Bölüm 22: 1830 Dertleri
Söz insana, düşündüğünü saklayabilsin diye verilmiştir.
R. P. Malagrida
Julien, Verrieres'e varır varmaz, Madame de Renal'e gösterdiği haksızlığa pişman oldu. "Bir zaaf gösterip de M. de Renal ile konuşmasında onu bastıramasaydı, beceriksiz bir kadın diye küçümserdim!... Bir diplomat gibi işini gördü, ben de düşmanım olan yenikten yana çıkıyorum. Bu benim yaptığımda bir orta tabaka adamı küçüklüğü var. M. de Renal ne de olsa bir erkektir diye yenilmesi gururuma dokunuyor. Erkekler!..Arasında bulunmakla şeref duyduğum şanlı geniş sınıf! Ben budalanın biriyim."
M. Chelan, işinden çıkarılıp da papaz adını bırakmağa zorlandığı zaman kendisine liberallerin birbiriyle yarışırcasına teklif ettikleri evlerin hiç birini kabul etmemişti. Kiraladığı iki odayı kitapları kaplamıştı. Julien, Verrieres halkına bir papazın ne olduğunu göstermek için gidip babasından on iki tane kadar çam tahtası aldı ve bunları cadde boyunca sırtında taşıdı. Bir eski arkadaşından da alet edevat bulup çarçabuk bir kütüphane yaptı, M. Chelan'ın kitaplarını buna yerleştirdi.
Yaşlı adam sevincinden ağlayarak:
– Kibarlar arasında yaşamakla ahlakın bozuldu sanmıştım. Çocukluk edip o parlak muhafız üniformasını giydin, kendine birçok düşman edindin ama bu yaptığın o kusurunu bağışlatır, diye konuştu.
M. de Renal Julien'e, konakta yatıp kalkmasını emretmişti. Olup bitenleri kimseler fark etmedi. Şehre döndüğünün üçüncü günü Julien'e bir konuk geldi. Onun ta odasına kadar çıkmaktan yüksünmeyen bu adam öyle herhangi bir kimse değil, kaymakam de Maugiron'un ta kendisiydi. İki saatten artık zamanı boş gevezelikle geçirdi. İnsanların kötülüğünden, beylik malı yönetmeyle görevli olanların pek de namuslu olmamasından, zavallı Fransa'nın başındaki tehlikelerden, daha bilmem nelerden acı acı yanıp yakıldı ve Julien'i görmeğe gelmesinin sebebini ancak bunlardan sonra söyledi. Merdiven sahanlığına çıkmışlardı. Gözden yarı yarıya çıkmış yoksul eğitici, yarın mutlu bir vali olacak "zatı" gereken saygı ile uğurluyordu. İşte tam o sırada M. de Maugiron lütfedip Julien'in haline ilgi gösterdi, para işlerindeki tok gözlülüğünü, daha bilmem ne meziyetlerini sayıp döktü. Sonunda babacan bir tavırla onun omuzlarını sıktı, M. de Renal'i bırakıp terbiye edilecek çocukları olan bir devlet memurunun yanına girmesini teklif etti. Julien buna razı olursa o memur da, kral Philippe gibi Allah'a öyle çocuklar bağışladığından çok onları M. Julien'in bulunduğu şehirde dünyaya getirdiği için şükredecekti. Çocukların eğiticisi yılda sekiz yüz frank alacaktı; hem de bu para kendisine aydan aya değil (M. de Maugiron bunun bir soyluya yakışmadığını söyledi), üç aydan üç aya peşin olarak verilecekti.
Julien kendisine söz düşmesini bir buçuk saat sıkıntıdan patlayarak bekledi. Artık sıra gelmişti. Bir buyrultu kadar uzun ve kusursuz bir cevap verdi. Her şeyi ima ile anlatıp hiç bir şeyi açıkça bildirmeyen bu cevapta M. de Renal'e karşı saygı da vardı. Verrieres halkına karşı adeta ibadete benzer bir riayet de vardı, ünlü kaymakama minnettarlık da unutulmamıştı. Kendinden daha jesuite'ini gördüğüne şaşıran kaymakam, kesin bir cevap almaya çok uğraştı ise de beceremedi. Sevincinden içi içine sığmayan Julien, belâgatini bilemek fırsatını kaçırmadı.Yine o cevabı, bu sefer başka tâbirlerle tekrarladı. Bu kadar söz içinde bu kadar az şey söylemek, milletvekili meclisi üyesinin uyanmak tehlikesi gösterdiği bir toplantıyı kazasızca sona erdirmek isteyen en beliğ bakanın bile harcı değildir. M. de Maugiron kapıdan çıkar çıkmaz Julien, bir deli gibi gülmeğe başladı. Jesuite'çe çekiciliğinden yararlanmak için hemen M. de Renal'e dokuz sayfalık bir mektup yazdı. Bu mektupta kendisine söylenenleri anlatıyor ve son derece alçak gönüllülük göstererek akıl danışıyordu. "Ama o köpoğlu beni kimin istediğini söylemedi! M. Valenod olacak... Benim Verrieres'e sürülmemi imzasız mektubundan biliyordur..."
Mektubu gönderdikten sonra Julien, gidip M. Chelan'a akıl danışmak için evden çıktı. Güzel bir sonbahar günü, sabahın altısında, avı bol bir kıra varan avcı ne denli sevinirse bizim delikanlı da o derecede sevinç içinde idi. Fakat papazın evine varmadan, o gün onu nimetten nimete sürükleyen felek, önüne M. Valenod'yu çıkardı...
Julien içinde ne türlü hüzün duyduğunu ondan saklamadı. Kendisi gibi yoksul bir genç, gönlüne Allahın ihsan ettiği papazlık hevesinden başka bir şey düşünmemeli idi ama ne çare? Bu alçak dünyada gönül arzusu yetmiyordu ki! Tanrı bağında layıkıyla hizmet edebilmek, bilgili bunca iş arkadaşlarının yanında pek de küçük düşmemek için, mektep medrese görmesi gerekti. Besançon ruhban okuluna gidip iki yıl masraf edecekti. Artık para biriktirmek boynuna borç olmuştu; bu da her üç aylığı peşin verilen sekiz yüz frank yıllıkla elbette daha kolay olacaktı. Altı yüz frank yıllığın her ay verilen kısmı ise çabucak harcanıp eriyordu. Başka bir açıdan düşünülünce de Tanrı'nın ona de Renal'in çocuklarına eğiticilik ettirmesi, hele gönlünde onlara karşı büyük bir sevgi uyandırmış olması, onları bırakıp başka çocukları terbiyeye gitmesinin yakışmayacağını göstermez miydi?
Julien, Napolyon devrinin o çabucak iş görmek huyu yerine krallık zamanında yayılmış olan bu çeşit belâgatte öyle bir yetkinliğe varmıştı ki en sonunda sözleri, kendisinin de içini sıktı. Eve döndüğü vakit M. Valenod'nun uşaklarından birinin kendisini beklemekte olduğunu gördü; sırtına resmi günlere mahsus elbisesini giymiş olan bu uşak Julien'i bütün şehirde aradığını söyledi, bir mektup getirmişti. Bu mektupta Julien, o gün M. Valenod'nun evine, öğle yemeğine çağrılıyordu. Julien o adamın evine hiç gitmemişti; daha birkaç gün önce, işe polisi karıştırmadan ona bir sopa atmanın yolunu düşünüyordu. Yemek saat birde yenecekti ama Julien, dilenciler bakımevi müdürünün çalışma odasına saat yarımı bulmadan gitmenin saygıya daha uygun olacağını düşündü.
M. Valenod bir yığın kâğıt arasına kurumlu kurumlu yayılmış, oturuyordu. İri kara sakal uçları dal budak salmışa benzeyen saçları, tepesine yan yıktığı takkesi, işlemeli terlikleri, göğsünü soldan sağa, soldan sola kaplayan altın köstekleri, kendisine kadınların bayıldığını sanan her taşralı paralı adamın üstünde başında görülmesi âdet olan şeyler Julien'in gözünü hiç de yıldırmadı; dahası Julien onları görünce bu adama adadığı sopayı daha çok düşünmeye başladı.
Madame Valenod'ya tanıtılmak şerefini rica etti. Madame tuvaleti ile meşguldü ve kimseyi kabul edemezdi. Lâkin buna karşılık Julien, bay müdür giyinip kuşanırken yanında bulunmak şerefine erişti. Sonra Madame Valenod'nun salonuna geçildi. Madame, gözleri dolu dolu, çocuklarını Julien'e tanıttı. Verrieres'in en ileri gelenlerinden olan bu bayanın iri bir erkek suratı vardı, o günkü şölen dolayısıyla de allık sürmüştü. Yemek arasında anaların söylemesi gerekli sanılan bütün o beylik, yapmacıklı sözleri sıraladı durdu.
Julien'in aklı Madame de Kenul'deydi. Duygularına kapılmaktan kaçınan bir genç olduğu için gönlü, ancak zıtlıkların uyandırdığı hatıralara açılabilirdi fakat o zaman içinde bir ağlama ihtiyacı bile duyduğu olurdu. M. Valenod'nun evinin manzarası onun bu meylini bir kat daha artırdı. Evi gezdirdiler. Herşey görkemli ve yeni idi, birer birer bütün eşyanın kaça mal olduğunu da söylediler. Fakat Julien her şeyde bir iğrençlik hissediyor, bir çalınmış para kokusu duyar gibi oluyordu. Uşaklara varıncaya kadar orada herkes sanki hafife alındığını biliyor da bunu da çalımla örtmeye çalışıyor gibiydi. Vergi tahsildarı, vasıtasız vergiler memuru, jandarma subayı, daha iki üç memur karıları ile geldiler. Bunların arkası sıra da birkaç zengin liberal geldi. Uşak gelip yemeğe çağırdı. Zaten içerleyen Julien bir de yemek salonu duvarının öbür tarafında tutuklanmış birkaç dilenci bulunması ihtimalini düşündü. Onun gözünü boyamak için bu zevksiz şatafatın parası, belki de o zavallıların et parasından alnmıştı.
Julien içinden: "Kim bilir, belki de onlar şimdi açtır"; diye düşündü, boğazı tıkandı, ne yiyebiliyor, ne de söz söyleyebiliyordu. On on beş dakika sonra iş daha kötüleşti; derinden derine bir ses geldi: Tutuklulardan biri, doğrusu biraz iğrenç bir şarkı tutturmuştu. M. Valenod kordonlu uşaklarından birine baktı, uşak gitti, biraz sonra da şarkı kesildi. O sırada bir uşak Julien'e, yeşil bir bardakla Rhin şarabı sunuyordu. Madame Valenod da bu şarabın yerinde şişesine dokuz frank verildiğini anlatmak fırsatını kaçırmamıştı. Julien, elinde yeşil bardağı ile M. Valenod'ya şöyle dedi:
– Ne oldu? O berbat şarkı duyulmuyor.
Müdür mağrur bir tavırla:
– Elbette duyulmaz, dedi, ben o çulsuzu susturttum.
Bu söz Julien'in pek ağırına gitti; gerçi durumunun gerektirdiği tavırları, hareketleri öğrenmişti ama daha yüreği o yürek değildi. Her fırsatta biraz daha bilenmiş ikiyüzlülüğüne rağmen iri bir gözyaşının yanağından aşağı akmasını önleyemedi. Bu gözyaşını yeşil bardakla örtmeğe çalıştı ise de Rhin şarabı boğazından geçmedi. İçinden: "Şarkı söylemesine de bırakmamak! dedi; Tanrı'm, sen de bunlara göz yumuyorsun!"
Kibarlar âlemi nedir görmüş bir adama hiç de yakışmayan bu üzüntüsü, çok şükür kimsenin dikkatini çekmedi. Vergi tahsildarı, kralı öven bir şarkı tutturmuştu. Nakaratı herkes bir ağızdan söylüyordu; bu gürültü arasında Julien vicdanından şöyle sözler duyuyordu: "İşte ereceğin o mundar bahtiyarlık; onun tadını da ancak bu suretle ve böyle adamlar arasında yaşamakla çıkarabileceksin! Belki yılda bin altın kazanırsın ama bu da sen etleri yutarken zavallı mahpusun şarkısını susturmakla olur. Onun yiyeceğinden çalacağın para ile ziyafetler vereceksin ama sen sofrada iken o bir kat daha ezilecek!
– Ah Napolyon! Senin vaktinde insanın, savaş tehlikelerine göğüs gererek yüksek makamlara varması ne tatlı şeydi; ama bir zavallının çektiği acıları alçakça artırmağa razı olmak...
Julien'in içinden geçirdiği bu sözlerdeki ödleklik, onu gözümden düşürmüyor desem yalan olur. Hani şu koskoca bir memleketin bütün âdetlerini değiştirmeğe kalkıp yine kimsenin burnunu kanatmağı içleri götürmeyen nanemolla ihtilâlciler yok mu? Julien olsa olsa onlara arkadaşlık edebilir. Julien, birdenbire görevlerini hatırladı. Onu bu sofraya, bu yüce kişilerin arasına, hayal kurup da ağzını açmasın diye çağırmadılar ya!
Besançon ve Üzes akademileri muhabir âzasından, boyalı bez fabrikatörlüğüyle para kazanıp artık işi gücü bırakmış bir bay, Julien'e sofranın ta öbür ucundan sordu: "İncil ezberlemekte herkesi hayretlere düşürecek kadar ilerlediğinizi söylüyorlar, doğru mu?"
Ortalığı hemen bir sessizlik kapladı; sanki bir melek, bir sihirbaz getirmiş gibi, o iki akademinin bilgin âzası elinde bir Lâtince İncil ile peyda oldu. Julien'in "Evet" demesi üzerine kitap gelişigüzel bir yerinden açılıp Lâtince bir yarım cümle okundu. Julien, alt tarafını bülbül gibi okudu; bu harika, sofra sonlarına özgü şamatayla alkışlandı. Julien, kadınların boyalı yüzlerine bakıyordu; birkaçı fena değildi. Hele tahsildarın sesi güzel karısı göze çarpacak olanlardandı. Julien, ona bakarak:
– Doğrusu bayanların önünde böyle uzun uzun Lâtince söylediğime utanıyorum, dedi. M. Rubigneau (hani şu çift çift akademiler üyesi) lütfedip de Lâtince bir cümle okusunlar, ben de onu hemen dilimize çevirip söylemeği deneyeyim.
Bu ikinci deneme, ününü göklere çıkardı.
M. Valenod'nun sofrasında birkaç zengin liberal vardı ki, bir gün okullara parasız alınabilecek çocukları da olduğundan son genel din telkinlerinden beri birdenbire imana gelmişlerdi. Bu ince politikacılıklarına rağmen M. de Renal, onları yine de evine çağırmak istemiyordu. Julien'i ancak herkesten adını duymuş oldukları, bir de *** kralının geldiği gün atta gördükleri için tanıyan bu adamcağızlar, onu en çok alkışlayanlar arasındaydı. Julien içinden: "Bu avanaklar bir şey anlamadıkları bu İncil üslûbundan bıkıp usanmayacaklar mı?" diye düşündü. Onlar sıkılmak söyle dursun, aksine bu üslûbu bir tuhaf bulup eğleniyorlar, İncili gülerek dinliyorlardı. Fakat Julien bıktı.
Saat altıyı gösterirken ayağa kalktı ve Ligorio'nun yeni ilmihalinden bir BÖLÜMü ezberleyip ertesi gün Monsieur Chelan'a ders dinlettireceğini söyledi. Hoş bir tavırla da şöyle dedi: "Ne yapalım? Benim işim işte böyle ders dinlemek, sonra da gidip ders dinletmektir."
Herkes güldü, bu sözüne de hayran oldular; Verrieres'de nükte dediğin böyle olur. Julien ayağa kalkmıştı, pek yakışık almadığı halde herkes de ayağa kalktı; keskin zekânın hükmü de işte böyledir. Madame Valenod, onu on beş dakika daha tuttu; çocukları din bilgisinden şöyle bir yoklasa iyi olmaz mıydı? Çocuklar da bu yoklamada ayrı ayrı meseleleri birbirlerine karıştırdılar; bunun tuhaflığını ancak Julien fark etti. Fakat yanlış, çıkarmağa kalkmadı. "Dinin ilk şartlarından bile haberleri yok!" diye düşündü. Artık herkesi selamlayıp gidebileceğini sanıyordu; fakat âdet yerini bulsun diye bir de La Fontaine'in şiirlerinden birini okuttular. Madame Valenod'ya:
– Bu şair ahlakın pek dışına çıkar, dedi; Messire Jean Chouart üzerine yazdığı bir manzumede, en saygıdeğer şeylere bile dil uzatır. Zaten yazılarını yorumlayanların da en iyileri, onu bunun için ayıplar ya!
Julien'i, çıkıp gitmeden, evlerine davet eden dört beş kişi daha çıktı. Keyifleri pek yerinde olan davetliler hep bir ağızdan: "Doğrusu bu delikanlı ilimizin şerefi!" diye bağırıştılar. Ona, gidip Paris'te öğrenimini bitirmesi için belediyeden bir aylık bağlanmasından bile söz edenler oldu.
Tedbirsizce ortaya atılmış bu düşünce gürültülerle ağızdan ağıza dolaşadursun, Julien, çevik adımlarla sokak kapısını boylamıştı bile. Temiz havayı zevkle soluyarak üç dört defa üst üste: "Ayaktakımı, ayaktakımı!" diye söylendi. Az zaman önce, M. de Renal'in evinde gördüğü bütün o nazikçe davranışların arkasında küçümseyen bir gülümseme, yüksekten bir gurur sezip pek içerleyen Julien, şimdi adeta bir soylu kişi olup çıkıvermişti. O evde gördükleriyle bu evde gördükleri arasındaki farkı hissetmemesi mümkün müydü? Hem yürüyor, hem de içinden söyleniyordu: "Bu paranın birtakım zavallı mahpusların ekmeğinden çalındığını, sonra da o zavallıların şarkı söylemesine bile müsaade edilmediğini diyelim ki bir tarafa bıraktık! Hiç M. de Renal kalkar da misafirlerine içirdiği şarabın şişesini kaça aldığını söyler mi? Hem hu Monsieur Valenod, evinden, halinden, çiftinden, çubuğundan sürekli söz ediyor, karısı yanında bulununca da senin evin, senin çiftliğin diyor."
Mal sahibi olmayı pek büyük bir zevk saydığı pek belli olan o bayan, o gün sofrada, bir ayaklı bardak kırıp takımlarından birini bozmuş olan bir uşağa çok ağır sözler söylemiş, ondan da saygısızca bir karşılık görmüştü. "Birbirlerine ne de uymuşlar! Çaldıkları paranın yarısını bana verseler yine onlarla yaşamağa razı olmam. Günün birinde dayanamaz, onları ne kadar da bayağı bulunduğumu belli edecek bir sözü ağzımdan kaçırırım."
Ama yine de, Madame de Renal'in emirlerine baş eğip, bu çeşit birkaç şölene daha gitmesi gerekti. Julien'i artık paylaşamıyorlardı; fahrî muhafız üniforması giymiş olması artık bağışlanmıştı; daha doğrusu bugünkü başarılarının asıl temeli, dünkü o ihtiyatsızlığı idi. Aradan çok geçmedi, bütün Verrieres bu bilgin delikanlıyı elde etmek savaşında M. de Renal'in mi, yoksa M. Valenod'nun mu kazanacağını merak etmeğe başladı. Artık bütün konuşmaların başlıca konusu bu olmuştu. Belediye başkanı, dilenciler bakımevi müdürü, bir de papaz M. Maslon, yıllardır şehrin dediği dedik efendileri kesilmişlerdi. Belediye başkanını çok kıskanan vardı. Liberaller de ondan yaka silkiyordu; ama ne de olsa o bir soylu kişi idi. Kendisini üstün sayabilirdi; oysa ki M. Valenod'ya babası ancak yılda altı yüz lira gelir bırakmıştı. Bugün onun Normandiya atlarını, altın kösteklerini, Paris'ten getirtilmiş elbiselerini, kısacası şimdiki bütün zenginliğini kıskananlar, gençliğinde onu sırtında yeşil elbise ile görüp acıdıklarını unutamıyorlardı.
Julien, kendisi için yepyeni olan bu âlem içinde, namuslu bir adam bulur gibi oldu; bu adam geometri ile uğraşırdı. Adı M. Gros idi ve Jacobin olduğu söylenirdi. Julien ancak sahte bulduğu şeylerden söz etmeye karar vermiş bir genç olduğu için, M. Gros ile siyasî düşünceler üzerine bir şey konuşmadı. Onun hakkındaki söylentinin doğru olup olmadığını öğrenemedi. Vergy'den koca koca paketler içinde, çocukların ödevleri geliyordu. Gidip babasını da sık görmesi tembih ediliyordu. Julien, bu pek ağır bulduğu işe de katlandı. Kısacası tehlikeye düşmüş olan ününü epeyce yoluna koyuyordu. Bir sabah hayretle uyandı:İki el gözlerini kapıyordu.
Madame de Renal, şehre bir iş için gelmişti. Çocuklarını evde bırakmağa bir türlü razı olamadıkları pek sevgili tavşanlarıyla aşağıda bırakıp merdivenleri dörder beşer çıkmış, Julien'in odasına onlardan önce varmak istemişti, baş başa geçirdikleri bu an pek çabuk fakat pek tatlı geçti. Çocuklar, Julien'e de göstermek istedikleri tavşanla beraber odaya girdiklerinde Madame de Renal çoktan çekip gitmişti. Julien herkese, tavşana bile güler yüz gösterdi. Kendi ailesine kavuşmuş gibiydi. Bu çocukları pek sevdiğini, onlarla çene çalmaktan hoşlandığını hissediyordu. Çocukların seslerindeki tatlılık, hareketlerindeki sadelik ve soyluluk onu şaşırtmıştı. Hayalini, kaç gündür Verrieres'de çevresini çeviren o bayağı hareketlerin, tatsız düşüncelerin etkisinden yıkayıp temizlemek istiyordu. Onlar, kaç gündür aralarında yaşadığı adamlar, hep gösteriş sevdasına düşmüş kişilerdi. Julien onlara baktıkça âlâyiş ile sefaletin saç saça, baş başa dövüştüklerini görür gibi olurdu. Evlerine yemeğe gittiği adamlar, sofraya gelen rostoyu bahane edip, hem kendilerini küçülten hem de dinleyeni iğrendiren şeyler söylüyordu.
Madame de Renal'e, gitmeğe katlandığı ziyafetleri anlatırken:
– Siz asilzadeler, kibirli olmakta yerden göğe dek haklısınız, demişti.
– Demek ki sizi kapışan kapışana!
Madame de Renal bunu söylerken Madame Valenod'nün, Julien'in geleceği günler allık sürmesini göz önüne getirip kahkahalarla gülüyordu.
– Hiç şüphesiz kalbinizi ele geçirmeyi tasarlamış...
Yemek pek neşeli geçti. Çocukların bulunması, görünüşte sıkıcı sanılır ama gerçekte, o ortaklaşa bahtiyarlığı artırıyordu. Çocukcağızlar, M. Julien'e kavuşmakla duydukları sevinci nasıl göstereceklerini bilmiyorlardı. Uşaklar onlara, M. Julien'in gidip M. Valenod'nun çocuklarını terbiye etmesi için iki yüz frank fazla para teklif edildiğini söylemişlerdi.
Yemeğin yarısında son hastalığından beri hâlâ benzi uçuk olan StanislasXavier annesine birdenbire, gümüş çatal bıçak takımı ile su içtiği kupanın kaç para edeceğini sordu.
– Niye soruyorsun?
– Onları satıp parasını M. Julien'e vereceğim; bizim evde kaldığı için aldansın mı?
Julien gözleri dolu dolu, çocuğu kucakladı. Onu dizine alıp bu manada kullanılınca aldanmak sözünün ancak uşaklara yakıştığını anlatırken Madame de Renal gerçekten ağlıyordu. Julien, hareketinin Madame de Renal'i pek memnun ettiğini görünce çocukları da eğlendiren tuhaf tuhaf örnekler bularak, aldanmanın ne demek olduğunu anlatıyordu. Stanilas:
– Anladım, hani karga budalalık edip ağzından peynirini düşürmüş, ona dil döken tilki de kapıvermiş, dedi, işte o zaman karga aldanmış.
Madame de Renal, sevincinden deli gibi olmuş, çocuklarını öpüp duruyor fakat onlara doğru eğilirken de biraz olsun Julien'e yaslanmağa mecbur kalıyordu.
Kapı birdenbire açılıp içeri M. de Renal girdi. Memnuniyetsizlik gösteren somurtkan yüzü, gelmesinden ötürü dağılıvermiş neşe ile garip bir tezat oluşturuyordu. Madame de Renal sapsarı kesildi. Julien hemen söz açıp M. de Renal'e, Stanislas'ın kupasını satmağa kalkmasını yüksek sesle anlatmağa başladı. Bunu söylemenin fena bir etki bırakacağından emindi, önce M. de Renal oldum olası alışık olduğu için, gümüş sözünü duyunca kaşlarını çattı. Onun söylediğine bakılırsa gümüş sözü açılması, akla bu madenden sikke kesildiğini getirir ve en sonunda da ucu onun kesesine dokunurdu.
Oysa bu sefer iş yalnızca paraya dokunmakla kalmıyor, şüpheleri de artırıyordu. Kendi yanlarında bulunmadığı zaman çoluğunun çocuğunun sevinip neşelenmesi, gururu havadan nem kapan bir adamın zihnine sükûn verecek şeylerden değildi. Bir de karısı, çocuklara yeni fikirler aşılamak noktasında Julien'in incelik ve anlayışlılık göstermesini öve öve anlatmağa başlayınca M. de Renal dayanamadı:
– Evet, evet, biliyorum; çocuklarımı benden soğutmağa çalışıyor; onun çocuklara, benim gösterebildiğimden yüz kat daha fazla güler yüz göstermesi zor bir şey mi? Evin efendisi benmişim, ne çıkar? Bugünkü günde herkesin işi, yasal gücü soğuk göstermeğe çalışmak. Zavallı Fransa!
Madame de Renal, kocasının davranışını ince eleyip sık dokumağa kalkmadı. Julien ile on iki saat geçirmenin mümkün olmadığını fark etmişti. Şehirde alınacak pek çok şey vardı. Akşam yemeğini de kabarede yemeyi kararlaştırdığını söyledi. Kocası ne dedi ve ne yaptı ise bir yararı olmadı. Madame de Renal Nuh dedi peygamber demedi. Zamanımız ahlak softalarının pek zevkle söyledikleri bu kabare sözünü duyunca çocukların ağzı kulaklarına varmıştı.
M. de Renal, ilk girdikleri tuhafiye dükkânında karısından ayrılıp birkaç ahbabı ziyarete gitti. Akşam döndüğünde kaşları sabahkinden daha çatıktı. Bütün şehrin bir kendisi, bir de Julien ile uğraştığından emindi. Doğrusu daha kimse ona, halkın söylediklerinin ağır tarafını açmamıştı. Belediye başkanına bütün anlatılanlar Julien'in yılda altı yüz frankla onun evinde mi kalacağı, yoksa M. Valenod'nun teklif ettiği sekiz yüz frangı mı kabul edeceği hakkındaki sözlerdi.
M. de Renal'e ahbaplar evinde rast gelen bay müdür, ona soğuk davrandı. Bu hareketi doğrusu bu ya, epeyce ustalıklı idi; taşrada ihtiyatsızlık göstermek pek olağan işlerden değildi. Oralarda herkeste heyecan uyandıracak olaylar pek seyrek görüldüğünden bunlar iyice uzatılır.
M. Valenod, taşrada giyimi kuşamı yerinde denilen adamlardandı; böyleleri hem küstah yaratılışlı ve hem de kaba olur. 1815'ten beri para üstüne para kazanması onu büsbütün şımartmıştı. Verrieres de M. de Renal'in maiyetinde hüküm sürüyordu; fakat ondan çok daha faal idi; hiçbir şeyden utanmaz, her şeye burnunu sokar, her yere girip çıkar, yazar, çizer, söyler, en büyük hakaretleri de unutur, hiçbir şahsî iddia gütmez bir adam olduğu için arası çok geçmeden, papazlar arasında, efendisininkini sarsacak kadar saygınlık kazanmıştı.
M. Valenod, sanki memleketin bakkallarına gidip: "Bana içinizden en aptal iki kişiyi verin" demiş, avukatlardan en kara cahil iki kişi istemiş, doktorlara da içlerinden en şarlatan iki tanesini seçtirmişti. Böyle her mesleğin en utanmaz sıkılmaz adamlarını bir araya topladıktan sonra da onlara: "Haydi, beraber hüküm sürelim" demişti. Bu adamların tavırları, hareketleri M. de Renal'e ağır geliyordu. Valenod adlı kaba herif ise hiçbir şeyden, o küçük Abbe Maslon'un herkesin yanında yalanlarını çıkarmasına pek aldırmazdı.
İşlerinin böyle tıkırında gittiği zamanlarda da M. Valenod, herkesin pek haklı olarak bazı hakikatleri yüzüne çarpmasının önüne geçmek için, ikinci derecede işlerde terbiyesizlik etmek ihtiyacını duyuyordu. M. Appert'in gelmesi gözünü epeyce korkuttuğu için o vakitten beri faaliyeti artmıştı. Üç defa Besançon'a gidip geldi; her posta gününe birkaç mektup yetiştiriyor, akşam üzeri evine uğrayıveren kim olduğu bilinmez adamlarla da birtakım mektuplar yolluyordu. Yaşlı papaz Cheları'ı işinden çıkarttırması belki pek iyi olmamıştı; çünkü bu suretle öç almağa kalkıştığı günden beri şehrin kibar ailelerinden birkaç sofu bayan onu kötü kişi olarak bellemişlerdi. Zaten Frilair piskopos vekili, bu iyiliğine karşılık M Valenod'yu adeta emri altında saymağa, ona garip işler gördürmeğe başlamıştı. M. Valenod, arzusuna dayanamayıp bir imzasız mektup yazdığı zaman işleri bu durumdaydı. Bütün dertleri az geliyormuş gibi bir de karısı yeni bir çalıma kalkmış, Julien'in eğitici olarak tutulmasını istiyordu.
Bu durumda M. Valenod, eski müttefiki M. de Renal ile kendi arasında bir kavga patlayacağını ve bunun ciddî sonuçlar vereceğini seziyordu. M. de Renal, ona ağır sözler söylüyordu; bu, umurunda değildi ama ya belediye başkanı bu işi Besançon'a, hatta Paris'e yazıverirse? Herhangi bir bakanın uzak, yakın akrabasından birinin Verrieres'e gelip dilenciler bakımevine müdür atanması olmaz bir şey değildi. M. Valenod, liberallerle uzlaşmağı düşündü; Julien'in İncil okuduğu ziyafette bir kaç liberalin de bulunması işte bu yüzdendi. Onlarla uzlaşınca belediye başkanına karşı kuvvetli bir dayanak bulmuş olacaktı. Lâkin belediye seçimlerinin yenilenmesine imkân vardı. Dilenciler bakımevi müdürünün de kalkıp liberallere, hükümete karşı oy vermesi de pek olacak şeylerden değildi. Madame de Renal, onun uyguladığı bu politikayı çok iyi kavramıştı. Bir dükkândan ötekine giderken bunları Julien'e de anlatıyordu; bu konu onları yavaş yavaş SADIKLAR MESİRESİ'ne dek sürükledi. Orada hemen hemen Vergy'deki kadar rahat birkaç saat geçirdiler. Bu esnada M. Valenod da, küstahça bir tavır takınarak, eski efendisiyle kopması kaçınılmaz o büyük kavgayı geciktirmeğe çalışıyordu. O gün bu tutum işe yaradı ama belediye başkanının da öfkesini artırdı.
Para hırsının, bu aşağılık hırsın en açgözlü, en adi yanlarını ortaya koyduğu zaman insanı ne kötü bir hale düşüreceğini göz önüne getirebilirsiniz; M. de Renal, o akşam "kabare"ye giderken işte o halde idi. Çocukları ise her zamankinden daha keyifli, daha da neşeli idi. Kendi haliyle onlarınki arasında gördüğü bu tezat, M. de Renal'i büsbütün kızdırdı. Ağırbaşlı sandığı bir tavırla:
– Görüyorum ki, dedi, ben aranızda fazlayım!
Karısı bu söze hiç aldırmadı; kalkıp onu bir kenara çekti ve Julien'in uzaklaştırılmasının gereğinden söz etti. Geçirdiği saadet saatleri, on beş gündür kurduğu hareket plânını takip edebilmesi için zarurî olan dayanıklılığı, soğukkanlılığı vermişti. Zavallı Verrieres belediye başkanını asıl çileden çıkaran şey akçeye gösterdiği bağlılığın şehirde bir alay konusu olduğunu bilmesiydi. M. Valenod'un eli açıktı; M. de Renal ise son zamanlarda SaintJoseph tarikatı, Meryem Ana papazları, SaintSacrement tarikatı, daha bilmem ne tarikatı için açılan beş altı yardım defterine yazılırken cömertlikten çok ihtiyat göstermişti.
Bağış toplayan rahipler defterlerine, Verrieres ve çevresi küçük soylularının adlarını, verdikleri paranın çokluğuna göre yazarlardı; M. de Renal'in adı çoğu vakit ta son satırda yer alıyordu. Gerçi o kazancı olmadığını söylüyordu ama ruhaniler meclisinin bu işte şakası yoktur.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro