Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 10: Büyük Bir Kalp ile Küçük Bir Servet

Köş­kün bü­tün oda­la­rı­nı bi­rer bi­rer do­laş­mak­ta olan M. de Re­nal, ot min­der­le­ri ta­şı­yan uşak­lar­la be­ra­ber, ço­cuk­la­rın oda­sı­na dön­dü. Bu ada­mın içe­ri bir­den­bi­re gi­ri­şi Ju­li­en'in üze­rin­de, bar­da­ğı ta­şı­ran son dam­la­nın et­ki­si­ni bı­rak­tı. Her za­man­kin­den da­ha uçuk be­niz­li, da­ha gam­lı idi, M. de Re­nal'in üze­ri­ne doğ­ru yü­rü­dü. M. de Re­nal du­rup uşak­la­rı­na bak­tı.

Ju­li­en:

– Mon­sie­ur, baş­ka bir eği­ti­ci tut­muş ol­say­dı­nız ço­cuk­la­rı­nız yi­ne bu­gün­kü ka­dar iler­le­miş ola­cak mıy­dı? de­di. Bu böy­le mi sa­nı­yor­su­nuz?

M. de Re­nal'in bir şey söy­le­me­si­ne fır­sat bı­rak­ma­dan de­vam et­ti:

– Öy­le san­mı­yor­sa­nız be­ni, ço­cuk­la­rı­nız­la uğ­raş­mı­yor di­ye suç­la­ma­ya na­sıl kal­kı­şı­yor­su­nuz?

Kor­ku­su he­nüz geç­miş olan M. de Re­nal, kar­şı­sın­da­ki genç köy­lü­nün böy­le ga­rip bir ta­vır ta­kın­ma­sı­nı, ce­bin­de da­ha kâr­lı bir iş tek­li­fi bu­lun­ma­sı­na ver­di. Onun bu ev­den çık­mak is­te­di­ği­ni san­dı. Ju­li­en'in öf­ke­si, söz söy­le­dik­çe ar­tı­yor­du:

– Ben siz­siz de ya­şa­ya­bi­li­rim, Mon­sie­ur.

M. de Re­nal, di­li bi­raz do­la­şa­rak ce­vap ver­di:

– Si­zi bu ka­dar si­nir­len­miş gör­dü­ğü­me doğ­ru­su çok üzül­düm..

Uşak­lar, on adım öte­de, ya­tak­la­rı dü­zelt­mek­le uğ­ra­şı­yor­lar­dı. Ju­li­en çi­le­den çık­mış, bir hal ile:

– Mon­sie­ur, bu söz­ler ba­na yet­mez, de­di; bir dü­şü­nün, ba­na ne ağır şey­ler söy­le­di­niz. Hem de ka­dın­la­rın ya­nın­da!

M. de Re­nal, Ju­li­en'in ne bek­le­di­ği­ni pek iyi an­la­mış­tı; şim­di için­de çe­tin bir çar­pış­ma var­dı, öf­ke­den çıl­dır­mak de­re­ce­si­ne gel­miş olan Ju­li­en, bir ara­lık:

– Si­zin evi­niz­den çı­kın­ca ne­re­ye gi­de­ce­ği­mi bi­li­yo­rum, Mon­sie­ur, di­ye ba­ğır­dı.

M. de Re­nal bu sö­zü du­yar duy­maz, Ju­li­en'i san­ki M. Va­le­nod'nun evin­de gö­rür gi­bi ol­du; içi­ni çek­ti ve en ıs­tı­rap­lı bir ame­li­yat için ope­ra­tör ça­ğı­ran bir adam ha­liy­le:

– Pe­ki, Mon­sie­ur, de­di, is­te­di­ği­ni­zi yap­ma­yı ka­bul edi­yo­rum, öbür gün ayın bi­ri, o gün­den baş­la­mak üze­re ay­lı­ğı­nı­zı el­li frank­tan ve­re­ce­ğim.

Ju­li­en'in için­den bir gül­me gel­di; şa­şır­mış, öf­ke­si­ni de unut­muş­tu, için­den: "Bu hay­van be­nim san­dı­ğım­dan da aşa­ğıy­mış!" de­di. "Bu ba­ya­ğı yaradılışlı ada­mın, bun­dan da­ha soy­lu bir şe­kil­de özür di­le­me­si bek­le­nil­mez ya!" Bü­tün bun­la­rı şaş­kın­lık­la din­le­miş olan ço­cuk­lar bah­çe­ye ko­şup an­ne­le­ri­ne M. Ju­li­en'in pek kız­mış ol­du­ğu­nu, lâ­kin ay­lı­ğı­nın el­li fran­ga çı­ka­rıl­dı­ğı­nı ha­ber ver­miş­ler­di. Ju­li­en, alış­kan­lık­la ço­cuk­la­rın ar­dı sı­ra çık­mış, son de­re­ce kı­zan M. de Re­nal'e bir ke­re ol­sun dö­nüp bak­ma­mış­tı. Be­le­di­ye baş­ka­nı için için ho­mur­dan­dı:

"M. Va­le­nod'nun yü­zün­den har­ca­dı­ğım pa­ra, yüz alt­mış se­kiz fran­gı bul­du. Ona, bu­lun­muş ço­cuk­la­ra gi­ye­cek al­mak işi üze­ri­ne iki çift söz et­mek za­ma­nı gel­di!" Bi­raz son­ra Ju­li­en, M. de Re­nal ile yi­ne kar­şı­laş­tı:

– M. Che­lan'a gi­dip gü­nah­la­rı­mı çı­ka­ra­ca­ğım, de­di; bir­kaç sa­at ev­de bu­lu­na­ma­ya­ca­ğı­mı bil­dir­mek­le şe­ref du­ya­rım.

M. de Re­nal sah­te sah­te gü­le­rek:

– Sevgili dostum Ju­li­en, is­ter­se­niz bü­tün gün ken­di­ni­zi ser­best sa­ya­bi­lir­si­niz; is­ter­se­niz ya­rın da, dos­tum, de­di. Ver­rie­res'e gi­der­ken bah­çı­va­na söy­le­ye­yim, si­ze atı­nı ver­sin. İçin­den de: "Şim­di gi­dip M. Va­le­nod'ya ce­va­bı­nı ve­re­cek, de­di; ba­na bir şey söy­le­me­di ama şim­di üs­tü­ne var­ma­ya gel­mez, he­le bir kız­gın­lı­ğı geç­sin, ak­lı ba­şı­na gel­sin..."

Ju­li­en ev­den ça­buk ay­rı­lıp Vergy'den Ver­rie­res'e ka­dar uza­nan ko­ru­la­ra doğ­ru çık­tı. M. Che­lan'ın evi­ne pek er­ken var­mak is­te­mi­yor­du. Ken­di­ni yi­ne iki­yüz­lü­lü­ğe mec­bur et­me­ği ar­zu­la­mı­yor, ru­hun­da ge­çen­le­ri an­la­mak, içi­ni al­tüst eden his­le­ri bir göz­den ge­çir­mek ih­ti­ya­cı­nı du­yu­yor­du. Ko­ru­la­ra va­rıp in­san­la­rın gö­zün­den kur­tu­lur kur­tul­maz:

"Bir sa­vaş­ta ga­lip gel­dim, aç­tı­ğım bir sa­vaş­ta ga­lip gel­dim!" de­di.

Bu dü­şün­ce ile du­ru­mu­nu pek par­lak gör­dü, ru­hu­na da bi­raz ra­hat­lık gel­di.

"Ay­lı­ğı­mız el­li fran­ga çık­tı; bu M. de Re­nal'in bir kor­ku­su var, var ama aca­ba ne­dir ?"

Alt ta­ra­fı bir sa­at ön­ce, öf­ke ile kö­pü­re­rek bak­tı­ğı o bah­ti­yar ve kud­ret sa­hi­bi ada­mın ne­den kor­ku­su ola­bi­le­ce­ği­ni araş­tır­mak, Ju­li­en'in ru­hu­nu büs­bü­tün sa­kin­leş­tir­di. O ka­dar ki, ağaç­la­rın or­ta­sın­da yü­rü­dü­ğü or­man­la­rın in­sa­nı hay­ran eden gü­zel­li­ği­ni bi­le his­se­der gi­bi ol­du. Or­ma­nın dağ ta­ra­fın­da­ki kıs­mı­na vak­tiy­le ko­ca ko­ca çıp­lak ka­ya par­ça­la­rı düş­müş­tü. Gü­neş ışın­la­rı­nın sı­cak­lı­ğı yü­zün­den şöy­le bir du­rup din­le­ni­le­me­ye­cek yer­le­rin bir iki adım öte­si­ni bi­rer tat­lı, se­rin göl­ge­lik edi­ve­ren bu ka­ya­lar ka­dar bü­yük ak gür­gen ağaç­la­rı da var­dı.

Ju­li­en, bu ko­ca ka­ya­la­rın göl­ge­sin­de du­rup so­luk­la­nı­yor, son­ra yi­ne yo­lu­na ko­yu­lu­yor­du. Yal­nız ço­ban­la­rın bil­di­ği bel­li be­lir­siz dar bir ke­çi yo­lun­dan yü­rü­dü ve bi­raz son­ra ken­di­ni dev gi­bi bir ka­ya­nın üze­rin­de bul­du. Ora­da dim­dik dur­du, bü­tün in­san­lar­dan ay­rıl­mış ol­du­ğun­dan emin­di. Gü­lüm­se­di; bu ka­ya­nın üs­tün­de­ki du­ru­mu, ze­kâ ve ik­ti­dar hu­su­sun­da eriş­mek is­te­di­ği va­zi­ye­tin san­ki ci­sim­leş­miş bir tim­sa­li de­ğil miy­di? Bu dağ­la­rın saf ha­va­sı ru­hu­na sü­kûn, hatta se­vinç aşı­la­dı. Ger­çi Ver­rie­res be­le­di­ye baş­ka­nı yi­ne onun gö­zün­de dün­ya­nın bü­tün zen­gin­le­ri­nin ve bü­tün küs­tah­la­rı­nın tem­sil­ci­siy­di; fa­kat Ju­li­en ona kar­şı için­de duy­du­ğu ki­nin, ha­re­ket­le­ri­nin bü­tün şid­de­ti­ne rağ­men, hiç de şah­sî bir his ol­ma­dı­ğı­nı an­lı­yor­du. M. de Re­nal'i ar­tık gör­me­ye­cek ol­sa, se­kiz gün geç­mez, ken­di­si­ni de, köş­kü­nü de, kö­pek­le­ri­ni de, ço­cuk­la­rı­nı da, bü­tün ai­le­si­ni de unu­tu­ve­rir.

"Ben onu, bil­mem na­sıl ol­du? En bü­yük fe­da­kâr­lı­ğa ra­zı et­tim. Yıl­da el­li ecud'en faz­la pa­ra! Bir da­ki­ka ön­ce de bir bü­yük teh­li­ke­den kur­tul­muş­tum. Bir gün­de iki yol ga­lip gel­dim. İkin­ci­si­nin bir de­ğe­ri yok, çün­kü se­be­bi­ni bul­mak ge­rek, lâ­kin bu­gün öy­le zor ara­ma­lar­la uğ­ra­şa­cak vak­tim yok, on­lar ya­rı­na.

Ju­li­en, ka­ya­nın üze­rin­de ayak­ta dur­muş, ağus­tos gü­ne­şi­nin bir ateş ha­li­ne koy­du­ğu gö­ğe ba­kı­yor­du. Ka­ya­nın üst ta­ra­fın­da­ki tar­la­da ağus­tos­bö­cek­le­ri ötü­yor, on­lar da su­sun­ca Ju­li­en'in her ya­nı­nı ses­siz­lik kap­lı­yor­du. Ayak­la­rı­nın al­tın­da bel­ki yir­mi fer­sah­lık yer ya­yı­lı­yor­du. Ba­ğı­nın üs­tün­de­ki ka­ya­lar­dan uç­muş olan bir at­ma­ca ara sı­ra gö­zü­kü­yor ve gök­te ge­niş da­ire­ler çi­zi­yor­du. Ju­li­en'in göz­le­ri bu yır­tı­cı ku­şu ira­de­si­ne bağ­lı ol­ma­yan, için­den ge­len bir ha­re­ket­le ta­kip edi­yor­du. Onun sa­kin ve kud­ret­li ha­re­ket­le­ri­ne hay­ran hay­ran ba­kı­yor, kuv­ve­ti­ne, yal­nız­lı­ğı­na gıp­ta edi­yor­du.

Na­pol­yon'un ka­de­ri böy­le ol­muş­tu, aca­ba bir gün ken­di ka­de­ri de böy­le mi ola­cak­tı?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro