıp cebine koymuştu. Ona hâlâ inanmak istemeyen Pyotr İlyiç intiharına engel olmak için her şeyi anlatmakla tehdit etmiş, Mitya sırıtarak, "Yetişemezsiniz, ki!" demişti. Demek, suçlu gerçekten intihara kalkışmadan onu yakalamak için hemen Mokroye'ye gitmek gerekiyordu. Savcı, son derece heyecanlanarak, "Evet evet, çok açık," diyordu. "Bu hovardalar hep böyledir: bugün ölmeden iyice bir âlem yapayım da yarın kendimi vururum, derler."

Mitya'nın dükkândan şarapla öteberi alışının hikâyesi, Savcıyı büsbütün kızıştırdı. "Şu tüccar Olsufyev'i öldüren herifi hatırlar mısınız, beyler? Bin beş yüz rubleyi çalar çalmaz soluğu berberde almıştı, sonra da parayı elinde sallaya sallaya kadınlara gitti."

Mokroye'ye hemen gidemediler; kovuşturma, Fyodor Pavloviç'in evindeki arama ve bazı başka formaliteler oyaladı onları. Hep birlikte yola çıkmadan iki saat önce Mokroye'ye, bir gün önce aylığını almak için şehre gelmiş Bölge Komiseri Mavriki Mavrikiyeviç Şmertzov'u yollamayı uygun buldular. Mavriki Mavrikiyeviç'e şöyle bir talimat verildi: Mokroye'ye gelince ortalığı telaşa vermeden "suçlu"yu göz hapsine alacak, üstleri gelene kadar her hareketini izleyerek, aynı zamanda mahalleden tanıklar, muhafızlık edebilecek kimseler toplayacaktı. Mavriki Mavrikiyeviç bütün bunları harfi harfine yaptı; yalnız hep kendini belli etmeden... Sadece eski ahbabı hancı Trifon Borisoviç'e sırrını birazcık çıtlatır gibi oldu. Bu tam Mitya taraçada, karanlıkta onu arayan hancıyla karşılaştığı zaman olmuştu; hatta Mitya, Trifon Borisiç'in yüzünde, konuşmasında bir değişiklik meydana geldiğini fark etmişti. Böylece ne kendisinin ne de başkasının Mitya'nın göz hapsinde olduğundan haberi yoktu. Tabanca kutusunu Trifon Borisiç epey önce aşırıp kuytu bir yere saklamıştı. Emniyet Müdürü, Savcı ve Sorgu Yargıcı Mokroye'ye iki troyka ile sabahın beşine doğru, şafak sökerken geldiler. Doktor, ertesi sabah otopsi yapmak için Fyodor Pavloviç'in evinde kalmıştı. Aslında onu en çok hasta uşak Smerdyakov'un hali ilgilendirmişti. Yola çıkan arkadaşlarına, "Bu derece şiddetli, iki gün üst üste gelen sürekli sara nöbetlerine az rastlanır; bilim açısından ilginç bir vaka!" diye heyecanla tekrarlıyordu. Onlar da gülerek, buluşundan ötürü kutladılar onu. Savcıyla Sorgu Yargıcı doktorun kesin bir tavırla, Smerdyakov'un sabahı çıkaramayacağını eklediğini çok iyi hatırlıyorlardı. Şimdi bu hayli uzun, ama galiba gerekli açıklamadan sonra hikâyemizin bundan önceki kitapta bıraktığımız yerine dönüyoruz.

III
Ruhun Çileleri

Birinci Çile

Mitya ona söylenenleri anlayamıyor, oturduğu yerde vahşi bakışını odada oturanlar üzerinde gezdiriyordu. Birdenbire doğruldu, ellerini havaya kaldırarak, yüksek sesle.

— Suçlu değilim! diye bağırdı. O kana bulaşmadım! Babamın kanında suçlu değilim... Öldürmek istiyordum, ama suçlu değilim. Ben yapmadım.

Bunu bağırır bağırmaz Gruşenka perdenin arkasından fırlayarak Emniyet Müdürünün ayaklarına kapandı:

— Ben, ben aşağılığın tekiyim, suçlu benim! diye yürekler parçalayan bir sesle, ağlayarak, kollarını hepsine uzatarak haykırdı. Benim yüzümden katil oldu! Onu üze üze bu hale ben getirdim. Ölen zavallı ihtiyarcığı da hırpaladım; hırsımdan yaptım bunları. Suçlu benim, en başta, en büyük suçlu benim!

Emniyet Müdürü,

— Evet, suçlusun! Baş suçlu sensin. Azgınsın, ahlaksızsın, en büyük suçlu sensin! diye bağırdı, eliyle Gruşenka'yı tehdit ediyordu.

Ama etraftakiler hemen yatıştırdılar onu. Savcı elleriyle tuttu:

— Olmaz ki bu Mihayl Makaroviç, diye söylendi. Kurallara aykırı davranıyorsunuz... Kovuşturmaya engel oluyorsunuz, bütün iş berbat oluyor...

Savcı tıkanır gibiydi. Nikolay Parfenoviç de son derece heyecanlandı:

— Önlem, önlem almalıyız... önlem almalıyız... Yoksa yürümez bu!

Hâlâ dizüstü duran Gruşenka,

— Birlikte yargılayın bizi! diye çılgın gibi haykırmaya devam ediyordu. Birlikte cezalandırın bizi, idam sehpasına birlikte gideceğim onunla!

— Gruşa, hayatım, canım, kutsallığım benim!

Mitya kadının önünde diz çöktü, olanca gücüyle göğsünde sıktı.

— İnanmayın ona, diye bağırıyordu, hiçbir suçu yok, kimsenin kanına girmedi, hiçbir şey yapmadı o!

Sonraları hatırladığına göre, birkaç kişi onu zorla Gruşenka'dan ayırdılar, Gruşenka'yı da hemen dışarı çıkardılar. Mitya neden sonra kendine gelebildi. Yanında, arkasında, göğüsleri resmi plakalı adamlar duruyordu. Karşısında, masanın öbür yanında Sorgu Yargıcı Nikolay Parfenoviç oturuyor, Mitya'ya masada duran bardaktan azıcık olsun su içirmeye uğraşıyordu. Büyük bir nezaketle, "Serinletir, yatıştırır sizi," diyordu, "üzülmeyin..." Mitya'nın hiç aklından çıkmadı bu. Bir aralık gözü adamın elindeki iri taşlı yüzüklere kaydı. Birinde yakut, öbüründe sapsarı, saydam, ışıl ışıl parlayan bir taş vardı. Uzun zaman bu yüzüklerin, o korkunç sorgu süresince zaman zaman nasıl ilgisini çektiğini hayretle hatırlayacaktı. Bulunduğu duruma hiç uygun olmadığı halde, bakışını onlardan ayıramıyor, unutamıyordu.

Mitya'nın soluna, deminki toplantıda Maksimov'un oturduğu yere Savcı geçmiş; sağına, Gruşenka'nın yerine pembe yüzlü, avcı biçimi hayli eski bir ceket giymiş bir delikanlı oturmuştu; önünde mürekkeple kâğıt vardı. Bu, Sorgu Yargıcının beraberinde getirdiği yazıcısıydı. Emniyet Müdürü bu defa odanın öbür ucunda ayaktaydı. Kalganov aynı pencerenin önünde sandalyeye oturmuştu.

Sorgu Yargıcı belki onuncu kere, tatlı bir sesle,

— Biraz su için, diye tekrarladı.

— İçtim efendim, içtim... hadi başlayın, ezin, cezalandırın, ne yaparsanız yapın! diye bağırdı Mitya. Yuvalarından fırlamış gözlerinin korkunç bakışını Sorgu Yargıcına dikti.

Sorgu Yargıcı tatlı bir sesle, ama ısrarla,

— Demek babanız Fyodor Pavloviç'in ölümünde suçlu olmadığınızı kesin olarak iddia ediyorsunuz, öyle mi? diye sordu.

— Evet, suçsuzum! Başkasının kanına bulaştım, ama babamın değil... başka bir ihtiyarın kanına girdim. Pişmanım! Vurdum, vurdum o ihtiyarı... Vurdum ve yere serdim... Ama bu kanın cezasını dökülen başka bir kan için, suçsuz olduğum bir kan yüzünden ödemek pek ağır... Bu suçlamanız dayanılmaz derecede ağır, baylar kim öldürdü babamı, kim öldürdü onu? Benden başka kim öldürmüş olabilir? Olacak şey değil, aklım almıyor!

— Evet, kim olabilir? diye atıldı Sorgu Yargıcı. Ama Savcı İppolit Kiriloviç, (Savcı Yardımcısı olmasına rağmen, kısaca Savcı diyeceğiz) Sorgu Yargıcıyla bakışarak Mitya'ya döndü:

— Şu ihtiyar uşak Grigori Vasilyeviç yüzünden üzülmeniz boşuna. Ölmediğini, kendine geldiğini müjdeleyebilirim size. Onun ve şimdi de sizin ifadenize göre pek ağır bir darbe yediği halde, doktorun dediğine bakılırsa, yaşayacağa benziyor.

Mitya ellerini birbirine vurarak,

— Sağ mı?.. Yaşıyor demek! diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Yüzü sevinçle parladı. Benim gibi günahkâr bir canavarın duasını kabul edip bu büyük mucizeyi yarattığın için Sana şükürler olsun Ulu Tanrım! Evet, evet, duamla oldu bu, bütün gece dua ettim çünkü...

Mitya üç kere istavroz çıkardı. Tıkanıyordu nerdeyse.

Savcı,

— Hakkınızda bize bütün bu önemli bilgileri veren de o Grigori oldu, dedi.

O aralık Mitya birdenbire oturduğu iskemleden fırladı:

— Bir dakika baylar, Allah aşkına bir dakika müsaade! Bir koşu Gruşa'ya gidivereyim...

— Hayır efendim, şu anda olanaksız bu! diye tiz perdeden haykırdı Sorgu Yargıcı.

O da yerinden sıçradı, göğsü plakalı adamlar Mitya'ya çullandılar, ama o kendiliğinden oturdu zaten.

— Vah, vah, yazık! Bir dakika görecektim onu... Bütün bu gece içimi kemiren kanın artık temizlendiğini, yok olduğunu, katil olmadığımı haber verecektim.

Mitya bakışını odadakiler üzerinde gezdirerek, birdenbire coşkun, duygulu bir sesle,

— Nişanlım o benim, baylar! dedi. Size ne kadar teşekkür etsem az; bir anda canlandırdınız beni, hayat bağışladınız! O ihtiyar beni kucağında taşımış, leğende yıkamıştı. Üç yaşından beri, bizimkiler beni terk ettiğinden beri babalık etti bana!

— Öyleyse siz... diye başladı Sorgu Yargıcı,

— Müsaade buyurun, diye sözünü kesti Mitya, bir dakika daha müsaade edin.

Dirseklerini masaya dayayarak yüzünü avuçları arasına aldı.

— Bırakın biraz toplayayım kendimi, soluk alayım, insan sersemliyor doğrusu.

Sorgu Yargıcı,

— Biraz daha su içer misiniz? diye sordu.

Mitya ellerini yüzünden çekerek güldü. Bakışları dinçti, bir anda başkalaşmış, sesi bile değişmişti. Bir akşam toplantısında dostlarıyla oturuyordu sanki. Şunu da söylemek yerinde olur: Mitya şehrimize ilk gelişinde Emniyet Müdürü ona evinin kapısını açmış, candan kabul etmişti. Sonraları, hele son ay Mitya onlara uğramaz oldu, Emniyet Müdürü de sokakta karşılaşınca surat asıyor, nezaketsiz davranmamak için selamını alıyordu. Mitya bunun farkındaydı. Savcıyla ahbaplığı daha da uzaktı; gene de sinirli, kendine göre gariplikleri olan karısına arada bir, nedenini kendisi de bilmeden, saygı ziyaretine giderdi. Kadın Mitya'yı çok iyi karşılar, son zamanlara kadar onunla ilgilenirdi de... Sorgu Yargıcıyla henüz dost olamamıştı, sadece bir iki kere şurada burada karşılaşmışlar, hatta aralarında kadın lafı geçmişti.

Mitya, birdenbire neşeyle gülerek,

— Görüyorum ki usta bir Sorgu Yargıcısınız, Nikolay Parfenoviç, dedi. Ama bundan sonra ben de yardım edeceğim size; dirildim artık! Sizinle bu kadar teklifsiz, açık konuştuğum için kusura bakmayın. Üstelik biraz sarhoşum, bunu da açıkça söylüyorum. Sizinle galiba akrabam Miusov'un evinde karşılaşmak şeref ve zevkine erişmiştim, Nikolay Parfenoviç. Kendimi sizlerle bir tutacak değilim baylar, bugün burada karşınızda otururken durumumun farkındayım. Ben... Grigori beni suçladıysa, şüphe altındayım... evet, mutlaka korkunç bir şüphe altındayım! Müthiş şey bu, müthiş... bunu anlıyorum tabii. Ama biz işimize gelelim baylar; ben hazırım, her şeyi çabucak, bir anda çözeceğiz, çünkü şey... ben suçsuz olduğumu bildikten sonra mesele kalmıyor, değil mi? Öyle değil mi, baylar?

Mitya hızlı hızlı, sinirli, taşkın bir tavırla konuşuyor, onu dinleyenleri nerdeyse canciğer dostları olarak görüyordu.

Sorgu Yargıcı ciddi bir sesle,

— Öyleyse şimdilik, hakkınızda yapılan suçlamayı kesin olarak reddettiğinizi yazalım, dedi. Sonra yazıcısına dönerek yavaşça yazdıracaklarını söylemeye başladı.

— Yazacak mısınız? Bunu yazmak mı istiyorsunuz? Hay hay, yazın, kabul, tamamen, razıyım baylar! Yalnız bakın... Durun, durun, şöyle yazın: "Rezalet çıkarmaktan, zavallı bir ihtiyarı öldüresiye dövmekten suçludur."

Yazıcıya dönerek,

— Bir de içimde, yüreğimin en uzak köşesinde bir suçum var, ama bunu yazmayacaksınız! diye ekledi, özel hayatımla ilgili bu baylar, yani yüreğin gizli köşeleri sizi ilgilendirmez. Yalnız ihtiyar babamı öldürmekten suçlu değilim. Akla sığmaz bir düşünce! Size kanıtlayacağım, siz de hemen inanacaksınız. Sonra kendiniz güleceksiniz, şüphenize kahkahalarla güleceksiniz baylar!

Sorgu Yargıcı, alabildiğine coşan Mitya'yı kendi soğukkanlılığıyla yatıştırmak ister gibi,

— Sakin olun Dmitri Fyodoroviç, dedi. Sorguya devam etmeden önce, bir noktayı açıklamanızı istiyorum: ölen babanızı sevmediğinizi, onunla hep kavgalı olduğunuzu ağzınızdan duymak isterim. Burada, aşağı yukarı bir çeyrek saat önce, onu öldürmek istediğinizi bile söylemiştiniz galiba: "Öldürmedim, ama öldürmek istiyordum!" diye bağırdınız.

— Ben mi? Aa, olabilir. Evet, yazık ki öldürmek istedim onu, hem kaç kere istedim. Yazık, çok yazık!

— İstiyordunuz. Babanızdan bu kadar nefret etmenizin nedenini açıklayabilir misiniz?

Mitya, yere bakarak,

— Neyi açıklayayım, baylar? diye durgun bir tavırla omuzlarını kaldırdı, içimdekileri saklamıyorum ki, bütün şehir biliyor, lokantada herkes biliyor... Daha pek yakında Staretz Zosima'nın hücresinde söylemiştim. Aynı günün akşamı dövdüm babamı, az kalsın öldürüyordum ve yemin ettim: bir kere daha gelip tanıklar huzurunda öldürecektim onu! Tam bir ay bağırdım durdum; herkes tanık buna! Olay meydanda, olay her şeyi anlatıyor, bar bar bağırıyor, ama duygulara gelince değişir baylar, duygu konusu bambaşka... Bakınız, (Mitya kaşlarını çattı) bana öyle geliyor ki, beni duygular yönünden sorguya çekmeye hiç hakkınız yok. Gerçi yetkilisiniz, anlıyorum bunu, ama bu benim iç dünyamla ilgili bir sorun. Gene de duygularımı önceleri de saklamadığıma göre... örneğin, lokantada her önüme gelene açmıştım bunu... Öyleyse şimdi de saklayacak değilim. Evet, durumu iyice anlıyorum, baylar; elinizde beni suçlu gösteren korkunç kanıtlar var. Onu vuracağım diye sağa sola ilan ederken adamı öldürdüler... Bunu benden başka kim yapmış olabilir? Hah, ha? Sizi bağışlıyorum, baylar, yürekten bağışlıyorum. Ben bile şaşkınlık içindeyim, onu benden başka kimin öldürmüş olabileceğine akıl erdiremiyorum, öyle değil mi? Ben vurmadımsa kim, kim yaptı bunu? Şunu bilmek istiyorum, söylemeniz için ısrar ediyorum, baylar: nerede öldürüldü? Söyleyin bana!

Mitya telaşla soruyor, gözlerini Savcıdan Sorgu Yargıcına çeviriyordu.

— Çalışma odasında, yerde sırtüstü, kafatası kırılmış olarak bulduk, dedi Savcı.

— Korkunç bu baylar! diye birden ürperdi Mitya. Sonra dirseğini masaya dayayarak eliyle yüzünü örttü.

— Devam edelim, dedi Sorgu Yargıcı. Peki, öyleyse bu derin nefretinizin nedeni neydi? Galiba, her yerde açıkça söylediğiniz gibi kıskançlıktı, değil mi?

— Evet, kıskançlık, ama sadece kıskançlık değildi.

— Para yüzünden tartışmalar mı?

— Para da nedenlerden biriydi.

— Galiba, mirastan eksik kalmış bir üç bin ruble yüzünden bu tartışmalar...

— Ne üç bin rublesi! Daha çok, daha çok! diye atladı Mitya. Altıdan, belki on binden de fazla... Herkese anlatıyordum, bağıra bağıra söylüyordum. Sonunda üç bine razı olmaya karar verdim, çünkü bu paraya çok ihtiyacım vardı. Bu yüzden, onun Gruşenka için yastığının altında sakladığını bildiğim üç binlik paketi adeta benden çalınmış sayıyordum. Evet, gerçekten, o parayı kendi malım biliyordum.

Savcı, Sorgu Yargıcına anlamlı anlamlı baktı ve belirsizce göz kırptı.

Sorgu Yargıcı hemen,

— Bu konuya bir daha döneceğiz, dedi. Şimdilik şu noktayı not etmemize izin verin: siz o zarftaki parayı kendi malınız sayıyordunuz, öyle değil mi?

— Yazın efendim, yazın. Bunun da aleyhimde bir kanıt olduğunu biliyorum, ama kanıtlardan korkmam ben, kendi kuyumu kazıyorum... İşitiyor musunuz, bunları kendim söylüyorum!

Sonra birden üzgün bir tavırla,

— Galiba siz beni olduğumdan bambaşka bir adam biliyorsunuz, diye ekledi. Sizinle konuşan mert bir insandır. Şunu unutmayın ki, bir sürü alçaklık yaptığı halde, her şeye rağmen varlığının derinliğinde her zaman mert kalmış bir insan bu... Anlatmayı beceremiyorum yalnız... Zaten ömrüm boyunca çektiğim acıların baş nedeni mertlik, yücelik peşinde koşmam oldu. Diyojen gibi, elimde fener, mertlik peşine düşmüştüm, bir yandan da çeşit çeşit kepazelikler yapardım; hepimiz gibi baylar... yani şey, yanlış söyledim, hepimiz değil, yalnız ben, ben, ben! (Acıyla yüzünü buruşturdu.) Başım çok ağrıyor... Biliyor musunuz, dış görünüşünü sevmezdim onun; namussuzca bir gurur, her kutsallığı çiğneme isteği, tam bir imansızlık okunurdu her halinden; iğrençti, iğrenç! Ama şimdi ölünce başka türlü düşünüyorum artık.

— Nasıl yani?

— Yani başka türlü düşünüyorum, ondan nefret ettiğim için üzülüyorum.

— Pişman mısınız?

— Yo, pişmanlık değil bu, yazmayın bunu. Ben de hırlı değilim baylar, ben de imrenilecek bir mal değilim. Bunun için onu aşağılamaya hakkım yok doğrusu. Bunu yazın bari!

Sözünü tamamlayınca Mitya'nın yüzünü derin bir hüzün kapladı. Zaten Sorgu Yargıcının sorularına karşılık verdikçe yüzü gitgide kararıyordu. Tam o anda gene beklenmedik bir sahne patlak verdi. Mesele şuydu: Gruşenka'yı demin dışarı çıkarmışlar, ama pek uzağa götürmemişlerdi. Sorgunun yapıldığı mavi odanın üç oda ötesindeydi. Bu, gece oyun oynanan, âlem yapılan büyük odanın bitişiğinde tek pencereli küçük bir odaydı. Gruşenka oradaydı, yanında o aralık yalnız Maksimov vardı. İhtiyarcık şaşkındı, son derece ürkmüştü. Gruşenka'ya sokularak ondan kurtuluş çaresi umuyordu adeta. Kapının önünde göğsü resmi plakalı bir mujik duruyordu. Gruşenka ağlıyordu. Birdenbire, ruhunu saran acıya dayanamadı, yerinden fırladı, ellerini birbirine vurarak, ''Vay başıma gelenler!" diye haykırdı ve odadan dışarıya, Mitya'sına doğru fırladı. Bunu öyle ansızın yaptı ki, kimse tutacak vakit bulamadı.

Mitya, Gruşenka'nın çığlığını duyunca sarsıldı, bir çığlıkla, kendinden geçmiş gibi ona atıldı. Birbirlerini gördükleri halde, kavuşmalarına bu defa da engel oldular. Mitya'nın kollarına yapıştılar. Genç adam debelenip kurtulmaya çalışıyordu, üç dört kişi güç tutabildi. Gruşenka'yı da yakaladılar. Dışarı çıkarılırken bağırarak kollarını ona nasıl uzattığını gördü Mitya. Bu sahne sona erdiğinden Mitya gene eski yerinde, masada, Sorgu Yargıcının karşısındaydı. Savcı ile Sorgu Yargıcına bakarak,

— Ne istiyorsunuz kadından, niçin eziyet ediyorsunuz ona? Suçsuz o, suçsuz! diye haykırdı.

Savcıyla Sorgu Yargıcı onu yatıştırmaya çalışıyorlardı. On dakika kadar böyle geçti. O aralık odaya hızlı adımlarla demin dışarıya çıkan Emniyet Müdürü Mihayl Makaroviç girdi. Savcıya dönerek, yüksek sesle, heyecanla,

— Götürdük, dedi. Aşağıda. Yalnız izin verirseniz şu zavallıya bir şey söyleyeceğim. Hem de yanınızda baylar, yanınızda...

— Buyurun Mihayl Makaroviç, şimdilik itirazımız yok.

— Dmitri Fyodoroviç, beni dinle oğlum...

Emniyet Müdürünün heyecanlı yüzünde zavallı adama karşı içten bir acıma, bir baba sevecenliği belirdi:

— Senin Agrafena Aleksandrovna'yı aşağıya kendim götürdüm, hancının kızlarının yanında bıraktım. O ihtiyarcık, Maksimov da yanından ayrılmıyor. Yatıştırdım onu. Duydun mu, yatıştırdım, avuttum, suçsuzluğunu kanıtlaman gerektiğini söyledim. Bunları, zihnin karışıp da boş yere kendini suçlamayasın diye söylüyorum, anladın mı? Ne söylediysem hepsini anladı. Akıllıdır birader, hem de iyi yürekli... Benim gibi ihtiyarın ellerine sarıldı, senin için yalvarıp durdu... Kendisi yolladı beni buraya, ondan yana tasalanmayasın diye. Ben dönüp, onu merak etmediğini, rahatladığını haber vermeliyim... Sen şimdi iyice sakinleşmeye bak. O kadına karşı suçum var, baylar: Hıristiyan ruhu taşıyor, mazlum, suçsuz bir insan o! Peki, ne diyeceğim ona Dmitri Fyodoroviç, uslu duracak mısın, durmayacak mısın?

Babacan adam ağzına geldiği gibi konuşuyordu, ama Gruşenka'nın kederinin ona iyice dokunduğu belliydi, gözleri bile yaşardı. Mitya ona atılarak,

— Affedersiniz baylar, müsaade edin ne olur! diye bağırdı. Melek ruhlusunuz Mihayl Makaroviç, melek ruhlu; onun adına teşekkür ederim. Ruhunuzun sonsuz iyiliğine sığınarak yalvarıyorum: ona, tamamıyla sakin, neşeli olacağımı söyleyin. Evet, neşeliyim; neşeli, hatta sizin gibi bir koruyucu meleği olduğunu bildiğim için gülmeye bile başlayacağım. Buradaki işim biter bitmez hemen yanına gideceğim. Merak etmesin, beklesin beni.

Mitya birdenbire Savcıyla Sorgu Yargıcına döndü:

— Baylar, şimdi size kalbimi açacağım, içimi dökeceğim, meseleyi çabucak tatlıya bağlar bitiririz. Sonunda hepimiz güleceğiz olanlara, değil mi? Bu kadın ruhunun ecesidir, baylar! Ne olur, bunu söylememe izin verin, bunu açıkça anlatacağım size. Mert, şerefli insanlar arasında bulunduğumu görüyorum. Bu kadın ışığım, bütün kutsallığımdır benim: "Seninle birlikte idam sehpasına giderim!" diye haykırmasını duymalıydınız. Oysa ne verdim ona ben? Beş parasız, çıplağın biriyim... Bana neden böyle bir sevgi duyuyor; benim gibi adi, alçak, rezil bir yaratık uğruna sürgünü nasıl göze alıyor, böyle bir aşka layık mıyım ben? Bu gururlu, kesinlikle suçsuz kadın demin benim yüzümden ayaklarınıza kapandı! Ona tapmazsam, onsuz olamayacağımı bütün gücümle haykırmazsam bana ne derler? Kusura bakmayın baylar... Evet, şimdi içim rahat artık.

Mitya iskemleye çöktü, yüzünü elleriyle kapayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ama bunlar huzurlu gözyaşlarıydı. Bir anda toparladı kendini. İhtiyar Emniyet Müdürü memnundu; galiba Savcıyla Sorgu Yargıcı da öyle. Emniyet Müdürünü uğurladıktan sonra Mitya bayağı neşelendi:

— Artık sizinim baylar, tamamıyla sizinim. Ah, şu ayrıntılara dalmak olmasa sizinle ne kolay anlaşırdık. Gene konuya dönüyorum ben. Evet, emrinizdeyim baylar, ama yemin ederim, anlaşmamız için karşılıklı güven şart. Sizin bana, benim size... Yoksa dünyada anlaşamayız. Sizi düşünerek söylüyorum bunu. Hadi konuya gelelim. Her şeyden önce iç dünyama bu kadar dalmayın, böyle olur olmaz şeylerle hırpalamayın onu. Konuyla ilgili sorular sorun, hemen cevaplarım; ayrıntılar cehennemin dibine!..

Sorgu yeniden başladı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro