Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

kavuşmaların kuyuya indiği halatın ayrılıklarını son kez bağrıma basarak kestim



Final bölümüne hoş geldiniz.

Uzun bir bölümdü oldu, yazmakta baya zorlandım. O yüzden bol bol yorum yapmayı ve okurken oy vermeyi unutmayın lütfen.

Sizi seviyorum.



Hangi kırılmış olan dalı küçükken elime tutuşturdular? Hangi çocukluğum nerede yitirildi? Hangi sevdam beni ben yaptı, bilmiyorum. Sorgularımın sualleri bu denli belliyken cevaplarının kargaşası bir o kadar da yorucu.

Ayaklarımı uzattığım yatağımın, gökyüzüne açılan penceresine baktığımda; seyircisi olduğum hayatımın her anını bir film edası gibi izler gibi düşlüyorum gözlerimin önüne.

Bu da geçer diyip teselli ettiğim yüreğimin, tökezlediği mevsimdeyim. Usul usul dünyadan silindiğim ömrümün; söylemde gençlik, yaşanmışlıkta iflaslarındayım.

Gönlümün gözlerime taşıp kurak kâhküllü saçlarımı suladığım andayım. Yokluklara gülüp geçtiğim, geçtikten sonra dut taneleri gibi gizli gizli döküldüğüm, yıkılmaya ramak kalan yaşımdayım. 19.

Yaş kelimesinin yıllarca sesteş olduğunu söylediler. Yıllarla beraber günler geçerken geliştiğimiz zaman dilimine yaş dediler. Bir de gözyaşı var diye anlatılır dururdu. Sesteş oldukları kadar, kaderde de ortak olduklarını hiç anlatmazlardı.

Anlatılsa da yaşamadan anlamaz, insanoğlu.

Şimdilerde, zamanın akrep meleği olduğunu düşünürken yaş kelimelerinin sesteşten daha çok kaderdaş olduklarını düşünüyorum.

Günler, yeni yaş vermek için geçip giderken gözlerimize de bir yaşı hak görmüşler. Meğer, yaş aldıkça artarmış gözyaşın. Dünya döndükçe avuçlarına dertler dolarmış. Gönül, güzel gördükçe kayıp gidermiş.

Hiçbir gitmenin; gitmemelere yemin ettirdiğini öğrenirmişsin. Bağrında bitermiş göz göz çorak otlar. Bir gün fazla yaşamak, dertlerini ikiye katlar. Cümleler gönül tellerine dolanır, sevdan odamın kapısında aralanır. Bilmem, mektuplarım ne zaman durulur. Sevdan yüreğimden o zaman kurtulur, sevdiğim.

Ve ben bugün dertlerimin siyaha boğandığı, çayımın demle dolu olduğu ve ömrümden bir gün daha eksildiğini düşündüğüm gecede alıyorum elime kâğıdı ve kalemi.

Bu araç-gereçleri bana kâhyam verdi. Nereden bulduğunu bilmiyorum ama işe yarayacakmış gibi gözüküyor. Düşünebiliyor musun? Buradan gitmeden önce sana veda etmem için bir şans tanıdı bana. Asıl sorun şu ki, sana nasıl veda edeceğimi bile bilmiyorum; sadece birkaç damla gözyaşı ve yazdığım şiirle hoşça kal diyeceğim sana.

Bir gün girerseniz odama,
Cansız uzanmış bulursanız beni.
Bakın baş ucuma.
Bakın dört duvara,
Yalnızlık orada.
Sizinle nefes nefese,
Sizinle burun buruna,
Uzanmış yanıbaşımda yatağa.
Geçmiş masama,
Saymayın güldüklerimi.
Saymayın sevdiklerimi.
Bilin, doymadım ben;
Ne aşka ne de dostluğa,
Vurun yalnızlığa.

"Rahatsız etmedim, değil mi?" diyor, kapımı yavaşça aralayarak. Kâğıdı katlayıp, çizmemin içine sıkıştırıyorum ve aynada kendime bakıyorum. Hazır mıyım gerçekten, özgürlüğe gitmeye?

"Hayır, rahatsız etmedin. Tam vaktinde geldin hatta."

Gülümseye çalışıyorum zorlukla. Kolundaki saate bakıyor. Gece yarısı olmuş vaziyette, herkes uyuyor. Bir planı olduğunu biliyorum, bu yüzden ona hiç sormuyorum. O anlatsın istiyorum.

"Benimle gel," diyor. "Ama sessiz olmaya dikkat et."

"Bekle, kapıdaki gece şövalyelerini nasıl hallettin?"

Tereddütte kalmama gülümsüyor hafifçe. "Bir uyku hapının uyutamayacağı şey yoktur, prenses."

Ah... Aptal kafam. Bu kadar zeki olabileceğini düşünmemiştim kâhya.

Kapıdan çıkıyoruz. Onu takip ediyorum. Ses çıkartmamak için ekstra bir çaba sarf ediyorum. Eğer yakalanırsak çok kötü şeyler olacağını biliyorum. Koridorda ilerlerken açık kütüphane kapısını fark ediyorum, içeriye girmeden önce kapıda başı omzuna düşmüş, gece şövalyesini fark ediyorum. Horluyor. Aptal, ses etme. Bizi yakalatacaksın.

İçeri giriyoruz yavaş adımlarla. Neden buraya geldiğimizi anlamıyorum. İçerideki kitaplara bakıyorum, hepsi çok güzel gözüküyor. Belki de kitap okumaya olan aşkım güzel gösteriyor kitapları ama annem bana hiç kitap okutmamıştı ki.

Bir kitaplığın daha önünde duruyoruz, burası fazla eskimiş ve tozdan hiçbir şey gözükmüyor. Yeniden soru sormak istemiyorum ona, dikkatini dağıtmamak için. Kitaplara bakıyor. "Zaman kaybediyoruz, farkındasın değil mi?"

"İki dakika susup, dikkatimi dağıtmasan ne güzel olurdu!" diyor sitemle. Dudaklarımı sahte bir fermuarla kapatmış izlenimi veriyorum ve gülümsüyorum. Özgürlük hissini tadabilecek miyiz gerçekten?

"Burada... Kitap yok!" Eli boşluğa gidiyor ve aradığı şeyi bulamayınca duraksıyor. İstediği şeyi göremeyince daha çok sinirleniyor ve kitaplığa tekme atıyor.

"Ne yapıyorsun? Derdimiz kitaplarla mı alâkâlı oldu şimdi?"

"Anlamıyorsun... Burada City of Dead isimli bir kitap olmalıydı ama şu an o kitap yerinde değil!"

Sessiz kalıyorum. Buradan çıkamayacağımız belliydi. "Belki annem seni içeriye girerken görmüştür ve kitabı saklamıştır?" diyorum, ortaya bir teori atarak. Gerginim ama belli etmemeye çalışıyorum sebepsiz.

"Annen beni burada görmüş olsaydı bile, beni sessiz sedasız öldürmesini bilirdi. Ya kitabı başka birisi aldıysa?"

"Saçmalıyorsun," diyorum. "Buraya kimsenin girdiğini görmedim."

"Evet, çünkü burası gizli bir oda ve City of Dead kitabının arka yüzünü çevirdiğimizde çıkış yolunu bulabileceğimiz tek yer olduğu için olabilir mi?"

"Bana kızmayı bıraksan mı diyorum acaba kâhya? Anlaşılan birisi bu kitabı, bizden önce davranıp geldi ve sakladı. Çok geç olmadan buradan çıkalım yoksa-"

"Bunu mu arıyordunuz?" Arkamızdan gelen sesi duyduğumuzda azrailin bizi yakalamış olduğunu hissettik ve birbirimize yutkunarak baktık. Annemin elinde kaçış yolunu tuttuğunu gösteren kitap vardı. Süslü ve beyaz ışıklandırmalarla kuşatılmış beyaz kapağı, aydınlık yolunda feda edilen bir meleği andırıyordu sanki. "Anne."

"Buradan haberim olmadan kaçabileceğinizi mi düşündünüz gerçekten?" Kollarını göğsünde bağlamış, dudaklarında her zaman sürdüğü korkutucu vişne renginde ruju vardı. Konuşmasının alaycılığı, kafamda tehlike çanlarını çalmaya başlamanın habercisi gibiydi. "Anne, ben..."

"Kes sesini!" dedi bağırarak. O kadar sesi yüksek çıkmıştı ki bir an ses tellerinin kökünden kopacağını sandım. "Bu kaçıncı kaçma girişimin Rosaline?"

"Altı," dediğimde ruhsuz bir kahkaha attı ortaya. Boğazım düğümlenmişti, konuşamıyordum.

"Altı... Dile kolay altı rakamı. Altı kere kaçma girişiminde başarısız olman umudunu yitirmemeni mi düşündürdü sana aptal!"

Arkasında şövalyeler vardı. Korkuyordum, yine birisini kaybetmekten korkuyordum.

"Anlaşılan o ki sen akıllanmak istemiyorsun Rosaline. Toplum içinde küçük düşürülmenin, aşağılanmanın nasıl bir his olduğunu öğrenmek ister misin?"

"İstemiyorum!"

Kollarımdan tutup beni çekiştirmeye başladı. Yine, beni balkona götürüp gözümün önünde sevgilim Leo'ya yaptığı gibi, hizmetkârım kâhyayı da atacak sandım; ama bunu yapmadı bu sefer. Onun yerine, beni kitap raflarının sert duvarlarına ittirdi ve acıyla karşı karşıya gelip, acıdan kıvranmamı sağladı.

"Dokunma ona!" dedi yüksek sesle. Kimse beni anneme karşı savunmamıştı ama o beni ilk defa anneme karşı savunmuştu. "Ne dedin sen?" dedi annem, kâhyaya yaklaşarak. "Ne dedin, bir daha duyayım Jewel?"

İsmini ilk defa öğrenmenin verdiği utançla inledim. Canım çok acıyordu. Dışarda bir yerde onu bekleyen karısını hayal kırıklığına uğratmasının en büyük sebebi bendim ve bunun utancıyla başımı kaldırıp yüzüne bile bakamıyordum.

Annem saçlarıma dokunup, saç diblerimi kopartırcasına çekiştirdiğinde kâhya delirmiş gibi dişlerini gıcırdattı. "Dokunma ona dedim."

"Dokunmayım mı? Bunu gerçekten, şu saatten sonra yapabileceğimi mi düşünüyorsun Jewel? Kaç kere uyardım bu aptalı, biliyor musun? Kaç kere sözümü dinlemedi? Bilemezsin tabii. Anne olmak ne demek, bilemezsin. Çocuğunun güvenliğini sağlamaya çalışırken dibe batmak ne demek, bilemezsin."

"Benim korumaya ihtiyacım yok!" Elini saçlarımdan itekledim ve ayaklarımla tekme attım. Annem şaşkınlıkla donup kalmışken, "Yakalayın onları!" diyerek bağırdığında ikimizde kapıya doğru koşmuştuk anında. Üzerimize gelen şövalyeleri elindeki büyük mendilini çıkartıp içinden kocaman kılıcını çıkartan Jewel'i şaşkınlıkla izlerken, "Kaç buradan!" dedi gücünün yetebildiği kadar.

Annemin yerdeyken psikopatmış gibi dudaklarını yaladığını gördüm. Benim annem bir canavardı. "Dinle onu, Rosaline. Cehennem şatosu diyerek adlandırdığın bu zindandan kaçmaya çalışmazsan asil bir prenses olarak kalmak yerine, dışlanan birisi olacaksın. Yani kâhyanın hizmetkârı bir prenses olarak... Anlıyorsun değil mi?" Eğlenircesine bir kahkaha daha...

"Çok fazla geliyorlar kâhya! Ne yapacağımı bilmiyorum. Hepsiyle baş edemem!"

"Son bir çare, prenses! Buradan özgürlüğün için kurtulmalısın, lütfen. Ben karımın yanına gidemedim. Onu hayal kırıklığına uğrattım, o beni hep bekledi ama ben ona hiç gelemedim. Lütfen, onu bul ve onu çok sevdiğimi söyle."

Gözlerimden bir damla yaş aktı. Ona baktım son kez. Son defa görüyormuşum gibi ama onu burada tek başına bırakamayacak kadar cesaretsizdim.

Önümdeki şövalyelere uçan tekme attıktan sonra arkasında ona saldıran şövalyeleri de son kalan gücümle alt ettim. Nasıl yaptığımı bilmiyorum, deli cesareti geldi sanırım.

Annemin elinde hâlâ City of Dead kitabı vardı ve onu bırakmaya hiç niyeti yok gibiydi. Bu yüzden hızla kâhyanın elinden tuttum. Etraf kan gölüne dönmüştü ve şövalyeler bana kılıcıyla vurmaya cesaret edemiyorlardı, çünkü ben prensestim ve ne olursa olsun öyle kalacaktım.

Koştuk, uçarcasına koştuk. Arkamızda bıraktığımız insanlar bir canavardı ve biz bu canavarlardan kurtulmak için ölmeye razıydık. Peşimizden koşan canavarlar bizi yakalamak üzereydi. Bunu önlemek için son bir çare balkondan aşağı baktık, belki kurtuluruz dedik ama sadece gözlerimizin içine bakmakla yetindik.

Bu küçücük bir bakışma da bile, o an birbirimizi gözlerimizin içine bakarak anladığımızı fark ettik. Hiçbir şey için geç değildi. Son bir çare dedik, fısıldayarak.

Ve biz o gece yarısında, ele ele tutuşup, gökyüzüne süzülürken; gözyaşlarımız içerisinde kalmışken bile gülümseyerek yere çakıldık.

Kimse de ölümümüzün asıl sebebini öğrenmedi ve biz her ölen insan gibi unutulanlardan olduk.

Karanlık bizi kucaklayana kadar, gülümsedik.



*

Hikâyeyi bitirdiğiniz tarih? 24920

Final bölümünü nasıl buldunuz?

Bazı yerlerde eksiklerim olmuş olabilir, affola.

Benim aklımdaki hep son buydu, Rosaline kâhyayla beraber özgürlüğüne kavuştu.

Umarım siz de beğenmişsinizdir.

Diğer hikâyelerimde görüşmek üzere.

Sevgiyle kalın, hoş kalın.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro