Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Birinci Bölüm -8

VII

Tartışma

Valham'ın eşeği birdenbire dillendi. Konuşma konusu oldukça garipti. O sabah tüccar Lukyanov'un dükkânında alışveriş eden Grigori ondan, sınırın uzak bir köşesinde bir Rus askerinin Asyalılara esir düştüğünü, işkenceyle öldürülmekle tehdit edilerek Hıristiyanlığı bırakıp İslam dinini kabule zorlandığını; ama adamın, dinine ihanet etmeye razı olmadığı için işkenceye, derisinin yüzülmesine katlandığını, İsa'ya övgüler okuyarak ruhunu teslim ettiğini duymuştu. Kahramanlığı o gün gelen gazetede yazılıydı. Grigori'nin sofrada hizmet ederken açtığı konu buydu. Fyodor Pavloviç öteden beri yemekten sonra tatlı yerken gülmeyi, Grigori'yle bile olsa biraz yarenlik etmeyi severdi. Hele bu kez neşesi pek yerindeydi. Konyağını yudumlarken dinlediği olay hakkında böyle bir askere hemen ermiş payesi vermek, yüzülen derisini manastırlardan birine göndermek gerektiğini söyledi; halk ve para oluk gibi akardı oraya... Fyodor Pavloviç'in hikâyeyi dinledikten sonra hiç duygulanmaması, her zamanki gibi işin alayında olması Grigori'nin hoşuna gitmedi, suratını ekşitti. O anda, kapıda duran Smerdyakov birdenbire gülümsedi. Smerdyakov'un önceleri de sık sık yemek sonlarına doğru odada kalmasına izin verilirdi. Hele İvan Fyodoroviç'in şehrimize gelişinden beri hemen her gün bulunuyordu.

Gülümsediğinin farkına varan ve bunun şüphesiz Grigori hesabına olduğunu anlayan Fyodor Pavloviç,

— Niye güldün? diye sordu.

Smerdyakov yüksek sesle, birdenbire,

— Nedeni var; diye başladı, övülen askerin kahramanlığı çok büyük, ama hayatını kurtarmak ve tabansızlığını ömrü boyunca hayır işleriyle bağışlatmak için -sözgelimi- İsa dinini ve vaftizini inkâr etseydi bence günah olmazdı.

Fyodor Pavloviç,

— Günah olmaz mıydı? Saçmalıyorsun; bunun için seni doğruca cehenneme atar etini kebap ederlerdi! diye atıldı.

Tam o sırada odaya Alyoşa girdi, Fyodor Pavloviç, Alyoşa'nın gelişine önceden de anlattığımız gibi pek sevindi. Oğlunu oturtarak dinlemeye davet ederken sevinçli bir kehkehlemeyle,

— Uzmanlığınla ilgili bir konu, diyordu; senin alanın...

Smerdyakov ciddi bir tavırla,

— Kebap edilmek noktasında, yanılıyorsunuz efendim, dedi. Orada her iş hak gözeterek görüldüğüne göre dediğiniz şeyin olmaması gerek.

Fyodor Pavloviç, Alyoşa'yı diziyle dürterek artan bir neşeyle,

— Hak gözeterek de ne demek? diye bağırdı.

Grigori kendini tutamadı:

— Alçağın biri bu, o kadar işte.

Hiddet dolu bakışını Smerdyakov'un gözlerine dikmişti.

Smerdyakov sakin, kendini kapıp koyvermeksizin,

— Bana alçak demekte biraz acele ediyorsunuz, diye karşılık verdi. Kendiniz düşünün bir kere: mademki ben Hıristiyan dini taşıyanların düşmanlarının eline düştüm ve bunlar Tanrının kutsal adıyla vaftizimi inkâr etmemi istiyorlar, aklım bu yolda hareket etmemi emreder. Günahı falan yok bunun.

Fyodor Pavloviç,

— Lafı uzatma, söyledin bunu; diye kesti, ispat et.

Grigori,

— Aşçı bozuntusu... diye küçümseyerek fısıldadı.

— Aşçı bozuntuluğumu öne sürmekte de telaş göstermeyin, küfürsüz hükümler verin Grigori Vasilyeviç. Çünkü ben cellatlarıma, "Hayır, Hıristiyan değilim, Tanrıma lanet ediyorum!" dediğim anda Ulu Tanrının adaletiyle hemen aforoz edilecek, bir puta tapan gibi kutsal kiliseden atılmış olacağım. Hatta söyleyince değil, bunu söylemeyi aklımdan geçirdiğim anda, saniyenin dörtte birinden kısa bir sürede din dışı edileceğim. Doğru mu, doğru değil mi, Grigori Vasilyeviç?

Smerdyakov belli bir zevkle Grigori'ye doğru konuşurken aslında yalnız Fyodor Pavloviç'in sorularını cevaplıyordu. Bunu pek iyi bildiği halde, soruları soran Grigori'ymiş gibi davranıyordu.

Fyodor Pavloviç,

— Beni dinle İvan, bir şey söyleyeceğim diye seslendi. Bunu senin için düzenledi, övgünü bekliyor; öv bari!

İvan Fyodoroviç babasının coşkun sözlerini ciddiyetle dinledi. Fyodor Pavloviç tekrar bağırarak,

— Dur Smerdyakov, sus biraz! dedi. Gel, kulağına bir şey daha söyleyeceğim İvan!

İvan Fyodoroviç çok ciddi bir tavırla yeniden eğildi.

— Seni seviyorum; Alyoşka kadar seviyorum. Sevmediğimi sanma... Bir konyak?..

— Verin.

İvan Fyodoroviç, "İyice oldun," diye düşünerek babasını dikkatle süzdü. Smerdyakov'u son derece merakla seyrediyordu. Grigori birdenbire taştı:

— Sen şimdiden lanet edilmişsin aforozlu herif! Ne cesaretle ağzını açıyorsun alçak...

Fyodor Pavloviç,

— Küfretme Grigori, küfretme, diye söze karıştı.

— Azıcık sabırlı olun Grigori Vasilyeviç, arkasını dinleyin, sözüm bitmedi daha. Tanrının lanetine uğradığım zaman, o önemli anda ben puta tapar gibi bir şey olurum, vaftizim de kendiliğinden kalkar. Doğru değil mi?

Konyağını zevkle yudumlayan Fyodor Pavloviç onu sıkıştırıyordu:

— Sonuca gel birader, sonuca gel artık!

— Böylece, o anda Hıristiyan olmadığıma göre cellatlarımın Hıristiyan olup olmadığımı sormalarına vereceğim karşılık yalan sayılmaz. Çünkü daha onlarla konuşmadan, yalnız düşüncesi kafamdan geçtiği için doğrudan doğruya Tanrı tarafından Hıristiyanlıkla ilişiğim kesilmiştir, öyleyse beni kendileri azlettiğine göre öbür dünyada İsa'yı inkâr ettiğim için hesap soramazlar. Öyle ya, ben henüz inkârı aklımdan geçirdiğim sırada Hıristiyanlıktan atılmadım mı? Hıristiyan olmadığıma göre İsa'yı inkâr etmek benim neme? Hıristiyan olarak doğmadı diye göklerde pis bir Tatarı kim sorumlu tutup cezalandırır Grigori Vasilyeviç? "Bir koyundan bir post çıkar!" Ulu Tanrı o Tatarı sorumlu tutsa bile (büsbütün cezasız bırakmaz elbet) son derece ufak bir ceza verir. Mekruh ana babadan mekruh olarak dünyaya gelişinde suçlu olmadığı hesaba katılır, öte yandan Ulu Tanrı bir Tatarı zorla Hıristiyan gösterecek de değildir. Yoksa Kudretli Tanrı yalan söylemiş olurdu. Gökle yeryüzünün biricik hâkimi Tanrımızın bir tek kelime yalan söylediği düşünülür mü?

Grigori taş kesilmiş, gözleri yuvalarından fırlayarak hatibe bakıyordu. Söylenenleri tam anlamıyla kavrayamamakla birlikte, gene de bütün bu zırvalardan bir şeyler çıkarabilmişti. Alnını ansızın duvara çarpmış bir adam haliyle duruyordu. Fyodor Pavloviç kadehini bitirdi, tiz perdeden kahkahayı bastı.

— Buna ne dersin Alyoşka! Vay allame vay! Cizvitlere gitti herhalde, İvan. Kimden öğrendin bunları kokmuş Cizvit? Fakat söylediklerin hep yalan allame; yalan söylüyorsun, hep yalan. Ağlama Grigori; anında kül ederiz onu... Sen bir kere şunu söyle bana kancık, cellatlarına karşı haklı olabilirsin, ama içinden dinini inkâr ettiğin için o saat lanete uğradığını kendin de kabul ettin aforozlu uğursuz... Aforozlu olman yüzünden sana cehennemdekiler bile sırt çevirir. Buna ne buyurulur aziz Cizvitim?

— Şüphesiz, içimden inkâr yoluna saptım, ama gene de bunun hiçbir özelliği yoktu, olsa olsa basbayağı, ufacık bir günahtı.

— Basbayağı da ne demek?

Grigori,

— Yalan söylüyorsun uğursuz! diye tısladı.

Smerdyakov zaferini anlayarak, hasma karşı üstünlük gösteren ölçülü, ağır bir sesle devam etti:

— Düşünün Grigori Vasilyeviç: Kitabımızda, "Zerre kadar imanınız varsa karşınızdaki dağın denize inmesini emredin. Daha ilk buyruğunuzda hemen yerine gelir," der. Pekâlâ, ben bir zındığım; beni bu yüzden daima paylayan siz imanı bütün bir insansınız, öyleyse emir verin de şu dağ denize değil de (deniz pek uzağımızda) bahçemizin arkasında akan kokmuş dereye insin. Emriniz dinlenmeyecektir. İstediğiniz kadar bağırıp çağırın, dağ yerinden kıpırdanmaz. Bu sizin de gereği gibi inanmadığınızı gösterir Grigori Vasilyeviç; başkalarını azarlarsınız o kadar. Şimdi, zamanımızda, yalnız sizin değil, en büyüklerden kötü bir mujiğe kadar herkesin; bütün yeryüzü insanlarının imandan yoksun olduğunu kabul edelim. Koca dünyada bir yahut çok çok iki kişi bundan ayrı tutulabilir; onlar da ruhlarının selameti için Mısır çölüne çekilmiştir. Merhametli Tanrı o iki keşişten başka bütün insanlarını lanetler, hiç kimseyi bağışlamaz mı, buna imkân var mı? Bu yüzden şüphe duyarak pişmanlık gözyaşları dökersem bağışlanacağıma inanıyorum.

Heyecanı taşan Fyodor Pavloviç,

— Dur! diye haykırdı. Demek dağları yerinden oynatacak iki kişi bulunduğuna inanıyorsun, öyle mi? İvan, yaz şuraya: bu herif Rus adamının ta kendisi!

İvan Fyodoroviç aynı düşüncede olduğunu gösteren bir gülümsemeyle,

— Doğru söylediniz, dedi, bu, halk inancının özelliğidir.

— Kabul ediyorsun!.. Kabul ettiğine göre doğrudur. Doğru değil mi, Alyoşka? Rus imanı tıpatıp böyle, değil mi?

Alyoşa ciddi, kesin bir sesle,

— Hayır, diye karşılık verdi. Smerdyakov'un imanı Rus imanı değildir..

— Canım, ben imanı değil, şu özelliği, iki keşişi, yalnız onu kastediyorum: tam Rus işidir bu.

Alyoşa gülümsedi:

— Evet, bu ancak Ruslarda bulunur.

— Bir altın eder bu sözün eşek, onu da sana hemen bugün yollayacağım; ama bundan ötesi hep yalan, baştan aşağı yalan. Şunu bil ki aptal, bizdeki inanç noksanlığı hafifliğimizden geliyor, zaten vaktimiz de yok. Tanrı güne sadece yirmi dört saat ayırmış, işlerimiz başımızdan aşkın. Pişmanlık duymaya değil, doğru dürüst uyumaya zaman yetmiyor. Gene de dinden başka şey düşünülmeyecek yerde, imanını göstermek için tam fırsat düşmüşken cellat korkusuyla inkâra kalkışıyorsun. Bu da herhalde günah sayılır azizim.

— Belki doğru, ama düşünün Grigori Vasilyeviç: asıl, günah olması size bir ferahlık verir. Evet, gereken şekilde özlü bir inancım olsaydı da din uğruna işkence edildikten sonra mekruh Muhammet dinini kabul etseydim o zaman günah olurdu. Fakat işkenceye zaten sıra gelmezdi, çünkü bir aralık şu dağa, "Yürü de cellatlarımı ez!" derdim, o da hemen herifi yerle bir ediverirdi. Oradan kılıma dokunulmadan Tanrıya övgüler göndererek ayrılırdım. Ama o anda mahsus, deneme olarak dağa, "Cellatlarımı ez!" diye bağırmış olmalıyım. Dağ onlara bir şey yapmadığına göre, ölümle burun buruna geldiğim o anda imanım nasıl olur da sarsılmaz, siz hak verin. Dağ, sözümle kıpırdanmadığına göre imanıma güvenmediklerini, bana cennet kapılarının kapandığını ve öbür dünyada beni bekleyen ödüllerin pek ahım şahım olmadığını anlıyorum. Üstelik bir de pisi pisine derimi mi yüzdüreyim! Sırtımın derisi yarı yerine kadar yüzüldükten sonra bağırıp çağırsam dağ gene yerinden oynamayacaktır. Böyle bir anda insan yalnız imanını değil, aklını bile kaybeder; o zaman da hiçbir şey düşünemez olur. Öyleyse bir çıkarım olmadan, bir ödül gözetmeden, sadece postu kurtarmak istemem neden suç sayılsın? Bu nedenle, Tanrının merhametine sığınarak beni temelli bağışlayacağı umudunu besliyorum.

VIII

Konyak Alemi

Tartışma bitmişti. İşin tuhafı, o kadar neşelenen Fyodor Pavloviç sonunda birdenbire somurtunca bir konyak daha devirdi, bu da bardağı taşıran damla oldu.

Uşaklara,

— Hadi defolun, Cizvitler! diye haykırdı. Git, Smerdyakov. Söz verdiğim altını bugün yollarım, ama şimdi çekil. Ağlama Grigori, git Marfa'ya; o seni avutup yatırır.

Uşaklar verdiği emirle odadan çıkar çıkmaz öfkeyle,

— Keratalar, insanı yemek üstüne şöyle bir kafa dinlemeye bırakmazlar, diye söylendi. Smerdyakov artık her yemekte karşımızda...

İvan Fyodoroviç'e dönerek,

— Seni merak ediyor, diye ekledi. Nasıl oldu da bu kadar gönlünü kazanabildin?

— Bir şey yaptığım yok. Aklına bana saygı göstermek esmiş. Ne olacak, alt tarafı uşak... Ama geleceğin öncüleri bunlar.

— Ne öncüsü?

— Tabii asıl öncülüğü başkaları, daha seçkinler yapacak, ama böyleleri de bulunacak, ilkin bunun gibileri, arkasından daha iyileri...

— Ne zaman olur bu?

— Fişeğin patlaması yakın, ama belki ateş almadan söner. Halk şimdilik böyle aşçı bozuntularına kulak vermekten pek hoşlanmıyor.

— Doğru birader; şunun gibi Valham'ın eşekleri düşüne düşüne nereye giderler. Tanrı bilir!

İvan,

— Fikir istifliyor, diye gülümsedi.

— Bak, sana söyleyeyim: bu adam ne beni, ne başkalarını, ne de "aklına beni saymak esmiş" dediğin halde seni sayar. Hele Alyoşka'yı iyice küçümsüyor. Evet, eli uzun değil, dedikoduculuğu yok, ağzı sıkı, evde olup biteni dışarı sızdırmıyor, kulebyakaları nefis filan... ama doğrusunu istersen... Aman, canı cehenneme! Lafını etmeye değer mi yani?..

— Değmez tabii.

— Aklından geçirdiklerine gelince, Rus mujiği genel olarak dayak düşmanıdır. Bunu öteden beri söylerim. Köylümüz düzenbazdır, hiç acımaya gelmez, iyi ki şimdi bile sopadan vazgeçmemiş olanlar var. Rus toprağı gücünü kızılcık sopasından alır. Ormanlar yok edilince Rus toprağı da mahvolur. Ama ben akıllılar sınıfı içindeyim. Ukalalığımızdan mujikleri dövmez olduk, ama onlar kendi aralarında dayağı eksik etmiyorlar. Ne ekersen onu biçersin diye mi ne bir söz vardır. Bu Rusya mezbelelik azizim. Şu memleketten nasıl nefret ettiğimi bilsen... daha doğrusu Rusya'dan değil de içindeki kötülüklerden... hoş Rusya'dan da nefret ediyorum ya... Tout cela c'est de la cochonnerie. Neyi severim biliyor musun? İnce nükteye bayılırım ben.

— Bir kadeh daha içtiniz; yeter artık.

— Yoo, bir tane daha, sonra bir daha içer paydos ederim. Hem sözümü kesmesene canım. Mokroye'den geçerken bir ihtiyarla konuştum. Bana, "Biz beylerimizin emriyle kızları dayağa yatırmaya bayılırız," dedi. "Sopayı delikanlılara attırırız. Herif bugün sopa attığı kızla yarın nişanlanır; kızlarımız da memnun bundan." Çarıklı Marki de Sade'lara bak! Ama ne olursa olsun, bunda nükteli bir taraf var. Gidip seyretsek mi dersin? Kızardın mı Alyoşka? Utanma yavrum. Yazık, keşke demin Başpapazda yemeğe kalsaydım, sofrada rahiplere Mokroye kızlarından söz açardım. Alyoşka, demin Başrahibini kırdım diye gücenme bana. Kızıyorum birader. Tanrı varsa, o zaman elbette suçluyum, bunun hesabını vereceğim. Ama yoksa, o vakit o pederlerinize bu bile az. Sadece halkın gelişmesine engel olmalarını bile kelleleriyle ödeyemezler. Buna ne kadar üzüldüğüme inanır mısın İvan? Yo, gözlerin inanmadığını söylüyor, başkalarının, benim sadece bir soytarı olduğum üzerine söylediklerine inanıyorsun. Alyoşa, sen, benim yalnız soytarı olmadığıma inanıyor musun?

— Evet; yalnız bir soytarı olmadığınıza inanıyorum.

— İnandığına, içten konuştuğuna güvenim var. Bakışın, sözlerin, hep içten, İvan öyle değildir, İvan kendini beğenmiş... Gene de şu manastırınızı kökünden yakacaktım. Din işlerini Rus toprağından uzaklaştırmalı ki enayilerin aklı başına gelsin. Bu bir yapılsa hazineye akacak altınla gümüşü gör!

İvan,

— Neden kalkacakmış bunlar? dedi.

— Gerçeğin bir an önce ışığa kavuşması için...

— İyi ama gerçek ışığa çıkınca herkesten önce sizi soyacak, sonra da... yok edecekler.

— Vay canına, belki de haklısın.

Fyodor Pavloviç ansızın silkinerek alnına vurdu:

— Amma da eşeğim! Öyleyse, varsın yerinde dursun manastırcığın Alyoşka. Biz akıllı insanlar da keyfimize bakıp konyağımızdan faydalanalım. Sana bir şey söyleyeyim mi İvan: herhalde Tanrı bu düzeni mahsus kurmuştur, değil mi? Söylesene İvan: Tanrı var mı, yok mu? Dur; kesin, ciddi konuş. Niye gülüyorsun?

— Demin Smerdyakov'un, dağları oynatacak iki ihtiyarın varlığına inanışı hakkındaki ince sözlerinize gülüyorum.

— Şimdiki durum buna mı benziyor?

— Hem de nasıl!

— Şu halde ben de bir Rusum, bende de aynı özellik var. Üstelik bu özellikle senin gibi filozofu da avlamak mümkün, ister misin yakalayayım seni?.. Yarın elime düşeceğine bahse girerim. Şimdi bırak bunları da, sen bana Tanrı var mı, yok mu onu söyle. Ama ciddi olarak! Ciddi konuşuyorum şimdi.

— Hayır, Tanrı yoktur.

— Alyoşka, Tanrı var mı?

— Vardır!

— Peki, İvan; ölmezlik, şu tırnağımın ucu kadar ölmezlik var mıdır?

— Ölmezlik de yoktur.

— Hiç mi?

— Hiç.

— Yani tam bir sıfır, ya da hiçlik... Belki de bir şeyler vardır ha? Büsbütün hiçlik olur mu?

— Tamamen sıfır.

— Ölmezlik var mı, Alyoşka?

— Var.

— Yaa, Tanrı da var, ölmezlik de, öyle mi?

— Evet. Hem Tanrı, hem ölmezlik. Zaten Tanrı ölmezliktir.

— Hımm. İvan bana daha haklı gibi geliyor. Hey Yarabbim, insanların bu hayale boşu boşuna binlerce yıldır ne güçle inandığı, ne kuvvetler harcadığı bir düşünülse! İnsanlarla kim bu kadar alay ediyor acaba? İvan, sana son kez, kesin olarak soruyorum: Tanrı var mı, yok mu? Son olarak soruyorum bunu.

— Son olarak söylüyorum: yok.

— Ya insanlarla alay eden kim, İvan?

İvan Fyodoroviç gülümsedi.

— Şeytan besbelli.

— Şeytan var mı?

— Yo, şeytan da yok.

— Yazık. Hay kör şeytan, böyle olduktan sonra şu Tanrıyı icat eden bir elime geçse, bilirim ona yapacağımı! Asmalı böylesini...

— Tanrı icat edilmese uygarlık olmazdı.

— Olmaz mıydı? Tanrısız olmaz mıydı?

— Ya. Sevgili konyağınız da olmazdı. Ama şimdilik konyağı elinizden almak zorundayım.

— Dur yahu, dur, dur; bir kadehçik daha. Alyoşa'yı kırdım. Gücenmedin ya, Aleksey? Canım Alekseyciğim benim, sevgili Alekseyciğim!

— Yo, gücenmedim. Düşündüklerinizi biliyorum. Kalbiniz kafanızdan daha iyi.

— Kalbim mi kafamdan iyi? Aman Allahım, hem bunu kim söylüyor! İvan, Alyoşka'yı sever misin?

— Severim.

— Sev (Fyodor Pavloviç'in sarhoşluğu gitgide artıyordu.) Bana bak Alyoşa, demin senin Staretze kabalık ettim. Heyecanıma vermeli. Bu Staretzde ince bir nüktecilik var, ne dersin İvan?

— Vardır belki.

— Var, var; il y a du Piron là-dedans. Cizvittir o, Rus Cizviti... Soylu bir varlık olduğu için komedya oynamak, sofuluk taslamak onu çileden çıkarıyor.

— Ama o Tanrıya inanıyor.

— Zerrece inandığı yok. Bilmiyor muydun; bunu kendisi de herkese, daha doğrusu kafalı ziyaretçilerine söylüyor. Vali Schultz'a bir gün, "Credo, ama neye olduğunu ben de bilmiyorum," diye kesip atmış.

— Sahi mi?

— Tamamen. Ama ona saygım var. Onda Mefisto'yla, daha doğrusu Zamanımızın Kahramanı ile benzerlik var. Arbenin miydi neydi... Onun gibi şehvet düşkünü. Hem öylesine ki, kızım yahut karım olsa ona günah çıkarmaya yollamaya çekinirdim. Bir anlatsın da dinle... Evvelsi yıl bizi çaya davet etmişti. Likörler filan çıkardı; hanımefendiler gönderiyorlar ya. Geçmiş günlerini anlattıkça gülmekten kırdı geçirdi hepimizi... Hele sinir zayıflığından hasta olan bir kadını iyileştirmesi vardı! "Dizlerim ağrımasa size bir oyun oynardım," demişti. Çapkına bakın! "Zamanında az dalga geçmedim..." diyordu. Tüccar Demidov'un da altmış binini iç etmiş.

— Nasıl, çalmış mı?

— Herif ona güvenerek getirmiş. "Yarın evimde arama olacak, saklayıver Peder". Bizimki de saklamış. Sonra da, "Sen bu parayı kiliseye bağışladın," demiş, "Alçaksın," dedim. "Yo, alçak değilim, gönlüm zengindir benim," diye karşılık verdi. Ama dur bakayım, o değildi... Başkasıydı bu... Karıştırdım, farkında değilim... Eh, bir kadehçik daha alayım, tamamdır. Kaldır şişeyi İvan. Yalan söylüyordum, neden durdurmadın beni İvan?

— Kendi kendinize duracağınızı biliyordum.

— Yalan, sırf bana hainliğinden, sırf hainliğinden. Küçümsüyorsun beni. Hem evime geldin, hem de beni hor görüyorsun.

— Gideyim öyleyse; konyak başınıza vurdu.

— Senden Allah rızası için Çermyaşnaya... bir iki gün için gitmeni rica etmiştim.

— Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz yarın giderim.

— Gitmezsin. Canın burada kalıp beni gözetlemek istiyor, senin ne muzır ruhlu olduğunu bilmez miyim; bu yüzden gitmezsin!

İhtiyar susmak bilmiyordu. Sarhoşluğu o dereceye gelmişti ki, bu durumdaki sarhoşlar başlangıçta çok usluyken birdenbire hiddetlenerek kendilerini göstermeye can atarlar.

— Niye bakıyorsun bana? Ne biçim bakış o? Gözlerinde, "Seni gidi sarhoş!" gibilerden bir anlam var. İşkilli gözlerin, işkilli... İçin fesat dolu senin. Alyoşka'nın, baktıkça gözleri ışıl ışıl parlıyor. Beni hor görmüyor Alyoşa. Bana bak, İvan'ı sevme, Aleksey!

Alyoşa, birdenbire, kesin bir tavırla,

— Kardeşime kızmayın, hırpalamayın onu, dedi.

— Peki, öyle olsun, öff... başım çatlıyor. Şu konyağı kaldır İvan, üçüncü oldu söylüyorum.

Düşünceye daldı, sonra uzun uzun, kurnaz bir sırıtışla gülümsedi.

— Şu miskin ihtiyara kızma, İvan. Beni sevmediğini biliyorum, ama gene de kızma. Hoş ne diye seveceksin?.. Çermyaşnaya'ya gidersin, ben de gelirim sana, hem elim boş değil... Sana orada bir kızcağız göstereceğim: çoktandır gözüm var. Kız şimdilik yalınayak başı kabak ama hor görme, cevherdir şu baldırı çıplaklar!

İhtiyar parmak uçlarını öptü. Sonra sevdiği konuya girdiği için bir an kendine gelerek canlandı:

— Benim için... Ah çocuklar, yavrularım, benim domuz yavrularım: benim için ömür boyunca çirkin kadın olmamıştır: şaşmadım bu kuraldan... Beni anlıyor musunuz? Nereden anlayacaksınız: damarlarınızda henüz kan yerine süt akıyor, her kadında başkasında olmayan bir özellik bulunabilir. Yeter ki bunu keşfetmenin yolu bilinsin; mesele burada! Bu bir yetenektir. Benim için çirkin kadın yoktur, kadın oluşu yeter, bu işi yarı yarıya halleder. Ama siz buna akıl erdiremezsiniz. Hatta şu evde kalmış kızlarda, onlarda bile bazen öyle değerler bulur çıkarırsın ki, zavallının bu haliyle ihtiyarlamasına meydan bırakan aptallara şaşmamak elden gelmez. Baldırı çıplaklarla gudubetleri ilk iş olarak afallatmak lazım; böyle yanaşılır onlara. Bunu biliyor muydun? Aşırı bir hayranlık ve duygulanmayla kadını utandıracak kadar şaşırtmalı: öyle ya, bir bey onun gibi mendebura âşık olmuştur! Bereket versin, dünyada uşaklarla beyler varken her hizmetçi parçasına bir efendi düşüyor. Hayatta mutluluk için daha ne ararsın! Şey... beni dinle Alyoşka; rahmetlik annene de şaşırtmacalar yapardım, ama böyle değil. Hiçbir zaman okşamazdım onu; sonra, malum dakikam gelince, birdenbire önünde kırılıp dökülmeye başlardım, diz çöker, ayaklarını öperdim. O zaman, şimdiymiş gibi hatırımda, gülmeye başlardı. Yavaştan, ince, kıkır kıkır, sinirli, kendine özgü bir gülüştü bu. Gülünce yalnız böyle gülerdi. Bu gülüşü hastalığının başlayacağına işaretti. Hemen ertesi gün havaleye tutularak haykıracağını, ince ince gülüşte hiçbir neşe, coşkunluk eseri olmadığını biliyordum: ama o an, yalandan da olsa neşeliydi. Can alacak noktayı bulmak budur işte: Komşularımızdan Belyavski adında yakışıklı, zengin bir herif vardı, bizimkine göz koyduğu için eve dadanmıştı. Bir gün, hem de karımın yanında suratıma bir tokat attı. Kuzu gibi kadın o anda aslan kesildi, yediğim tokat yüzünden beni dövecek sandım, "Sen bu heriften dayak yedin, diye üstüme yürüdü. Beni ona satıyordun... Benim yanımda ne cesaretle vurdu sana! Bundan sonra gelme yanıma, hiç gelme! Git, hemen şimdi koş, onu düelloya çağır!" Yatıştırmak için manastıra götürdüm, kutsal pederlere okuttum. Ama Tanrı bilir Alyoşa, "havaleli"yi hiçbir zaman incitmezdim. Sadece bir kere kızdım; evlendiğimizin ilk yılıydı. O sıralar kendini alabildiğine ibadete vermişti; Meryem Ana yortularına saygı gösteriyor, beni yanından çalışma odama kovuyordu. Kendi kendime, "Dur, onu bu sofuluktan vazgeçireyim!" diye düşündüm. "Bak, dedim; şu senin ikonu görüyor musun, şimdi onu duvardan kaldıracağım. Sen onu mucizeler yaratabilir sanıyorsun; huzurunda üstüne tüküreceğim, bana bir şeycik olmayacak!" Halini görünce, "Eyvah, şimdi öldürecek beni!" diye aklımdan geçti. Oysa yalnız yerinden fırladı, ellerini birbirine çarptı, sonra birden yüzünü elleriyle kapadı, bütün vücudu ürperdi, yere yığıldı... Alyoşa, ne oldu Alyoşa?..

İhtiyar, korkuyla oturduğu yerden fırladı.

Fyodor Pavloviç sözü annesine getireli beri Alyoşa'nın yüzü gitgide değişiyordu. Yanakları kızardı, gözleri alevlendi, dudakları titremeye başladı. Sarhoş ihtiyar salyalarını saçarak konuşuyordu, Alyoşa pek garip bir hal alana kadar hiçbir şeyin farkına varmamıştı. Alyoşa'da az önce "havaleli" için anlatılan hal aynen tekrarlıyordu. Genç adam tıpkı annesi gibi ansızın oturduğu yerden fırladı, ellerini birbirine çarptı, yüzünü avuçlarıyla örttü. Sandalyeye yığılarak bütün vücudunu sarsan sessiz bir ağlama nöbetine tutuldu. Karısıyla oğlu arasındaki garip benzerlik ihtiyarı şaşırttı.

— Çabuk su ver İvan! Tıpkı annesi gibi... Ağzına, yüzüne su serp, ötekine de hep öyle yapardım. Annesinin yüzünden, hep annesinin yüzünden...

İvan dayanamadı, dizginleyemediği hiddet dolu bir küçümsemeyle.

— Onun annesinin benim de anam olduğundan haberiniz yok mu? diye söylendi.

İhtiyar, İvan'ın bakışı altında irkildi. Çok kısa bir an garip bir ruh halinde olduğu sezildi. Galiba ihtiyarın zihninden, Alyoşa'nın annesinin İvan'ın da annesi olduğu gerçekten bütün bütüne silinmişti.

Hâlâ anlamayarak,

— Annen mi? Nasıl?.. diye mırıldandı. Ne diyorsun sen?.. Ne anası, yoksa o da... Vay canına, öyle ya, senin de anandı! Vay canına!.. Kusura bakma İvan, kafam iyice karıştı, ben de neler düşündüm... He-he-he!..

Sustu. Yüzüne sarhoş, anlamsız bir gülümseyiş yayıldı. Tam o anda antrede şiddetli gürültüler, kulak tırmalayan haykırmalar duyuldu. Kapı ardına kadar açıldı, salona Dmitri Fyodoroviç daldı. İhtiyar korkuyla İvan'a atıldı:

— Öldürecek beni! Bırakma beni İvan, bırakma! diye bağırıyor, İvan Fyodoroviç'in redingotunun eteğine sarılıyordu.

IX

Şehvet Düşkünleri

Dmitri Fyodoroviç'in hemen arkasından salona koşarak Grigori'yle Smerdyakov da girdi. Fyodor Pavloviç'in birkaç gün önceki uyarısına uyarak antrede Dmitri'yle epey itişip kakışmışlardı. Dmitri Fyodoroviç'in odaya dalıp içeriyi gözden geçirirken bir an durmasından yararlanan Grigori masayı dolanarak salonun giriş kapısının karşısındaki öbür odalara giden kapının iki kanadını örttü, sonra kollarını iki yana açarak kapının önünde durdu. Her halinden, son nefesine kadar savunmaya hazır olduğu anlaşılıyordu. Bunu gören Dmitri tiz bir çığlık atarak Grigori'ye saldırdı.

— Demek orada o! Oraya sakladınız demek!.. Çekil, alçak!

Grigori'ye yapıştı, öteki onu itti. Hiddetten kendini kaybeden Dmitri var gücüyle Grigori'ye bir yumruk indirdi. Yaşlı adam birdenbire olduğu yere çöktü. Dmitri üzerinden atlayarak içeri daldı. Sararan, boyuna titreyen Smerdyakov salonun öbür ucunda kaldı; durmadan Fyodor Pavloviç'e sokuluyordu.

— Burada o... Şimdi eve doğru saptığını gözümle gördüm, ama yetişemedim! diye bağırıyordu Dmitri. Nerede o?.. Nerede?..

"Burada o" diye haykırması Fyodor Pavloviç'te umulmadık bir etki uyandırdı. Bütün korkusu o anda dağıldı.

— Tutun, onu tutun! diye haykırarak Dmitri Fyodoroviç'in peşine düştü.

O anda Grigori de doğruldu, ama henüz pek kendine gelmemişti. İvan Fyodoroviç'le Alyoşa babalarının ardından koştular. Üçüncü odadan, ansızın, bir şeyin düşüp kırıldığı duyuldu. Dmitri Fyodoroviç mermer kaide üzerinde pahalı olmayan bir kristal vazoya çarparak düşürmüştü.

— Tutun şunu! İmdat!.. diye haykırıyordu ihtiyar. İvan Fyodoroviç'le Alyoşa sonunda babalarını yakalayarak zorla salona götürdüler, İvan Fyodoroviç hiddetle,

— Ne koşuyorsunuz peşinden, diye çıkıştı. Gerçekten vurur sizi.

— Vanyeçka, Lyoşeçka, demek Gruşenka burada... Buraya geldiğini görmüş, kendisi söylüyor...

İhtiyar boğuluyor gibiydi. O anda Gruşenka'yı beklemiyordu. Orada olduğu haberi aklını başından almıştı. Tir tir titriyordu, çılgın gibiydi.

İvan,

— Gelse, görmez miydiniz! diye bağırdı.

— Belki öbür kapıdan...

— Öbür kapı kapalı, anahtarları da sizde,

Dmitri gene salona döndü, öbür kapıyı kapalı bulmuştu, anahtar gerçekten Fyodor Pavloviç'in cebindeydi. Bütün odaların pencereleri kapalıydı. Gruşenka hiçbir yerden girip çıkamazdı.

Fyodor Pavloviç, Dmitri'yi yeniden görür görmez,

— Tutun şunu! diye haykırdı; yatak odamdaki parayı çaldı!

İvan'ın kollarından kurtularak yeniden Dmitri'ye atıldı. Öteki, ellerini kaldırdı ve birdenbire ihtiyarın şakaklarında kalan son iki saç tutamına yapışıp tartakladı, sonra hızla yere çarptı. Fyodor Pavloviç yerde seriliyken suratına iki üç topuk atmaktan da geri durmadı. İhtiyar acı acı inledi, İvan Fyodoroviç ağabeyi kadar güçlü olmadığı halde bütün gücüyle kollarına yapışarak ihtiyarı elinden kurtardı. Ağabeyinin önüne geçerek kollarına sarılan Alyoşa da gücü yettiği kadar yardım ediyordu.

— Deli, öldürdün onu! diye bağırdı İvan.

Dmitri, tıkanarak,

— Hak etti, karşılığını verdi. Ölmediyse gelip öldüreceğim. Elimden kurtaramazsınız onu.

Alyoşa emir verir gibi,

— Hemen git buradan, Dmitri! diye bağırdı.

— Aleksey, yalnız sana inanacağım; söyle bana, geldi mi buraya, gelmedi mi? Gözümle gördüm: duvarın yanından bu tarafa doğru seyirtti. Seslenince de kaçtı...

— Yemin ederim buraya gelmedi; onu bekleyen de yoktu.

— Ben gördüm ama... Demek o... Şimdi öğrenirim nerede olduğunu... Hoşça kal Aleksey. İhtiyar domuza paradan söz etme. Ama Katerina İvanovna'ya hemen git. Selam söyledi demeyi unutma. "Veda selamı söyledi" de. Burada olanları da anlat.

O aralık İvan'la Grigori ihtiyarı kaldırarak koltuğa oturttular. Yüzü kan içindeydi, ama kendini kaybetmemişti. Dmitri'nin bağırmalarını can kulağıyla dinliyordu. Hâlâ Gruşenka'nın evin bir köşesinde gizlendiğine inanıyordu. Dmitri Fyodoroviç odadan çıkarken ona nefretle baktı.

— Akıttığım kana pişman değilim! diye bağırdı. Kendini koru ihtiyar; hayalini koru, çünkü benim de bir hayalim var! Seni lanetliyor ve reddediyorum.

Koşarak odadan çıktı.

— Buradadır o, yüzde yüz burada! Smerdyakov, Smerdyakov!

Fyodor Pavloviç ancak duyulabilen, horultulu bir sesle ve parmağıyla işaret ederek Smerdyakov'u yanına çağırdı.

İvan,

— Yok o burada, çılgın ihtiyar, yok! diye tersledi. Bak, şimdi de bayıldı... Su, havlu getirin! Davransana Smerdyakov!

Smerdyakov suya koştu, ihtiyarı soyarak yatak odasına götürdüler, yatağına uzattılar. Başını ıslak havluyla sardılar. Konyaktan, heyecandan ve dayaktan bitkin düşen Karamazov başını yastığa koyar koymaz gözlerini kapayıp daldı. İvan Fyodoroviç'le Alyoşa salona döndü. Smerdyakov kırılan vazonun parçalarını atıyordu. Grigori başını öne eğmiş üzgün bir halde masanın yanında duruyordu.

Suratı asık, kelimeleri teker teker söyleyerek,

— Bana el kaldırdı! dedi.

İvan Fyodoroviç dudak büktü:

— Yalnız sana mı, babasına da "el kaldırdı".

— Leğende yıkardım onu... bana el kaldırdı!

İvan Fyodoroviç, Alyoşa'ya,

— Elinden almasaydım öldürüyordu onu. İhtiyar domuzun bir sıkımlık canı kaldı zaten! diye fısıldadı.

— Tanrı korusun!

Yüzünü hiddetle buruşturan İvan gene fısıldayarak devam etti.

— Niye korusun? İki sürüngen birbirini yiyecekti, ikisi de hak etti bunu.

Alyoşa titredi.

— Ama tabii ki bir cinayete meydan vermem. Nasıl ki şimdi de vermedim. Sen kal burada Alyoşa, ben biraz avluda dolaşayım; başım ağrımaya başladı.

Alyoşa yatak odasına, babasının yanına gitti. Orada, paravananın arkasında, başucunda bir saat kadar oturdu, ihtiyar bir aralık birdenbire gözlerini açarak Alyoşa'ya uzun uzun sessizce baktı. Besbelli olup biteni hatırlayarak kavramaya çalışıyordu. Ansızın yüzünü derin bir heyecan kapladı.

Ürkek ürkek,

— Alyoşa, diye fısıldadı, İvan nerede?

— Avluda. Başı ağrıyor. Bizi bekliyor.

— Şu küçük aynayı versene.

Alyoşa konsolun üzerinde duran ufak, açılır kapanır yuvarlak aynayı babasına uzattı. İhtiyar baktı: Burnu hayli şişmişti, alnında, sol kaşının üstünde hatırı sayılır bir morartı vardı.

— İvan ne diyor? Alyoşa, canım biricik oğlum, İvan'dan korkuyorum; İvan'dan ötekinden daha çok korkuyorum. Yalnız senden korkmuyorum.

— İvan'dan da korkmayın, İvan size kızıyor ama, gene de korur.

— Ya öteki, Alyoşa?.. Gruşenka'ya koşmuştur! Söylesene meleğim benim, Gruşenka demin gelmiş miydi, gelmemiş miydi?

— Gören yok. Aldanıyor, gelmemiştir.

— Mitka onunla evlenmek istiyor, evlenmek!

— Kız varmaz ki ona.

— Varmaz, varmaz, dünyada varmaz!

İhtiyar, dünyayı bağışlamışlar gibi sevinçle titriyordu. Heyecanla Alyoşa'nın elini kaptı, hızla kalbine bastırdı. Gözleri sulandı.

— Demin söz ettiğim Meryem Ana'nın küçük ikonunu al, beraber götür. Manastıra dönmene izin veriyorum... demin şaka ettim, darılma. Başım ağrıyor Alyoşa... Lyoşa, ne olur yüreğimi ferahlandır, bana doğruyu söyle!

Alyoşa acıyla,

— Aklınız fikriniz onun gelip gelmediğinde...

— Yo, yo, yo; sana inanıyorum. Yalnız şu var: Gruşenka'ya git ya da bir yerde gör onu. Mümkün olduğu kadar çabuk sor, soruştur ya da kendin anla: hangimizi, beni mi, onu mu istiyor? Olur mu?.. Yapabilir misin, yapamaz mısın?

Alyoşa utangaç bir tavırla,

— Görürsem sorarım, diye mırıldandı.

İhtiyar, sözünü keserek,

— Söylemez o. Yaramazın biridir. Seni öpmeye başlar, seninle evlenmek istediğini söyler. Ne yalancı, ne arlanmaz kadın o... Yok, sen gidemezsin ona, olmaz.

— Evet, iyi olmaz baba, hiç iyi olmaz.

— Öteki nereye gönderiyordu seni? Demin buradan kaçarken, "Oraya git!" diye bağırıyordu.

— Katerina İvanovna'ya yolluyor.

— Para için mi? Para istemeye mi?

— Hayır, para için değil.

— Dmitri'nin on parası yok. Bana bak Alyoşa, ben bu gece yatıp düşüneyim, sen şimdilik git. Belki Gruşenka'ya rastlarsın... Ama yarın sabah yüzde yüz... Sana yarın bir şey söyleyeceğim. Uğrar mısın?

— Uğrarım.

— Kendiliğinden, beni yoklamaya gelmiş gibi yap. Seni çağırdığımı kimseye söyleme, İvan'a bir kelime bile çıtlatma.

— Olur.

— Hadi güle güle meleğim. Demin benden yana çıktığını ömrüm oldukça unutmayacağım. Yarın sana bir şey söyleyeceğim... ama biraz düşünmem gerekiyor.

— Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

— Yarın kalkıp çıkacağım; çok iyiyim, çok iyiyim, çok iyiyim!

Alyoşa avludan geçerken kapının önündeki bankta kardeşi İvan'ı gördü. Oturduğu yerde not defterine kurşun kalemle bir şeyler yazıyordu. Alyoşa İvan'a, babasının uyandığını, iyice kendine geldiğini, kendisini manastıra yatmaya yolladığım söyledi.

İvan yerinden hafifçe doğrularak çok nazik bir tavırla,

— Seninle yarın sabah görüşmeyi çok isterdim Alyoşa, dedi.

Alyoşa bu nezaketi beklemiyordu.

— Yarın Hohlakov'larda olacağım; diye karşılık verdi. Şimdi bulamazsam, yarın belki Katerina İvanovna'ya da giderim.

İvan gülümsedi.

— Demek Katerina İvanovna'ya "selam ve vedalaşma iletmek" için gene de gidiyorsun.

Alyoşa bozuldu, öteki devamla,

— Deminki bağırmalardan ve biraz önce olanlardan her şeyi anladım galiba, dedi. Herhalde Dmitri sana Katerina İvanovna'ya giderek ona... kısacası kendisiyle vedalaştığını söylemeni rica etmiştir.

— Bırak ağabey! Asıl babamla Dmitri ağabey arasındaki facianın sonu ne olacak?

— Şimdiden kestirilemez. Belki öylece biter, mesele unutulur gider. O kadın tam bir hayvandır. Herhalde ihtiyarın evden çıkmasına, Dmitri'nin de buraya girmesine izin vermemeli.

— Senden şunu sorabilir miyim ağabey: İnsanların çevrelerine bakarak, bunlar arasında, yaşamaya layık olan ve olmayanları seçmeye hakkı olabilir mi?

— Bunda değeri göz önüne almaya hiç gerek yok. Bu sorun insan yüreğinde çoğu zaman değere bakılarak değil, başka, daha doğal nedenlere uyularak halledilir. Bunun hak olup olmamasına gelince; istemek herkesin hakkıdır.

— Başkasının ölümünü istemek de mi?

— Ölüm olması durumu değiştirmez. Mademki bütün insanlar böyle yaşıyor, hatta başka türlü yaşamaları olanaksız; kendi kendimizi aldatmak niye? Sen demin, "İki sürüngenin birbirini yemesi" hakkında söylediklerimi kastediyorsun, öyleyse izninle ben de sana bir şey soracağım: Benim de Dmitri gibi, ihtiyar domuzun kanını dökebileceğime, onu öldürebileceğime inanıyor musun?

— Neler söylüyorsun İvan! Aklımdan geçmez bu... Dmitri'nin de...

İvan gülümsedi:

— Bu kadarı için eksik olma. Onu her zaman koruyacağıma güven. Yalnız bu konuda içimden gelecek isteklere hiç gem tanımıyorum. Allahaısmarladık, yarın görüşürüz. Beni kınama, suçlu olarak da görme.

O zamana kadar hiç yapmadıkları biçimde, coşkuyla el sıkıştılar. Alyoşa kardeşinin kendisine doğru ilk adımı attığını ve bunu kesinlikle belli bir amaçla yaptığını hissetti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro