Birinci Bölüm -1
-BİRİNCİ KİTAP, BİR AİLENİN HİKAYESİ-
I
Fyodor Pavloviç Karamazov
Aleksey Fyodoroviç Karamazov, on üç yıl önceki korkunç esrarlı ölümü bir zamanlar herkesin dilinde dolaşan (hatta şimdi bile aramızda unutulmamış olan) bölgemizin derebeyi Fyodor Pavloviç Karamazov'un üçüncü oğluydu. Babasının ölümünü yeri gelince anlatacağım. Şimdilik, çiftliğinde ömrü boyunca hemen hemen hiç oturmamış bu çiftçinin sadece tuhaf bir tip olduğunu söylemekle yetineceğim. Sık sık rastlanan, yalnız kötü ve ahlaksız değil, üstelik kafasız, ama kendi mal mülk işlerini çok iyi beceren kafasız tiplerdendi; zaten başka bir şeye de aklı ermiyordu galiba. Fyodor Pavloviç aşağı yukarı sıfırdan işe başlamıştı. Mülkü pek önemsizdi, ötekinin berikinin sofrasına çağrılmak, dalkavukluğunu yapmak için fırsat kollardı. Gene de öldüğü zaman üzerinde temiz para yüz bin ruble çıktı. Bu adamı bölgemizde herkes, ömrü boyunca münasebetsizin, deli dolunun biri saymıştı. Ama tekrar ediyorum: budalalığı yoktu. Böyle deli doluların çoğu hayli zeki, kurnaz kimselerdir. Deli doluluğu da kendine özgü, nerdeyse ulusal bir nitelik taşıyordu.
İki kere evlenmişti, üç oğlu vardı. Büyük oğlu Dmitri Fyodoroviç ilk karısından, öbür ikisi, İvan'la Aleksey, ikinci karısındandı. Fyodor Pavloviç'in ilk karısı Miusov'lardandı. Miusovlar, bölgemizin hayli zengin, soyluluğuyla tanınmış bir derebeyi ailesiydi. Kızlarının çeyizi, drahoması yerindeydi; güzeldi, hem de bugünkü kuşakta sık sık rastlandığı halde, o zamanın kızları arasında henüz tek tük görünen canlı bir zekâya sahipti. Bütün bunlara rağmen herkesin "mendebur" dediği silik bir adama nasıl varabildiğini uzun boylu anlatmayacağım. Bundan önceki "romantik" kuşaktan bir genç kız tanırdım. Adamın birine birkaç yıl esrarlı bir aşk duyduktan sonra onunla pekâlâ en tatlı bir biçimde evlenmek olanağı varken nedense kendi kendine birtakım aşılmaz engeller uydurarak sonunda, fırtınalı bir gecede, kendini yüksek bir sahilden oldukça derin, akıntılı bir ırmağa atıp boğulmuştu. Bunu yüzde yüz kendine özgü bir kaprisle, sırf Shakespeare'in Ophelia'sına benzemek için yapmıştı. Hatta çok önceden beğenerek seçtiği kayanın görünümü o kadar güzel olmasaydı da, bunun yerine dümdüz, basit bir su kenarı olsaydı, belki intihar gerçekleşmezdi... Anlattığım olay gerçekten olmuştur. Şu son iki üç kuşakta da bu ya da bunun gibi olayların az olmadığına inanmak gerek. Kuşkusuz, Adelaida İvanovna Miusova'nın bu davranışı hem yabancı bir etkinin, hem de öfkeli bazı düşüncelerin sonucuydu. Kadın belki de bağımsızlığını göstermek, toplumun kurallarına, akrabalarıyla ailesinin boyunduruğuna karşı gelmek istemişti. İyilikçi düş gücü bir an için bile olsa onu Fyodor Pavloviç'in, taşıdığı "dalkavuk" ünvanına rağmen, hep iyiye giden, döneminin cesur, en alaycı insanlarından biri olduğuna inandırmıştı; oysa adam kötü bir soytarıydı, o kadar. Ayrıca kaçırılarak evlenmek de Adelaida İvanovna'yı büsbütün çekmişti. Fyodor Pavloviç'e gelince, toplumdaki durumu yüzünden bu işe dünden hazırdı; ne pahasına olursa olsun geleceğini kurtarmak istiyordu. İyi bir aileye yamanıp üstelik kabarık bir drahoma almak, arayıp da bulamadığı şeydi. Aşk konusu ile ne gelin, hatta Adelaida İvanovna güzel kız olduğu halde ne de damat ilgiliydi. Şehvet düşkünü, yüz bulduğu her kadının eteğine yapışan Fyodor Pavloviç'in hayatında bu belki ilk kez olmuş, evlendiği kadın şehvet duygularını kamçılayamamıştı.
Adelaida İvanovna kaçırılışından hemen sonra kocasına karşı sadece küçümseme duyduğunu anladı. Böylece evlenmelerinin nasıl sonuçlanacağı daha ilk adımda belli oldu. Miusov'lar olanları uysallıkla karşılayarak kaçağın çeyiziyle drahomasını bile verdiler. Gene de karı kocanın hayatı tam bir derbederlik, sürekli kavga içinde geçiyordu. Anlatılanlara bakılırsa, o sıralarda bile genç kadın kocasına göre daha soylu, daha yüksek davranıyordu. Fyodor Pavloviç, karısı parayı alır almaz yirmi beş bini olduğu gibi çekip üstüne oturdu; kadıncağız bir daha bir rublecik bile göremedi. Karısının payına düşen bir köyle oldukça iyi bir şehir konağını da üzerine geçirmek için uğraşıp duran herif, sonunda belki bunu da başaracaktı. Adelaida İvanovna kocasının arsızca diretmelerinden, dilenciliğinden o kadar bezmiş, iğrenmişti ki, sadakası olsun diye boyun eğecekti. Bereket versin ailesi araya girerek anaforcuyu azıcık hizaya getirdi.
Karı kocanın sık sık dövüştüğü herkesçe biliniyordu. Hatta dayağı atanın Fyodor Pavloviç değil, o ateşli, cesur, kabına sığmaz, son derece güçlü esmer kadın, Adelaida İvanovna olduğu söyleniyordu. Sonunda Adelaida İvanovna evini, kocasını bırakarak yoksulluk içinde yüzen, papaz okulunu bitirmiş bir öğretmenle kaçtı; üç yaşındaki oğlu Mitya, babasının elinde kaldı. Fyodor Pavloviç hiç vakit kaybetmeden evinde bir harem kurdu; içki âlemleri yapıyor, boş vakitlerinde ili bir baştan öbür başa dolaşıp gözyaşları içinde, kendisini terk eden Adelaida İvanovna'dan sağa sola dert yanıyordu. O sıralarda, evlilik hayatıyla ilgili, bir erkeğin anlatması hiç yakışık almayan bazı sırları açıklıyordu. Zaten herkese karısının hakaretine uğramış gülünç bir koca olarak görünüp, bunu ballandıra ballandıra anlatmaktan nerdeyse zevk duyuyor, böbürleniyordu. "Kederinize rağmen sanki rütbe kazanmış bir haliniz var, Fyodor Pavloviç!" diye takılanlar oluyordu. Hatta çoğu, yeni girdiği soytarı kalıbının onu sevindirdiğini, durumundaki gülünçlüğün bile bile farkına varmadığını söylüyordu. Ama kim bilir, belki de saflığından böyle davranıyordu. Sonunda kaçağın izini bulmayı başardı. Zavallı kadın, papaz okulu öğrencisiyle Petersburg'a gitmiş, orada ipin ucunu büsbütün kaçırmıştı. Fyodor Pavloviç hemen harekete geçti, Petersburg'a gitmek için hazırlıklara başladı; ne diye gideceğini kendi de bilmemekle birlikte, belki de giderdi... Ama kararını verdikten sonra yola çıkarken cesaret toplamak için üst üste içmeye başladı. Tam o sırada karısının ailesine, kadının Petersburg'da öldüğü haberi geldi. Bir söylentiye göre oturduğu tavanarasında birdenbire hastalanarak tifodan; —başkalarına inanılırsa— açlıktan ölmüştü. Fyodor Pavloviç karısının ölümünü sarhoşken haber aldı. Anlattıklarına göre o anda sokağa fırlamış, ellerini havaya kaldırarak "Azat ettin, ey Tanrı!" duasını okumaya başlamış. Tiksindirici haline rağmen çocuk gibi ağladığını görenler ona acıdığını söylüyorlardı. Bir yandan kurtulduğu için sevinirken, öte yandan kurtarıcısına gözyaşı dökmesi de pekâlâ mümkün... Çoğu zaman insanlar, hatta caniler bile, haklarında verdiğimiz yargılardan çok daha saf, temiz ruhlu olurlar. Biz de öyleyiz.
II
İlk Oğlunu Başından Atması
Böyle bir adamın nasıl bir baba, ne biçim terbiyeci olduğu tahmin edilebilir. Karısının ölümünden sonra, zaten beklendiği gibi babalığını unutmuş; Adelaida İvanovna'dan olan oğlunu büsbütün, temelli bırakmıştı. Bunun nedeni, çocuğa karşı kin duyması ya da kocalık duygularının aşağılanması değildi. Sadece oğlunu unutmuş, aklından çıkarmıştı, o kadar. Fyodor Pavloviç herkesi gözyaşlarıyla, sızlanmalarıyla bıktırırken, evini bir düşkünlük yuvası haline getirirken üç yaşındaki oğlu Mitya'yıevin sadık uşağı Grigori himayesine aldı. O da ilgilenmese zavallının sırtındaki gömleği değiştirecek kimse çıkmayacaktı. Anne tarafı da ilk zamanlar onu unutur gibi oldu. Dedesi, yani Adelaida İvanovna'nın babası Bay Miusov o sıralar hayatta değildi artık. Moskova'ya taşınan dul karısı, Mitya'nın anneannesi hastalanmış, kız kardeşleri kocaya varmıştı. Böylece Mitya iki yıla yakın bir zaman Grigori'de, bir uşak kulübesinde kaldı. Peder bey arada bir çocuğu hatırlarsa bile (varlığından büsbütün habersiz olamazdı), sefahat âlemlerine engel olmasın diye onu hemen kulübeye yollardı. Bir rastlantıyla, o aralık ölen Adelaida İvanovna'nın Pyotr Aleksandroviç Miusov adındaki kardeş çocuğu Paris'ten dönmüştü. Miusov uzun yıllar Avrupa'da kalmıştı.
O sıralar henüz çok gençti; bütün Miusov'lardan farklıydı. Aydın, başkentlerde yaşamış, ömrünün sonuna kadar tam anlamıyla Avrupalı olabilmiş bir adamdı. Hayatının son yıllarında 40-50yıllarının özgürlükçüleri arasına katılmıştı. Çalıştığı zamanlar gerek Rus, gerek yabancı en büyük özgürlükçülerle ilişki kurmuş, Proudhon'la Bakunin'i tanımıştı. 48 Fransız Devrimi, dolaşmalarının sonuna rastlamıştı. Devrimin üç gününden söz etmeyi pek severdi; laf arasında, barikatlarda dövüşenlere karıştığını ima etmekten kendini alamazdı. Bu, gençliğinin en tatlı anılarından biriydi. İçinde aşağı yukarı bin canla, bağımsız bir mülkü vardı. Son derece mükemmel çiftliği şehrimizin çıkışında başlar, ünlü manastırımızın sınırına dayanırdı. Pyotr Aleksandroviç mirasını alır almaz, daha delikanlılığında nehirde haksız bir balık avlama yüzünden mi, yoksa ormandan kesilmiş ağaçların zarar ziyanı için mi —pek bilemiyorum— "ruhban"a karşı dava açmayı aydın bir yurttaşın ödevi saymıştı. Bir zamanlar ilgilendiği Adelaida İvanovna'yı unutmamıştı; Mitya'nın durumunu öğrenince gençlik hırsını, Fyodor Pavloviç'e karşı duyduğu tiksintiyi unuttu. Fyodor Pavloviç'le ilk olarak o zaman tanıştı. Çocuğu evlat edinip büyütmek istediğini açıkça söyledi. Ondan sonra birçok kez, Mitya konusunu açınca adamın bir süre, hangi çocuğun sözü edildiğini kavrayamadığını, evinin bir köşesinde küçük bir oğlu bulunduğuna nerdeyse hayret ettiğini anlata anlata bitirememişti. Pyotr Aleksandroviç'in anlattıkları büyütülmüş olsa bile büsbütün asılsız değildi. Zaten Fyodor Pavloviç öteden beri kendine özgü kırıtmalarıyla karşınıza hiç ummadığınız bir rolde çıkmaya bayılırdı. Hem bunu hiç gerekmezken, hatta o seferki gibi, kendi zararına yapardı. Hoş bu yalnız Fyodor Pavloviç'te değil, birçok kimsede, hatta pek çok akıllı insanda rastlanan bir özelliktir.
Pyotr Aleksandroviç işe canla başla sarıldı. Mitya'ya annesinden çiftlikle bir ev, bir hayli arazi kaldığı için (Fyodor Pavloviç'le birlikte) çocuğun vasiliğine atandı. Mitya annesinin kuzeninin evine geçti. Pyotr Aleksandroviç bekârdı; çiftlik kiralarını toplayıp işlerini yola koyduktan hemen sonra uzun zaman için Paris'e döndü. Çocuğu Moskovalı yaşlı bir yakın akrabasına emanet etti. Paris'e iyice yerleşince, hele sonraları üzerinde derin izler bırakan, ömrü boyunca unutamadığı o bilinen Şubat Devrimi başlayınca Pyotr Aleksandroviç, çocuğu tümden unuttu. Moskovalı hanımefendi öldükten sonra Mitya'yı evli kızlarından biri yanına aldı. Böylece çocuk, galiba dördüncü kez yuva değiştirmiş oldu. Ama şimdi bundan uzun uzadıya söz edecek değilim: nasıl olsa ileride Fyodor Pavloviç'in ilk oğlunun sözünü çok edeceğiz. Şimdilik romanıma başlamak için gereken bazı bilgileri vermekle yetineceğim.
Fyodor Pavloviç'in oğullarından yalnız Dmitri Fyodoroviç bir dereceye kadar varlıklı olduğu, belli bir yaşa geldikten sonra kimsenin eline bakmak zorunda kalmayacağı inancı içinde büyümüştü. Delikanlılığı ve gençlik yılları pek derbeder geçti: Jimnazı bitirmeden askeri okula girdi. Bitirince Kafkasya'ya gitti, rütbe kazandı; düelloda dövüştüğü için görevden alındı, tekrar yükseldi, sefahate daldı, hayli para yedi. Fyodor Pavloviç, ancak belli bir yaşa geldikten sonra para yollamaya başladığı için Dmitri o zamana kadar epey borçlandı. Babası, Fyodor Pavloviç'i ilk olarak delikanlılık çağına geldikten sonra, özellikle mal mülk sorunlarını konuşmak için bölgemize geldiği zaman görmüş tanımıştı. Galiba, dünyaya gelmesine neden olan adamdan daha o gün hoşlanmamıştı. Yanında pek az kaldı; bir miktar para kopardıktan sonra hemen gitti. Konuşmaları sırasında çiftlik kirasını bundan sonra nasıl alacağını da sordu. İşin garibi, bu buluşmada Fyodor Pavloviç'ten çiftliğinin ne gelirini, ne de gerçek değerini öğrenebildi. Fyodor Pavloviç, Mitya'nın serveti hakkında abartılmış, yanlış bir düşünce taşıdığını daha ilk anda anlamıştı. (Bunu unutmamak gerek.) Fyodor Pavloviç'in kendine göre hesapları olduğu için buna memnundu. İncelemeleri ona delikanlının hoppa, deli dolu, sabırsız, bazı tuhaflıklara sahip hovardanın, yarını düşünmeden eline ne geçerse tüketene kadar gününü gün etmeye bakan düşüncesizin biri olduğunu göstermişti. Fyodor Pavloviç, Mitya'nın bu zayıf yanlarından yararlanmaya başladı; arada bir, az bir miktar göndererek onu başından savıyordu. Sonunda, sabrı tükenen Mitya babasıyla alacak verecek işini kökünden çözmek için şehrimize ikinci kez geldi. Ama hiçbir alacağı kalmadığını duyunca şaşkınlığından neye uğradığını bilemedi. Sözde, babasından öyle çok para çekmişti ki, hesaba vurulacak olsa borçlu çıkacaktı... Vaktiyle kabul ettiği bazı anlaşmalara göre herhangi bir hak da ileri süremiyordu. Genç adam hem şaşırdı, hem de buna yalan, hile karıştığından kuşkulandı, kapıldığı hiddetten çılgına döndü.
İşte bu durum romanımın, daha doğrusu romanın dış konusunu oluşturan facianın nedeni olmuştur. Şimdilik bu romana geçiyorum. Ama daha önce Fyodor Pavloviç'in öbür iki oğlundan, Mitya'nın kardeşlerinden söz edip neyin nesi olduklarını açıklamak gerek.
III
İkinci Evlenme ve İkinci Çocuklar
Fyodor Pavloviç dört yaşındaki Mitya'yı başından attıktan az sonra ikinci kez evlendi. Bu evlilik sekiz yıl kadar sürdü. İkinci karısı Sofya İvanovna da oldukça gençti. Fyodor Pavloviç onu başka bir ilden, bir Yahudiyle birlikte oraya kârlı işler çevirmek için gittiğinde almıştı. İçip eğlenen, hovardalık eden Fyodor Pavloviç bir yandan da kazançlı işler yaparak elindekini artırmak için fırsatı kaçırmazdı. Çoğu da boşa gitmez, ama bunu binbir dolap çevirerek başarırdı.
Sofya İvanovna "öksüzlerden"di; küçükken kimsesiz kalmıştı. Tanınmamış bir diyakozun kızıydı, General Vorohov'un ünlü dul karısının zengin evinde büyümüştü. Kocakarı öksüzün koruyucusu, yetiştiricisi olduğu halde kızın canını çıkarıyordu. Ayrıntılarını pek bilmiyorum ama, işittiğime göre general karısının sessiz, yumuşak başlı evlatlığı günün birinde velinimetinin dırdırına dayanamamış, kilerin duvarına çivi çakıp bağladığı ipi boynuna takarak kendini asarken kurtarılmıştı... Kocakarı aslında kötü bir insan değildi, can sıkıntısından şımarıklık ediyordu. Fyodor Pavloviç, Sofya'yı istedi. Kız tarafı soruşturma yaptıktan sonra kapıdan kovuldu. Bunun üzerine Fyodor Pavloviç, ilk evlenmesinde olduğu gibi, kıza onu kaçırmayı önerdi. Sofya nişanlısı hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmiş olsa büyük bir olasılıkla ona varmazdı. Fakat Fyodor Pavloviç başka bir ildendi. Hem de velinimetinin yanında kalmaktansa ölümü göze alan on altı yaşında bir kızcağız başka ne yapabilirdi! Böylece zavallı, kadın velinimetinden erkek velinimetine geçti.
Fyodor Pavloviç bu kez zırnık alamadı, çünkü general karısı kızmış, üstelik ikisine de lanet okumuştu. Ama o zaten bir şey almayı ummuyordu; karısının temiz genç kız güzelliğine, özellikle saf, masum görünüşüne kapılmıştı. Şehvet düşkünü Fyodor Pavloviç o zamana kadar ancak kaba kadın güzelliğinden hoşlanırdı. Sofya ile tanıştıktan sonra kendine özgü pis kihkihlemeleriyle, "Onun o masum bakışı yok mu, ustura gibi kalbimi paraladı," sözlerini dilinden düşürmez olmuştu. Kızın bu hali ahlakça düşük adamın şehvetini kışkırtmaya yarıyordu. Maddi bir çıkarı olmadığı için Fyodor Pavloviç'in karısına pek aldırdığı yoktu. Kendisine karşı suçlu durumda gördüğü, "hayatını kurtardığı" için kadının görülmemiş alçakgönüllülüğünden, sessizliğinden yararlanarak aile hayatının en basit kurallarını ayaklar altına aldı: evine kötü kadınlar getirerek âlemler yapıyordu. Dikkate değer bir nokta da, asık suratlı, aptal, inatçı bir ukala olan ve eski hanımı Adelaida İvanovna'dan nefret eden uşak Grigori'nin bu kez yeni hanımdan yana çıkmasıydı. Onu savunuyor, Fyodor Pavloviç'le hanımı yüzünden bir uşağa yakışmayacak biçimde kavga ediyordu. Hatta bir keresinde düzenlenen eğlentiye gelmiş, aşifteleri dağıtıvermişti. Sonunda küçüklüğünden beri hep korkular içinde olan talihsiz genç kadın bir çeşit sinir hastalığına tutuldu. Bu hastalığa çoğu zaman basit tabakada ve köylü kadınları arasında rastlanır, "havaleli" derler bunlara... Korkunç isteri nöbetlerinden sonra hastanın zaman zaman aklını yitirdiği olurdu. Gene de Fyodor Pavloviç'e iki erkek çocuk doğurdu. İvan evlendiklerinin senesinde, Aleksey üç yıl sonra dünyaya geldi. Annesi öldüğü zaman küçük Aleksey dördüne basmıştı. Tuhaftır ama, annesini, tabii hayal meyal olarak, ömrünün sonuna kadar anımsadığını iyice biliyorum. Anneleri ölünce iki kardeş tıpkı ağabeyleri Mitya'nın durumunda kaldılar, babaları onları da yüzüstü bırakıverdi. İki çocuk şu bildiğimiz Grigori'nin ellerine, kulübesine düştüler. Annelerinin velinimeti, onu büyüten deli bozuk general karısı yetimleri orada buldu. Hayattaydı; sekiz yıl önce uğradığı hakareti bir türlü unutamamıştı. Sofya'sının başına gelenleri bir bir biliyordu. Kadının hastalığını, içine düştüğü çirkefi duydukça birkaç kez dalkavuklarına,
— Hak etti, demişti. Tanrı nankörlüğünü cezalandırıyor!
Sofya İvanovna'nın ölümünden tam üç ay sonra general karısı birdenbire şehrimize, doğruca Fyodor Pavloviç'in evine damladı. Şehirde topu topu yarım saat kaldı, ama epey iş gördü. Akşam vaktiydi. Sekiz yıl yüzünü görmediği Fyodor Pavloviç onu çakırkeyif karşıladı. Anlattıklarına göre, uzun boylu konuşmaya gerek görmeden, adamla karşılaşır karşılaşmaz ortalığı iki yaman şamarla çınlattı. Sonra saçlarına yapışarak üç kere yukarıdan aşağı tartakladı ve tek bir söz söylemeden çocukların yanına, kulübeye yollandı. Küçükleri yüz göz kir pas içinde, üst başlarını da öyle bulunca bir tokat da Grigori'ye aşk etti. Çocukları hemen götürüvereceğini söyleyerek oldukları kılıkta bir battaniyeye sardı, arabasına bindirdi, oturduğu şehre götürdü. Grigori, tokadı sadık bir köleye yakışır bir tutumla sineye çekti, hiç sesini çıkarmadı. İhtiyar hanımefendiyi arabaya bindirirken yarı beline kadar eğilerek ağır ağır, Tanrının "öksüzlere yaptığı bu iyilik için onu kat kat ödüllendireceğini" söyledi. General karısı, araba hareket ederken,
— Hadi oradan avanak! diye onu tersledi.
Fyodor Pavloviç bu işte kârlı olduğunu anlamıştı; general karısının çocuklarını büyütmesine, tek bir noktaya itiraz etmeksizin resmi yoldan da rızasını gönderdi. Yediği tokadın hikâyesini bütün şehir doğrudan doğruya ağzından dinledi.
General karısı kısa zaman sonra öldü; fakat vasiyetnamesinde iki küçüğe biner ruble bıraktı. "Bu para tümden çocukların öğrenimine harcanacak ve reşit olana kadar onların bakımını sağlayacaktır. Böyle çocuklara bu para çoktur bile. Azımsayan varsa kendi kesesini açar... vb... vb..." Vasiyetnameyi ben kendim okumadım, ama garip bir şey olduğunu ve çok tuhaf bir üslupla yazıldığını işittim. Kocakarının asıl mirasçısı oranın il soyluları başkanı Yefim Petroviç Polenov idi. Namuslu bir adamdı; Fyodor Pavloviç'e mektup yazdı. Adamın, çocuklarının bakımı için para yollamaya hiç niyeti olmadığını hemen anladı. Aslında Fyodor Pavloviç hiçbir zaman açıktan açığa reddetmezdi, yalnız işi sürüncemede bırakırdı, bazen duygulu duygulu dil de dökerdi... Bunun üzerine Polenov çocuklarla kendisi ilgilendi. Küçük Aleksey'i o kadar sevmişti ki, çocuk uzun zaman evinde kaldı. Bu noktaya baştan beri okuyucuların dikkatini çekmek isterim. İki genç öğrenim ve eğitimlerini tümüyle bu eşine az rastlanır, son derece insan ruhlu Yefim Petroviç'e borçluydular. Yefim Petroviç, general karısının bıraktığı paraya hiç dokunmadı. Böylece, çocuklar reşit oldukları zaman bin rubleleri faiziyle iki katına yükselmişti. Her birinin öğrenimine harcanan para herhalde bin rubleden fazlaydı. İki kardeşin çocukluğuyla ilk gençliğinin ayrıntılı hikâyesine şimdilik girişmeden, sadece birkaç noktadan söz edeceğim. Gene de büyüğü İvan üstüne kısaca şunları söyleyeyim: İçine kapanık, somurtkan bir çocuktu. Çekingen olmakla birlikte daha on yaşındayken, el evinde, el ekmeği yiyerek büyüdükleri, babalarının yüz kızartıcı bir adam olduğu konusunda düşünceler içinde yer etmişti. Bu çocuğun (işittiğime göre) henüz pek küçük yaştan okumaya karşı üstün bir yeteneği vardı. Nasıl olduğunu iyice bilmiyorum, galiba İvan on üç yaşındayken Yefim Petroviç'in evinden Moskova'ya, jimnazlardan birine gitmek için ayrılmıştı. Geceleri, Yefim Petroviç'in çocukluk arkadaşı zamanın tecrübeli, ünlü bir eğitimcisinin pansiyonunda kalıyordu. İvan'ın sonraları söylediğine göre, Yefim Petroviç buna "taşkın iyilikseverliğinden" gerek görmüştü... Adam, üstün yetenekli çocukların en yüksek eğitimciler elinde yetiştirilmesi gerektiğine iyice inanmıştı. Delikanlı jimnazı bitirip üniversiteye girdiği zaman artık ne Yefim Petroviç, ne de o pek yetenekli eğitimci yaşamaktaydı. İvan, deli bozuk general karısının bıraktığı ve bin rubleden iki bin rubleye yükselen parayı, biraz da Yefim Petroviç'in beceriksizliğinden, bir de bizde âdet olan bir sürü formalite, savsaklama yüzünden hayli zaman alamadı. Bu nedenle üniversitede ilk iki yıl iyice sıkıntı çekti; hem okudu, hem hayatını kazanmak zorunda kaldı. Bu arada babasını arayıp sormaya hiç yanaşmadı. Belki gururundan, belki adamı küçümsediği için böyle davrandı. Belki de duygularına kapılmadan, gerçeği görerek babasından ona hayır gelmeyeceğini anlamıştı. Öyle ya da böyle genç adam kendini şaşkınlığa kaptırmadı, iş buldu, önce saati yirmi kapikten ders verdi, sonra çeşitli gazetelere başvurdu. "Gören" imzasıyla sokak olayları üstüne onar satırlık yazılar yazmaya başladı. Söylediklerine göre, fıkralarının heyecanlı, gıdıklayıcı anlatımı okuyucuların pek çabuk dikkatini çekti. İvan bu bakımdan da büyük şehirlere okumaya gelip sabahtan akşama kadar Fransızcadan çeviriler yapan ya da kopya işleri için gazete idarehanelerinin kapılarını aşındıran birçok yoksul, zavallı kız ve erkek gençten ne kadar üstün olduğunu gösterdi. İvan Fyodoroviç sonradan da gazetelerle ilgisini kesmedi. Üniversitenin son yıllarında bilimsel eserler üzerine eleştiriler yazmaya başladı; böylece edebiyatçılar dünyasında da tanındı. Bununla birlikte geniş okuyucu kitlesinin dikkatini çekip nerdeyse birden sivrilivermesi ancak son zamanda, o da rastlantıyla oldu. Oldukça meraklı bir olay bu... Üniversiteyi bitirdikten sonra, iki bin rublesiyle Avrupa'ya gitmeye hazırlanan İvan Fyodoroviç bir gün büyük gazetelerden birinde garip konulu bir makale yayımladı. Makale, konuyla ilgili olmayanların bile dikkatini çekti. İşin tuhafı, doğa bilimleri konusunda uzmanlık yapmış olan İvan bu konuya herhalde tümüyle yabancı olmalıydı. Makale, o zaman her yerde sözü edilen kilise mahkemesi sorununa ilişkindi. İvan bu konudaki düşünceleri inceledikten sonra kendi görüşünü açıklıyordu. Bütün önem makalenin toplu havasında ve tam anlamıyla umulmadık sonuçtaydı. Yazı, kilise adamlarını, yazarın kendilerinden olduğuna inandırıyordu. Öte yandan onlarla birlikte yalnız laikler değil, inkârcılar bile yazı sahibini alkışladılar. Sonunda bazı anlayışlı kimseler bu makalenin küstahça bir mizahtan, bir alaydan başka bir şey olmadığına karar verdiler. Bu olaydan söz açışımın nedeni, o sıralar söz konusu makalenin yöremizdeki manastıra da ulaşmasıydı. Oradakiler de kilise mahkemesi konusuyla ilgileniyorlardı. Yazı orada da herkesi şaşırttı. Yazarın adını öğrendikten sonra, onun "şu Fyodor Pavloviç'in" oğlu oluşuyla büsbütün ilgilendiler. O aralık makale sahibinin kendisi de çıkageldi.
Hatırlıyorum, İvan Fyodoroviç'in bize niçin geldiğini o zaman bile kendi kendime kaygıyla soruyordum. Pek çok olayın başlangıcı olan bu anlamlı geliş, benim için uzun zaman, hatta hemen hemen her zaman anlaşılmaz bir sorun olarak kalmıştır. Zaten bu kadar okumuş, gururlu, görünüşte ölçülü bir gencin, ömrü boyunca onu savsaklamış, arayıp sormamış, oğlu istese bile para vermeye hiçbir zaman yanaşmayacak olan —bununla birlikte oğulları İvan ile Aleksey'in günün birinde gelip para isteyeceklerinden ödü kopan— böyle bir babanın batakhanesine ansızın damlaması pek tuhaftı. Oysa genç adam bu babanın evine gelip yerleşiyor, yanında iki ay kalıyor, üstelik pek de iyi geçiniyorlar. Son nokta yalnız beni değil, pek çok kimseyi şaşırtmıştı. Önceden de sözünü ettiğim Fyodor Pavloviç'in ilk karısının akrabası Pyotr Aleksandroviç Miusov o sıralar temelli yerleştiği Paris'ten gelmiş, çiftliğinde oturuyordu. Merakını çeken gençle tanışmış; arada bir onunla, için için kızarak, bilimsel tartışmalara girişiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam, İvan'ın durumuna en çok şaşıran oydu. Söz açılınca, "Mağrur," diyordu. "Para kazanıyor; şimdi bile Avrupa'ya gidecek kadar parası var. Öyleyse burada ne arıyor? Babasından para istemek için gelmediği gün gibi açık; o adamın metelik koklatmayacağını herkes bilir, içkiyle sefahatle başı hoş değil; buna rağmen ihtiyar onsuz yapamaz oldu, o kadar kaynaşmışlar!"
Gerçekten öyleydi, genç adam babasını etkiliyordu sanki. Öteki bazen sözünü dinler gibi oluyor, arasıra müthiş hırçınlığı tuttuğu halde gene de kendini toparlıyor, daha edepli davranıyordu.
İvan Fyodoroviç'in daha çok ağabeyi Dmitri Fyodoroviç'in ricasıyla, kısmen onun işleri için geldiği ancak sonradan anlaşıldı. Ağabeyiyle yeni tanışmış, oraya gelişinde ilk kez görüşmüşlerdi. Bununla birlikte, daha çok Dmitri Fyodoroviç'i ilgilendiren önemli bir iş hakkında, Moskova'dan gelmeden önce mektuplaşmaya başlamışlardı. Bunun ne gibi bir iş olduğunu okuyucu, sırası gelince bütün ayrıntılarıyla öğrenecektir. Bununla birlikte, özelliklerini öğrendikten sonra bile ben İvan Fyodoroviç'i esrarlı bir kişi olarak görüyor, bize gelişini bir türlü açıklayamıyordum.
Şunu da ekleyeyim ki, İvan Fyodoroviç'te o zaman, babasıyla kavgalı, hatta davalı olan ağabeyiyle Fyodor Pavloviç'in arasını bulmaya çalışan uzlaştırıcı bir hal vardı.
İşte bu aile o zaman ilk kez bir araya geldi, içlerinden bazıları ilk kez birbiriyle karşılaştılar. Yalnız en küçük oğlu Aleksey Fyodoroviç, şehrimize bir yıl önce geldiği için öbür kardeşlerine göre daha eskiydi. Aleksey'i roman sahnesine çıkarmadan önce, ona ilişkin önsöz biçiminde bir hikâyeyi anlatmak bana pek güç geliyor. Gene de onun hakkında bu önsözü yazmak gerekecek; böylece hiç olmazsa pek tuhaf bir sorunu, gelecekteki kahramanımı okuyuculara ilk sahnesinden beri rahip adayı cüppesinde sunmamın nedenini bir ölçüde açıklayabileceğim. Evet, Aleksey o sıralar bir yıla yakın bir zamandır manastırdaydı, galiba ömrünün sonuna kadar da oraya kapanmaya hazırlanıyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro