Üçüncü Bölüm -3
Sekizinci Kitap, Mitya
I
Kuzma Samsonov
Gruşenka, Dmitri Fyodoroviç'e son selamlarının iletilmesini "emrederek", yeni bir hayata kanat açarken bir saatlik aşkını sonuna kadar unutmaması tembihini de yollamıştı. Oysa Dmitri Fyodoroviç o sıralar Gruşenka'nın başından geçenlerden habersiz, kendi derdine düşmüş, telaş içindeydi. Son iki gündür iç dünyası karmakarışıktı. Sonraları söylediği gibi, beyin hummasına yakalanması işten değildi.
Bir gün önce, sabah, Alyoşa onu bir türlü bulamamıştı, aynı gün lokantada kardeşi İvan'la buluşmaları da mümkün olmadı. Ev sahipleri, emri üzerine yerini söylemiyorlardı. Dmitri iki gün tam anlamıyla "kaderiyle savaşarak canını kurtarmaya" çalışmış, kendini oraya buraya atmış durmuştu. Sonradan anlattığına göre, Gruşenka'yı bir dakika olsun gözden kaçırmaktan korktuğu halde birkaç saat için pek acele bir iş peşinde şehir dışına gidip gelmişti. Bütün bu olaylar sonraları bir bir, gerekli belgelerle doğrulandı; biz şimdilik Dmitri Fyodoroviç'in durup dururken uğradığı korkunç yıkımdan önceki o acı iki günün en gerekli olaylarını belirleyelim.
Gruşenka onu bir saat de olsa gerçekten, içten sevmiştir ama çektirdiği acı, ettiği eziyet amansızdı. En önemlisi, kadının niyetlerinin içyüzünü anlayamıyordu; ne güzellikle, ne de zorla bir şey koparmak mümkün değildi, buna gelemezdi; kızarsa büsbütün sırt çevirirdi. Dmitri bunu açıkça anlıyordu. Gruşenka'nın da bir iç çatışma geçirdiğini, son derece kararsız olduğunu tahmin ediyordu. Bu yüzden Gruşenka'nın zaman zaman ondan şiddetle nefret ettiğini düşünüyor, içi sızlıyordu. Belki de doğruydu bu, ama Gruşenka'nın niye bu kadar üzüldüğünü gene de tam olarak açıklayamıyordu. Aslında içini kemiren: "Ya o, Mitya; ya da Fyodor Pavloviç..." meselesiydi. Şunu kesin olarak söylemek isteriz ki, Dmitri, Fyodor Pavloviç'in Gruşenka'ya henüz etmemişse bile mutlaka evlenme teklif edeceğine emindi. Koca şehvet düşkününün bu işten üç binle sıyrılacağını düşündüğüne de kesinlikle inanmıyordu. Mitya, Gruşenka'nın kişiliğini bunu anlayacak kadar öğrenmişti. Bu yüzden Gruşenka'nın üzüntüsünün, kararsızlığının, zaman zaman ikisinden hangisini geçmesi gerektiğini, hangisinin işine daha çok yarayacağını kestiremediğinden geldiğini sanıyordu. İşin garibi, "subay"ın, Gruşenka'nın gelişini heyecanla ve korkuyla beklediği hayatının uğursuz adamının yakında dönebileceğini Mitya o günlerde aklının köşesinden geçirmiyordu. Gerçi Gruşenka'nın da son günlerde ona bu konuyu açtığı yoktu. Gene de Gruşenka'nın bir ay önce, vaktiyle onu iğfal eden adamdan bir mektup aldığını kendisinden duymuştu, mektuptakileri tam olarak biliyordu. Gruşenka hırslı bir anında mektubu göstermişti; Dmitri'nin buna hiç aldırmaması onu şaşırttı. Kayıtsızlığını açıklamak güçtü; belki durumun çirkinliğinden, babasıyla bu kadın yüzünden çekişmelerinden bunalarak, hiç olmazsa o an için daha korkunç, daha tehlikeli bir şeyi göremiyordu. Beş yıllık bir kaybolmadan sonra nişanlının ortaya çıkıvermesine, hele yakında geleceğine açıktan açığa inanmıyordu. Hem Mitenka'ya gösterilen "subay"ın birinci mektubunda, yeni rakibin gelişi belli belirsiz geçiyordu; mektubun dili oldukça karışık, ağdalı, duygu doluydu. Ama şunu da söylemeli ki, subayın geri dönmesiyle ilgili birkaç kesin sözle son satırları Gruşenka o gün ona göstermemişti. Zaten Mitenka'nın sonraları hatırladığı gibi, Sibirya'dan gelen bu mektuba karşı o anda Gruşenka'nın yüzünde bir türlü tutamadığı gururlu bir küçümseme ifadesi yakalamıştı. Ondan sonra Gruşenka yeni rakibiyle ilişkileri üzerine Mitenka ile bir daha hiç konuşmadı. Böylece genç adam subayı tamamıyla aklından çıkardı. Düşündüğü yalnızca, ne olursa olsun, durum ne hal alırsa alsın, Fyodor Pavloviç'le kesin karşılaşma pek yakındaydı ve her şeyden önce olacaktı. Gruşenka'nın kararını her an kalbi ezilerek bekliyor, meselenin ansızın, bir esinlemeyle çözülüvereceğine inanıyordu. Gruşenka, birdenbire, "Al beni, ölünceye kadar seninim!" diyerek her şeyi sona erdirecek, o da sevdiği kadını kaptığı gibi dünyanın öbür ucuna götürecekti. Evet, hemen, elden geldiğince uzak, dünyanın öbür ucuna değilse de, Rusya'nın en uzak köşesine götürerek evlenecek; kimsenin haberi olmasın diye yerleşeceklerdi. O zaman... ah, o zaman yepyeni bir hayat başlayacaktı! Bu başka, yenilenmiş, hem de artık "erdemli", yüzde yüz "erdemli" hayatı durmadan kendinden geçerek hayalinde yaşatıyordu. Bu dirilmeyi, yenilenmeyi bütün varlığıyla istiyordu. Kendi isteğiyle kapıldığı çirkef girdabına dayanamaz hale gelmişti. Bu gibi durumda birçokları gibi kurtuluş çaresini yer değiştirmekte buluyordu: oradaki insanlar olmasa, durumu silinse, o uğursuz yerden kendini bir atabilse, her şey yeniden doğacaktı, yepyeni yollar açılacaktı! Buna inanıyor, yeni hayatın özlemi içini kemiriyordu.
Ama bu birinci şekil, ancak hayırlı hal çaresiydi. İkinci karar gözünün önüne korkunç sonuçlar getiriyordu. Eğer Gruşenka, "Fyodor Pavloviç'e söz verdim, ona varacağım, istemiyorum seni, git!" derse, o zaman... Doğrusu o zaman ne olacağını Mitya en son ana kadar kestiremiyordu. Bu bakımdan haklıydı doğrusu. Belirli bir tasarısı yoktu, cinayeti düşünmemişti. İzliyor, kolluyor, acı çekiyor, kaderinin birinci, hayırlı sonuca bağlanacağına inanıyordu. Hatta başka çeşit düşünceleri kendinden uzaklaştırıyordu. Bu arada bambaşka, tamamıyla yeni, apayrı, ama o da korkunç, çözümsüz bir meseleyle karşılaşıyordu.
Ya Gruşenka ona, "Seninim, götür beni!" derse; nasıl, neyle, hangi parayla götürecekti onu? Yıllardır Fyodor Pavloviç'in sadakaları devam ettiği için son zamana kadar hiç parasız kalmamıştı. Fakat şimdi tamtakırdı. Şüphesiz, Gruşenka'nın parası vardı, ama Mitya bu bakımdan büyük bir duyarlılık gösteriyordu. Kadını götürüp yeni hayata onun değil, kendi parasıyla başlamak istiyordu. Onun parasını kabullenmek ihtimalini düşünmek bile istemiyordu. Aklına geldikçe derin bir tiksinti duyuyordu bu düşünceden... Bu konuyu uzun uzadıya inceleyecek değilim, yalnız o andaki ruh halinin böyle olduğuna işaret etmek isterim. Belki bu hal elinde olmadan, hatta bilinçsizce, Katerina İvanovna'nın parasını hırsızca cebine indirmesinden duyduğu vicdan azabından ileri geliyordu. Sonraları açıkladığı gibi, "Birine karşı alçakça davrandım bir kere, şimdi öbürünün karşısında da alçalacağım..." diye düşünüyordu. "Gruşenka bunları öğrense benim gibi ahlaksızı kendisi istemez!" Peki, parayı nereden bulmalı? Bulamazsa her şey mahvolacak, isteklerinin hiçbiri gerçekleşmeyecek, "hem de sadece parasızlık yüzünden, rezalet doğrusu!"
Olayların önünü kesiyorum: belki parayı nerede bulabileceğini, hatta paranın nerede saklı olduğunu biliyordu, mesele burada işte. Şimdilik daha derinine gitmeyeceğim, ilerde her şey anlaşılacak. Mitya'nın asıl felaketi nereden geliyordu; belli belirsiz bunu da söyleyelim: bir yerde bulunan o parayı almak, buna hak kazanmak için ilkin Katerina İvanovna'nın üç binini geri vermesi gerekiyordu. Yoksa "bir yankesici, alçağın biri olurum sadece; yeni hayatıma alçaklıkla başlamak istemiyorum," diye karar verdi Mitya. Bu yüzden ne olursa olsun, her şeyden önce Katerina İvanovna'ya üç binini vermek için gerekirse dünyayı altüst etmeyi göze aldı. Bu kararın kesinleşmesi o günlerin son saatlerinde, Alyoşa ile iki gün önce akşam yolda buluştuktan sonra oldu. Gruşenka, Katerina İvanovna'ya hakaret etmiş; Mitya Alyoşa'dan bunu dinleyip alçaklığını kabul ettikten sonra, "eğer bir nebze ferahlık duyarsa" Katerina İvanovna'ya bunu söylemesini rica etmişti. Hemen o gece, kardeşiyle vedalaşır vedalaşmaz, çılgın bir halde Katya'ya borcunu vermek için "birisini öldürüp soymayı" bile göze alacağını düşünmüştü. "Katya'ya ihanet edip çaldığım parasıyla erdemli bir hayata başlamak üzere Gruşenka ile kaçtığımı yüzüme bağırma hakkını vermemek için varsın öldürüp soyduğum adamın katili, hırsızı olarak yargılanayım, Sibirya'yı boylayayım! Başka türlü yapamam..." Mitenka dişlerini gıcırdatarak kendi kendine bunları söylüyordu. Zaman zaman, gerçekten, beyin hummasına yakalanacak sanıyordu. Ama henüz direniyordu.
Böyle bir karar onu umutsuzluktan başka nereye götürebilirdi? Gerçekten, hele onun gibi meteliğe kurşun atan bir adamın bu parayı bulması olanaksızdı. İşin tuhafı Mitya, son dakikaya kadar üç bini bulacağını, bu paranın kendiliğinden, gökten ineceğini umuyordu. Zaten ömrü boyunca sadece har vurup harman savurmaktan, miras yemekten başka bir şey yapmayan, paranın nasıl kazanıldığından habersiz olan Dmitri Fyodoroviç gibilerin başına gelir bu. İki gün önce Alyoşa'dan ayrılırken kafasını saran kargaşalık bütün düşüncelerini allak bullak etmişti. Bu haliyle işe en münasebetsiz şekilde başladı. Galiba bu çeşit insanlar böyle durumlara düşünce en olmayacak, hayali düşünceleri en gerekli, en olumlu düşünceler olarak görürler. Dmitri, ansızın, Gruşenka'nın koruyucusu tüccar Samsonov'a başvurmaya karar vermişti. Bir "plan" öne sürerek, bu "plan"ı gerçekleştirmek için gerekli paranın tamamını alacaktı; "plan"ın ticari değerinden yana hiç korkusu yoktu. Sadece, Samsonov'un bu işe yalnız tüccarca bir gözle bakmamasından korkuyordu. Mitya bu adamı uzaktan tanırdı, ama şimdiye kadar hiç konuşmamışlardı. Yalnız nedense, hem de epeydir bir ayağı çukurda olan bu kart ahlak düşkününün Gruşenka'nın bu sıralar "aklı başında" bir adamla evlenip namuslu bir aile hayatı kurmasına engel olmayacağını sanırdı. Hatta engel olmak şöyle dursun, bunu kendisi isteyecek, elinden gelirse yardım da edecekti. Şuradan buradan kulağına gelen söylentilerden ya da Gruşenka'nın sözlerinden, ihtiyarın Gruşenka için Fyodor Pavloviç'i değil, onu tercih edeceğini tahmin ediyordu. Belki hikâyemizin okuyucularının çoğu, Dmitri'nin nişanlısını beraber yaşadığı erkeğin elinden almasının pek bayağı, midesizce bir hareket sayacaklardır. Ama şunu söyleyelim ki, Mitya Gruşenka'nın geçmişini artık tamamıyla geri dönülmez sayıyordu. Bu geçmişi sonsuz bir merhametle düşünüyor, Gruşenka'nın onu sevdiğini, ona varacağını söylemekle yepyeni bir Gruşenka haline geleceğine, onunla birlikte kusursuz, çeşitli erdemlere sahip yepyeni bir Dmitri Karamazov doğacağına aşkının bütün ateşiyle inanıyordu. Birbirlerinin suçlarını bağışlayarak yepyeni bir hayata yöneleceklerdi. Kuzma Samsonov'a gelince; onu Gruşenka'nın geride kalan, çökmüş geçmişinin uğursuz adamı sayıyordu. Gruşenka onu hiçbir zaman sevmemişti, şimdi de bu adam hayatından büsbütün "çıkıyor", yok oluyordu. Öte yandan Mitya onu insandan da saymıyordu artık. Samsonov'un bir insan harabesi, bir hastalık kumkuması haline geldiğini Gruşenka ile ilişkilerinin eskisinden tamamıyla farklı, nerdeyse bir baba kız ilişkisine dönüştüğünü, bunun epey önceden, bir yıla yakındır böyle devam ettiğini şehirde bilmeyen yoktu. Gene de hiç şüphe yok ki, Mitya'nın düşünceleri pek safçaydı, zaten o, bütün kusurlarına rağmen çok saf bir adamdı. Gene bu saflığı yüzünden, ihtiyar Kuzma'nın bir ayağı çukurdayken Gruşenka ile geçmişi için yürekten pişman olduğuna kesin olarak inanıyor, artık zararsız hale gelen ihtiyarı sevdiği kadının en sadık koruyucusu, dostu olarak görüyordu.
Mitya, Alyoşa ile kırdaki konuşmasından sonraki geceyi hemen hemen uykusuz geçirdi, sabah saat ona doğru Samsonov'un evine gitti, görüşmek istediği haberini yolladı. Samsonov'un evi eski, kasvetli, çok geniş, iki katlı, bir sürü ayrıntısı ve bir müştemilatı bulunan bir binaydı. Alt katta Samsonov'un evli iki oğlu aileleriyle, hayli yaşlı kız kardeşi ve evlenmemiş bir kızı oturuyordu. Müştemilatta iki tezgâhtar kalıyordu; birinin ailesi hayli kalabalıktı. Samsonov'un çocuklarının da, tezgâhtarının da yerleri çok dar olduğu halde ihtiyar üst katta tek başına oturuyor, ona bakan kızına bile katında bir oda vermiyordu. Kızını ikide bir çağırdığı için zavallıcık uzun zamandır çektiği nefes darlığına rağmen merdivenleri tırmanmak zorunda kalıyordu. Üst kat, tüccar sınıfına has eski tarzda döşenmiş bir sürü salondan ibaretti; maundan biçimsiz koltuklarla sandalyeler iç sıkıcı şekilde duvarlar boyunca dizilmiş, kristal avizelere kılıf geçirilmişti; pencereler arasında asık suratlı boy aynaları vardı. Odaların hepsi boş, ıssızdı, hasta ihtiyar en arkadaki ufak yatak odasına sıkışmıştı; hizmetine başı yazmalı ihtiyar hizmetçisiyle, antrede bir sandığın üstünde nöbet bekleyen uşak bakıyordu. İhtiyar, ayakları şiştiği için hemen hemen hiç gezemiyordu. Arada bir deri koltuğundan kalkarak, koluna giren ihtiyar hizmetçisinin yardımıyla bir iki kere odayı boydan boya dolaşırdı. Sertti, ihtiyar hizmetçisiyle bile uzun boylu konuştuğu yoktu.
Yüzbaşının geldiği haber verilince kabul etmeyeceğini söyledi. Mitya üsteledi, isteğini tekrarladı. Kuzma Kuzmiç uşağına yüzbaşının durumunu, sarhoş olup olmadığını, gürültü çıkarıp çıkarmadığını etraflı olarak sordu. "Ayık, ama gitmek istemiyor," karşılığını alınca yeniden direndi. O zaman, böyle olacağını önceden kestiren ve her ihtimale karşı yanına kâğıt kalem getiren Mitya çok okunaklı bir şekilde tek bir satır yazdı: "Agrafena Aleksandrovna ile ilgili, son derece önemli bir iş için..." Kâğıdı ihtiyara yolladı. Samsonov biraz düşündükten sonra uşağa misafiri salona almasını söyledi, kocakarıyı da aşağıdan küçük oğlunu çağırmaya gönderdi. Samsonov'un küçük oğlu irikıyım, son derece kuvvetli, sakalını bıyığını tıraş eden, Alman usulü giyinen bir adamdı (ihtiyar Samsonov sakallıydı, kaftan giyerdi). Oğlu çağrılır çağrılmaz yukarı geldi. Babalarının önünde hepsi susta duruyordu. Samsonov bu babayiğidi yüzbaşıdan korktuğu için değil, daha çok, gerekirse tanıklık etsin diye çağırtmıştı. Yoksa aslında korkak adam değildi o. Oğlu ile uşağı koltuklarına girerek ihtiyarı salona getirdiler. Hayli meraklı olduğu belliydi. Mitya'nın beklediği salon kocaman, kasvetli, insana can sıkıntısı veren bir odaydı. Salonun bir galerisi, iki sıra penceresi vardı; duvarlar mermer taklidiydi, tavanda kılıflar içinde üç kristal avize asılıydı. Mitya kapının yanında bir iskemleye ilişmiş, sinirli bir sabırsızlıkla kaderini bekliyordu. İhtiyar karşıki kapıdan girerek Mitya'nın sandalyesine yirmi otuz adım yaklaşınca öteki birdenbire doğruldu, sert asker adımlarıyla ona doğru yürüdü. Mitya'nın kılığı gayet düzgündü; redingotu ilikliydi, şapkasını eline almıştı, siyah eldiven giymişti. Tıpkı üç gün önce Fyodor Pavloviç'le ve kardeşleriyle görüşmek için Staretzin manastırındaki aile toplantısına gittiği günkü gibiydi.
İhtiyar, başı dik, sert bir tavırla ayakta bekliyordu onu. Mitya, yanına gidene kadar Samsonov'un onu tepeden tırnağa incelediğini hissetti. Mitya'nın en çok Kuzma Kuzmiç'in son zamanda fena halde şişen yüzü dikkatini çekmişti. Zaten kalın olan alt dudağı sarkmış bir hamur parçası gibiydi. Misafirini sessizce, azametle başıyla selamladıktan sonra kanepenin yanındaki koltuğu gösterdi, kendisi, oğlunun koluna dayanarak inleye inleye, Mitya'nın karşısındaki divana yerleşmeye başladı. Mitya, ihtiyarın acılı çabasını gördükçe, bu azametli adamın karşısında küçüldüğünü hissetti; geldiğine pişman oldu.
Samsonov kanepeye yerleştikten sonra ağır ağır, tane tane, sertçe, ama gene de nazik bir halle:
— Ne istiyorsunuz benden efendim? diye sordu.
Mitya silkindi, oturduğu koltuktan fırladı, ama tekrar yerine geçti. Sonra hemen arkasından yüksek sesle, hızlı, sinirli, el hareketleriyle, kendinden geçmiş gibi konuşmaya başladı. Halinden, tahammülün sınırına geldiği, mahvolmamak için son bir çare aradığı, bulamazsa hemen o anda kendini ölüme atmaya hazır olduğu açıkça anlaşılıyordu. İhtiyar Samsonov bütün bunları bir anda anlamış olmalıydı, gene de yüzünün ifadesi değişmedi, soğukluğu geçmedi.
— Saygıdeğer Kuzma Kuzmiç, diye başladı Mitya, anamdan kalma mirasımı çalan babam Fyodor Pavloviç Karamazov'la kavgalarımızı duymuş olmalısınız. Bütün şehrin ağzında bu... Zaten buradakilerin burunlarını sokmadıkları ne var ki... Ayrıca Gruşenka'dan da... affedersiniz. Agrafena Aleksandrovna'dan da duymuş olmalısınız!
Mitya söze başlar başlamaz şaşırmıştı. Biz de söylediklerini olduğu gibi verecek yerde özetlemekle yetinelim. Mesele şuydu:
Mitya, daha üç ay önce vilayete giderek bir avukatla tanışmıştı.
— Ünlü avukat Pavel Pavloviç Korneplodov... Kuzma Kuzmiç adını duymuşlardır herhalde; ne kafa, bakan olacak adam!.. Sizi tanıyor, saygısı var... diye yeniden sözün akışını kaybetti.
Konuşurken bazen eski deyimler seçiyordu. Sözlerinin dağınıklığına aldırmıyor, bir anlık duraklamadan sonra bütün hızıyla yeniden başlıyordu. İşte bu Korneplodov her şeyi etraflıca soruşturup Mitya'nın elindeki belgeleri inceledikten sonra (belge bahsini Mitya pek açıklamadan, hızlı geçti) Çermyaşnaya köyünün annesinden ona geçmesi gerektiğini söylemişti. Köyü dava konusu yaparak rezil ihtiyarın tepesine balyozu indirmek mümkünmüş... "Bütün kapılar kapanmamış daha, kanun izleyeceği yolu bilir..." Kısacası, Fyodor Pavloviç'i daha altı, hatta yedi bin kadar borçlandırmak mümkündü, çünkü Çermyaşnaya en aşağıdan yirmi beş, hatta yirmi sekiz bin ederdi. "Otuz, otuz beş bin eder, Kuzma Kuzmiç! Oysa bu zalim adamdan on yedi bin bile koparamadım. O zaman üstüne düşmedim, mahkemelerde uğraşamam ben. Ama buraya gelince o tarafın açtığı karşı davaya şaştım kaldım."
Mitya burada gene sözünü şaşırdı, yeniden bir atlama yaparak,
— Bunun için saygıdeğer Kuzma Kuzmiç, arzu ederseniz, bu canavarla olan davamı size devredeyim, dedi. Siz bana sadece üç bin ruble verin. Davayı kaybetmenize imkân yok, bunu şerefimle temin ederim size; tam tersine, üç yerine altı, yedi bin kâr edebilirsiniz. En önemlisi, bu işi hemen bugün halletmek gerekiyor... Size isterseniz noterden senet filan ne lazımsa... bütün gereken evrakı çıkartır, imzalarım... Bu kâğıdı hemen şimdi hazırlamalıyız; mümkünse, evet, mümkünse hemen bu sabah... Siz de bana üç bini verirsiniz... Bu mendebur şehirde sizden başka para babası yok. Beni de... kısacası bana son derece yüce bir iş yapmak fırsatı verirdiniz... Çünkü çok iyi bildiğiniz, baba gibi koruduğunuz malum birisine soylu duygularla bağlıyım. Ona karşı babaca bir yakınlık duymasanız gelmezdim. Üç kafa çatışıyordu bu işte; kader korkunç şey Kuzma Kuzmiç! Gerçek, Kuzma Kuzmiç; gerçek. Sizi çoktandır bu üçgenin dışında tutmak gerektiğine göre, kalıyor iki kafa; kullandığım deyim belki pek yerinde değil, ama ne yapayım, edebiyatçı değilim. Kafalardan birinin benim, öbürünün, o canavarın kafası olduğunu anladınız herhalde... Şimdi şeçin: ya ben ya da o canavar... Hepsi sizin elinizde; üç mukadderat, iki zar... Kusura bakmayın, şaşırıyorum, ama siz ne demek istediğimi anlıyorsunuz, saygıdeğer gözlerinizden anlayışınız okunuyor. Anlamadınızsa, benim için hemen bugün gidip yok olmaktan başka çare kalmıyor, işte!..
Mitya anlamsız nutkunu bir "işte" ile keserek yerinden fırladı, ahmakça önerisine karşılık bekliyordu. Son cümlesiyle birdenbire, umutsuzca, her şeyin fosladığını, özellikle, konuşurken nasıl zırvaladığını anladı. Umutsuzluk içinde, "Tuhaf şey, buraya gelirken her şey gayet iyi görünüyordu, ama şimdi hepsi zırvaya döndü..." diye düşündü.
Mitya'nın konuşması boyunca ihtiyar Samsonov kıpırdanmadan oturuyor, soğuk soğuk süzüyordu onu. Bir an beklettikten sonra kararlı ve umut kesici bir sesle,
— Affedersiniz, dedi, biz böyle işlerle uğraşmayız.
Mitya birdenbire dizlerinin kesildiğini hissetti. Soluk bir gülümsemeyle,
— Ne yapayım şimdi Kuzma Kuzmiç, diye mırıldandı. Mahvoldum artık, değil mi?
— Kusura bakmayın.
Mitya hep ayakta, gözlerini ihtiyara dikmiş duruyordu. Birden, Samsonov'un yüzünde bir kıpırdanma sezdi, titredi. İhtiyar,
— Böyle işler bize gelmez beyim, diye mırıldandı. Mahkeme, avukatlar; bela bunlar! İsterseniz, burada biri var, ona gidin...
— Söyleyin Allah aşkına, kim bu? Bana yeniden can veriyorsunuz, Kuzma Kuzmiç!..
— Buralı değil; hem bu aralık burada bulunmuyor. Köylerde alımsatım işleriyle uğraşıyor, orman ticareti yapar. Lyagavıy diye anılır. Bir yıldır Fyodor Pavloviç'le Çermyaşnaya korusunun pazarlığını yapıyor, bir türlü uyuşamıyorlar, duymuşsunuzdur belki. Lyagavıy şu sırada yeni geldi, İlyinskoye köyünün papazında kalıyor. İlyinskoye, Volovya istasyonundan on iki verst kadar tutar. Bu iş için, yani koru hakkında bana da bir mektup yollamış, akıl danışıyor... Fyodor Pavloviç gidecekmiş ona; siz babanızdan önce davranıp bana söylediklerinizi Lyagavıy'a teklif ederseniz belki o...
— Dahice bir fikir! diye heyecanla atıldı Mitya. Tam ona göre, tam onun işi! Gözüne kestirdiği bir parça için ondan analarının nikâhını isterlerken mülkün bütününe sahipliğini sağlayacak belgeler eline geçiyor... Kah kah kah!..
Mitya'nın kısa, soğuk kahkahası öyle ani, beklenmedik bir şeydi ki, Samsonov irkilerek başını salladı.
Genç Karamazov aynı taşkınlıkla,
— Size nasıl teşekkür edeyim, Kuzma Kuzmiç! dedi.
Samsonov başını eğdi.
— Bir şey değil.
— Ama farkında değilsiniz siz, kurtardınız beni! Zaten bir içgüdü sürüklüyordu beni buraya...
— Teşekküre değmez...
— Öyleyse papaza gidelim. Hemen, bir ayak önce atayım kendimi oraya... Hasta halinizle rahatsız ettim sizi. Ölünceye kadar unutamayacağım... Bir Rus söylüyor size bunu, Kuzma Kuzmiç, bir Rus!
— Evveet.
Mitya ihtiyarın elini sıkmak için atıldı. Fakat gözlerinde haşin bir parıltı görünce elini geri çekti, aynı anda kendini fazla kuşkulu olmakla suçlandırdı. "Yorgunluktan..." diye düşündü. Sonra, birdenbire,
— Onun için! Onun için, Kuzma Kuzmiç!.. Yalnızca onun için bunlar, anlıyorsunuz tabii! diye olanca sesiyle haykırdı, odadakileri selamlayarak hızla döndü, geldiği gibi hızlı, geniş adımlarla, arkasına bakmadan kapıya yürüdü. Sevincinden titriyordu. "Her şey yıkılacakken hızır gibi yetişip kurtardı!" diye düşündü. "Bunun gibi bir işadamı (ne soylu bir ihtiyar, ya heybeti?) bu yolu gösterdiğine göre... dava halledildi, kazandık demektir!.. Hemen bir dakika kaybetmeden gitmeli. Gece olmadan döner ya da gecelerim orada, ama işi bitiririm. Yoksa ihtiyar benimle alay mı etti, mümkün mü bu?"
Mitya eve giderken yolda kendi kendine bunları mırıldanıyordu. Samsonov, Lyagavıy'ı (ne tuhaf ad!) tanıyan, bu işi bilen bir işadamı olarak tavsiye etmekle yararlı bir öğüt vermiş ya da onunla alay etmişti. Yazık ki, Mitya'nın biricik doğru düşüncesi bu sonuncuydu. Aradan hayli zaman geçince, mahut felaketten sonra, ihtiyar Samsonov, o gün "yüzbaşı"yı nasıl alaya aldığını gülerek itiraf etti. Kötü ruhlu, soğuk, alaycı bir adamdı. Ayrıca, bazı insanlara karşı garip bir kıskançlık duyardı. Belki yüzbaşının coşkun haline, belki de "israfçı mirasyedinin" saçma planına kanabileceği hakkındaki ahmakça inancına alınmıştı. Gruşenka adına birtakım ipe sapa gelmez tekliflerle para sızdırmaya gelen "bu serseriye" karşı kıskançlık duymuş da olabilirdi.
Dizlerinde derman kalmayan Mitya, ihtiyarın karşısında mahvolduğunu anlamsızca tekrarlayıp dururken onu sonsuz bir nefretle süzen Samsonov'u dürten neydi, bilmiyorum; Mitya'ya oyun etmeye karar verdi.
Genç adam çıkar çıkmaz öfkesinden sapsarı kesilen Kuzma Kuzmiç oğluna dönerek, bundan sonra bu serserinin evine sokulmamasını emretti, bir daha oralarda dolaştığını duyacak olursa...
İhtiyar tehdidini yarıda bıraktı, ama babasının kızgın haline alışkın olan oğlu bile korkudan irkildi. Samsonov tam bir saat kızgınlığından titredi durdu, akşama doğru hastalandı, hekimine haber saldı.
II
Lyagavıy
Evet, "dörtnala" yol almak gerekiyordu, ama meteliksizdi: daha doğrusu varı yoğu iki yirmi kapiklikten ibaretti!.. Ama evde eski bir gümüş saati vardı; saat çoktandır işlemiyordu. Onu kaptığı gibi soluğu bir Yahudi saatçinin pazardaki küçük dükkânında aldı. Adam altı ruble verdi. "Bu kadarını beklemiyordum doğrusu!" diye sevinçle bağırdı Mitya. (Coşkunluğu devam ediyordu.) Altı rubleyi cebe indirdi, eve koştu. Ev sahiplerinden üç ruble ödünç aldı, gereken parayı tamamladı. Mitya'yı çok seven ev sahipleri son kalan paralarını seve seve verdiler. Hep o coşkun haliyle hayatının dönüm noktasında olduğunu açıkladı, demin Samsonov'a sıraladığı "planını" hemen hemen, olduğu gibi onlara da anlattı. Samsonov'un kararından, yarın için umutlarından, vb. söz etti. Ev sahipleri zaten sırlarından çoğunu biliyordu. Mitya'ya kibirli bir bey gözüyle değil, onlardanmış gibi bakıyorlardı. Böylece dokuz rubleyi denkleştiren Mitya, Volovya istasyonuna kadar bir araba kiraladı. Ayrıca, belirli bir olayın arifesinde, öğleyin bir tek kapiği yokken saatini satıp ev sahiplerinden üç ruble alarak para bulduğuna tanıklar kazanmış oldu.
Bu noktaya şimdiden işaret ediyorum; nedenini ilerde açıklarım.
Olanca hızıyla Volovya istasyonuna doğru yol alan Mitya "bütün bu işlerin, nihayet sonuçlanacağını" sevinçle düşünürken, bir yandan da yokluğunda Gruşenka'nın ne olacağını aklından geçiriyor, korkudan ürperiyordu. Ya kadın tam bugün kalkar da Fyodor Pavloviç'e gitmeye karar verirse? Bu yüzden Mitya, Gruşenka'ya haber vermeden yola çıktı, ev sahiplerine de soran olursa, nerede olduğunu söylememelerini sıkı sıkı tembih etti. Arabanın sarsıntıları arasında, "Akşama dönmeliyim, ne olursa olsun dönmeliyim," diye tekrarlıyordu, "Lyagavıy'ı da... muamelenin yapılması için buraya getirmeli..." Mitya, bunları kurarken heyecandan kabına sığamıyordu. Yazık ki, "plan"ı pek de istediği gibi yürümedi.
Volovya istasyonundan sonra köyler arasından geçen yolu tuttuğu için gecikti. Yol on iki değil, on sekiz verstti. Üstelik, İlyinskoye papazını evde bulamadı, papaz komşu köylerden birine gitmişti. Mitya onu bulmak için aynı arabayla, hayli yorulmuş atlarla öbür köye vardığı zaman gece olmuştu. Görünüşte çekingen, yumuşak başlı bir adamcağıza benzeyen papaz efendi Lyagavıy'ın gerçekten ilkin ona indiğini ama şimdi Suhoy Poselok'ta, orman bekçisinin kulübesinde kaldığını söyledi. Orman satın alacağı için orada geceleyecekti. Mitya onu hemen Lyagavıy'ın yanına götürerek müşkülünü halletmesini rica etti. Papaz ilkin biraz duraklar gibi oldu; besbelli meraklanmıştı. Ama aksi gibi, "topu topu bir verstten az fazla" diyerek yaya gitmelerini salık verdi. Mitya bu öğüde uydu, geniş adımlarıyla öyle bir gitmeye başladı ki, zavallı papaz efendi ardından koşmak zorunda kaldı nerdeyse. Papaz yaşlı sayılmazdı, son derece temkinli bir adamdı. Mitya ona da hemen planlarını açtı; heyecanlı, sinirli bir tavırla Lyagavıy hakkındaki düşüncesini sordu. Papaz onu dikkatle dinledi, ama pek fikir vermedi. Mitya'nın sorularına, "Bilmem ki, vallahi bilmem, nereden bileyim!" gibi kaçamak yanıtlar veriyordu. Babasıyla miras anlaşmazlığını açınca, Fyodor Pavloviç'ten bazı nedenlerden çekindiği için ürktü adeta. Yalnız Mitya'nın tüccar Gorstkin'i Lyagavıy takma adıyla anmasını hayretle karşıladı. Gerçi adama Lyagavıy dediklerini, ama bu adı duyunca adamın fena halde kızdığını; Gorstkin diye hitap etmek gerektiğini nazik bir dille anlattı. "Yoksa işinizi başaramazsınız, dinlemez bile sizi," diye sözünü bitirdi. Mitya üstünde pek durmadı, ama biraz şaşırdı, bu adı Samsonov'dan duyduğunu söyledi. Papaz bu durumu öğrenince hemen konuyu değiştirdi. Oysa içinden geçeni Dmitri Fyodoroviç'e açıklasa iyi ederdi: Mitya'yı gönderdiği köylüyü Lyagavıy diye tanıtmasında bir alay, bir bit yeniği mi vardı acaba? Ama Mitya'nın böyle önemsiz ayrıntılar üzerinde duracak vakti yoktu. Acele ediyor, bütün hızıyla yürüyordu. Ancak Suhoy Poselok'a geldiği zaman, yürüdükleri yolun bir, bir buçuk değil, sağlam üç verst kadar olduğunu fark etti. Kızdı, ama ses çıkarmadı. Papaz efendinin ahbabı orman korucusu kulübenin bir bölmesinde oturuyordu; dehlizin karşı tarafındaki temiz bölmeye Gorstkin yerleşmişti. O kısma girip mumu yaktılar. Oda hamam gibiydi. Çamdan bir masa üzerinde sönmüş bir semaver, yanında çay fincanlarıyla bir tepsi, boş bir rom şişesi ve dibinde azıcık kalmış, 1.25 litrelik votka şişesi, bir de buğday ekmeği artıkları vardı. Misafir kerevete uzanmış, başı ceketinden yaptığı yastığın üzerinde horul horul uyuyordu. Mitya şaşkınlıkla durakladı. "Tabii uyandırmak lazım, işim son derece önemli... Yıldırım gibi geldim, bugün de dönmeliyim!" diye telaşlanmaya başladı. Papazla orman korucusu sessizce duruyorlardı. Mitya kerevete yaklaşarak adamı uyandırmaya çalıştı, ama bütün çabası boşa gitti. "Sarhoş bu," dedi Mitya, "ne yapayım şimdi Tanrım, ne yapayım ben?" Birdenbire, sabrı tükenerek uyuyanı kollarından, bacaklarından çekmeye, kafasını sarsmaya başladı, kaldırıp kerevete oturttu. Epey uğraştıktan sonra adam anlaşılmaz bir şeyler homurdandı, dili güçlükle döndüğü halde yakası açılmadık küfürler savurdu.
Sonunda papaz,
— Bekleseniz daha iyi olacak, dedi, pek kendinde değil anlaşılan...
— Akşama kadar içti, dedi korucu.
— Allahım, durumumun önemini, nasıl umutsuzluk içinde olduğumu bilmiyorsunuz siz! diye bağırıyordu Mitya.
— Gene de sabaha kadar beklemeniz daha hayırlı olacak, diye tekrarladı papaz.
— Sabaha kadar mı?.. İnsaf edin, imkânı mı var!
Canı fena halde sıkılmıştı, sarhoşu uyandırmak için yeniden tartaklamak istedi, ama bir işe yaramayacağını anlayarak tuttu kendini. Papaz susuyor, orman korucusu somurtuyordu.
Mitya derin bir üzüntüyle,
— Gerçek, insanın başına ne belalar sarıyor bazen! dedi.
Yüzünden ter boşanıyordu. Bu andan yararlanarak papaz efendi hiç de yabana atılmayacak bir fikir ileri sürdü: uyuyan adamı uyandırabilseler bile sarhoş olduğu için iki lakırdıyı bir araya getiremeyecekti: "İşiniz önemli olduğuna göre sabaha bırakmak en yerinde hareket..."
Mitya kollarını iki yana açarak kabul etti.
— Ben şu mumla burada kalıp uygun bir anını kollarım, papaz efendi. Uyanır uyanmaz hemen başlarım...
Sonra korucuya dönerek,
— Mumun parasını veririm, diye ekledi, burada kaldığım için de... Dmitri Karamazov'u unutmayacaksınız... Yalnız sizi düşünüyorum papaz efendi, siz nerede yatacaksınız?
— Yo, ben eve döneceğim. Şunun beygirini alıp giderim. Korucuyu gösterdi, sonra:
— Hoşça kalın; inşallah işiniz uz gider, diye ekledi.
Bu karara uydular. Papaz ata binip yola çıktı. Bu işten sıyrıldığına memnundu, ama gene de içi rahat değildi, düşünüyordu: bu meraklı olayı hemen yarın, vakitlice, velinimeti Fyodor Pavloviç'e duyurması gerekmez miydi?.. Tanrı korusun, ya kulağına gider de kızar, iyiliklerini keserse?..
Orman bekçisi kaşınarak kendi bölmesine geçti. Mitya kerevetin öbür ucuna oturdu, dediği gibi, uygun anı kollamaya başladı. Derin bir sıkıntı ruhunu kalın bir sis tabakası gibi sardı. Korkunç bir sıkıntıydı bu... Oturup düşünüyordu, ama bir türlü kafasını toparlayamıyordu. Mumun fitili gittikçe uzuyordu, bir ocak çekirgesi ötmeye başladı, sobanın sıcaklığından oda dayanılmaz hal aldı. Birdenbire gözünün önüne bahçe, bahçenin arkasındaki yol geldi. Babasının evindeki kapı esrarengiz bir şekilde açılıyor, Gruşenka içeri süzülüyordu... Mitya kerevetten sıçradı. Dişlerini gıcırtarak,
— Bir facia bu... diye mırıldandı; uyuyana yaklaşarak yüzüne bakmaya başladı.
Adam kuruca, pek yaşlı sayılmayacak, hayli uzun yüzlü bir köylüydü. Kumral saçları kıvır kıvırdı, kızıla çalan uzun, incecik bir sakalı da vardı. Basmadan mintan, siyah yelek giymişti, yeleğin cebinden gümüş saatinin kösteği görünüyordu. Mitya sonsuz bir nefretle bu yüzü inceliyordu; nedense ona en çok adamın saçlarının kıvırcık olması dokunmuştu. Bunca fedakârlıkla, her şeyi yüzüstü bırakarak buraya koştuğu halde, şimdi eli kolu bağlı beklemesi pek gücüne gidiyordu. "Kaderimi elinde tutan bu asalak da başka bir gezegendenmiş gibi horlayıp duruyor burada!" diye mırıldandı. Sonra,
— Bak şu kaderin cilvesine! diye bağırdı, aklı başından giderek sarhoş mujiği uyandırmak için yeniden sarsmaya başladı. Kendinden geçmişçesine üstüne saldırdı; itip tartaklıyor, hatta dövüyordu, ama beş dakika kadar uğraşıp hiçbir sonuç alamayınca kolu kanadı kırıldı, kerevete döndü.
— Saçma, saçma! diyordu. Üstelik namussuzca... Dehşetli bir başağrısı başladı. "Vaz mı geçsem? Bırakıp gideyim..." diye düşündü. "Yoo, sabahlayacağım burada, inadına kalacağım, inadına! Ne diye geldim buraya sanki? Zaten nasıl, neyle giderim şimdi... ne saçmalık bu!"
Başının ağrısı gitgide artıyordu. Kıpırdanmadan oturduğu yerde birdenbire dalıverdi. Belki iki saat, belki daha da fazla uyudu. Dayanılmaz, bağırtacak kadar şiddetli başağrısıyla uyandı. Şakakları zonkluyor, tepesi sızlıyordu. Mitya hayli zaman kendini toparlayamadı. Sonunda, sıcak odanın kömürden çıkan gazla dolu olduğunu düşündü. Sarhoş mujik hep yattığı yerde horlamaya devam ediyordu; mum dibine gelmişti. Mitya bağırdı, sendeleyerek dehlizden orman bekçisinin bölmesine koştu. Adam çabuk uyandı, ama sorunun öbür odada kömür kokmasından doğduğunu anlayınca önlem almak için dışarı çıktığı halde olayı garip denecek bir ilgisizlikle karşıladı. Mitya hem şaşırdı, hem alındı.
— Ölürse o, ölürse... ne olacak sonra? diye çılgın gibi tekrarlıyordu, ne yapacağız?
Kapıyı, pencereyi, sobanın kelebeğini açtılar. Mitya dehlizden bir kova su getirdi, ilkin başını ıslattı, sonra, oralarda bulduğu bir çaputu suya batırıp Lyagavıy'ın başına koydu. Bekçi hâlâ olayı önemsemiyordu, pencereyi açarak asık suratla, "Oldu işte," diyerek Mitya'ya demirden bir fener bırakıp yatmaya gitti. Mitya kömür çarpmış sarhoşun başındaki ıslak bezleri değiştirerek yarım saat kadar uğraştı. Niyeti, sabaha kadar uyumamaktı, ama pek yorgun düşmüştü, bir an soluk almak için oturdu, gözlerini kapadı, nerdeyse farkına varmadan kerevete uzandı, deliksiz bir uykuya daldı.
Sabah çok geç uyandı. Saat dokuz vardı herhalde. Kıvırcık saçlı mujik giyinik, sırtında kolsuz bir hırka, kerevette oturuyordu. Önünde yeni bir semaverle yeni bir votka şişesi vardı; dünkü bitmiş, yeni şişenin de yarıdan fazlası içilmişti.
Mitya yattığı kerevetten fırladı, uğursuz herifin gene sarhoş, hem zilzurna sarhoş olduğunu o anda anladı. Uyanır uyanmaz gözleri ona takılmış, öylece kalakalmıştı. Adam sinsi, aşağılayıcı bir sessizlikle süzüyordu onu. Hatta Mitya'nın da hissettiği gibi küçümser bir kibirle bakıyordu. Yanına koştu,
— Müsaade ederseniz... şey... ben, belki şu kulübedeki orman bekçisinden duymuşsunuzdur: ben, teğmen Dmitri Karamazov; koruluğu satın almak istediğiniz ihtiyar Karamazov'un oğluyum.
— Yalan söylüyorsun sen! diye sakin, tok bir sesle kesti mujik.
— Ne yalanı? Fyodor Pavloviç'i tanıyor musunuz?
Adam dilini ağır ağır oynatarak,
— Fyodor Pavloviç dediğin adamı da tanımam, dedi.
— Korusunu satın alacakmışsınız, koruyu; uyansanıza, kendinize gelin artık! Beni buraya papaz Pavel İlyinski getirdi... Siz Samsonov'a yazmışsınız, o da beni size yolladı...
Mitya tıkanacaktı nerdeyse.
Lyagavıy gene,
— Yalan! diye kesti.
Mitya'nın dizlerinde derman kalmadı.
— Rica ederim, şaka değil bu. Belki içkilisiniz. Ama gene de konuşacak, anlayabilecek haldesiniz... yoksa... yoksa... ben de şaşırdım artık!
— Sen bir boyacısın!
— İnsaf edin, ben Karamazov'um, Dmitri Karamazov; size bir teklifim var... kârlı... çok kârlı... koru hakkında bir teklif...
Adam sakalını azametle sıvazlıyordu.
— Yo, sen anlaşma yaptın, ama namussuz çıktın. Namussuzsun!
— Sizi temin ederim ki yanılıyorsunuz!
Mitya üzüntü içinde ellerini ovuşturuyordu. Sakalını sıvazlamaya devam eden mujik birdenbire kurnazca göz kırptı:
— Dur, sen bana şunu göstersene: göstersene dalavere yapmaya izin veren kanunu... göster bakayım! Duydun mu, namussuzsun sen, anlıyor musun?
Mitya kaşlarını çatarak geriledi. Birdenbire, sonradan kendi söyleyişiyle, "kafasına dank etti". Bir anda zihni açıldı, "İçimde bir ışık parladı, gerçeği o anda görüverdim..." Olduğu yerde taş kesilmiş duruyordu. Ne de olsa aklı başında bir adam olduğu halde, nasıl da böyle bir saçmalığa kapılmış, böyle maceraya atılarak hemen hemen yirmi dört saattir herifin başını ıslatmaya varana kadar Lyagavıy'la uğraşmıştı. Adam sarhoş, körkütük sarhoştu, daha da bir hafta içecekti; beklemenin ne anlamı vardı! "Ya o Samsonov beni buraya mahsus yolladıysa?.. Ya Gruşenka orada... Aman Yarabbim, ne yaptım ben!.."
Herif oturduğu yerden Mitya'ya bakarak gülüyordu. Başka bir durumda Mitya belki köpürüp vururdu bu ahmağı, ama şimdi çocuk gibi halsizleşmişti. Cebinden bir elli kapiklik çıkarıp yatak, mum, hizmet parası olarak masaya bıraktı. Kulübeden çıkınca etrafında çepeçevre ormanı gördü. Gelişigüzel yürüdü; hatta kulübeden sağa mı, sola mı dönmek gerektiğini bile bilemiyordu, dün gece papazla gelirken yolu fark etmemişti. İçinde kimseye, hatta Samsonov'a karşı bile kin yoktu. Dar orman yolunda düşüncesiz, şaşkın, aklını yitirmiş gibi, nereye gittiğini umursamadan yürüyordu. Ruhça, vücutça öyle halsizleşmişti ki, karşısına bir çocuk çıksa yıkabilirdi onu... Ormandan güçbela çıkabildi. Hasattan sonra çıplanmış tarlalar önünde göz alabildiğine uzuyordu. Mitya boyuna yürüyor, "Nereye baksan hep keder, hep ölüm!" diye tekrarlıyordu.
Yolda arabasıyla giden ihtiyar bir tüccar rastladı ona. Araba yaklaşınca Mitya yolu sordu; onlar da Volovya istasyonuna gidiyordu. Konuşmaya başladılar. Sonunda Mitya'yı da yanlarına aldılar. Üç saat sonra istasyona vardılar. Mitya, şehre gitmek için bir araba tuttu, sonra birdenbire müthiş acıktığını hissetti. Araba koşulurken ona bir omlet hazırladılar. Mitya hemen mideye indirdi, koca bir dilim ekmekle bulup getirdikleri sucuğu yedi, üç kadeh votka içti. Karnını doyurduktan sonra canlandı, içi açıldı. Yolda uçarcasına gidiyor, arabacıyı boyuna daha hızlı sürmesi için kışkırtıyordu. O sırada kafasında, o uğursuz parayı hemen o gün akşama kadar bulmak için yeni, "yüzde yüz sağlam" bir plan doğdu. Küçümser bir tavırla, "Şu üç bin ruble yüzünden bir insan mahvoluyor!" diye söyleniyordu. "Hemen bugün halledeceğim bu işi!"
Gruşenka'nın başına bir şey gelmesi ihtimalini kafasından koparıp atabilse, Mitya belki gene eskisi gibi neşeli olabilecekti. Ama Gruşenka'yı kafasından silip atamıyordu. Sonunda şehre vardılar. Mitya arabadan iner inmez Gruşenka'ya koştu.
III
Altın Madeni
Bu, Gruşenka'nın Rakitin'e büyük korku içinde sözünü ettiği ziyaretti. Beklediği haberi getirecek postacıyı gözlerken Mitya'nın ne o gün, ne de bir gün önce gelmemiş olmasına seviniyor, kendisi gidene kadar da gelmeyeceğini umuyordu; oysa Mitya ansızın ortaya çıkıvermişti. Ondan sonrasını biliyoruz: başından savmak için Gruşenka o gece "para saymak" bahanesiyle Kuzma Samsonov'un evine gitmek zorunda olduğunu söylemiş, Mitya'yı onu Samsonov'un evine kadar götürmeye kandırmıştı. Kapıda, ayrılırken, on ikiye doğru onu almaya gelmesini sıkı sıkı tembih etmişti. Gruşenka'nın bu tertibi Mitya'nın da işine geldi: "Kuzma'da kalırsa Fyodor Pavloviç'e gitmez..." diye düşündü. Hemen ardından, "Tabii söyledikleri yalan değilse," diye ekledi. Ama onun görüşüne göre Gruşenka yalan söylemiyordu. Mitya'nın garip bir kıskançlığı vardı: sevdiği kadından ayrı iken başına neler gelebileceğine, onu nasıl "aldattığına" ilişkin bir yığın kötü ihtimal düşünürdü. Yanına ihanetinden emin olarak, sarsılmış, bitkin halde koşar, ama gülen, neşeli, sevecenlik dolu yüzünü görür görmez yeniden dirilir, bütün kuşkularından sıyrılarak, sevinçli bir pişmanlıkla kendi kendini kıskançlığı yüzünden azarlardı.
Gruşenka'yı geçirdikten sonra eve koştu. Ah o gün yapılacak öyle çok işi vardı ki! Ama hiç olmazsa içi rahatlamıştı. Bir aralık içinden, "Smerdyakov'dan, dün gece Fyodor Pavloviç'e gelip gelmediğini bir an önce sorayım; olur mu olur!.." diye geçti. Böylece daha eve varmadan kıskançlık yeniden huzur bilmez kalbini kemirmeye başladı.
Kıskançlık! "Othello kıskanç değil, karşısındakine inanan bir adam," diyor Puşkin. Yalnız bu sözler büyük şairimizin zekâsındaki olağanüstü derinliği göstermeye yeter. Othello'nun ruhu ezgin, ideali mahvolduğu için hayat görüşü alaboradır. Gene de o gizli gizli casusluğa, gözetlemeye kalkışmaz; içi inanç doludur onun. Aksine, ihanete inandırabilmek için, onu büyük bir zorlukla sürüklemek, itmek, körüklemek gerekir. Gerçek kıskanç öyle değildir. Kıskanç adamın en ufak vicdan azabı duymadan manen ne kadar düşebileceğini, ne türlü adiliklerle bağdaşabileceğini düşünmek bile güçtür. Hem de adi, kirli ruhlu olmaktan gelmez bu... Tam tersine, temiz, özverili bir sevgiyle dolu gönlü yüce insanlardır. Gene de kapıdan dinlemeleri, en namussuz gözcülere para yedirerek casusluğu olanca çamuruyla kabullenmeleri mümkündür. Othello'nun kötülük bilmeyen, çocuk gibi saf bir ruhu vardı; saftı ama, ihanete dayanamıyordu; bağışlayamıyor değil, dayanamıyordu. Gerçek kıskanç ise bambaşkadır; onun nelere katlanıp sineye çekeceği ve bağışlayabileceği güç kestirilir. Herkesten çabuk bağışlayan kıskanç kimseler ve kadınlar iyi bilir bunu... Bir kıskanç (tabii kıyameti kopardıktan sonra) aşağı yukarı kanıtlanmış bir ihaneti —mesela, gözüyle gördüğü kucaklaşma ya da öpüşmeleri— bağışlayabilir, elinden gelir bu. Yeter ki o sırada bu ihanetin "son defa" olduğuna, rakibinin hemen o anda dünyanın öbür ucuna gideceğine ya da kendisinin sevgilisini korkunç rakibin ulaşamayacağı bir yere kaçıracağına inanabilsin. Şüphesiz, barışma bir saatten fazla sürecek değildir, çünkü rakibi gerçekten o anda yok olsa bile ertesi gün yerine yenisini icat eder, sevgilisini ondan kıskanmaya başlar. Oysa sürekli denetleme ve gözetlemeyle hangi aşk yürütülebilir? Azılı bir kıskanç bunu bir türlü anlayamaz; bir yandan da aralarında gerçekten yüce duygulu insanlara rastlanır. Dikkate değer bir bakım da, yüce duygulu bu insanların bir kovuğa sinerek casusluk ederken, kapıdan dinlerken gönüllü olarak daldıkları bütün kepazeliğin açıkça farkında olmalarıdır. Gene de, hiç değilse sindikleri kovuktayken asla vicdan azabı duymazlar. Mitya'nın Gruşenka'yı görünce kıskançlığı yok oluveriyordu, bir an için şüphelerinden sıyrılıp bir soyluluk kazanıyor, hatta kötü duyguları yüzünden kendini aşağılıyordu. Bundan anlaşılıyor ki, Mitya'nın bu kadına olan aşkında, kendisinin tahmin ettiği gibi sadece bir şehvet, Alyoşa'ya sözünü ettiği vücut çizgilerinin kıvrımları değil, daha yüksek bir yan vardı. Ama Gruşenka uzaklaşır uzaklaşmaz kadını hemen çeşitli adiliklerle, ihanetin bütün alçaklıklarıyla suçlamaya başlardı. Bunu yaparken en ufak bir vicdan azabı duymuyordu.
Bu defa da kıskançlık içini yakıyordu. Ne olursa olsun çabuk davranmalıydı. İlkin az da olsa bir miktar ödünç para bulması gerekiyordu. Dünkü dokuz rublenin hemen hemen tamamını yola harcamıştı. Mitya yeni planını kurarken borç parayı nereden bulacağını daha arabada tasarlamıştı. Fişekleriyle beraber çok güzel bir çift düello tabancası vardı; eşyası içinde en çok bunları sevdiği için şimdiye kadar satmamıştı.
"Başkent" lokantasında epey önce genç bir memurla tanışmıştı. Lokantadakilerden, bekâr ve hali vakti yerinde olan memurun silah delisi olduğunu, piştov, tabanca, kama satın alıp evinin duvarlarına astığını, övünerek dostlarına gösterdiğini, her silahın mekanizmasını, kullanılışını anlattığını duymuştu. Mitya uzun boylu düşünmeden memura gitti, tabancalarını on rublle karşılığında rehin bırakmayı önerdi. Memur pek sevindi, tabancaları ona temelli satması için kandırmaya uğraştı, ama Mitya razı olmadı. Adam on rubleyi verirken hiç faiz almayacağını söyledi. Dostça ayrıldılar. Mitya acele ediyordu. Fyodor Pavloviç'in arka bahçedeki kameriyesine koştu, bir an önce Smerdyakov'u çağıracaktı. Ama bu sırada şöyle bir şey oldu: çok daha sonra söz açılacak bir olaydan üç dört saat önce Mitya'da metelik yok iken, en sevdiği eşyasını on ruble karşılığında rehine bırakırken üç saat sonra eline birdenbire binler geçti... Ama henüz bunları anlatmanın sırası gelmedi.
Fyodor Pavloviç'in komşusu Marya Kondratyevna'dan Smerdyakov'un hastalığı hakkında aldığı haber Mitya'yı şaşırttı, kuşkulandırdı. Smerdyakov'un sara nöbeti geçirerek bodruma düşüşünün hikâyesini, doktorun gelişiyle Fyodor Pavloviç'in gösterdiği ilgiyi öğrendi. Ayrıca kardeşi İvan Fyodoroviç'in daha sabahtan Moskova'ya gidişini merakla dinledi. "Volovya'dan, benden önce geçmiş olmalı..." diye düşündü. Hepsi bir yana, Dmitri Fyodoroviç, Smerdyakov bakımından fena halde meraklanıyordu: "Gözcülüğü kim edecek, kim haber ulaştıracak bana?.."
Kadınları soru yağmuruna tuttu. Mitya'nın neyi öğrenmek istediğini çok iyi bilen kadınlar onu iyice inandırdılar: İvan Fyodoroviç geceyi babasının evinde geçirmişti. "Her şey yerli yerindeydi." Mitya düşünceye daldı. Şüphesiz bugün de hiçbir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyordu, ama ne yapmalı, burayı mı, yoksa Samsonov'un kapısını mı kollamalıydı? Sonunda, duruma göre hem burayı, hem orayı idare etmeye karar verdi. Ama şimdi, şimdi?.. Az önce arabada tasarladığı, yepyeni, güvenli ve vazgeçmesi olanaksız "plan"ın zamanı gelmişti. Mitya bu işe bir saat ayırmaya kararlıydı. "Bir saatte her şeyi halleder, tamamlarım. İlkin Samsonov'a gidip Gruşenka'nın orada olup olmadığını sorarım. Sonra bir koşu buraya döner, on bire kadar kalırım, ardından onu eve götürmek için bir daha Samsonov'a giderim." Mitya'nın kararı buydu.
Eve koştu, yıkandı, tarandı, elbisesini fırçalayarak giyindi, Bayan Hohlakova'ya gitti. Kurduğu "plan" onunla ilgiliydi. Mitya üç bin rubleyi bu kadından ödünç istemeyi tasarlamıştı. İçinde, birdenbire, Bayan Hohlakova'nın onu geri çevirmeyeceğine dair kesin bir inanç doğmuştu. Hatta belki kendilerine başvurmadan önce Mitya'nın, Samsonov gibi her bakımdan yabancı, konuşma tarzı bile değişik bu adama gitmesine şaşıracaktı. Yalnız bir mesele vardı: son ayda Mitya ile Bayan Hohlakova arasındaki ahbaplık hemen hemen kesilmiş gibiydi. Zaten daha önce de uzun boylu görüştükleri yoktu, hatta Mitya, Bayan Hohlakova'nın ondan nefret ettiğini çok iyi bilirdi. Ona baştan beri ifrit kesilmesinin tek nedeni Mitya'nın Katerina İvanovna'nın nişanlısı olmasıydı: Bayan Hohlakova, nedense, Katerina İvanovna'nın Mitya'yı bırakıp "sevimli, aydın, kibar" İvan Fyodoroviç'le evlenmesini istiyordu. Mitya'nın davranışlarından nefret ederdi. Mitya da onu alaya alırdı; hatta bir keresinde, bu bayanın pek hareketli, pek çekici, ama o kadar da cahil olduğunu söyledi. Az önce yolda aklına gelen parlak fikir de buna dayanıyordu: "Benim Katerina İvanovna ile evlenmemi bu kadar istemediğine göre (ölesiye istemediğini biliyordu), Katya'dan ayrılıp buradan temelli uzaklaşmamı sağlayacak üç bin rubleyi neden vermemezlik etsin? Şu yüksek sosyete kadınları kaprislerini yerine getirmek için hiçbir şeyi esirgemezler, yeter ki diledikleri olsun. Üstelik Hohlakova hayli zengin de..." diye düşünüyordu Mitya. "Planın öncekinden farkı yoktu; Çermyaşnaya üzerindeki haklarını devretmeyi önerecekti. Yalnız bu defa, dün Samsonov'a yaptığı gibi ticari yoldan yürümeyecek, hanımefendiyi üç yerine altı yedi bin ruble alabileceği şeklinde kâr ihtimalleriyle imrendirmeye kalkışmayacaktı. Bu miktarı kibarca, borcunun güvencesi olarak ileri sürecekti. Mitya bu yeni fikrini geliştirirken iyice coşuyordu. Ama ona bu hal bütün yeni girişimlerinde, ani kararlarında gelirdi. Kendini her yeni fikre nerdeyse tutkuyla kaptırırdı. Gene de Bayan Hohlakova'nın evinin önüne gelince birdenbire sırtının ürperdiğini hissetti. O anda tam matematik bir kesinlikle, denemenin son umut kapısı olduğunu, bunu da başaramazsa "üç bin ruble uğruna birisinin canına kıyıp hırsızlık etmekten başka çare kalmadığını" anlayıverdi... Kapının zilini çaldığı zaman saat yedi buçuktu.
Baştan talih güleryüz gösterir gibi oldu: gelişi haber verilir verilmez içeri alındı. "Sanki bekliyormuş beni..." diye geçti Mitya'nın aklından. Salona girince ev sahibi koşar adımlarla içeri daldı, pattadak, onu beklediğini müjdeledi:
— Bekliyordum sizi, bekliyordum!.. Bana geleceğiniz nereden aklıma gelebilirdi dersiniz; gene de bekliyordum! Bendeki önseziye bakın, Dmitri Fyodoroviç! Bugün sabahtan beri geleceğinize emindim!
Koltuğa beceriksizce yerleşen Mitya,
— Gerçekten şaşılacak şey bu, hanımefendi, dedi. Ama ben önemli... son derece... benim için, yani yalnız benim için önemli bir iş için geldim hanımefendi; çok da acelem var:
— İşinizin önemini biliyorum, Dmitri Fyodoroviç, bunu da ne önseziye veriyorum, ne de mucizeye bel bağlamak gibi bir gerilik hevesim var. (Staretz Zosima hakkındakileri duydunuz, değil mi?) Bu, iki kere ikinin dört ettiği kadar açık bir hesap: Katerina İvanovna ile olanlardan sonra gelmezlik edemezdiniz; iki kere iki dört bu!
— Hayatın gerçekleri bunlar, hanımefendi, izninizle durumu anlatayım...
— Evet Dmitri Fyodoroviç, hayatın gerçeği; dediğiniz gibi... Ben de gerçeğe döndüm artık, mucizelerden ağzım yandı da... Staretz Zosima'nın ölümünü duydunuz mu?
— Hayır efendim, ilk defa sizden işitiyorum.
Mitya biraz şaşırmıştı. Aklından Alyoşa geçti.
— Bu gece öldü. Hem düşünün...
— Hanımefendi, diye sözünü kesti Mitya; şu anda son derece zor durumda olduğumdan başka şey düşünemiyorum. Bana yardım etmezseniz her şey yıkılacak, ben de... Kusura bakmayın, beylik laflar bunlar, ama emin olun, ateşler içinde yanıyorum.
— Biliyorum, ateşler içinde yandığınızı biliyorum, hepsini biliyorum. Başka türlü olamaz zaten. Bana ne diyeceğinizi, her sözünüzü baştan biliyorum. Kaderinizle çoktandır ilgileniyorum Dmitri Fyodoroviç, sizi kolluyorum, inceliyorum... İnanın bana, tecrübeli bir ruh doktoruyum, Dmitri Fyodoroviç.
— Sizin tecrübeli bir doktor olduğunuz kadar ben de tecrübeli bir hastayım, hanımefendi. Kaderimle bu kadar ilgileniyorsanız onu mahvolmaktan kurtaracağınızı içim söylüyor. Buraya niçin geldiğimi, planımı ve sizden ne umduğumu açıklamama izin verin, hanımefendi. Buraya gelişim...
— Anlatmayın, önemsiz şeyler bunlar. Yardıma gelince; siz yardım ettiğim ilk insan değilsiniz, Dmitri Fyodoroviç. Kuzinim Belmesova'yı duydunuz herhalde; kocası mahvolmak üzereydi; sizin o tipik deyiminizle, yıkılmıştı, Dmitri Fyodoroviç. Atçılık yapmasını söyledim ona; şimdi görmeyin, işi geliştikçe gelişti, ne dersiniz buna? Siz atçılıktan anlar mısınız, Dmitri Fyodoroviç?
Mitya, sinirli bir sabırsızlıkla,
— Zerre kadar anlamam hanımefendi, zerre kadar! diye bağırdı ve yerinden fırladı. Yalvarırım, birazcık beni dinleyin, hanımefendi. Buraya gelişimin nedenini açıklamam için sadece iki dakikacık rahatça konuşmama izin verin! Zaten zamanım dar, son derece de telaşlıyım!.. diye sinirli bir tavırla bağırdı Mitya. Hohlakova'nın yeniden konuşmaya başlayacağını hissederek onu bastırmak için,
— Keder içindeyim! diye bağırdı. Kederim beni sizden üç bin ruble isteyecek hale getirdi hanımefendi. Ama bu parayı güvenilir bir rehine karşılık istiyorum. Yalnız anlatmama izin verin de...
Bayan Hohlakova elini salladı:
— Sonra anlatırsınız, sonra... Zaten dedim ya, ne söyleyeceğinizi biliyorum. Bir miktar para istiyorsunuz benden; üç bine ihtiyacınız var. Size daha çoğunu, çok daha fazlasım vereceğim Dmitri Fyodoroviç, kurtaracağım sizi, ama beni dinlemeniz şart.
Mitya gene yerinden fırladı, içten duygulanarak,
— Ne kadar iyi kalplisiniz, hanımefendi! diye bağırdı. Kurtardınız beni! Bir adamı intihardan, kafasına kurşun sıkmaktan kurtarıyorsunuz, hanımefendi... Ölünceye kadar unutmayacağım!
Mitya'nın taşkın sevincini ışıltılı bir gülümsemeyle seyreden Bayan Hohlakova,
— Size üç binden daha çok, sayılamayacak kadar çok vereceğim! dedi.
— Sayılamayacak kadar mı?.. O kadarına gerek yok, sadece şu uğursuz üç bine ihtiyacım var. Bu parayı şükranlarımla alırken karşılık göstereceğim tabii... İzninizle size planımı anlatayım...
Bayan Hohlakova, iyilik sevenlerin temiz sevinciyle sözünü kesti:
— İstemez Dmitri Fyodoroviç, sözüm söz. Sizi kurtarmaya söz verdim, bunu yerine getireceğim. Belmesov gibi sizi de kurtaracağım. Altın madenleri hakkında ne düşünürsünüz, Dmitri Fyodoroviç?
— Altın madeni mi? Aklımdan bile geçirmedim, hanımefendi.
— Ama ben sizin için düşündüm. Tam bir aydır bu gözle inceliyorum sizi. Her görüşümde, "İşte altın arayıcı olacak enerjik bir adam!" diye düşünüyorum. Yürüyüşünüz, bende, çok altın bulacağınız inancını büsbütün artırdı.
— Yürüyüşüm mü? diye gülümsedi Mitya.
— Yürüyüşünüz ya, tabii... Yürüyüşten insanın kişiliğini anlamanın mümkün olduğunu kabul etmez misiniz, Dmitri Fyodoroviç? Bilim bakımından bile kabul edilmiştir. Ya, benim de gözüm açıldı, Dmitri Fyodoroviç. Bugünden başlayarak, beni bu kadar üzen şu manastır olayından sonra tam bir gerçekçi oldum. Bir iş tutmak istiyorum. Turgenyev'in dediği gibi: Yeter!
— Peki, ama bana lütfen vaat ettiğiniz üç bin...
— Kaçmıyor ya para! diye kesti Bayan Hohlakova. Üç bini cebinizde bilin. Hem sadece üç bin değil, üç milyon, Dmitri Fyodoroviç; en kısa zamanda!.. Size amacınızı söyleyeyim: altın madenlerini bulup milyonlar kazanarak dönecek, bir toplum yöneticisi olacaksınız. Bizlere iyiye giden yolu gösterirsiniz. Her şeyi Yahudilerin eline bırakacak değiliz ya! Binalar yaptırıp şirketler kurarsınız. Yardım ettiğiniz yoksullar sizi dualarında anarlar. Çağımız, demiryolu çağı Dmitri Fyodoroviç. Ünlü olacaksınız, sıkıntı çeken Maliye Bakanlığımızın size ihtiyacı olacak. Rublemizin düşmesi uykumu kaçırdı, Dmitri Fyodoroviç; bu yönden beni az tanırlar ama...
Dmitri Fyodoroviç, Bayan Hohlakova'nın sözünü,
— Hanımefendi, diye garip bir kuşkuyla yeniden kesti, öğüdünüz gerçekten çok akıllıca... Yerine getirmeye çalışacağım, hanımefendi; belki oraya... şu şey... altın madenlerine giderim belki... Bundan söz açmak için tekrar... hatta birçok defa gelirim size. Ama şimdi lütfen vaat ettiğiniz şu üç bini... Ah, beni bu kurtaracak; hem mümkünse hemen bugün olmalı! Kaybedecek hiç vaktim olmadığını anlatmak istiyorum, bir saat bile...
Bayan Hohlakova, ısrarla,
— Yeter Dmitri Fyodoroviç, yeter! diye sözünü kesti. Mesele, altın madenlerine gidip gitmemenizde; karar verdiniz mi, vermediniz mi, açık söyleyin!
— Giderim hanımefendi, ama sonra... İstediğiniz yere giderim hanımefendi... Fakat şimdi...
— Durun öyleyse! diye bağırdı Hohlakova; yerinden fırlayarak muhteşem bürosuna koştu. Sayısız çekmecelerini acele acele açarak bir şeyler aramaya koyuldu.
Mitya'nın yüreği hızla çarpıyordu. "Üç bin..." diye düşündü. "Hemen, makbuza, şarta şurta gerek görmeden... Kibar davrandı doğrusu! Yaman kadın, çenesi bu kadar düşük olmasa..."
Bayan Hohlakova,
— İşte! diye sevinçli bir haykırışla Mitya'ya döndü. Bunu arıyordum!
Boyunda haçla birlikte taşınan, kordona takılmış minnacık gümüş bir ikon çıkardı. Huşu içinde,
— Kiev'den bu, Dmitri Fyodoroviç, diye devam etti. Çilekeş Varvara'nın türbesinden... Müsaade edin, boynunuza takayım. Bununla sizi yeni hayata, yeni kahramanlıklara uğurlamış olayım...
Bayan Hohlakova gerçekten ikoncuğun kordonunu Mitya'nın boynuna geçirdi, koynuna sokmaya uğraştı. Mitya, son derece mahcup, eğilmiş, ona yardıma çalışıyordu. Sonunda ikoncuğu kravatıyla gömleğinin yakası altından koynuna soktu.
Bayan Hohlakova zafer kazanmış bir edayla yerine geçti.
— Şimdi gidebilirsiniz, dedi.
— Çok duygulandım, hanımefendi. Bu ilginiz için nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Ama şu sırada vaktimin ne kadar değerli olduğunu bilseniz!.. Sizden sabırsızlıkla beklediğim o para... (Mitya ansızın coştu.) Hanımefendi, mademki bana bu kadar iyi, içten davrandınız, size açılmama izin verin! Hoş bunu çoktandır biliyorsunuz ya!.. Burada birisini seviyorum ben... Katya'ya ihanet ettim... Katerina İvanovna'ya demek istiyorum... Evet, ona karşı insafsız, şerefsiz davrandım, ama burada başkasını... belki hor gördüğünüz —çünkü her şeyi biliyorsunuz artık— o kadını seviyorum, bırakamayacağım da onu, asla! Bunun için üç bini...
Bayan Hohlakova,
— Bırakın bunları Dmitri Fyodoroviç, diye son derece kararlı bir sesle kesti. Kadın sözü etmeyin şimdi. Amacınız, altın madenleri; kadınları oraya götürmeye gerek yok. İlerde, zengin, ünlü biri olarak dönünce hayat arkadaşınızı yüksek çevrenin insanları arasından seçeceksiniz. Zamanımıza uygun, bilgili, kör inançları olmayan bir genç kız olacak... Kadınlığımızın yeni yeni başlayan kalkınma atılımı da o zaman kadar meyvesini verecek, yepyeni bir kadın doğacak...
Dmitri Fyodoroviç yalvararak ellerini bitiştirdi:
— O değil hanımefendi, o değil...
— Odur, Dmitri Fyodoroviç; size lazım olan, bilmeyerek peşinde olduğunuz şey odur. Ben de bugünkü kadın davalarını benimsedim, Dmitri Fyodoroviç. Kadınların manevi bakımdan gelişmeleri, hatta yakın gelecekte siyaset alanında söz sahibi olmaları idealimdir. Bir kızım var, Dmitri Fyodoroviç; benim bu taraflarımı az bilirler. Bu konuda yazar Sçedrin'e bir mektup gönderdim. Yazardan, hayatta kadının rolü üzerine öyle çok şey öğrendim ki, ona adımı vermeden iki satırlık bir mektup yazmaktan kendimi alamadım: "Çağdaş kadın adına sizi kucaklar, öperim sevgili yazarım. Devam edin." "Bir anne" diye imzaladım. "Çağdaş anne" diyecektim ama sadece "Anne"de karar kıldım: bunda daha bir manevi güzellik var. Hem "çağdaş" kelimesi onlara Sovremennik'i hatırlatacaktı. Bugünkü sansür yüzünden acı bir hatırlatma olurdu bu... Aman Yarabbim, ne oluyorsunuz, Dmitri Fyodoroviç?
Mitya yerinden fırlayarak sonsuz bir yalvarışla ellerini Bayan Hohlakova'ya uzattı:
— Hanımefendi, büyük bir cömertlikle yaptığınız vaadi yerine getirmekte gecikirseniz ağlatırsınız beni!..
— Ağlayın Dmitri Fyodoroviç, ağlayın. İyi duygulardır bunlar... Önünüzde öyle bir yol var ki! Gözyaşı ferahlatır sizi; dönünce de bol bol sevinirsiniz... Sevincinizi benimle paylaşmak için Sibirya'dan koşa koşa gelirsiniz...
— Rica ederim bırakın da biraz da ben konuşayım, diye olanca sesiyle birdenbire haykırdı Mitya. Son defa yalvarıyorum size, söz verdiğiniz parayı bugün alabilecek miyim, alamayacak mıyım? Bugün mümkün değilse, ne zaman gelip alayım?
— Ne parası, Dmitri Fyodoroviç?
— Söz verdiğiniz üç bin ruble... Bana lütfen söz verdiğiniz...
— Üç bin mi... Üç bin ruble mi?.. Üç bin rublem yok ki benim...
Bayan Hohlakova bunu sakin bir hayretle söyledi. Mitya nerdeyse bayılacaktı:
— Ama nasıl olur... hani demin... dediniz ki... Cebimde bileyim demediniz mi?..
— Yoo, siz beni yanlış anladınız, Dmitri Fyodoroviç. Yanlış anladınız öyleyse. Ben altın madenlerini kastediyordum. Gerçi size bundan daha çok, üç binden çok daha fazla vaat etmiştim, bunu hatırlıyorum, ama ben sadece altın madenlerini kastediyordum.
— Ya para? Üç bin ruble?.. diye şaşkınlıkla bağırdı Dmitri Fyodoroviç.
— Oo, siz bundan bir para alacağınız anlamını çıkardınızsa, yanılmışsınız Dmitri Fyodoroviç. Şu sıralar hiç param yok. Kâhyamla son zamanlarda bu yüzden dövüşüp duruyoruz. Hatta birkaç gün önce Miusov'dan beş yüz ruble ödünç aldım. Yo yo, param yok. Hem biliyor musunuz, Dmitri Fyodoroviç, param olsa da vermezdim size. İlkin, kimseye ödünç para vermek âdetim değildir. Borç verdiğin adamı dostluktan silmek gerek. Size, özellikle sizi sevdiğim, kurtarmak istediğim için vermezdim. Sizin için tek kurtuluş yolu madendir; maden, yalnızca maden!
Mitya köpürerek,
— Cehennemin dibine!.. diye haykırdı, olanca gücüyle yumruğunu masaya indirdi.
Hohlakova korkuyla,
— Ay, ayy!.. diye bir çığlık atarak kendini salonun öbür ucuna attı.
Mitya yere tükürerek hızlı adımlarla odadan, sonra da evden çıktı, sokağa, karanlığa daldı. Çılgınlar gibi yürüyor, göğsünü yumrukluyordu. İki gün önce Alyoşa ile gece karanlığında son buluşmasında yaptığı gibi, aynı yeri yumrukluyordu. Göğsünün orasına vurmasının anlamı neydi, bununla ne kastediyordu? Henüz kimsenin bilmediği, o gün Alyoşa'ya bile açmadığı bir sırdı bu. Kararını vermişti: Katerina İvanovna'ya ödeyeceği üç bini bulamazsa, göğsünün orasında taşıdığı vicdanını ezen ayıptan kurtulamazsa intihar edecekti. İlerde bunlar okuyucu için tamamen açıklanacaktır. Dmitri, o güçlü kuvvetli adam son umudunu da kaybedince, Hohlakova'nın evinden birkaç adım uzaklaşır uzaklaşmaz çocuk gibi ağlamaya başladı. Hem ağlıyor, hem dalgın dalgın yumruğuyla gözyaşlarını siliyordu. Böylece şehir meydanına çıktı ve birdenbire bütün vücuduyla bir şeye çarptığını hissetti. Bir kocakarıyı az kalsın yere deviriyordu. Kadın,
— Aman Yarabbi, öldürüyordun beni nerdeyse!.. diye çığlığı bastı, önüne baksana serseri!
Kocakarıyı karanlıkta fark eden Mitya,
— Ay siz misiniz? diye bağırdı.
Bu, dün Kuzma Samsonov'un evinde Mitya'nın dikkatini çeken ihtiyar hizmetçiydi.
Kadıncağız sesini değiştirerek,
— Kimsiniz beyim? dedi. Karanlıkta tanıyamadım.
— Kuzma Kuzmiç'in hizmetindesiniz, değil mi?
— Evet, efendim. Bir koşu Prohorıç'a kadar gittim... Sizi hâlâ tanıyamadım beyim...
— Bana baksana anacığım, Agrafena Aleksandrovna sizde mi? diye sabırsızlıkla atıldı Mitya. Demin evinize kadar getirmiştim onu.
— Bizdeydi beyim; geldi, az oturdu gitti.
— Ne, gitti mi?.. diye bağırdı Mitya. Ne zaman gitti?
— Gelmesiyle gitmesi bir oldu. Bir dakika ya oturdu ya oturmadı. Kuzma Kuzmiç'e bir şeyler anlattı, güldürdü, sonra da kaçtı.
Mitya,
— Yalan söylüyorsun, pis karı! diye haykırdı.
Kocakarı "Amaniiin!" diye çığlığı bastı, ama Mitya'nın yerinde yeller esiyordu artık. Bacaklarının olanca gücüyle Morozova'nın evine koşuyordu. Bunlar tam Gruşenka Mokroye'ye gittiği sırada oluyordu. Yola çıkışından bir saat sonra "yüzbaşı" içeri daldığı zaman Fenya, büyük annesi aşçı Matriyona ile mutfakta oturuyordu. Fenya onu görür görmez çığlığını tutamadı.
— Bağırma! diye haykırdı Mitya. Nerede o?
Sonra, korkudan dili tutulan Fenya'nın karşılık vermesine vakit bırakmadan ayaklarına kapandı.
— Fenya, peygamberimiz İsa aşkına söyle, nerede o, nerede?
Fenya,
— Vallahi bir şey bildiğim yok, Dmitri Fyodoroviç; buradan sağ çıkmayayım... diye yeminler yağdırmaya başladı. Beraber çıktınız buradan...
— Geri gelmiş!
— Gelmedi anam babam, vallahi billahi gelmedi!
— Yalan! Korkudan saklıyorsun, ama ben biliyorum nerede olduğunu!..
Dışarı fırladı. Fena halde korkan Fenya ucuz atlattığına sevinmişti. Mitya'nın onunla uğraşacak vakti yoktu, yoksa görürdü gününü!.. Genç Karamazov koşarak uzaklaşırken Fenya ile Matriyona'yı ağızları şaşkınlıktan açık bıraktı. Mutfak masasında pirinçten bir havan, içinde de ufak bir havaneli vardı; Mitya dışarı fırlarken bir eliyle kapıyı açtı, öbürüyle, birdenbire, havanelini kaptı, yan cebine sokarak gözden kayboldu.
Fenya ellerini birbirine vurdu:
— Aman Tanrım, birisini vuracak o!
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro