Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Dördüncü Bölüm -7

On İkinci Kitap, Adli Hata

I
Uğursuz Gün

Anlattığım olayların ertesi günü sabah saat onda bölge mahkemesi duruşma salonunda Dmitri Karamazov davasına başlandı.

Önceden şunu önemle belirteyim ki, mahkemede olanları değil tam bir bütünlükle anlatmaya, gerekli bir düzen içinde aktarmaya bile gücümün yeteceğini sanmıyorum. Kanımca her şeyi baştan sona hatırlayıp gereken şekilde açıklayacak olursak bir kitaba, hem kocaman bir kitaba ihtiyaç olacaktır. Bu nedenle sadece beni özellikle etkileyen, aklımda ayrı yer tutanları anlatacağım için okuyuculardan özür dilerim. Belki de ikinci derecede olayları önemli gibi görmüş, göze çarpanlarını atlamışımdır. Hoş, özür dilememek belki de daha iyi... Ben elimden geleni yaparım, okuyucularımız da bunu anlarlar.

Mahkeme salonuna girmeden önce o gün beni en çok hayrete düşüren bir şey üstünde durmak istiyorum. Gerçi şaşıran yalnız ben değildim. İlerde anlaşılacağı gibi herkes garipsemişti bunu. Mesele şuydu: dava ile ilgilenenlerin sayısının pek çok olduğunu, hepsinin duruşmayı iple çektiğini; son iki ayda çevrede boyuna bunun sözü edildiğini, tahminler yürüterek çeşitli olasılıklar üzerinde durulduğunu bilmeyen yoktu. Bu davanın Rusya çapında bir dava olduğu da herkesçe biliniyordu. Ama gene de ilginin, yalnız bizde değil, yargılama günü, duruşma sırasında anlaşıldığı gibi, her tarafta bu derece yaygın, heyecanlandırıcı olduğu kimsenin aklından geçmemişti. O gün şehrimize yalnız bizim ilden değil, Rusya'nın başka bazı şehirlerinden, hatta Moskova'dan, Petersburg'dan gelenler oldu. Hukukçular, birkaç ünlü kişi, bol bol da bayan geldi. Davetiyeler kapışılmıştı. Erkekler arasında en gözde davetlilere, şimdiye kadar hiç yapılmazken, mahkeme heyetinin bulunduğu kürsünün arkasında bir sıra koltuk ayrılmıştı. Gerek bizden, gerek dışardan gelen bayanların sayısı hayli kabarıktı; sanırım, dinleyicilerin yarısından az değildiler. Yurdun her yanından gelmiş hukukçular o kadar çoktu ki, oturacak yer bulunamıyordu. Davetiyeler ne zamandır dağıtılmış, çoğu türlü yalvarmalarla kopartılabilmişti. Salonun sonuna, sıraların gerisine parmaklıkla çevrili ayrı bir yer hazırladılar. Hukukçuların hepsi oraya alındı. Sandalye konmadığı için adamlar ayakta kaldıkları halde hallerinden memnundular. Bayanlardan bazıları, hele dışardan gelenler pek süslüydü, ama çoğu süsü püsü unutmuştu... Yüzlerinden isterik, doymak bilmeyen, adeta marazi bir merak okunuyordu. Salonda bulunan topluluğun en göze çarpan, en sözü edilmeye değer özelliği, hemen hemen bütün bayanların ya da büyük çoğunluğunun Mitya'dan yana oluşuydu. Bu durum sonraları bütün açıklığıyla anlaşıldı. Hepsi Mitya'nın temize çıkmasını istiyordu. Bunun baş nedeni, belki de kadın kalplerini yakmaktaki şöhretiydi. İki rakip kadının geleceği biliniyordu. Bunlardan biri, yani Katerina İvanovna herkesi ilgilendiriyordu, hakkında olağanüstü pek çok şey anlatılıyor, cinayet işlediği halde Mitya'ya karşı duyduğu aşk üzerine hikâyeler yayılıyordu. Sözü edilen özelliklerinden biri gururlu oluşu (Katerina İvanovna kasabamızda hemen hemen kimseyle görüşmezdi), bir de "yüksek sosyeteyle ilişkileri"ydi. Katerina İvanovna'nın suçluyla beraber sürgüne gitmek için hükümetten izin isteyeceği; orada maden ocaklarından birinde, yeraltında evlenecekleri de anlatılanlar arasındaydı. Katerina İvanovna'nın rakibesi Gruşenka'nın mahkemeye çıkışı da aşağı yukarı aynı heyecanla bekleniyordu. Böylece iki rakibenin, gururlu, soylu genç kızla "aşifte"nin mahkeme huzurunda karşılaşması sabırsızlık ve merakla bekleniyordu. Bayanlarımız Gruşenka'yı Katerina İvanovna'dan daha çok tanırlardı. Fyodor Pavloviç'le talihsiz oğlunu "yakan" Gruşenka'yı önceden de görmüşlerdi. "Bu kadar basit, hiç de güzel olmayan, avamdan" kadına nasıl olup da baba oğulun abayı yaktıklarına hepsi şaşıyordu. Kısacası, çeşit çeşit söylentiler almış yürümüştü. Kesin olarak bildiğime göre, şehrimizde birkaç ailede Mitya yüzünden önemli kavgalar çıkmıştı. Pek çok bayan bu korkunç olayda ayrı görüşe sahip oldukları için kocalarıyla fena halde takışmışlardı. Kocaları duruşma günü mahkemeye gelirken suçluya karşı yalnız soğukluk değil, nerdeyse hınç duyuyorlardı. Zaten genel olarak bütün erkeklerin suçlunun aleyhinde olduğu söylenebilirdi. Sert, çatık, hatta hiddetli yüzler görülüyordu; çoğu böyleydi. Şunu da söylemek gerekir ki, Mitya kasabamızda kaldığı sürece pek çoğunun kalbini kırmıştı, pek çok kişiyle takışmıştı. Şüphesiz bazılarının neşesi yerindeydi, Mitya'nın kaderini hiç umursamıyorlardı. Yalnız davanın sonucuyla hepsi ilgileniyor, çoğu suçlunun cezalandırılmasını istiyordu. Bu bakımdan hukukçular ayrı düşünüyorlardı. Onlar davanın sadece hukuk yönüyle ilgileniyorlardı. Ünlü Fetükoviç'in gelişi hepsini heyecanlandırmıştı. Yeteneği ülkenin her yanında bilinirdi, önemli cinayet davaları için taşraya ilk gelişi değildi bu. Yaptığı savunmalardan sonra davaları bütün Rusya'ya yayılıyor, uzun zaman akıllardan çıkmıyordu. Savcımızla Mahkeme Başkanı hakkında da hikâyeler anlatılıyordu. Bir kere Savcımızın Fetükoviç'le karşılaşmaktan ödü kopuyormuş. İkisi Petersburg'dan tanışırmış ve meslekte ilk adımlarından beri birbirlerine kanlı bıçaklı düşmanmışlar. Petersburg'dan beri birisi yüzünden haksızlığa uğradığına, gereken şekilde değerlenemediğine inanan aşırı derecede onurlu İppolit Kiriloviç, Karamazov davasıyla canlanmış, hatta bu dava sayesinde mesleğinde kaybettiğini yeniden elde etmeyi kurmaya başlamıştı. Ancak, söylentilere göre Fetükoviç ürkütüyordu onu. Gene de Fetükoviç'ten korktuğu üzerine söylenenler pek de doğru sayılmazdı. Savcımız tehlike karşısında kolay kolay yelkenleri suya indirecek adamlardan değildi. Tam tersine, tehlikenin yaklaşıp artması onun gururunu bir kat daha kamçılıyordu. Şunu da söyleyelim ki, Savcımız genel olarak, birden ateşlenen, kolay duygulanan bir tipti. Bazı davalarda, bütün geleceği, bütün varlığı buna bağlıymış gibi kendini tümden vererek çalışırdı. Hukukçular arasında onun bu haline takılanlar vardı. Gene de Savcımız bizimki gibi küçük bir şehirde görevli olmasına rağmen hayli tanınmıştı. Bunu yukarda sözünü ettiğimiz özelliklerine borçluydu. En çok, ruhbilime düşkünlüğü alay konusu oluyordu. Bence hepsi de yanılıyordu: Savcımız insan ve tip olarak hakkında düşünüldüğünden çok daha ciddiydi. Ama bu hastalıklı adam mesleğinde ilk adımlarından beri gereken yere bir türlü ulaşamamış, böylece de ömrü boyunca devam edip gitmişti.

Mahkeme Başkanımıza gelince, aydın insan, işinin ustası, açık fikirli bir adamdı. Çok onurluydu ve meslekte çıkarına aşırı bir düşkünlüğü yoktu. Tek amacı, örnek bir insan olabilmekti. Zaten nüfuzlu yakınları ile serveti de vardı. Karamazov davasına, sonradan anlaşıldığı gibi büyük bir ilgi gösteriyordu ama bu ilgi ayrı bir özellik taşımıyordu. Onu ilgilendiren davanın konusu, sınıflandırılması, toplumsal ilkelerimiz açısından doğurduğu sonuçlar, Rus düşünce tarzının özellikleri, vb., vb. üzerine görüşleriydi. Davanın iç yapısı, acı yönleri, suçludan başlayarak davaya adı karışmış bütün insanlara karşı oldukça kayıtsızdı, soyut bir görüşü vardı; belki gereken de buydu zaten.

Duruşma salonu duruşmadan çok önce tıklım tıklım dolmuştu. Burası şehrin en iyi, en geniş, tavanı yüksek, ses yansıtması en mükemmel salonuydu. Üyelerin kürsüsünün sağında jüri için bir masayla iki sıra koltuk hazırlanmıştı. Solda, sanıkla avukatının yeri vardı. Salonun ortasında kürsünün yakınında "suçun maddi delillerinin" bulunduğu masa duruyordu. Deliller arasında Fyodor Pavloviç'in kan lekeleriyle kirlenmiş beyaz ipekli sabahlığı, tahminlere göre sanığın kullandığı o uğursuz pirinç havaneli, Mitya'nın bir kolu kana bulaşmış gömleğiyle arka cebi kan lekeleri içinde redingotu vardı. Cinayet gecesi kana bulanmış mendilini bu cebine sokmuştu. Kanları kurumuş, çiriş gibi sertleşmiş, sararmış mendil de oradaydı. Mitya'nın intihar için Perhotkin'in evinde hazırlayıp Mokroye'de hancı Trifon Borisiç'in gizlice aşırdığı tabancası, Gruşenka için hazırlanmış üç binin bulunduğu boş zarf, bağlı olduğu ince pembe kurdele ve şimdi hatırlayamadığım daha birçok şey de masanın üzerindeydi. Salonun az gerisinden dinleyici yerleri başlıyordu. Kürsüyü salondan ayıran parmaklığın önünde ifade verip salonda kalacak birkaç tanık için koltuklar konulmuştu. Saat onda başkan, bir üye, bir de sulh yargıcından kurulu mahkeme heyeti yerini aldı. Hemen arkasından Savcı da salona girdi. Başkan tıknaz, etlice, ortadan kısa boylu, hemoroitlilere özgü sarımtrak yüzlü, ellilik bir adamdı. Koyu, kırçıl saçları kısa kesilmişti, kırmızı kurdeleli bir nişanı vardı, ama ne nişanı olduğu hatırımda kalmadı. Yalnız ben değil, orada bulunanların hepsi Savcının yüzünü pek solgun, adeta yeşile çalan renkte buldular. Nedense, birdenbire, belki de bir gece içinde (çünkü onu bir gece önce normal halde görmüştüm) iyiden iyiye süzülmüştü.

Başkan, duruşmayı, mübaşire jüri üyelerinin hepsinin toplanıp toplanmadığını sorarak açtı. Şu anda görüyorum ki, duruşmayı adım adım anlatamayacağım, çünkü pek çok şeyi, ya duymadım, ya üzerinde durmadım ya da aklımda tutamadım. Ayrıca, yukarda da belirttiğim gibi, hepsini noktası noktasına yazacak olsam ne yerim, ne de zamanım yeter buna... İyice hatırımda kaldığına göre taraflar, yani gerek savunan taraf, gerek Savcı, jüri heyetinden pek azını reddetmişti. On iki jüri üyesi de hatırımda: kasabamızdan dört memur, iki tüccar ve altı köylü ile kasabalı... Çevremizde, duruşma başlamadan çok önce, özellikle bayanlar, "Bu kadar ince, karışık, psikolojik bir davada birtakım memurların, üstelik köylülerin işi ne!" diyorlardı. "Memur, hele bir köylü ne anlar bundan?" Gerçekten, jürideki dört memurun hepsi ufak memurdu, yaşlı, ak saçlı adamlardı; biri gençti yalnız. Çevremizde tanınmamış, aylıkları az, gününü gün eden kimselerdi bunlar. İhtimal evde yaşlı, ele çıkarılmayacak karıları, bir sürü, belki de yalınayak başı kabak gezen çocukları vardı. Boş zamanlarını olsa olsa ufak bir kâğıt oyunu oynamakla geçirirlerdi. Ömürleri boyunca ellerine tek bir kitap almadıkları kesindi.

İki tüccar ağırbaşlı, garip şekilde sessiz ve hareketsizdiler. Birinin sakalı tıraş edilmişti, kılığı alafrangaydı; ikincisi ak sakallıydı, boynunda kırmızı kurdeleye asılı bir madalya vardı. Kasabalılarla köylülerin sözünü etmeye değmez, bizim Skotoprigonyev'li yerli köylülerden farksızdılar; herhalde çiftçiydiler. Bunlardan ikisi de alafranga giyimliydi, belki bu yüzden diğer dördünden daha kirli, daha sevimsiz görünüyorlardı. Gerçekten, onları inceledikten sonra ben de başkaları gibi, "Bu işten ne anlar bunlar?" diye düşünebilirdim. Ama gene de yüzleri garip derecede etkiliydi, adeta tehdit eden bir anlam taşıyordu, sert ve çatıktı.

Sonunda başkan, altıncı dereceden memur Fyodor Pavloviç Karamazov'un öldürülmesiyle ilgili davaya başlanacağını, şimdilik unuttuğum bir şekilde bildirdi.

Mübaşire Mitya'nın getirilmesi emredildi. Mitya göründü. Salon sineğin uçuşu duyulacak kadar sessizleşti. Başkaları için bir şey diyemem, ama ben Mitya'nın görünüşünü hiç beğenmedim. Son derece şıktı. Üstünde yepyeni bir redingot vardı. Sonra öğrendiğime göre bunu özel olarak Moskova'ya, ölçüsü bulunan eski terzisine ısmarlamış... Yeni, siyah güderi eldiveni, son derece zarif gömleği vardı. Geniş adımlarla, dimdik, hiç sallanmadan yürüyerek tam bir kayıtsızlıkla yerine geçti. Hemen ardından salona ünlü Fetükoviç girdi, salonda uğultu halinde fısıltılar yükseldi. Fetükoviç uzun boylu, kuru, ince bacaklı, upuzun, bembeyaz, ince parmaklı, yüzü tıraşlı bir adamdı. Oldukça kısa kesilmiş saçları sade bir şekilde taranmıştı; ince dudaklarının büzülüşü alaycılığını mı gösteriyordu, yoksa gülümsemesi mi böyleydi, pek anlaşılmıyordu. Gözlerinin tuhaflığı olmasa yüzü sevimli sayılırdı. Ama ufarak, ifadesiz gözleri birbirine o kadar yakındı ki, sadece uzun, ince burun kemiğiyle ayrılmıştı. Sözün kısası, Fetükoviç'in yüzü göze çarpacak derecede kuş suratını hatırlatıyordu. Frak giymiş, beyaz kravat takmıştı. Hiç unutmam; Mitya adını, medeni halini soran Mahkeme Başkanına öyle sert ve beklenmedik şekilde yüksek sesle karşılık vermişti ki, Başkan, elinde olmayarak irkilmiş, şaşkınlıkla yüzüne bakmıştı. Daha sonra duruşmaya çağırılan tanıklarla bilirkişi listesi okundu. Liste hayli kabarıktı; tanıklardan dördü gelmemişti. Miusov o aralık Paris'teydi, ama dava dosyasında ilk soruşturmada verdiği ifade vardı. Bayan Hohlakova ile toprak sahibi Maksimov hasta oldukları için, Smerdyakov ani ölümünden ötürü gelememişlerdi. Smerdyakov'un ölümüne dair polis raporu ekliydi. Smerdyakov'a ait haber salonda heyecanlı fısıldaşmalara yol açtı. Bu umulmadık intiharın halk arasında henüz duyulmadığı belliydi. Ama hazır bulunanları en çok Mitya'nın ani hareketi şaşırttı. Smerdyakov'un intiharı haber verilince Mitya oturduğu yerden,

— Köpekler, köpek gibi ölür! diye salonu çınlattı.

Avukatının yanına koştuğunu, Başkanın bir daha böyle davranırsa hakkında hayırlı olmayacağını söylediğini hatırlıyorum. Mitya başını sallayarak kesik kesik, ama pek de pişmanlık göstermeyen bir tavırla avukatına,

— Peki, peki, yapmam! Ağzımdan kaçtı, bir daha yapmam! diye tekrarladı.

Şüphesiz bu küçük olay jüriyle dinleyicilerin gözünde Mitya'nın lehine bir etki uyandırmadı. Mal kendini gösteriyordu... Zabıt kâtibi, iddianameyi bu hava içinde okumaya başladı.

İddianame oldukça kısa, ama noksansızdı. İçinde, sanığın suçunun ne olduğu, hangi nedenle mahkemeye verildiği gibi esas unsurlar vardı; bu haliyle gene de çok etkiledi beni. Kâtip açık, tane tane, çınlayan bir sesle okuyordu. Cinayet bütün korkunçluğuyla keskin bir ışık altında yeniden önümüze seriliyordu. İddianamenin okunması bitince Başkanın yüksek, tok bir sesle Mitya'ya,

— Sanık, suçlu olduğunu kabul ediyor musun? diye soruşu hâlâ hatırımdadır.

Mitya ayağa kalkarak gene bambaşka, adeta çılgınca bir sesle,

— Sarhoşlukta, ahlaksızlıkta, tembellik ve düşkünlükte suçluluğumu kabul ediyorum! diye bağırdı. Tam namuslu insan olmaya karar verdiğim anda kader yıktı beni... Fakat ihtiyarın, düşmanım ve babam olan adamın ölümünde suçum yok. Soyan da ben değilim. Hayır, hayır, suçlu değilim, olamam da, Dmitri Karamazov ahlaksız olabilir, ama hırsız olamaz!

Mitya bunları haykırdıktan sonra fark edilir bir halde titreyerek yerine oturdu. Mahkeme Başkanı onu yeniden uyararak, sadece sorulanları yanıtlamasını, konu dışında ileri geri haykırmamasını istedi. Sonra duruşmayı açarak yemin etmek üzere tanıkları içeri aldırdı. Hepsini bir arada gördüm. Suçlunun kardeşleri yeminsiz tanıklık edeceklerdi. Papazla Başkanın öğütlerinden sonra tanıkları çıkardılar, birbirleriyle konuşmamaları için ayrı oturttular. Sonra birer birer çağırmaya başladılar.

II
Tehlikeli Tanıklar

Tanıklar savunmanın ve iddia makamının olmak üzere ikiye mi ayrılmıştı, yoksa çağrılmaları belirli bir düzene mi dayanıyordu, bilemiyorum. Herhalde öyle olmalıydı. İlkin iddia makamının tanıkları çağrılmıştı. Tekrar ediyorum, duruşmayı adım adım anlatacak değilim. Zaten benim uzun boylu açıklamalarıma gerek de yok. Çünkü Savcının ve savunma avukatının konuşmaları, tanıkların ifadeleri davayı bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Savcı ile savunma avukatının gerçekten dikkate değer iki konuşmasını yer yer aynen almıştım. Sırası gelince gerek bunları, gerek sorgulardan önce geçen ve yargılamanın meşum sonucunu yüzde yüz etkileyen bir olayı da anlatacağım. Şimdilik, duruşmanın başladığı ilk anlardan beri herkesin gözüne çarpan davanın pek belirgin bir özelliği üzerinde durmadan geçemeyeceğim. Bu, suçlama olanaklarının bolluğu ve savunma unsurlarının kıtlığıydı. Şaşmaz adalet huzurunda olgular toplanıp sınıflandırılmaya başlayınca ve dökülen kan gözle görünür şekilde ortaya çıkarılınca bunu herkes anlamıştı. Hepsi, belki de duruşmanın başlangıcından beri, davanın tartışılacak yönü olmadığında, sorguların gereksizliğinde, ve sırf böyle gerektiği için yapıldığında, sanığın suçlu ve suçluluğunun gün gibi açık olduğunda birleşiyordu. Hatta öyle sanıyorum ki, bu çekici sanığın beraatını sabırsızlıkla, candan dileyen bayanlar bile toplu olarak onun suçluluğuna inanıyorlardı. Üstelik, bana öyle geliyordu ki, suçu kesinleşmezse üzüleceklerdi, beraat kararının etkisini azaltacaktı bu durum... İşin tuhafı Mitya'nın beraat edeceğinden en son dakikaya kadar aşağı yukarı bütün bayanlar emindi! "Suçlu olmasına suçlu, ama insanlık, gelişen yeni düşünceler, yeni duygular adına temize çıkarılacak." Buraya bu kadar heyecanla koşmaları da bu yüzdendi... Erkekleri daha çok Savcıyla, ünlü Fetükoviç arasındaki çarpışma ilgilendiriyordu. Hepsi hayretle, şimdiden bitmiş gözüyle bakılan bu davada Fetükoviç gibi bir dehanın bile ne yapabileceğini merakla soruyorlardı kendi kendilerine. Bu yüzden avukatı heyecan dolu bir dikkatle, tek bir hareketini kaçırmadan izliyorlardı. Ama Fetükoviç sonuna, savunmasını yapana kadar herkes için sır kaldı. Tecrübeli kimseler, avukatın belirli bir sisteme göre hareket ederek kendince bir planı olduğunu seziyor, ama amacını bir türlü kestiremiyorlardı. Ne olursa olsun, kendine güvenen, kararlı hali herkesin gözüne çarpıyordu. Ayrıca, Fetükoviç'in burada bulunduğu üç günlük kısa sürede davayı bütün incelikleriyle kavraması hepsinin hoşuna gidiyordu, iddia tanıklarının ifadelerini çürütmek, onları mümkün olduğu kadar şaşırtıp küçük düşürmek, böylece de tanıklıklarını değersizleştirmek için kullandığı taktiğin uzun zaman zevkle sözü edildi. Gerçi belki de bunlar sadece bir oyun, bir meslek yaldızı, avukatça numaralardan ibaretti. Çünkü topluluğun inancı böyle şaşırtmacaların köklü bir fayda sağlayamayacağı merkezindeydi. Böyle düşünenlere göre, Fetükoviç durumu hepsinden daha iyi anlıyor, ama en güçlü savunma silahını, son kozunu gereken zamanda kullanmaya hazırlanıyordu. Daha doğrusu, Fetükoviç gücüne güvenerek şimdilik işin alayındaydı. Örneğin, "bahçedeki açık kapıya" dair en önemli tanıklığı yapan Fyodor Pavloviç'in eski uşağı Grigori Vasilyeviç ifade verirken, söz sırası savunma avukatına gelince adamcağızın tutar yanını bırakmadı. Şunu belirtelim ki, Grigori Vasilyeviç salona ne mahkemenin azametinden, ne dinleyici kalabalığından en ufak bir ürküntüye düşmeden, sakin, vakur denebilecek bir tavırla girmişti. İfade verirken sanki karşısında karısı Marfa İgnatyevna varmış gibi rahat, biraz daha saygılı bir sesle konuşuyordu. Şaşırtmaya olanak yoktu onu. İlkin Savcı, Grigori Vasilyeviç'e, Karamazov ailesinin özelliklerini uzun uzun sordu. Ailenin içyüzü bütün çıplaklığıyla ortaya serildi. İhtiyarın içten, tarafsız konuştuğu her halinderi anlaşılıyordu. Ölen efendisinin hatırasına derin bir saygı duyduğu halde, babasının Mitya'ya karşı haksız davrandığını açıkladı. Mitya'nın çocukluğunu anlatırken, "Çocuklarına hakkıyla bakmadı. Ben olmasam çocuk bitlere yem olurdu," diye ekledi. "Oğlanın annesinden kalan öz malı çifliğe ait hesaplarda hakkını yemek de iyi değildi."

Savcının, ölen efendisinin oğluyla hesaplaşmasında ne gibi haksızlıklar yaptığı sorusunu Grigori Vasilyeviç güçlü kanıtlar vererek karşılayamadığı için herkesin hayretini uyandırdı. Genede, hesaplaşmanın hak gözeterek yapılmadığında, birkaç bin ruble daha vermesi gerektiğinde ısrar ediyordu. Savcı aynı soruyu, yani Fyodor Pavloviç'in Mitya'ya mirastan payına düşeni tamamen verip vermediğini Alyoşa ile İvan Fyodoroviç de dahil bütün tanıklara ısrarla sormuş, ama hiçbirinden kesin bir bilgi alamamıştı. Olayı hepsi doğrulamakla beraber güvenilir bir kanıt gösteremiyorlardı. Grigori sofradaki sahneyi, Dmitri Fyodoroviç'in ansızın içeri dalarak babasını nasıl patakladığını anlatınca duruşma salonunun havası iyice gerginleşti. İhtiyar uşağın sakin, kendine göre bir dille, laf kalabalığına boğmadan konuşması dinleyenleri büsbütün etkiliyordu. O gün onu yere düşürüp tokatladığını, Mitya'ya kin tutmadığını, çoktandır bağışladığını söyledi. Ölen Smerdyakov'dan söz ederken, istavroz çıkararak, yetenekli bir oğlan olduğu halde budala, hasta, en kötüsü de dinsiz olduğunu anlattı; dinsizliği Fyodor Pavloviç'le büyük oğlundan öğrenmişti. Fakat Smerdyakov'un namusuna zerrece toz kondumadı. Smerdyakov'un vaktiyle beyin düşürdüğü parayı avluda nasıl bulduğunu, beye verişini, beyin ona bir altın hediye etmesini ve ondan sonra her işte güvenini kazandığını bir bir anlattı. Bahçeye açılan kapı hakkındaki iddiasını aynen tekrarladı. Grigori'ye öyle çok şey soruldu ki, hepsini aklımda tutamadım. Daha sonra soru sırası savunmanındı. Avukat, Fyodor Pavloviç'in içine "güya", "belirli bir kişi" için üç bin ruble koyduğu paket hakkında sorularla başladı: "Efendinizin emektarı olan siz bu paketi gördünüz mü?" Grigori bu parayı ne gördüğünü, ne de bunun hakkında bir şey duyduğunu söyledi. "Şimdiki gibi herkesin ağzına düşene kadar duymadım," diye ekledi. Para paketine dair soruyu Fetükoviç, Savcının, çiftlik bölüştürmesine ait sorusundaki ısrarla, bu konuda yanıt verebilecek bütün tanıklara sordu. Hepsinden aldığı yanıt aynıydı: paket lafını çoğu duymuş, gözleriyle gören olmamıştı. Savunmanın bu sorudaki ısrarı salondakilerin dikkatinden kaçmadı.

Fetükoviç birden Grigori'ye döndü:

— Müsaade ederseniz size bir şey soracağım. İlk verdiğiniz ifadeden, o gece, şifa bulmak için, ağrıyan belinize bir merhem, daha doğrusu şurup gibi bir şey sürdüğünüz anlaşılıyor. Bunun neyle yapıldığını öğrenebilir miyim?

Grigori soranı bön bir bakışla süzdü, kısa bir sessizlikten sonra,

— Dişotu vardı içinde... diye mırıldandı.

— Sadece dişotu mu? Öbürlerini hatırlamıyor musunuz?

— Bir de sinirli yaprakotu.

— Belki biber de vardı?

— Vardı.

— Ve başkaları... Tabii hepsi votkaya katılmıştı.

— Hayır, ispirtoya...

Salonda hafif gülüşmeler duyuldu.

— Gördünüz mü, üstelik ispirtoyla yapılmış... Bunu sırtınıza sürdükten sonra, yalnız eşinizin bildiği pek güçlü bir dua ile şişede kalanı içtiniz, değil mi?

— İçtim ya.

— Çok mu içtiniz? Ne kadar tahmin edersiniz? Bir iki kadehçik mi?

— Bir bardak kadar vardı.

— Bir bardak kadar ha! Belki de bir buçuktu?

Grigori ses çıkarmadı. Bir şeyler anlar gibi oldu.

— Bir buçuk bardak saf ispirto, hiç fena değil, ne dersiniz? Bu halde kapının yalnız bahçeye değil, cennete bile açıldığını görmek mümkündü.

Grigori susmaya devam ediyordu. Salondakiler yeniden gülüştüler. Başkan yerinde kıpırdandı.

Asıldıkça asılan Fetükoviç,

— Kapının bahçeye açık olduğunu gördüğünüz zaman uykuda mıydınız, uyanık mıydınız? diye devam etti.

— Ayaktaydım.

— Bu uyumadığınızı göstermez. (Salonda gülüşmeler.) O anda birisi size bir şey sorsa, mesela hangi yılda olduğumuzu sorsaydı söyleyebilir miydiniz?

— Bilmiyorum.

— Peki, şimdi hangi yılda olduğumuzu söyleyebilir misiniz?

Grigori gözlerini eziyetçisine dikmiş, şaşkın bir halde duruyordu. İşin tuhafı, hangi yılda olduğumuzu gerçekten bilmiyor gibiydi.

— Acaba elinizde kaç parmak bulunduğunu söyleyebilecek misiniz?

Grigori birdenbire, yüksek sesle, tane tane,

— Ben küçük bir adamım, dedi, büyüklerin alaylarına boyun eğmek zorundayım.

Fetükoviç biraz bozulur gibi oldu. Tam o sırada Başkan söze karıştı, avukata daha yerinde sorular sormasını ihtar etti. Fetükoviç ses çıkarmadı, vakur bir baş selamıyla soracak başka şeyi olmadığını söyledi. Şüphesiz belirli bir tedavi şekli yüzünden "cennet kapısını" görebilen, içinde bulunduğu yılın tarihinden haberi olmayan adamın tanıklığı salondakilerin de, jürinin de midesini hafifçe bulandıracaktı. Böylece savunma amacına ulaşmış oluyordu. Grigori yerine gitmeden önce ufak bir olay daha geçti. Başkan sanığa, söyleyecek bir şeyi olup olmadığını sordu.

Mitya yüksek sesle,

— Kapıdan başka hepsini doğru söyledi! diye bağırdı. Bitlerimi ayıkladığı için teşekkürler, attığım dayağı bağışlamasına da teşekkürler... İhtiyar ömrü boyunca namusuyla yaşadı, babama tam bir fino gibi bağlıydı.

— Fino değilim ben... diye homurdandı Grigori.

— Benim fino öyleyse! Gücüne gittiyse üzerime alıyor, özür diliyorum ondan. Hayvanca hareket ediyordum, haşin davrandım ona. Ezop'a da öyle?

— Ne Ezop'u? diye sertçe sordu Başkan.

— Şey Piyero'ya... yani babam Fyodor Pavloviç'e.

Başkan yeniden hem gayet ciddi, sert bir tavırla Mitya'ya daha ölçülü konuşmasını ihtar etti:

— Yargıçlardan kötü not alıyorsunuz.

Savunma avukatı, Rakitin'in ifadesi sırasında da aynı ustalığı gösterdi. Rakitin de en önemli, Savcının şüphe götürmez şekilde değer verdiği tanıklardan biriydi. İfadesinden anlaşıldığı gibi bu konuda bilmediği tek bir şey olmadığı belliydi. Her yere gitmiş, her şeyi görmüş, hepsiyle görüşmüştü; Fyodor Pavloviç'in ve bütün Karamazov'ların hayat hikâyelerini bütün ayrıntılarıyla biliyordu. Ama içinde üç bin ruble bulunan pakete gelince, bunu Mitya'dan duymuştu doğrusu. Gene de Başkent Lokantası'nda Mitya'nın marifetlerini olduğu gibi anlattı, aleyhinde yorumlanacak söz ve hareketlerinin hiçbirini unutmadı. Emekli yüzbaşı Snigirev'in "kıtık"lı hikâyesini de anlattı. Fyodor Pavloviç'in çiftlik hesabından Mitya'ya borcu olup olmadığı konusunda Rakitin de bilgi veremedi. Sadece derine gitmeden ve küçümser bir tavırla, "Kimsenin içinden çıkamayacağı şu Karamazov'lar deryasında suçlu ile suçsuzu, borçlu ile alacaklıyı ayırt etmenin mümkün olmadığını" söylemekle yetindi. Mahkeme konusu olan cinayet faciasına Rusya'nın kölelik devrinden kalma geriliğini, ülkenin içinde bulunduğu karmaşayı ve yöneticilerin gereken şekilde görev yapmayışını neden gösteriyordu. Kısacası, Rakitin'e içini dökme fırsatı verilmişti. O da kendini göstermekten geri kalmadı, coştukça coştu; Savcı onun bir dergiye cinayetle ilgili bir yazı hazırladığını biliyordu. İlerde göreceğiniz gibi, bu makaledeki bazı düşünceleri iddianamesine olduğu gibi almıştı.

Tanığın çizdiği tablo son derece karamsardı, böylece "suçlama" için iyi bir zemin hazırlanmış oldu. Genel olarak, Rakitin'in ifadesi, düşüncelerindeki özgürlük ve yücelik, davayı dinleyenleri büyüledi adeta. Sözü köleliğe ve Rusya'daki karışıklıklara getirdiği sırada ansızın bir iki alkış bile kopuverdi. Gene de Rakitin gençliğin tecrübesizliğiyle ufak bir hata yaptı, savunma avukatı da fırsatı kaçırmadı. Gruşenka hakkında bazı soruları yanıtlayan Rakitin, başarısından ve ahlakçılığından başı dönerek, Agrafena Aleksandrovna'yı küçümsedi, "Tüccar Samsonov'un kapatması" gibi sözler söyledi. Sonradan bu sözü geri almak için neler vermezdi! Çünkü Fetükoviç onu tam bu noktadan yakalayıvermişti. Rakitin, dışardan gelen avukatın bu kadar kısa zamanda işin bu derece ayrıntılarına girebileceğini nereden kestirebilirdi!

Tanığa soru sorma sırası gelen avukat nazik, hatta saygılı bir gülümsemeyle,

— Bir şey sormama izin verin, diye başladı. Piskoposluğumuzun yayımladığı Kutsal Staretz Zosima'nın Hayatı adındaki broşürü yazan Bay Rakitin, siz olmalısınız. Başpiskoposumuza armağan ettiğiniz derin, dindarca düşüncelerle dolu bu broşürü geçenlerde gerçekten büyük zevkle okudum.

Rakitin birden şaşırdı, adeta bozuldu.

— Yayımlanması için yazmadım... sonradan çıkarmışlar... diye mırıldandı.

— Ama çok güzel bu! Sizin gibi bir düşünür toplumun her olayıyla ilgilenmeli. Çok faydalı olan broşürünüz başpiskoposun himayesinde yayıldı, oldukça da fayda sağladı. Ama asıl merak ettiğim bu değil. Siz demin Bayan Svetlova'yı (Nota bene: Gruşenka'nın soyadı Svetlova'ymış. Bunu ilk olarak o gün, dava sırasında öğrendim.) gayet yakından tanıdığınızı söylemiştiniz.

Rakitin kıpkırmızı oldu.

— Bütün ahbaplarım yüzünden sorumlu tutulamam... Genç bir erkeğim... Her karşılaştığı insanın sorumluluğunu kim yüklenebilir!

— Doğru efendim, gayet tabii.

Fetükoviç bozulur ve özür diler gibi bir tavır takındı.

— Şüphesiz siz de başkaları gibi, kapısı şehrin kalburüstü delikanlılarına her zaman açık olan bu güzel kadınla ilgilenebilirdiniz. Ama öğrenmek istediğim bu değil. Bildiğimize göre Svetlova, aşağı yukarı iki ay önce küçük Karamazov Aleksey Fyodoroviç'le tanışmak istemiş; onu evine, hem de manastır kılığında götürmenize karşılık yirmi beş ruble vermeyi vaat etmiş. Buluşma, bildiğiniz gibi, bugünkü davaya neden olan korkunç felaketle sonuçlanan günün akşamı olmuş. Siz Aleksey Karamazov'u Bayan Svetlova'nın evine götürmüşsünüz. Şimdi benim öğrenmek istediğim, Bayan Svetlova'dan yirmi beş rubleyi aldınız mı, almadınız mı?

— Şakaydı bu... Bununla ne diye ilgilendiğinizi anlayamıyorum. Şakadan aldım... geri vermek üzere...

— Aldınız demek. Ama şimdiye kadar vermediniz... Yoksa verdiniz mi?

— Saçma bunlar... diye kekeliyordu Rakitin, böyle sorulara karşılık veremem... Şüphesiz geri vereceğim.

Başkan araya girdi, ama savunma avukatı Bay Rakitin'e başka soracağı olmadığını söyledi. Rakitin mahkeme huzurundan süklüm püklüm, oldukça çamurlanmış halde ayrıldı. Söylevinin bütün yüceliği sıfıra inivermişti. Peşinden bakan Fetükoviç, salondakilere gözleriyle, "İşte suçlayan soylu kişileriniz bunlar..." demek ister gibiydi.

Hatırlıyorum, Mitya gene bir aksilik çıkarmadan duramadı: Rakitin'in Gruşenka'dan küçümseyerek söz etmesine son derece kızarak yerinden,

— Bernard! diye haykırdı.

Rakitin'in tanıklığı bitince Başkan sanığa, bir şey sormak isteyip istemediğini sordu. Mitya olanca sesiyle,

— Ben hapse girdikten sonra bile gelip ödünç para çekiyordu benden! diye bağırdı. Alçak, çıkarcı, Bernard! Tanrıya da inanmaz o; başpiskoposu bile aldattı!

Mitya'nın taşkınlığını yeniden önlediler, ama Bay Rakitin'in işi bitmişti artık. Emekli yüzbaşı Snigirev'in tanıklığı da başarısızlıkla sonuçlandı; bunun nedeni de başkaydı. Mahkeme salonuna üstü başı perişan, çamur içinde, kirli papuçlarla girdi. Bütün önlemlere, dışarda geçirdiği "sınav"a rağmen iyice sarhoştu. Mitya'nın ona hakaret ettiği hakkındaki soruyu yanıtlamak istemedi:

— Tanrı affetsin, İlyuşeçka izin vermedi. Tanrı orada mükafatlandıracak beni.

— Kim izin vermiyor size? Kimden söz ediyorsunuz?

— İlyuşeçka, oğlum... "Babacığım, seni nasıl aşağıladı, babacığım!" Taşın yanında söyledi... ölüyor şimdi...

Emekli yüzbaşı hıçkırıklara boğularak birdenbire Başkanın ayaklarına kapandı. Hademeler, dinleyicilerin gülüşleri arasında adamcağızı dışarı çıkardılar. Snigirev de Savcının umduğu etkiyi uyandıramadı.

Savunma avukatı hiçbir fırsatı kaçırmıyor, davanın en ufak ayrıntıları hakkında edindiği bilgilerle herkesi gitgide daha çok hayrete düşürüyordu. Hancı Trifon Borisiç'in tanıklığı büyük bir etki uyandırdı; şüphesiz Mitya'nın aleyhinde bir etki... Trifon, parmak hesabıyla, Mitya'nın olaydan bir ay önce Mokroye'ye ilk gelişinde yaklaşık olarak ya da pek az eksiğiyle üç bin ruble harcadığını hesapladı. Yalnız çingene karılarına bile ne para dökmüştü!

— Ya bitli mujikleri, elli kapikle değil, en aşağıdan yirmi beş banknotla ağırlıyordu. Çaldıkları para da caba... Çalan elini bırakmadı ya, hırsızı tutabilirsen tut; zaten kendisi avuç dolusu saçıyordu! Bizim köylüler de hırsız mı hırsızdır, vicdan nedir bilmezler. Ya kızlar, şu köylü kızlarının eline geçen! O zamandan beri millet zengin oldu çıktı, yoksa fakirlikti her taraf...

Kısacası hancı Trifon Borisiç bütün masrafı, kaydını tutmuş gibi bir bir saydı döktü. Böylece de üç binin sadece beş yüzünün harcanıp diğer bin beş yüzünün kese içinde bir yana ayrılması mümkün görünmüyordu.

— Olamaz efendim, üç bini tek kapiğine kadar izledim. Para hesabını biz bilmesek kim bilir! diye "amirlerin" gözüne girmek için yırtınıyordu hancı.

Soru sırası savunma avukatına gelince Fetükoviç, hancının ifadesini çürütmeye kalkmadı. Durup dururken, Mitya'nın Mokroye'deki ilk içki âleminde sarhoşken dışarda düşürdüğü yüz rubleden söz açtı. Arabacı Timofey ile Akim adında başka bir mujik bu parayı holde bulmuş. Trifon Borisiç'e teslim etmişler, o da onlara birer ruble bahşiş vermişti.

— O yüz rubleyi Bay Karamazov'a geri verdiniz mi, vermediniz mi?

Trifon Borisiç ilkin hık mık etti, ama iki mujiğin tanıklığından sonra paranın bulunduğunu açıklamak zorunda kaldı. Bunu hemen orada Dmitri Fyodoroviç'e geri verdiğini söyledi ve "Onlar o sırada pek içkili oldukları için hatırlayamazlar besbelli..." diye ekledi. Fakat mujiklerin tanıklığından önce yüz rubleyi bulduğunu inkâr ettiği için parayı içkili halde olan Mitya'ya geri vermesi hayli şüpheyle karşılandı. Böylece savcılığın öne sürdüğü en tehlikeli tanıklardan biri daha şüphe altında, epey lekelenerek mahkemeyi terk etti. Aynı durum Polonyalıların da başına geldi: kibirli, son derece umursamaz bir tavırla geldiler. İkisi de her şeyden önce "taca hizmet ettiklerini" söylediler, "Pane Mitya'nın şereflerini satın almak için üç bin teklif ettiğini, elinde çok para gördüklerini" anlattılar. Pane Mussyaloviç konuşurken durmadan Polonya dilinden kelimeler karıştırıyordu. Bunun, Başkanla Savcının gözünde ona bir ağırlık verdiğini görünce iyice coştu, konuşmayı büsbütün Polonya diline döktü. Ama Fetükoviç'in tuzağı gene hazırdı. Tekrar çağrılan Trifon Borisiç, oldukça istemeyerek, oyun için verdiği kâğıtların Vrublevski tarafından değiştirildiğini, Mussyaloviç'in de oyunda hile yaptığını açıklamak zorunda kaldı. Bunu Kalganov da doğruladı. Polonyalılar iyi bozularak salondakilerin alaylı gülüşmeleri arasında dışarı çıktılar.

Tehlikeli tanıkların hemen hepsi aynı akıbete uğradılar. Fetükoviç her birinde kepaze edilecek bir yön bulmakta güçlük çekmiyor, hepsini kulaklarını düşürerek geri yolluyordu. Bu işin tiryakileri ve hukukçular bir yandan onu hayranlıkla izliyor, bir yandan da bütün bu marifetlerin neye yarayacağına akıl erdiremiyorlardı; çünkü her biri, suçun gittikçe daha belirgin hal aldığını açıkça görüyordu. Ama "büyük sihirbaz"ın kendine güvenen haline bakarak sabırla bekliyorlardı. Öyle ya, onun gibi bir adam Petersburg'dan boşu boşuna gelmiş olamazdı ve herhalde eli boş dönecek değildi.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro