Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Dördüncü Bölüm -8

III

Tıbbi Muayene ve Bir Kilo Fındık

Tıbbi muayene de sanığa büyük bir yarar sağlamamıştı. Zaten sonradan anlaşıldığına göre Fetükoviç de bundan çok bir şey beklemiyordu. Aslında bu Moskova'dan ünlü bir doktor getiren Katerina İvanovna'nın ısrarıyla yapılmıştı. Bu, savunmaya bir şey kaybettirmez, olsa olsa kazandırabilirdi. Doktorların her birinin apayrı bir şey söylemesi epey komik oldu. Bilirkişi heyeti, dışardan gelen ünlü doktor, bizim Doktor Herzenstube ve genç Doktor Varvinski'den kuruluydu. Son ikisi, ayrıca savcılığın isteğiyle tanık olarak da çağrılmıştı. İlk bilirkişi olarak Doktor Herzenstube ifade verdi.

Herzenstube yetmişlik, ak sakallı, dazlak, orta boylu, sağlam yapılı bir ihtiyardı. Bütün kasaba ona değer verir, sayardı. Dürüst bir hekim, iyi, dindar bir adamdı. Bize çok önceden gelip yerleşmişti, ağırbaşlı, vakurdu. İyi yürekli, insanseverdi; fakir hastalarla köylülere parasız bakar, kulübelerine gittiği zaman üstelik ilaç parası bırakırdı. Bununla beraber Herzenstube katır gibi inatçıydı. Kafasına bir şey koydu mu, taş çatlasa dönmezdi. Sırası gelmişken söyleyeyim ki, gelen ünlü doktor, bizde kaldığı iki üç gün içinde Doktor Herzenstube'nin yeteneği üzerine son derece incitici bazı sözler sarfetmişti. Moskovalı doktorun vizitesi yirmi beş rubleden aşağı değildi, ama bazı kimseler bu gelişi fırsat bilerek hemen koşmuşlardı ona. Tabii bütün bu hastaları o zamana kadar Doktor Herzenstube tedavi ediyordu. Yeni gelen doktor son derece sert bir şekilde eleştirdi onu. Hatta sonunda hastalarla,

— Herzenstube benzetti sizi böyle, değil mi? diye alay etmeye başladı.

Şüphesiz bunlar Herzenstube'nin kulağına gitti. Böylece üç doktor birbiri ardınca tanıklık ettiler. Doktor Herzenstube "Sanığın akli melekelerindeki anormalliğin meydanda olduğunu" açıkça söyledi. Bu konuda ve üzerinde durmadığım başka bazı düşüncelerini sıraladıktan sonra sanığın anormalliğinin yalnız geçmişteki hareketlerinden değil, şimdi, şu andaki davranışlarından bile anlaşılabileceğini ileri sürdü. Mitya'nın o andaki anormalliğinin nereden anlaşıldığı sorusuna ihtiyar doktor saf bir insanın olanca açıklığıyla, "Sanığın duruşma salonuna girerken duruma göre garip, olağanüstü bir hali vardı," diye karşılık verdi. "Asker gibi yürüyor, dik dik önüne bakıyordu. Oysa sola, bayan dinleyicilere doğru bakması gerekirdi. Kadınlara aşırı düşkünlüğü olan sanığın şu anda bayanların hakkında neler konuştuklarıyla ilgilenmesi lazımdı." İhtiyarcık bunları kendine has konuşma tarzıyla söylüyordu. Doktor Herzenstube her zaman ve seve seve Rusça konuşurdu, yalnız cümleleri, kuruluş bakımından tamamen Almancaydı. Ama buna aldırdığı yoktu; hatta Rusçasını ömrü boyunca örnek, "Ruslarınkinden daha da iyi bir konuşma" saymıştı. Rus atasözlerinin dünyanın en mükemmel, en anlamlı atasözleri olduğu iddiasıyla bunları bol bol kullanmaktan da hoşlanırdı. Bir de kendine göre bir huyu vardı: konuşurken dalgınlıktan mı ne, gayet iyi bildiği, en basit kelimeleri nedense birden unutuverirdi. Hoş bu durum Almanca konuşurken de başına gelirdi ya. O zaman bulamadığı kelimeyi yakalamak ister gibi elini yüzünün önünde sallamaya başlardı; çıkarana kadar da ne olursa olsun söze devam etmezdi. Sanığın duruşma salonuna girerken bayanlara bakması gerektiği hakkındaki sözleri salondakiler arasında cinaslı fısıldaşmalara yol açtı. Şehrin bayanları ihtiyar doktorumuzu çok severlerdi; ömrü boyunca bekâr yaşadığı halde dindar, temiz ahlaklı bir adamdı, kadınları yüce, ideal yaratıklar olarak görürdü. Bu yüzden sözleri hepsinin garibine gitti.

Moskova'dan gelen doktor da, sorulunca sert, kesin bir tavırla sanığın akli durumunu anormal, hatta son derece anormal bulduğunu söyledi. Cinayetlerde tehevvür ve sabit fikir üzerine uzun uzun, gayet ustaca konuştu. Topladığı bilgilere göre sanık tutuklanmasından birkaç gün önce şüphe götürmez bir tehevvür halindeydi. Suçu bilerek, fakat elinde olmadan, karşı koyamadığı bir iç kuvvetin etkisi altında işlemişti. Tehevvürün dışında doktor, sabit fikir üzerinde de duruyor, bunun ilerde sanığı deliliğe götürecek yolun başlangıcı olduğunu söylüyordu. (Nota bene: Doktorun tıbbi ve bilimsel dille açıklamalarını ben konuşma dilimize aktarıyorum.) "Hareketleri mantığa ve sağduyuya aykırıdır," diye devam etti doktor. "İşlediği suç ve bütün bu facia bir yana, daha evvelsi gün konuştuğumuz zaman garip, hareketsiz bir bakışı vardı. Yersiz, ani gülüşler... Nedeni anlaşılmayan sürekli bir hırçınlık... Bernard, törebilim gibi gereksiz, anlaşılmaz sözler..."

Doktor bu hallerin baş nedenini, sanığın kendini aldatılmış saydığı üç bin ruble konusunun onu fena halde öfkelendirmesinde buluyordu. Gerçekten başka aksiliklere, karşılaştığı diğer hallere pek aldırdığı yoktu. Yaptığı soruşturmalara göre sanık daha önce de, üç bin ruble konusunun her açılışında hiddetten kuduruyordu, oysa hakkında tanıklık edenlere göre çıkar gözetmeyen, paraya düşkünlüğü olmayan bir adamdı. Moskovalı doktor, sözünü bitirirken alaycı bir tavırla,

— Meslektaşımın, sanığın salona girerken, önüne değil de bayanlardan yana bakması gerektiği hakkında söylediklerine gelince: bunu sadece hafif değil, aynı zamanda kökünden yanlış bir düşünce sayıyorum. Sanığın, kaderinin belirleneceği duruşma salonuna girerken sabit bakışını önüne dikmemesi gerektiğinde onunla birleşiyorum. Bu durum gerçekten o andaki ruh halinin anormalliğini göstermektedir, öte yandan, sanığın sola, bayanlardan yana bakması gerekmediğine de kesin olarak inanmaktayım. Tam tersine, gözleri sağa, bütün umudunun bağlandığı avukatına yönelmeliydi.

Doktor kararlı, kesin bir şekilde konuşuyordu. Fakat iki bilim adamının düştüğü çelişmenin komikliği son olarak konuşan Doktor Varvinski'nin açıklamasıyla büsbütün ortaya çıktı. Varvinski'ye göre sanık şimdi de, bundan önce de tamamen normaldi. Gerçi tutuklanmadan önce çok sinirli, aşırı derecede heyecanlı bir haldeydi ama bunun kıskançlık, hiddet, devamlı sarhoşluk gibi belirli nedenleri vardı. Sanığın salona girerken sağa mı, sola mı bakacağı noktasına gelince: "acizane düşüncesine" göre, bakışı tam içeri girdiği andaki gibi, yani karşıya, kaderinin bağlı olduğu Mahkeme Başkanıyla diğer üyelere doğru çevrilmiş olmalıydı.

Varvinski "acizane sözlerini",

— Böylece, sanık karşıya bakarak o anda tamamen normal olduğunu ispat etmiştir, diye oldukça heyecanlı bir tavırla bitirdi.

Mitya oturduğu yerden,

— Aferin hekim efendi, tam söylediğin gibi! diye bağırdı. Mitya'yı susturdular, ama genç doktorun kanısı hem mahkeme, hem salondakiler üzerinde etki uyandırdı. Sonradan öğrendiğimize göre düşüncesi kabul edildi.

Tanık olarak ifadesine başvurulan Herzenstube'nin söyledikleri Mitya'ya yaradı. Doktor kasabanın eskilerinden olduğu için Karamazov ailesini öteden beri tanırdı; dikkati çeken bilgiler verdi. Bir aralık,

— Ne de olsa zavallı delikanlının kaderi çok daha iyi olabilirdi, dedi. Çocukken de, ilk gençliğinde de çok iyi kalpliydi, bunu biliyorum. Ama bir Rus atasözünün dediği gibi, "Bir akıl iyidir, ama yanına bir akıl daha misafir gelirse çok daha iyi olur çünkü bir yerine iki akıl eder..."

Savcı, ihtiyarın, dinleyenleri etkilemek gayretiyle, etrafı beklettiğine aldırmadan, sözü uzata uzata konuşmasını, Almanlara has yavan nüktelerini bilirdi. Herzenstube nükteli konuşmaya bayılırdı.

Savcı, sabırsızlıkla,

— "Akıl akıldan üstündür..." diye düzeltti.

— Evet, ben de bir aklın iyi, iki tanesinin daha iyi olduğunu söylemek istiyorum. Ama ona ikinci bir akıl yardım etmediği için kendi aklını da bırakmış... Ne derlerdi buna... nereye bırakmış?.. Unuttum bu kelimeyi şimdi...

İhtiyar doktor elini gözlerinin önünde sallarken,

— Ha evet, hatırladım: spazieren, dedi.

— Gezmeye mi?

— Oo, evet evet, bunu demek istedim, işte onun aklı da gezmeye gitmiş ve öyle derine dalmış ki, kendini kaybetmiş orada. Yoksa çok soylu, ince ruhlu bir gençti. Evet, onu şuncağız bir yavruyken tanıdım. Babası onu evin arka avlusuna atmıştı; pabuçsuz, pantoloncuğunda tek düğme kalmış, koşar dururdu...

Temiz ruhlu ihtiyarın sesinde bir duygulanma, içtenlik titredi. Fetükoviç bir koku alarak birden dikkat kesildi.

— Oo, evet, ben de o sıralar henüz pek genç bir adamdım, diye devam etti Herzenstube. Şey... kırk beş yaşındaydım, yeni gelmiştim buraya. Çocuğa çok acıdım. Kendi kendime sordum: "Niçin ona bir kilo... şey almayayım?" Şeydi o... Ne derlerdi o şeye?.. Bir kilo, çocukların o çok sevdiği şeyden... Neydi acaba?..

Doktor gene ellerini sallamaya başladı:

— Ağaçta çıkar, herkes toplar... hediye vermek için alırlar.

— Elma mı?

— Oo, haa-yy-ıır! Kilo, bir kilo; elma taneyle olur, kiloyla değil... Dediğim şey çok, hepsi ufak ufak, ağızda çıt çıt eder.

— Fındık mı?

Doktor sanki bu kelimeyi hiç aramamış gibi gayet sakin bir halle,

— Evet, fındık diyordum, diye doğruladı. Bir kilo fındık getirdim ona. Çünkü çocuğa o zamana kadar hiç kimse fındık getirmemiş. Parmağımı kaldırdım,

— Oğlum, dedim, Gott der Vater! O da güldü. Gott der Vater, diye tekrarladı. Gott der Sohn! Gene gülerek kekeledi: Gott der Sohn. Gott der Heilige Geist! Küçük o zaman da güldü, dili döndüğü kadar, "Gott der Heilige Geist'ı da tekrarladı. Gittim ben. İki gün sonra oradan geçerken beni görünce, "Amca, Gott der Vater, Gott der Sohn!" diye bağırdı. Sadece Gott der Heilige Geist'ı unutmuştu, ben hatırlattım. O gün de çok acıdım ona. Sonra götürdüler oradan, bir daha da görmedim. Aradan yirmi üç yıl geçti, saçlarım iyice aklaşmıştı artık. Bir gün baktım, bir türlü tanıyamadığım, yağız bir delikanlı odama giriyor... Girer girmez parmağını kaldırdı, gülerek,

— Gott der Vater, Gott der Sohn, Gott der Heiliğe
Geist! dedi. "Henüz geldim; bana aldığınız bir kilo fındığa teşekkür etmek için koştum. O zamanlar kimse bana bir kilo fındık almamıştı, yalnız siz aldınız bana bir kilo fındığı..." O anda ben, mutlu gençliğimi, avludaki yalınayak çocuğu hatırladım, yüreğim sızladı. Ona, "Kadir bilir delikanlıymışsın. Küçüklüğünde aldığım bir kilo fındığı unutmamışsın," dedim. Kucakladım, kutsadım onu... Ağladım. O gülüyor, gülerken de ağlıyordu. Ruslar çoğun ağlanacak yerde gülüyorlar. Fakat o ağlıyordu, gördüm bunu. Yazık ki şimdi...

— Şimdi de ağlıyorum Alman efendi, şimdi de ağlıyorum. Tanrı kulu! diye yerinden bağırdı, Mitya.

Ne de olsa bu sahne salondakiler üzerinde oldukça iyi bir etki uyandırdı. Kefeyi Mitya'dan yana iyice ağır bastıran, şimdi söz açacağım, Katerina İvanovna'nın ifadesiydi. Esasen savunma avukatının çağırdığı tanıkların ifadeleri başlayınca talih birdenbire Mitya'ya gülmeye başlamıştı. İşin garibi, bunu avukat kendisi bile beklemiyordu. Katerina İvanovna'dan önce Alyoşa çağrılmıştı. Alyoşa'nın hatırladığı bir olay, suçlamanın en önemli bir noktasına karşı güçlü bir koz olarak görünüyordu.

IV

Talih Mitya'ya Gülüyor

Alyoşa için bile beklenmedik bir durum oldu. İfadesini yeminsiz veriyordu. Mahkemenin ona karşı gayet yumuşak, içten davrandığını hatırlıyorum. Bunda Alyoşa'nın kendini iyi tanıtmış olmasının büyük etkisi vardı. Alçakgönüllülükle, en ufak bir taşkınlığa kapılmadan konuşuyordu. Gene de sözlerinden talihsiz kardeşine karşı ne derece yakınlık duyduğu kolayca anlaşılıyordu. Bir soruyu yanıtlarken ağabeyini, belki kendini şiddete, ihtirasa kaptırmış, buna rağmen ruhça soylu, onurlu, gerekirse her türlü fedakârlığı göze alacak bir insan olarak vasıflandırdı. Son günlerde Gruşenka'ya karşı aşkı, babasıyla arasındaki rekabet yüzünden dayanılmaz bir halde olduğunu da açıkladı. Üç binin Mitya için sabit fikir haline geldiğini kabul etmekle beraber, onun hırsızlık kastıyla suç işleyebileceğini şiddetle reddediyordu. Mitya paracanlısı değildi ama, o üç bini babasının onu dolandırarak elinden aldığı miras payı sayıyor, lafı açılınca hiddetten kendinden geçiyordu. Alyoşa, Savcının söyleyişiyle iki "kişi"nin, yani Gruşenka ile Katya'nın rakipliği hakkında kaçamak karşılıklar verdi, hatta bir iki soruyu yanıtlamak istemedi.

— Peki, ağabeyinizin size babasını öldürme niyetinden söz açtığı oldu mu hiç? diye sordu Savcı. Ama gerek görmüyorsanız karşılık vermeyebilirsiniz.

— Hayır, doğrudan doğruya söylemiyordu.

— Ya nasıl? İmalı konuştuğu oldu mu?

— Bir kere babamıza olan nefretinden... artık dayanamayacağını... Nefretinin son haddi bulduğu bir anda belki de öldürebileceğini söylemişti.

— İnandınız mı buna?

— Korkarım ki, evet, inandım. Fakat içimde daima başka bir inanç da taşıdım. Meşum anda yüce bir duygu içine girecek, kurtaracaktı onu! Düşündüğüm gibi de çıktı: babamızı öldüren o değildir.

Alyoşa son sözleri yüksek, sert bir sesle salonu çınlatarak haykırdı.

Savcı, savaşta hücum borusu sesini duyan at gibi birden silkiniverdi.

— Kanaatinizin samimiliğine, bunun bedbaht kardeşinize sevginizle ilgisi bulunmadığına tamamıyla inandığıma emin olabilirsiniz. Aile facianız üzerine apayrı bir görüşünüz olduğunu ilk soruşturmadan öğrendik. Size açık söyleyeyim, bu son derece özel ve savcılığın aldığı bilgilere taban tabana zıt bir görüştür. Bunun için size kesin olarak sormak zorundayım: düşüncenizi yöneten, ağabeyinizin suçsuzluğuna ve ilk soruşturmada açık olarak belirttiğiniz başka bir şahsın suçlu olduğuna dair inancınızın dayandığı temel nedir?

Alyoşa sakin bir tavırla, yavaşça,

— İlk soruşturmada sadece soruları yanıtlıyor, Smerdyakov'u suçlamıyordum, dedi.

— Ama onun adını söylediniz.

— Dmitri ağabeyimin ağzından... Soruşturmadan önce tutuklama sırasında olanları ve o zaman Smerdyakov'u nasıl suçladığını anlattılar. Ağabeyimin suçsuzluğuna yüzde yüz inanırım. O öldürmediğine göre...

— Smerdyakov mu öldürmüştür? Ama neden ille de Smerdyakov olsun? Siz de ağabeyinizin suçsuzluğundan neden bu kadar eminsiniz?

— Ona inanmak zorundayım. Bana yalan söylemediğini bilirim. Yalan söylemediğini yüzünden anladım.

— Sadece yüzünden mi? Delilleriniz bu kadar mı?

— Bu kadar.

— Smerdyakov'un suçluluğu üzerine delilleriniz de ağabeyinizin söyledikleriyle yüz ifadesinden ibaret, öyle mi?

— Evet, başka delillerim yok.

Savcı sorguya son verdi. Alyoşa'nın yanıtları, salondakileri bir ara hayal kırıklığına uğrattı. Smerdyakov'un adı şehirde mahkemeden önce de geziyordu. Bir şeyler duyanlar, bir şeyler bilenler varmış; Alyoşa ağabeyi için uşağın suçluluğunu gösteren olağanüstü deliller toplamış... Oysaki şimdi suçlunun öz kardeşi için pek doğal olan bazı tahminlerden başka ortada tek bir ciddi delil bulunamıyordu.

Soru sırası Fetükoviç'e geldi. Suçlunun Alyoşa'ya, babasına olan nefretini, onu öldürebileceğini ne zaman açtığını, bunu cinayetten önceki son görüşmelerinde söylemiş olup olmayacağını sordu. Alyoşa bunu yanıtlarken birden bir şey hatırlamış gibi silkindi:

— Az kalsın unutacağım bir mesele şimdi hatırıma geldi. O zaman bunu pek kavrayamamıştım, oysa şimdi...

Alyoşa galiba meselenin can damarını ancak bulmuştu: Mitya ile manastır yolunda ağacın önünde son karşılaştıkları günü heyecanla hatırladı. Mitya göğsünü, "göğsünün yukarısını" yumruklarken şerefini temizlemenin elinde olduğunu söylüyor, "Bunun çaresi işte burada, göğsümde..." diye tekrarlıyordu.

Alyoşa, devamla,

— O zaman göğsüne vurarak kalbini gösterdiğini sanmıştım, dedi. Çok acı, bana bile açıklayamayacağı bir durumdan kurtulmak için kalbinde güç bulacak, diye düşündüm. Açık söyleyeyim, o anda babasına gidip herhangi bir zorbalıkta bulunma düşüncesinin onu utançtan ürperttiğini sanıyordum. Göğsünde bir noktayı gösterirken, hatırlıyorum, kalbin o yanda değil, daha aşağıda olduğunu düşündüm. Oysa ağabeyim çok daha yukarıyı, boynunun altını yumrukluyor, hep orayı gösteriyordu. Düşüncemi saçma buldum o sırada, oysa o anda bin beş yüz rublenin dikili olduğu bezi göstermiş olabilirdi!

— Tamam! diye yerinden bağırdı Mitya. Doğru Alyoşa, doğru; onu yumrukluyordum ben!

Fetükoviç hemen ona atıldı, sakin olmasını rica etti, sonra kancayı Alyoşa'ya taktı.

Hatıradan heyecanlanan Alyoşa hararetle devam etti. Ağabeyinin o gün sözünü ettiği rezillik besbelli, üzerinde taşıdığı bin beş yüz rubleyi Katerina İvanovna'ya geri vermeyişi ve razı olursa, Gruşenka'yı kaçırmak için kullanmayı kararlaştırması olmalıydı.

— Evet bu böyle, mutlaka böyle... diye heyecanla tekrarlıyordu Alyoşa. Ağabeyim bana o gün yarısını, rezaletin yarısını, (Yarısını kelimesini birkaç defa tekrarlamıştı) hemen üstünden atabileceğini, ama iradesizliği yüzünden bunu yapamayacağını... yapamayacağını bildiğini, yapacak halde olmadığını söyledi durdu.

Alyoşa'nın tek bir sözünü kaçırmamaya çalışan Fetükoviç,

— Göğsüne vurduğu yeri kesin olarak ve tam bir açıklıkla hatırlıyorsunuz, değil mi? diye sordu.

— Evet, kesin olarak ve tam bir açıklıkla; çünkü o anda, "Niye orasına vuruyor, kalbi daha aşağıda..." diye düşünmüştüm ama bu düşüncemi pek manasız buldum... manasız bulduğumu iyice hatırlıyorum. Hepsi bir bir aklıma geliyor. Nasıl oldu da aklıma gelmedi, şimdiye kadar! Evet, üzerindeki keseyi kastediyor, para elinde olduğu halde bu bin beş yüzü veremeyeceğini söylemek istiyordu. Bana anlattıklarına göre, Mokroye'de tevkif edildiği sırada hayatındaki rezaletlerin en büyüğünün Katerina İvanovna'ya olan borcunun yarısını (evet, yarısını!) verme olanağı varken bunu yapmaması ve paradan vazgeçmektense onun gözünde hırsız kalmayı tercih etmesi olduğunu bar bar bağırmıştı.

Alyoşa sözünü,

— Bu borç kahretti onu! diye bitirdi.

Savcı boş durmadı tabii. O da Alyoşa'dan aynı şeyi tekrarlamasını rica etti. Suçlu göğsüne vururken gerçekten bir şey mi gösteriyordu, yoksa sadece göğsünü mü yumrukluyordu? Savcı bunu birkaç kere ısrarla sordu.

— Hayır yumruklamıyordu, dedi, Alyoşa. Parmaklarıyla şurayı, kalbinden çok yukarıyı gösteriyordu... Ah nasıl oldu da şimdiye kadar hatırlayamadım bunu ben!

Başkan Mitya'ya tanığın ifadesine diyeceği olup olmadığını sordu. Mitya Alyoşa'nın sözlerini doğruladı, eliyle boynundan biraz aşağıya asılı bezin içindeki bin beş yüz rubleyi gösterdiğini söyledi.

— Elbette bir rezaletti bu, hayatımın en büyük rezaleti! diye bağırdı. Verebilirdim o parayı, ama vermedim işte! Gözünde hırsız kalmaya katlandım da vermedim. Hele parayı ilerde de vermeyeceğimi bilmem rezaletimi son haddine vardırıyordu!

Alyoşa'nın tanıklığı böylece bitti. Önemli ve üzerinde durulacak yön, ufak da olsa bir delilin ortaya çıkması, gene de bunun yardımıyla içinde bin beş yüz ruble bulunan bezin gerçekliğinin, sanığın Mokroye'de ilk soruşturma sırasında para için "benimdir" demesinin yalan olmadığının anlaşılmasıydı. Alyoşa sevinmişti; yüzü kızararak, heyecanlı bir halde gösterilen yere oturdu. Daha uzun zaman kendi kendine, "Nasıl unuttum bunu, nasıl unutabildim! Şimdi de böyle birden aklıma geliverdi..." diye tekrarladı durdu.

Katerina İvanovna'nın tanıklığı başladı. Salona girer girmez etrafta doğal olmayan bir hareket başladı. Bayanlar saplı gözlükleriyle dürbünlere sarıldı; erkekler yerlerinde kıpırdandılar, bazıları daha iyi görebilmek için ayağa kalktı. Sonradan söylediklerine göre Katya salona girer girmez, Mitya bembeyaz kesilmişti. Siyahlar giymiş tanık tevazu ile, hatta ürkek ürkek gösterilen yere yaklaştı. Yüzünden heyecanlı olup olmadığını anlamak mümkün değildi, ama derin, gamlı bakışında kararlı parıltılar vardı. Şunu da söylemek gerekir ki, çoğu kimse Katya'nın o anda harikulade güzel olduğu kanısındaydı. Yavaş, fakat bütün salonun duyabileceği bir açıklıkla konuşuyordu. Konuşması sakindi ya da sakin görünüyordu.

Başkan sorularına "belirli noktalara" dokunmaktan çekiniyormuş gibi, büyük kederine duyduğu saygı havası içinde ihtiyatla, son derece saygılı bir tavırla başladı. Fakat Katerina İvanovna daha ilk sorulardan birine karşılık verirken, sanıkla nişanlı olduğunu kesin bir dille açıkladı. Sonra duyulur duyulmaz bir sesle,

— Beni bırakana kadar... diye ekledi.

Mitya'ya, postayla akrabalarına göndermek üzere verdiği üç bin ruble hakkındaki soruya,

— Bu parayı hemen postalasın diye vermedim, dedi. O sıralar güç durumda olduğunu hissediyordum... Parayı, isterse bir ay içinde göndermesi koşuluyla vermiştim. Bu borç yüzünden kendi kendini bu derece üzmesi gereksizdi.

Katerina İvanovna'ya sorulan bütün soruları ve onun verdiği karşılıkları olduğu gibi aktarmıyor; ifadesini, genel havayı yansıtacak şekilde özetliyorum:

— Babasından parayı alınca üç binimi nasıl olsa göndereceğinden emindim, dedi. Paraya düşkün olmadığına, namusuna... para işlerinde son derece namuslu davrandığına her zaman inandım. Babasından üç bin rubleyi alacağına güveni tamdı, bana bunu birkaç defa söyledi. Babasıyla bazı anlaşmazlıkları olduğunu biliyordum; şu ana kadar, babasının ona karşı haksız davrandığından eminim. Babası hakkında tehdit filan savurduğunu hiç hatırlamıyorum. Hiç değilse benim yanımda tehdit yollu sözler sarfetmezdi. O zamanlar bana gelmiş olsaydı, onu şu uğursuz üç binden yana yatıştırırdım, ama ayağını kesmişti artık. Ben de... ben de onu evime çağıracak durumda değilim... Hem bu borç için fazla titizlenmeye hakkım yoktu.

Katerina İvanovna'nın sesi titredi.

— Ben de bir keresinde ondan, hem de üç binden daha çok ödünç para almışım. O sıralar bu parayı geri verip veremeyeceğimi bilmediğim halde aldım...

Sesi kışkırtıcıydı. Tam o anda soru sırası Fetükoviç'e geçti. Avukat bunda yararlanabileceği şeyler olduğunu hemen sezdi. Zemini yoklayarak, ihtiyatla,

— Burada değil de ilk tanıştığınız sırada oldu bu, değil mi? diye sordu.

(Şuracıkta söyleyeyim ki, Fetükoviç Petersburg'dan bir dereceye kadar Katerina İvanovna'nın eliyle getirtilmiş olduğu halde Mitya'nın vaktiyle ona verdiği beş bini, kadının "ayaklarına kapanma" hikâyesini duymamıştı. Katerina İvanovna saklamış, anlatmamıştı bunu. Hatta kesinlikle söylenebilirdi ki, mahkemede anlatıp anlatmayacağı da son dakikaya kadar kestirilemezdi, ilham gelmesini bekliyordu sanki!)

O dakikaları asla unutamam ben. Katerina İvanovna anlatmaya başladı. Her şeyi, Mitya'nın Alyoşa'ya açıkladığı olayı, "ayaklarına kapanma"yı, sebebini, babasına ait meseleyi bir bir anlattı. Bir tek kelime ya da bir ima ile, Mitya'nın, "Parayı almak için Katerina İvanovna evime gelsin!" diye ablasına yaptığı tekliften bahsetmedi. Asil bir hareketle bunu sakladı. İhtiyacı olan parayı sağlamak için belirli bir niyetle genç bir subayın evine kendiliğinden koştuğunu açıklamaktan çekinmedi. İnsanın içini ürperten bir andı bu! Buz kesildim, heyecandan titreyerek tanığın söylediklerinin bir kelimesini kaçırmamak için salonda çıt çıkmıyordu. Eşine rastlanmaz bir hareketti bu; Katya gibi başına buyruk, herkesi, her şeyi küçümseyen gururlu bir kızdan böyle bir açıklama, bu türlü fedakârlık, kendi ayağıyla kurban olmaya gidiş beklenemezdi. Bunu niçin, kim için yapıyordu? Ona ihanet eden, hakaret eden adama faydalı olmak istiyor, temize çıkması için elinden geleni yapıyordu. Doğrusu, elinde son kalan parayı, beş bin rubleyi verip temiz genç kızın önünde olanca saygıyla eğilen subay o anda herkese sevimli, cana yakın göründü, ama benim kalbim cız etti. Daha sonra ortaya çıkabilecek (ki çıktı da...) iftiraları düşündüm. Kasabada çirkin gülüşmelerle, kızın anlattıklarının, hele "subayın onu sadece saygılı bir selamla" salıvermesi kısmının pek de gerçeğe benzemeyeceği hakkında konuşmalar oldu, arada bir yerin "pas geçildiği" söylentisi vardı. Şehrimizin saygıdeğer bayanları, "Bütün bunlar tastamam ve doğru olsa bile" bir genç kızın babasını kurtarmak pahasına da bu şekilde davranmasını pek uygun bulmuyor, dudak büküyorlardı.

Ya Katerina İvanovna, zekâsı ve marazi denecek inceliğiyle bu çeşit söylentileri önceden tahmin edememiş miydi? Etmişti; mutlaka etmiş, gene de her şeyi olduğu gibi dökmeye karar vermişti. Tabii hikâyenin doğruluğu üzerine bütün bu çirkin şüpheler sonradan başladı, ilk anda hepsi duygulanmıştı. Mahkeme üyeleri Katerina İvanovna'yı huşu, adeta utanç dolu bir sessizlik içinde dinlediler. Savcı bu konuda tek bir şey sormaktan çekindi. Fetükoviç saygıyla eğilerek Katya'yı selamladı. O artık zafere ulaşmış gibi seviniyordu. Elinde toplananların değeri inkâr edilemezdi: bir yandan asil bir duyguya kendini kaptırarak varı yoğu olan beş bini feda etmiş bir adam; öte yandan aynı adamın soygunculuk kastıyla üç bin ruble uğruna babasını öldürebileceği... Aklın alabileceği gibi değildi bu!

Fetükoviç bu durumda hiç olmazsa hırsızlık kastını ortadan silebilirdi. Dava ansızın yeni bir ışık altında göründü. Sonradan anlattıklarına göre Mitya, Katerina İvanovna'nın tanıklığı boyunca bir iki defa yerinden fırlamış, sonra gene iskemlesine çökerek yüzünü elleri arasına almış, öylece oturmuştu. Ama Katya tanıklığını bitirince tekrar doğrulmuş, kollarını kıza doğru uzatarak hıçkırıklarla kesilen bir sesle,

— Beni neden mahvettin, Katya? diye bağırmıştı. Bütün salonun duyacağı kadar yüksek sesle hıçkırıyordu. Fakat hemen tuttu kendini ve bağırarak,

— İşte şimdi hükmü giydim ben! dedi.

Sonra taş kesilmiş gibi, dişleri kenetli, kolları göğsünde çaprazlanmış oturdu kaldı. Tanıklık bitince Katerina İvanovna salondan çıkmadı, gösterilen sandalyeye oturdu. Yüzü kireç gibi, yere bakarak oturuyordu. Yanındakilerin dediğine göre uzun zaman, sıtmaya tutulmuş gibi titremiş. Tanıklık sırası Gruşenka'daydı.

Şimdi belki de Mitya'nın kaybının gerçek sebebi olan felaketten söz açacağım. Çünkü gerek benim, gerek hukukçular da dahil herkesin inanışına göre sözünü edeceğim olay geçmese, hiç değilse suçlunun cezasının hafiflemesi mümkündü. Buna birazdan gelmek kaydıyla şimdilik Gruşenka'ya ait bir iki söz söyleyelim.

Gruşenka da Katya gibi siyah bir elbise giymişti; omuzlarında zengin siyah şalıyla salona girdi. Sessiz, kayar adımlarla, bazı etine dolgun kadınlara has salına salına bir yürüyüşle ilerledi, sağa sola bakmadan, gözlerini başkandan ayırmadan parmaklığa yanaştı. Bence Gruşenka o anda harikulade güzeldi. Salondaki bayanların iddiasına göre rengi hiç de solgun değildi. Bazılarına göre de içine kapanık, haşin bir yüz ifadesi vardı. Bana kalırsa sadece sinirliydi, skandallara düşkün halkımızın meraklı, ezici bakışları altında huzursuzluk duyuyordu. Mağrur, küçümsenmeye dayanamayan, hor görüldüğünü sezdiği anda içi hiddet ve karşı koyma isteğiyle alevlenen bir tabiatı vardı. Öte yandan çekingenlik, bu yüzden de gizli bir utanç duyuyordu. Bu sebeple Gruşenka'nın konuşmasındaki düzgünsüzlüğe, kâh öfkeli, kâh alaycı ve adeta kaba oluşuna, bazen içten kopan bir pişmanlıkla kendini suçlamaya kalkışmasına şaşmamalı. Bazen sözleri, uçuruma atılırcasına, "Hepsini söyleyeyim, ondan sonra ne olursa olsun..." gibi bir anlam alıyordu. Söz Fyodor Pavloviç'le ahbaplığına gelince sert bir tavırla, "Saçma şey bunlar, bana asıldıysa kabahatim ne?" diye ters bir karşılık verdi. Bir an sonra da, "Suç hep benim," diye ekledi, "İkisiyle de alay ettim; ihtiyarla da, bununla da... İkisini de bugünkü hale getiren benim. Her şey benim yüzümden oldu."

Gruşenka, Samsonov hakkındaki soruya da küstahça bir hışımla,

— Kimseyi ilgilendirmez bu, diye lafı soranın ağzına tıkadı. Velinimetimdi. Ailem beni yalınayak başı kabak sokağa atınca alıp bağrına bastı.

Başkan nezaketli bir dille ayrıntılara fazlaca dalmasa da sorulan soruları yanıtlamak gerektiğini hatırlattı. Gruşenka kızardı, gözleri kıvılcımlandı.

Para ile zarfı görmemiş, sadece "hain herif"ten, Fyodor Pavloviç'te, içinde üç bin ruble bulunan bir zarf olduğunu duymuştu. "Saçmalık işte; dünyada gitmezdim oraya ben!"

— Sözünü ettiğiniz "hain" kim? diye sordu Savcı.

— Kim olacak, efendisini öldürüp dün kendini asan uşak Smerdyakov...

Tabii hemen, böyle kesin bir suçlama için elinde ne gibi delilleri olduğunu sordular, ama Gruşenka'nın elle tutulur hiçbir delili yoktu.

— Dmitri Fyodoroviç söyledi bana; inanırım ona. Aramızdaki karaçalı yok mu, o mahvetti onu, her şeyin sebebi o!

Gruşenka'nın sesinde nefret titremeleri vardı. Bu defa kimi kastettiğini sordular.

— Küçük hanımı, dedi, Katerina İvanovna'yı... Evine çağırdı beni, çikolata falan sundu, kandıracak beni sözümona! Utanması gerçek değil, inanın bana...

Başkan bu defa sert bir şekilde daha ölçülü konuşmasını ihtar etti. Ama kıskanç kadının gözü dönmüştü, sağa sola aldırdığı yoktu.

Savcı söz aldı.

— Sanığın Mokroye'de tutuklanışı sırasında orada bulunanların hepsi sizin başka bir odadan koşarak içeri girip, "Bütün suç benim, birlikte sürgüne gideceğiz!" diye bağırdığınızı görmüş ve duymuşlar. Şu halde siz de o anda, Dmitri'nin babasının katili olduğuna inanıyordunuz, değil mi?

— O zaman ne duyduğumu hatırlamıyorum. Hepsi, babasının öldürdüğünü bağırdılar. Adam benim yüzümden öldüğü için kendimi suçlu hissettim. Fakat suçlu olmadığını söyleyince o saat inandım ona; her zaman da inanacağım, çünkü yalan söyleyecek adam değildir.

Fetükoviç sormaya başladı. Diğer sorular arasında, Rakitin'i ve Aleksey Fyodoroviç Karamazov'u evine getirmek için aldığı yirmi beş ruble işini de unutmadı.

Gruşenka öfkeli, küçümser bir gülümsemeyle,

— Parayı almasında şaşacak bir şey yok ki, dedi. İkide bir bana dilenmeye gelirdi. Bazen otuzar ruble sızdırdığı olurdu, hem de hep eğlence için; yoksa yeme içme yönünden sıkıntısı yoktu.

Fetükoviç, Başkanın yerinde kıpırdanıp durmasına aldırmadan,

— Peki ama, Bay Rakitin'e karşı bu kadar eli açık davranmanızın sebebini sorabilir miyim? diye atıldı.

— Kardeş çocukları değil miyiz? Annelerimiz öz kardeştir. Ama bu akrabalığımızı şehirde kimseye duyurmayayım diye yalvarıp durdu; pek ağırına gidiyormuş.

Bu durum da herkes için şaşırtıcı oldu, akrabalıkları ne kasabada, ne manastırda biliniyordu, hatta Mitya da duymamıştı bunu şimdiye kadar. Anlattıklarına göre, Rakitin oturduğu yerde utançtan renkten renge girmişti.

Gruşenka, daha duruşma salonuna girmeden Rakitin'in Mitya aleyhine tanıklık ettiğini duymuş, fena halde kızmıştı. Böylece Rakitin'in deminki asil nutku, kölelik kanununa, Rusya'nın medeni hayatındaki aksaklıklara dair isyanlı sözleri salonda bulunanların gözünde bu defa büsbütün silindi, yok oldu. Fetükoviç hayatından memnundu. Tanrı gene kollamıştı onu. Gruşenka'nın tanıklığı uzun sürmedi. Zaten pek yeni bir şey söyleyemezdi. Dinleyiciler üzerinde hoş olmayan bir etki uyandırdı. Tanıklığını bitirdikten sonra Katerina İvanovna'dan hayli uzak bir köşeye oturunca yüzlerce küçümser bakış dikildi üzerine... İfade verdiği sürece Mitya taş kesilmiş, yere bakıyordu. İçeriye tanık İvan Fyodoroviç Karamazov girdi.

VAni Felaket

Aslında İvan Fyodoroviç, Alyoşa'dan önce çağrılmıştı. Ama mübaşir Başkana tanığın ani bir rahatsızlık ya da kriz yüzünden henüz gelecek durumda olmadığını haber verdi. Gene de, iyileşir iyileşmez ne zaman isterlerse tanıklık edecekti. Bunu o zaman duyan olmamıştı, sonraları öğrenildi. Salona girişini de ilk anda fark eden olmadı. En önemli tanıkların, özellikle iki rakibenin tanıklığı bitmiş, dinleyicilerin heyecanı yatışır gibi olmuştu. Hatta salondakiler arasında yorgunluk belirtileri seziliyordu. Birkaç tanık daha dinlenecekti. Ama şimdiye kadar söylenenlere bakılırsa yeni bir şey beklenemezdi onlardan. Zaman da hayli geçti.

İvan Fyodoroviç garip bir yavaşlıkla, kimseye bakmadan, kaygılı bir halle bir şeyler düşünüyormuş gibi başını yere eğmişti. Giyinişi kusursuzdu; yüzü, başkalarını bilmem ama bende hasta adam etkisi uyandırdı. Toprağa çalan rengiyle ölmek üzere bir insan yüzüydü bu... Gözleri bulanıktı, bakışlarını yukarı kaldırarak salonu ağır ağır süzdü. Alyoşa birden yerinde doğruldu, "Ah!" diye hafif bir çığlık attı. Ben bunu iyice hatırlıyorum, ama orada bulunanlardan pek azı fark etti.

Başkan, İvan Fyodoroviç'e yeminsiz tanıklık edeceğini, ifade verip vermemekte serbest olduğunu, onu vicdanıyla baş başa bıraktığını, daha da bir şeyler söyledi. İvan Fyodoroviç dinliyor, Başkana donuk gözlerle bakıyordu. Sonra yüzüne yavaş yavaş bir gülümseme yayılmaya başladı. Ona şaşkınlıkla bakan Başkan sözünü bitirince, İvan Fyodoroviç açıkça gülüverdi. Yüksek sesle,

— Ee, başka? diye sordu.

Salonu birden sessizlik kapladı, havada bir şeyler sezilmeye başladı. Başkan, huzursuzluk içinde, bakışıyla mübaşiri aradı, tanığa,

— Siz şey... pek iyi değilsiniz galiba? dedi.

İvan Fyodoroviç bu defa tamamen sakin ve saygılı bir tavırla,

— Merak buyurmayın ekselans, yeter derecede iyiyim, dedi. Size epey ilginç şeyler anlatabileceğim.

Başkan hâlâ endişeli bir sesle,

— Özel olarak bir diyeceğiniz var mı bana? diye sordu. İvan Fyodoroviç başını eğdi, bir an durduktan sonra doğruldu, hafifçe kekeleyerek,

— Yo... ha... hayır... özel bir diyeceğim yok, dedi.

Sorular başladı. İsteksiz, kısa kısa, gitgide artan bir hırçınlıkla karşılık veriyordu, ama gene de düzgün konuşuyordu. Pek çok soruya, bilmediği yanıtını verdi. Babasıyla Dmitri arasındaki hesapları da bildiği yoktu. "İlgilenmiyordum," dedi. Babasını öldüreceğine dair tehdidi sanıktan duymuştu. Zarftaki paradan Smerdyakov bahsetmişti.

Birden, bezgin bir tavırla sözünü keserek,

— Hep aynı şeyler bunlar, dedi. Ben mahkemeye ayrıca bir bilgi veremem.

— Keyifsiz olduğunuz belli; duygularınızı da anlıyorum, diye başladı Başkan. Sonra Savcıyla avukata dönerek soracakları bir şey olup olmadığını öğrenmek istedi.

O sırada İvan Fyodoroviç bitkin bir sesle,

— Müsaadenizi rica edeceğim, ekselans, kendimi hiç iyi hissetmiyorum, dedi.

Sonra da Başkanı beklemeden birden sırtını kürsüye çevirdi, çıkış kapısına doğruldu. Ama üç dört adım sonra durdu, bir şeyler düşündü, sessizce gülümsedi ve gene yerine döndü.

— Ekselans, ben de köylü kıza, kiliseye evlenmeye giden köylü kıza döndüm. Hani şu "Hem ağlarım, hem giderim..." diyen kız gibiyim ben de...

— Ne demek istiyorsunuz? diye sert bir tavırla sordu Başkan.

— Şunu, dedi İvan Fyodoroviç ve birden cebinden bir deste para çıkardı.

— İşte para...

Maddi delillerin bulunduğu masayı başıyla göstererek,

— Şu zarfın içindeki ve babamın öldürülmesine sebep olan para... diye devam etti. Nereye koyayım? Mübaşir efendi, lütfen verin şunu.

Mübaşir parayı İvan Fyodoroviç'ten alarak Mahkeme Başkanına verdi.

Başkan,

— Bu, o paraysa, nasıl elinize geçti? diye hayretle sordu.

— Smerdyakov, katil verdi bana dün... Kendini asmadan az önce uğramıştım ona. Babamı ağabeyim değil, o öldürdü. O öldürdü! Ama kışkırtan benim... Babamın ölümünü kim istemezdi ki!

Başkan elinde olmadan,

— Aklınız başınızda mı sizin? diye mırıldandı.

— Başımda ya: mesele de burada zaten... Alabildiğine alçakça bir akıl bu, sizin de bütün şu... suratlarınki gibi...

Ani bir hareketle salonda oturanlara döndü. Küçümser bir hiddetle, dişlerini gıcırdatarak,

— Babamı öldürdüler, şimdi de korkmuş görünüyorlar! Birbirlerine karşı numara yapıyorlar. Yalancılar! Hepsi babamın ölümünü istiyordu... Bir sürüngen öbür sürüngeni sömürür... Ortada gerçekten bir baba katli olmasa keyifleri kaçacak, kızarak gidecekler buradan... Eğlence! "Ekmek ve eğlence!" Hoş ben de iyiyim doğrusu... Suyunuz var mı burada, varsa Allah rızası için verin biraz.

İvan Fyodoroviç iki eliyle başını tuttu. Mübaşir hemen yanına gitti. Alyoşa yerinden fırladı:

— Rica ederim inanmayın ona, hasta o, nöbet geçiriyor! diye bağırdı.

Katerina İvanovna da oturduğu iskemleden kalktı, dehşet içinde İvan Fyodoroviç'i süzüyordu. Mitya doğrularak garip, çarpık bir gülümsemeyle kulak kesilmiş, kardeşini dinliyordu.

İvan devam etti:

— Merak etmeyin, deli değilim, sadece katilim.

Sonra durup dururken sırıtarak,

— Bir katilden nutuk çekmesi beklenmez ya! diye ekledi. Savcı gizlemediği bir şaşkınlıkla Başkana eğilmiş bir şeyler söylüyor, öbür üyeler aralarında telaşlı bir halle fısıldaşıyorlardı. Fetükoviç dikkat kesilmiş dinliyordu. Salonda herkes heyecandan taş kesilmişti. Başkan kısa bir an sonra toparlandı.

— Sözleriniz anlaşılmıyor. Hem burada bu şekilde konuşamazsınız. Sakin olmaya çalışın ve anlatın... söyleyeceğiniz bir şey varsa eğer... Sayıklamıyorsanız itirafınızı nasıl ispat edeceksiniz?

— Hiç tanığım yok, mesele de burada. Köpek Smerdyakov öbür dünyadan... bir zarf içinde size ifadesini gönderemez ya. Hep zarf lazım size, biri yetmez mi? Yok tanığım, yok... Birisinden başka...

İvan dalgın dalgın gülümsedi.

— Kimmiş o?

— Kuyruklu, ekselans. Sizin tüzüğe aykırı düşer. Le diable n'existe point!

Sonra gülmeyi keserek, sır verir gibi,

— Aldırmayın ona; önemsiz, mendebur bir şeytan bozuntusu... Burada bir yerde olmalı, şu maddi deliller masasının altındadır belki, başka nerede olur ki? Bakın dinleyin beni: Ona dedim ki, susmak istemiyorum. O da jeolojik bir karışıklıktan... saçma! Hadi azat edin şu canavarı... övgüsünü okudu, yüreği ferah onun! Tıpkı "Vanka Petersburg'a gitti" diye zırlayan sarhoş herif misali... Oysa ben sevinçli iki saniye için katrilyon kere katrilyon vermeye razıyım. Bilmiyorsunuz beni siz! Ah, her şeyiniz öyle manasız ki! Hadi, onun yerine beni alın bari. Buraya boşuna gelmedim ya. Niçin her şey, bütün bunlar bu derece manasız; niçin, niçin?

İvan Fyodoroviç gene düşünür gibi bir tavırla salonu süzmeye başladı. Ortalığı yavaş yavaş telaş sarıyordu. Alyoşa yanına koşarken mübaşir ondan önce yetişti, İvan Fyodoroviç'i elinden tuttu.

Mübaşirin yüzüne dik dik bakarak,

— Bu da nesi? diye haykırdı İvan Fyodoroviç. Sonra adamcağızın omuzlarına yapıştığı gibi yere çarptı.

Muhafızlar yetişti, İvan Fyodoroviç'i yakaladılar; korkunç çığlıklar atıyordu. Salondan çıkarılana kadar hep böyle feryat ediyor, anlaşılmaz şeyler haykırıyordu.

Salon iyice karıştı. Çok heyecanlandığım için olanları sırasıyla izleyemedim, bu yüzden şimdi bulup çıkaramıyorum. Yalnız ortalık yatışınca, herkes meseleyi anlayınca mübaşir paparayı yedi. Ama o, amirlerine, tanığın sağlığının yerinde olduğunu, bir saat önce hafif bir fenalık geçirdiği sırada doktorun onu gördüğünü etraflıca anlatarak kendini savundu. Salona girene kadar gayet düzgün konuşuyormuş; başına böyle bir şey geleceği hiç umulmazmış, tanıklık için kendisi ısrar etmiş.

Millet kendine gelip olay iyice unutulmadan ikinci bir sahne başladı: Katerina İvanovna isteri buhranına tutuldu. Yüksek sesle, çığlıklar atarak hıçkırıyordu, ama salondan dışarı çıkmak istemiyordu. Çırpınarak, çıkarılmaması için yalvarıyordu. Birden Başkana dönerek,

— Önemli söyleyeceklerim var! diye bağırdı, mutlaka söylemeliyim... mutlaka! İşte kâğıt... mektup... alın okuyun, okuyun çabuk! Çabuk! (Mitya'yı göstererek) Bu canavarın mektubu... şunun, şunun! Babasını öldüren odur. Göreceksiniz, mektubunda, babasını nasıl öldüreceğini yazıyor bana! Öteki hasta, hasta o; humması var! Üç gündür humma nöbetleri içinde olduğunu biliyorum.

Katerina İvanovna, kendinden geçmiş, haykırıyordu. Mübaşir, uzattığı kâğıdı Başkana verdi. Katerina İvanovna yeniden iskemleye çökerek sarsıla sarsıla, sessizce hıçkırmaya başladı. Salondan çıkarılmak korkusundan titriyor, elinden geldiği kadar sesini duyurmamaya çalışıyordu. Başkana verdiği kâğıt Mitya'nın Başkent Lokantası'nda yazdığı ve İvan Fyodoroviç'in "Matematik önem taşıyan belge" adını taktığı mektuptu. Yazık ki, matematik kesinliği kabul edilen bu mektup olmasa, Mitya belki mahvolmazdı, hiç değilse bu derece feci şekilde mahvolmazdı. Tekrar ediyorum, olayları bütün ayrıntılarıyla izlemek güçtü. Şimdi bile her şeyi hayal meyal hatırlıyorum. İhtimal, Başkan yeni belgeyi mahkeme heyetine, Savcıya, avukata, jüri üyelerine gösterdi. Tanığın yeniden ifade vermeye başlaması hatırımda kalmış. Başkanın tatlı bir sesle, "Sakinleştiniz mi?" sorusuna Katerina İvanovna, atılarak,

— Hazırım ben, hazırım! diye bağırdı.

Sonra, onu şu veya bu sebeple dinlemeyeceklerinden fena halde kuşkulanarak,

— Size cevap verecek durumdayım, tamamıyla hazırım, diye ekledi.

Ona bunun ne mektubu olduğunu, ne şekilde aldığını daha etraflı anlatmasını rica ettiler.

— Mektubu cinayete bir gün kala aldım. Bunu bana göndermeden bir gün önce lokantada yazmış; bakın, bir hesap pusulasının arkasına yazılmış. Bu aşiftenin peşine takılarak ettiği alçaklık bir de bana olan üç binlik borcu yüzünden benden nefret etti... Üç binin üzüntüsünü de alçaklığından çekiyordu. Bu üç bin meselesi şöyleydi: ama çok rica ederim, yalvarırım size, dinleyin beni! Babası öldürülmeden üç hafta önce bir sabah bana geldi. Paraya ihtiyacı olduğunu söyledi; niçin lazım olduğunu biliyordum: bu aşifteyi kandırarak kaçırmak, birlikte götürmek istiyordu. Artık bana ihanet ettiğini, beni bırakmak istediğini anlamıştım. Parayı kendim verdim ona, güya ablama, Moskovaya göndermesini teklif ettim. Verirken yüzüne baktım, ne zaman isterse, "bir ay sonra bile" gönderebileceğini söyledim. Anlamaması mümkün müydü hiç? Mümkün müydü? Yüzüne karşı, "Aşiftenle beni aldatmak için paraya ihtiyacın var; işte para, al! Kendi elimle veriyorum sana; alacak kadar şerefsizsen al!" demediğim kaldı. Utandırmak istedim onu, ama ne oldu? Buz gibi alıp götürdü parayı, aşiftesiyle bir gecede oralarda eritiverdi... Ama anlamıştı artık, her şeyden haberim olduğunu biliyordu. Emin olun, parayı, bunu benden alacak kadar şerefsiz olup olmadığını denemek için verdiğimi de anlamıştı. Gözlerinin içine baktığım zaman o da gözlerime bakıyor, hepsini seziyordu. Gene de aldı, alıp götürdü paramı!

— Doğru söylüyorsun Katya! diye birden haykırdı Dmitri. Evet, gözlerinin içine baka baka, bunu beni düşürmek için yaptığını bile bile aldım paranı. Aşağılayın benim gibi alçağı, aşağılayın hepiniz, hak ettim çünkü!

— Sanık, diye bağırdı Mahkeme Başkanı, bir daha konuşursanız dışarı çıkarırım sizi.

Katya sinirli bir sesle, aceleyle,

— Para yüzünden azap çekiyordu, diye devam etti. Geri vermek istiyordu; istiyordu, bu doğru, ama para lazımdı... Bu yüzden babasını vurdu, ama paramı da geri vermedi, ötekiyle köye gitti, orada yakayı ele verdi. Mokroye'de, öldürdüğü babasından çaldığı parayı da yedi. Babasını vurmadan bir gün önce bu mektubu yazdı bana. Sarhoşken, öfkesinden yazdı bunu... Mektubunu, gerçekten öldürse bile kimseye göstermeyeceğimden emindi. Yoksa yazmazdı. Ondan öç alıp mahvına sebep olmak istemeyeceğimi biliyordu. Okuyun şunu, rica ederim, dikkatle okuyun; çok dikkatle okuyun. Göreceksiniz ki, mektupta her şeyi bir bir anlatmış: babasını nasıl öldüreceğini, ihtiyarın parayı nerede sakladığını, hepsini... Bakın, şunu kaçırmayın rica ederim; bir cümle var orada: "Öldüreceğim; tek İvan gitsin buradan..." Demek nasıl öldüreceğini daha önceden tasarlamış...

Mahkemeye haince telkinler yapan Katerina İvanovna'nın bu uğursuz mektubu okuya okuya en ince noktasına kadar inceleyip ezberlediği belliydi.

— İçkili olmasa, yazmazdı; oysa bakın nasıl her şeyi önceden noktası noktasına programlamış!

Kendinden geçmiş gibi haykıran Katerina İvanovna bundan sonra ne olacağını hiç düşünmüyordu. Oysa belki daha bir an önce hiddetten ürpererek, "Bunu mahkemeye versem mi acaba?" diye uzun uzun düşünmüştür. Şimdi tepetakla yuvarlanıyordu... Hatırımda kaldığına göre kâtibin yüksek sesle okuduğu mektup sarsıcı bir etki yarattı. Mitya'ya, mektubu tanıyıp tanımadığını sordular.

— Benim, benim bu! diye bağırdı, Mitya. Sarhoş olmasam yazmazdım... Birçok bakımdan birbirimizden nefret ederdik, ama Katya, yemin ederim, nefret ederken de sevdim seni. Fakat sen beni sevmiyordun! Sevmediğini biliyorum.

Ellerini kenetlemiş, sanık sandalyesine çöktü.

Savcı ile avukat Katya'yı soru yağmuruna tuttular. En çok ilgilendikleri, demin böyle bir belgeyi gizleyerek tam ters yönde tanıklık etmesinin nedeninin ne olduğuydu.

Katya çılgın gibi,

— Evet, evet, yalan söyledim demin, diye bağırdı. Şeref ve vicdanıma karşı yalan söyledim! Ama onu kurtarmak istiyordum, benden öyle nefret ediyor, öylesine küçümsüyordu ki! Son derece küçük görüyordu beni... Her zaman... verdiği para için ayaklarına kapandığım günden beri... Farkındayım... Hemen hissettim, ama uzun zaman inanmak istemedim. Kaç kere gözlerinden, "Ayağıma geldin!" diye okudum. Ah, anlayamadı, hiçbir şeyi, ona niçin koştuğumu anlayamadı; sadece adi, alçakça şüpheler taşıdı içinde! Kendi gibi sanırdı herkesi!

Katya kudurgun bir hiddetle, dişlerini gıcırdatarak konuşuyordu.

— Evet... Benimle evlenmeyi de sırf mirasım yüzünden istedi, sadece bunun için, bunun için! Bundan daima şüphelenirdim. Ne canavardır o! O gün ona gittiğim için ömrümün sonuna kadar karşısında utancımdan boynum bükük kalacağımı sandı. Beni hakir görecek, hükmedecekti bana; bunun için alacaktı beni! Böyledir o, böyledir! Aşkımla, sonsuz aşkımla yenmeye çalıştım onu, ihanetine bile dayanacaktım, ama anlamadı, hiçbirini anlamadı. Zaten neyi anlayabilir ki, canavarın biri o! Bu mektubu ertesi günün akşamı lokantadan getirdiler bana. Oysa daha sabah, o günün sabahı her şeyi, her şeyi, ihanetini bile bağışlamaya hazırdım!

Başkanla Savcı, Katya'yı yatıştırmaya çalışıyordu. Hepsinin kadının taşkın halinden faydalanarak bu çeşit açıklamaları dinlemekten utandığına emindim. "Ne kadar üzüldüğünüzü anlıyoruz, biz de duygusuz insanlar değiliz," dediklerini hatırlıyorum. Gene de isteri buhranı geçiren, aklı başından gitmiş kadına ifade verdirmekten çekinmediler. Sinirleri gerginken sık sık olduğu gibi büyük bir açıklıkla konuşuyordu. Bu iki ay içinde İvan Fyodoroviç'in "katil ve canavar" ağabeyini kurtarmak için nasıl aklını yitirdiğini anlattı:

— Kendi kendini yiyordu, ötekinin suçunu azaltmak için babasını sevdiğini, kendisinin de ihtiyarın ölümünü istediğini açıklardı bana. Ne vicdan bu, vicdanın derinliğine bakın! Mahvetti kendini vicdanı yüzünden... Her şeyi açık açık söylerdi bana; her gün gelip biricik dostu olduğum için içini dökerdi.

Birdenbire, gözleri alev saçarak, meydan okurcasına,

— Evet, biricik dostu olmak şerefi bana ait! diye bağırdı. Smerdyakov'a iki kere gitmişti. Birinde bana gelip, "Ağabeyim öldürmedi, katil Smerdyakov'dur," dedi. (Smerdyakov'a ait masalı buradakiler uydurdular.) "Buna göre ben de suçluyum, çünkü Smerdyakov babamı sevmediğimi, bu yüzden ölümünü istediğimi sanırdı." O zaman bu mektubu çıkarıp gösterdim ona, katilin ağabeyi olduğuna iyice inandı, bu onu büsbütün yıktı, öz kardeşinin baba katili olduğuna dayanamazdı! Daha bir hafta önce bu yüzden hasta düştüğünün farkındaydım. Son günlerde bana her gelişinde arada bir abuk sabuk konuştuğu oluyordu. Aklının karıştığının farkındayım. Gezip dolaştığı yerlerde de kendi kendine konuşuyordu, bu halini sokakta görenler olmuştu bile. Buraya gelen doktor, ricam üzerine iki gün önce muayene etti onu; hummaya yakalanmak üzere olduğunu söyledi. Hep bunun, bu canavarın yüzünden! Dün Smerdyakov'un ölümünü öğrenince, haberin tesiriyle temelli aklını yitirdi... hep canavar sebep, canavarı kurtarmak için!

Evet, böyle konuşmak, bu şekilde açılmak insanın ömründe ancak bir defa mümkün olur, mesela darağacına giderken... Fakat Katya'nın karakterine uygundu bu hal. O anda o, babasını kurtarmak için genç sefihin evine hiç tereddüt etmeden koşan; demin salondaki kalabalığın önünde gururuna, iffetine bakmadan kendini, kızlık utancını çiğneyerek Mitya'nın durumunu elinden geldiği kadar iyileştirmek için "asil davranışını" anlatan Katya'dan farksızdı! Şimdi de, tıpkı deminki gibi, yalnız başka bir erkek uğruna feda ediyordu kendini ve belki o anda hayatında ilk olarak bu başka erkeğin onun için ne kadar değerli olduğunu hissediyor, bütün bilinciyle anlıyordu. Tanıklığıyla ağabeyinin değil de, İvan'ın mahkûm olacağı korkusu ona bu fedakârlığı yaptırmış, İvan'ı, adını, şerefini kurtarmak istemişti! Bir an korkunç bir düşünce saplandı içine: Mitya'ya olan duyguları yüzde yüz doğru muydu, yalan söylemiyor muydu bunları anlatırken? Hayır, ayaklarına kapandığından beri Mitya'nın onu küçümsediği ne yalandı, ne iftira... Katya buna inanıyordu, kesin olarak emindi ki, onu taparcasına seven Mitya o ayağa kapanmadan sonra alay ediyor, hor görüyordu onu. Kendi de sırf gururundan sevmeye başlamıştı onu, ama isterik, marazi, yaralı gururundan doğan bir aşktı bu. Belki bu yaralı aşk zamanla gerçek sevgiye gelişebilirdi; belki Katya'nın da istediği buydu, Mitya'nın ihaneti ruhunun ta derinliğine kadar incitmişti onu ve ruhu affetmemişti... Öç dakikası umulmadık bir anda adeta gökten inivermişti. Aşağılanan kadının içinde uzun zamandır biriken acılar birden, beklenmedik bir güçle taşıvermişti. Mitya'yı ele verdi, ama kendini de beraber! İçini döker dökmez sinirleri boşaldı, utancından ezildi. Yeniden isteri buhranına tutuldu: yere düşerek hıçkırmaya, çığlıklar atmaya başladı. Dışarı çıkardılar. Katerina İvanovna'yı götürürlerken Gruşenka acı bir çığlıkla Mitya'ya doğru atıldı. Bunu öyle ani yaptı ki, kimse tutmaya vakit bulamadı.

— Mitya! diye inledi, mahvetti seni yılanın, mahvetti!

Mahkeme heyetine döndü, hiddetinden bütün vücuduyla titreyerek,

— İşte gösterdi size kendini! diye bağırdı.

Başkanın el işaretiyle Gruşenka'yı salondan çıkarmak için yakaladılar ama o karşı koyuyor, çırpınıp tekrar Mitya'ya atılmak istiyordu. Mitya da bağırarak Gruşenka'ya doğru attı kendini. Muhafızlar yakaladılar.

Öyle sanıyorum ki, seyre gelen bayanlarımızı memnun eden bir gösteriydi bu. Sonra hatırladığıma göre, Moskova'dan gelen doktor ortaya çıktı. Galiba Başkan, İvan Fyodoroviç'le meşgul olması için mübaşiri göndermişti ona. Doktor mahkeme heyetine, hastanın tehlikeli bir humma nöbeti geçirdiğini, hemen kaldırılması gerektiğini haber verdi. Savcı ve savunma avukatının sorusuna, hastanın ona iki gün önce geldiği cevabını verdi. Muayeneden sonra hummaya yakalanmak tehlikesi olduğunu anlamış, ama hasta kendini tedavi ettirmek istememişti.

— Akli durumu oldukça bozuktu; birtakım hayaller gördüğünü, sokakta ölmüş kimselere rastladığını, her gece evine şeytanın geldiğini söylüyordu.

Sözünü bitiren ünlü doktor mahkemeden ayrıldı. Katerina İvanovna'nın mektubu maddi delillerin yanına eklendi. Mahkeme oybirliğiyle duruşmaya devam olunmasına ve Katerina İvanovna ile İvan Fyodoroviç'in beklenmedik ifadelerinin de dosyaya alınmasına karar verdi.

Duruşmanın devamını yazmayacağım. Zaten kalan tanıkların ifadeleri bir tekrarlamadan, bazı özellikleri bulunmakla beraber öncekilerin söylediklerinin doğrulanmasından ibaretti. Hepsi heyecanlanmış, son olayın etkisiyle elektriklenmiş haldeydi; ne olacaksa bir an önce olsun gibilerden tarafların konuşmasıyla bağlanacak kararı, son haddini bulan bir sabırsızlıkla bekliyorlardı. Fetükoviç, Katerina İvanovna'nın tanıklığından belli olacak kadar sarsılmıştı. Savcı tam tersine seviniyordu. Yargılamanın birinci kısmı bitince bir saat kadar ara verildi. Aradan sonra Başkan duruşmayı yeniden açtı. Savcımız İppolit Kiriloviç iddianamesini okumaya başlarken akşamın sekiziydi galiba.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro