Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

17

Gülsüm'e yine bir para biriktirme merakı gelmişti. Artık sokaktan on paralık bir şey almıyor, bulduğunu akşamdan akşama kendi eliyle, büyük hanımın dolabında saklı duran bir kumbaraya atıyordu.

Paranın menşei hakkında bir şüphe uyanmasın diye, aynı zamanda müfredatlı bir hesap veriliyordu :

— Bu hani simit al diye verdiğiniz yüzlük hanım-efendiciğim... Bu kuruşu Feridun Bey verdi... Bu yirmiliği de Seniye Hanımın odasını süpürürken buldum da, «Al senin olsun!» dedi. İsterseniz sorun.

Büyük hanım için bu tutumluluk gayet iyi bir alâmetti. Kızı teşvik için kendi de arada bir kumbaraya iki, üç kuruş atıyor :

— Aferin Gülsüm... İşte böyle olmalı... Para harç edip de ne olacak?.. Karnın tok, sırtın pek... Bu, böyle toplana toplana yüzlerce lira olur... Kendine mallar, mülkler alır, rahat edersin, diyordu.

Mamafih, Gülsüm'ün gözü o kadar uzaklarda değildi. O, bu para ile İsmail'e bir mevlûtçuk okutmayı aklına koymuştu. Küsmüş ölülerin gönlünü almak için bundan başka çare yoktu!

Konaktan Aksaray'a inen yol üstünde bir teneke kulübede iki dul kadın oturuyordu. Bunlar kardeşti. Büyüğü evlere çamaşıra, tahtaya giderdi. Küçüğü kördü; sekiz, on sene evvel çiçeğe tutularak gözlerini kaybetmişti. Bu kör kadının güzelce bir sesi olduğu için, ara sıra mahallenin küçük mescidinde fukaralara mevlût okurdu. Camilerde büyük hâfızlara mevlût okutmaya kudreti yetmeyenler, onun eline yirmi, otuz kuruş sıkıştırırlar; böylece hem işlerini görürler, hem de fazla olarak bir garip duası alırlardı.

İsmail'in mevlûdunu işte bu kör kadın okuyacaktı. Gülsüm'e bu fikri mevlûtçunun ara sıra konakta tahta silmeye gelen ablası vermişti. Büyük hanım havadisi işitince kızar gibi oldu. Kızın böyle kadınlarla sıkı fıkı olması, hele kendi horoz aklı ile başından büyük işlere kalkışması, hiç de doğru değildi. Ahretliklerin şeytanı hep bu çeşit kadınlardı. Bugün mevlût derken yarın kim bilir kulağına neler koymaya kalkarlar, iş maazallah kapıları açtırır eve hırsız almaya kadar varırdı. Mamafih, kızın arzusu çok temiz bir şey olduğu için Nadide Hanım «olmaz» demeye de cesaret edemedi ve bir daha kendinden habersiz böyle işlere girişmeyeceğine yemin ettirdikten sonra razı oldu. Evet, bunda pek bir fenalık yoktu. Fazla olarak arada bir fakir kör sebeplenmiş olacaktı.

Gülsüm'ün kumbarasından yüz kırk sekiz kuruş çıktı. Bu para, İsmail'in okunacak mevlûduna yeter de artardı bile.

Köşe başındaki şekerciden birkaç okka akide şekeri alındı. Gülsüm, bunları kendi eliyle uçurtma kâğıdından yapılmış allı yeşilli külâhlara yerleştirdi.

Hanımlar:

— Vay o ellerden çıkan şekerleri yiyeceklerin haline, diye aralarında gülüşüyorlardı.

Çocuklar, onu heyecanlandırmak için ara sıra külâhları kapıp kaçıyorlar, o, arkalarından koşarak yalvarıyor:

— Paşam, mevlût olsun da yine siz yiyeceksiniz... Ben yiyecek değilim ya, diyordu.

Mamafih, bazen akidelerin rengine dayanamayarak kendi de ağzına bir şeker atıyor, fakat sonra yaptığına utanıyordu.

Karamusallı sütnine, ara sıra alay çıkarmak için :

— Kız, sakın bu paranın arasına hırsızlık bir şey karıştırdınsa günah olur, diye soruyor. Gülsüm: «Vallahi hepsi helâl, on para çalmadım» diye yemin ediyordu.

Nihayet uzun hazırlıklardan sonra mevlût günü geldi. Nevnihal Kalfa, büyük bir merasime gidecek gibi, giyinip kuşandı, başörtüsünün altına yeşil gaz boyamasından bir krep bağladı. Rast geldiği büyük hanımı kastederek :

— Şu fukara köylü kızı kadar olamadık. Mevlût bir yana dursun ölülerimize bir Fatiha okuyamıyoruz, diye dedikodu yapıyordu.

Hava güzeldi. Büyük hanım, kızlarına :

— Haydi çocuklar... Hem biraz hava alın... hem mescidin penceresinden şu deli kıza bir bakın bakalım, ne yapıyor? dedi.

Mescidin önünden şöyle bir geçmek kararıyla evden çıkan küçük hanımlar, belki yirmi dakika, yarım saat pencerelerden ayrılmadılar. Gülsüm'ün talihine içeride umulmaz bir kalabalık vardı. Allı, yeşilli şeker külâhları civar sokak ve viranelerde ne kadar çocuk varsa mescide toplamıştı. Arka safta Nevnihal Kalfanın yanında bir sıra başörtülü, tespihli büyük hanımlar oturuyordu. Kör mevlûtçunun bir yanında mescidin seksenlik imamı, bir yanında lala, karşısında konağın çocuklarıyla Gülsüm vardı. Nevnihal Kalfa gibi, imamın giyinişinde, yeni cüppesi, temiz mestleri, şal taklidi boyun atkısında da hazin bir ciddiyet görünüyordu. Cemaatin hep çoluk çocuktan ibaret bulunması, adamcağızın neşesini kırmış olmakla beraber, yine mevlûtçuyu vecit ile dinliyor, ara sıra derin derin «Allah, Allah» sesleri çıkararak gözlerini kırpıyor, başını iki yana sallıyordu.

Kadının hakikaten güzel bir sesi vardı. Fakat usulden filân haberi olmadığı için, tahammül edilemeyecek kadar haykırıyordu. Sonra, ezber okuduğu için, birçok yerleri atlıyor, karıştırıyor, tekrar ediyor, arkasını getiremediği vakit, kendinden bir şeyler uyduruyordu.

İhtiyar imam, bu sesten, bu sırtı sıra falsolardan rahatsız olmaya, yerinde kıpırdamaya başladı. Kadının körlüğünden istifade ederek, lalaya nevmîdane işaretler yapıyordu. Fakat, o, hiçbir şeyin farkında değildi. Eski redingotunun üstünde, o kapalı eski vükelâ çehresiyle dinliyor, yalnız ara sıra cemaate ve önündeki şeker sepetine bakarak külâhların bu kalabalığa yetişip yetişmeyeceğini kestirmeye çalışıyordu. Allah saklasın hesap denk gelmezse bu yumurcak alayından zor yakayı kurtaracaklardı. Mamafih, pek olmazsa külâhları ikiye yırtmak da mümkündür ya.

Cemaat, mevlûdu evvelâ büyük adamlar gibi dinliyordu. Fakat, kadın işi uzattıkça fena alâmetler belirmeye başladı. Çocuklar, ölü deniz dalgaları gibi, için için kımıldanıyorlar, fısıl fısıl konuşmaya başlıyorlardı. Bir aralık ihtiyar kadınlar safının önünde dört, beş yaşında bir çocuk sesinin: «Abla, hani şeker dağıtacaklardı?» diye düdük gibi öttüğü işitildi. İmam, gözlüğünü düzelterek: «Sus, sus!» diye kuvvetli bir ıslık çaldı ve derin bir sükût... Fakat bir dakika sonra fısıltılar, gizli itişip kakışmalar tekrar başladı. İyiden iyiye hırslanan çocuklar şeker külâhları etrafındaki çemberi gittikçe sıkıştırıyordu. İmamın birkaç defa tekrar ettiği ıslıklar artık cemaati yatıştıramıyordu. Adamcağız, nihayet mevlûtçuyu susturarak küçük bir nutuk vermeye mecbur oldu: «Çocuklar, günahtır... Burası cami... Karagöz oynamıyor, Mevlid-i Nebevi okunuyor... Kim gürültü ederse şeker yok ha... Bak haberiniz olsun...»

Çocuklarda yine hüsn-i niyetle dolu bir sükût... Fakat, biraz sonra usluların yaramazlara isyanından doğmuş küçük bir hareket... Anlaşıldı, çocukla yola çıktın mı olacağı budur... Sonra cemaatin şeker külâhlarına bakış tarzları da lalayı bedbinleştiriyordu. Küçük bir hareket üzerinde anî bir hücum ve kapışma olması da hiç imkânsız değildi. Kısa bir müzakereden sonra mevlûdun hemen kesilmesine karar verildi ve imam «Çocuklar, şekerden evvel dua olacak. Haydi bakalım, açın ellerinizi... Sizin duanız inşallah makbuldür» dedi ve başladı.

Mevlûdun parası Gülsüm'den çıktığı halde, imam önüne gelene dua ediyordu. Bu arada Şekip Paşa merhumun isminin de geçmesi dışardaki küçük hanımların biraz izzet-i nefsine dokundu. Paşa babaları Gülsüm'ün okuttuğu gülünç mevlûdun duasına muhtaç mıydı? Onlar, Şekip Paşaya en büyük camilerde, en güzel sesli saray heyetlerine mevlût okutabilecek iktidarda insanlardı.

İsmail'in herhalde gönlü olmuştu. O gece gül yüzünü rüyada Gülsüm'e göstereceği artık muhakkaktı. Fakat, aksi gibi o akşam Seniye Hanım fena halde sancılandı; geç vakte kadar Gülsüm'e ateş yaktırdılar, tuğla ısıttırdılar. Kız, yatmaya çıktığı zaman, sabah ezanı okunuyordu. öyle yorgun bir halde yatağına düştü ki, İsmail'i rüyada görmek şöyle dursun, çocuk, sahiden koynuna girse farkında olmayacaktı.

Gülsüm'ün mevlûdu konakta bir zaman için bir sofuluk modası çıkardı. Erkek çocuklar feslerine başörtüsünden sarıklar sararak merdiven başlarında avaz avaz ezan okuyup salâ veriyorlar, günde sekiz, on defa abdestler alınıp cemaatle namazlar kılınıyordu. Kızlar, artık türkü söylemiyorlar; kör mevlûtçuyu taklit için, gözlerini kapayarak sabahtan akşama kadar mevlût okuyorlardı.

Ezan ve İlahî sesinden kafası kazana dönen büyük hanım bazen:

— Yumurcaklar, oynayacak başka oyun bulamadınız mı? Evin içini tekkeye çevirdiniz; diye bağırıyor, sonra Gülsüm'e çatarak:

— İlahî kör gözlü, bunlar, hep senin başının altından çıktı... Allah kaldırmadı başımdan, diye beddua ediyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro