6619
6 Haziran 2019
"Uyan artık," dedi kulağına doğru. "Hadi..."
Üzerine eğilen ıslak saçlardan damlayan sular çıplak sırtına değiyordu. Dudaklarında minik bir gülümse belirdiğinde yüzünü biraz daha yatağa gömdü.
"Pars," dedi genç kadın.
Uyanması gerekiyordu. Bugün özel bir maç vardı ve NOX aylardır bu güne hazırlanıyordu. Özel bir organizasyondu. Basın orada olacaktı. Seyirciler günler öncesinden biletleri tüketmiş, bu anı sabırsızlıkla beklediklerine dair sosyal medya paylaşımları yapmış ve şehrin, hatta ülkenin dört bir yanına bu geceyi duyurmuşlardı.
UFC ile maçlarının arasına genelde özel maç almıyordu. Bu gece bir marka anlaşması olduğundan sorun çıkmayacaktı. Ki bir sonraki UFC maçına henüz aylar vardı. Gecenin sorunsuz biteceğine dair en ufak bir şüphe yoktu.
Sezin saçlarını taramış, ince ipek bir şalı saçlarının yüzüne gelmesine engel olacak şekilde başına bağlayarak loftun alt katına inmişti. Pars'ın evi hala biraz parti eviydi. Koltuğun üzerindeki motosiklet, terastaki sabit kum torbası, salonun orasındaki koca bar rafı. Hiçbiri "birkaç ay sonra çocuğum olacak" eşyaları değildi. Hazırlık aşamasındaki ev ise henüz bitmemişti. Pars o eve dair her şeyi Sezin'e bırakmıştı. Genç kadın bu durumdan Pars'ın sandığı kadar memnun değildi. Yumuşak tonlarda tuttuğu ve minimal döşediği evde ona ait dokunuşlar da istiyordu. Tabii bu salonda yerleştirilmiş bir bar ya da bahçede kum torbası olmak zorunda değildi. Mesela buzdolabını kırmızı alabilirlerdi. Sezin bunu teklif etmişti. Pars ise genel akışı bozmaya gerek olmadığını söylemişti. Üzerine durulacak, uzun uzun konuşulacak bir konu değildi bu. Sezin de öyle yapmıştı, üzerinde durmamıştı. O evde yeni bir düzen kuracak ve her şeyi geride bırakacaklardı.
Geride bırakması gerekenleri düşündüğünde gerilmişti genç kadın. Nasıl yapacaktı? Yıllar boyunca battığı çamurdan nasıl kurtulacak, bacaklarını çekip duran bataklığa nasıl karşı koyacaktı? Ne zaman denese, daha derine batıyordu.
Kahve makinesine yaklaştığında yine yapmış ve dalgınlıkla kendisine sabah kahvesi hazırlamıştı. Kahvenin rahatlatıcı kokusunu içine çekip dudak büzdü. Su ısıtıcını çalıştırıp cam demliğin için bitki çayı karışımını attı. Pars'ın adım sesleri mutfağa yaklaştığında boşa çıkan kupayı tutup ona döndü.
"Sana sabah kahvesi yaptım."
Pars önce gözlerini kısmış hemen sonra dudaklarına yerleşen kahkahayı daha fazla tutmadan dışarı bırakmıştı.
"Yine mi unuttun?"
Sezin sadece dudak büzmüştü. Pars uzanıp kahveyi aldığında o da su ısıtıcının otomatik sesini duyup bitki çayını demledi.
Elini karnına atıp gülümsedi. "O kadar sakin ki, bazen orada olduğunu unutuyorum."
Pars kahve kupasını kenara bırakıp Sezin'e yaklaştı. Parmaklarını genç kadının karnına sürdüğünde gülümseyerek konuşmuştu.
"Ufaklık, bak annen yine seni unutup kahve içmeye yeltenmiş. Onat Amca'na benzemek istemiyorsan arada orada olduğunu belli et."
Sezin büyük bir kahkaha attığında Pars doğrulup kadının yanağını öpmüştü.
Biraz önce bıraktığı kahveden arka arkaya iki yudum alıp geri bıraktı. "Duşa giriyorum, hemen sonra çıkmam lazım. Geç kalacağım yoksa."
"Tamam," dedi Sezin neşeli görünmek için gülümsemeye çalıştığında. Sabah için gitmek zorunda olduğu yeri hatırladığında gerilmişti. "Ben de annene uğrayacağım." Biraz daha gülümsemeye ve rahat görünmeye çalıştı. "Kahvaltı yaparız. Sonra ona bugün olacak maçı anlatırım ve günü birlikte geçiririz."
Pars onu onaylayarak mutfaktan çıkmıştı.
"Gelmeden ararım," diye seslendi arkasından.
Nesrin Hanım'la kahvaltı planını araya sıkıştırmak zorunda kalmıştı çünkü Hakan Pars kesin bir dille Sezin'i çağırmıştı. O da her zaman yaptığı gibi hasta kadını bahane etmişti. Pars, Sezin'in annesiyle vakit geçirmesinden hoşnut olduğundan bu konunun üzerinde durmuyordu bile. Sezin de Nesrin Hanım'la paylaştığı anları seviyordu. En azından onu sıkıştıran sorulara cevap vermek zorunda kalmıyordu. Kadın konuşmayı reddetse de Sezin'in anlattıklarını dinliyordu. Sezin içten içe bunun kendisi ile ilgili bir durum olmadığını, kadının oğluyla ve torunuyla bağ kurmak için ona izin verdiğini biliyordu. Yine de önemli değildi. Aile onun için gerçek bir kavram bile değildi.
Sezin evden çıkmak için hazırlanırken Pars duştan çıkmış ve giyinmişti. Maç için herkes çok heyecanlıydı ve Pars'ın telefonu bir saniye bile susmuyordu. Art arda gelen telefonlardan fırsat bulamadıkları için rutin konuşmalar bu sabahlık rafa kalkmıştı.
Sezin İklim'den kısa bir mesaj aldığında gülümsemişti. Kardeş kadar yakın diyebileceği çok fazla arkadaşı olmamıştı. Hep, herkesle bir sınır koymak zorunda kalmıştı arasına. Kimse yalnızlığını gerçekten görmüyor, onu tümüyle anlamıyordu. İklim ise öyle değildi. Belki onun da içindeki yalnızlıktan olsa gerek, onunla bağı gerçekti. Pars hayatına girdiğinden beri bir hayali yaşıyor gibi hissediyordu. Asla sahip olamayacağı bir mutluluk balonunun içindeydi ve en büyük korkusu balonun patlamasıydı.
O gün genç kadın hazırlanıp evden çıkmadan önce ona bir hayali yaşatan adamı son kez öptü ve son kez olduğundan habersizdi.
🩸
Aras yüz üstü uzandığı yatakta aşağı doğru sarkmış, sağ elinin parmakları arasına tuttuğu kitabı yerden kaldırmadan okuyordu. Sol kolunu altında bükmüş ve yanağını elinin üzerine yaslamıştı. Çıplak sırtına dağılan saçlar ara ara huylanmasına neden olsa da içine çekildiği huzuru bozmamak için kıpırdamıyor ve dikkatle satırları takip ediyordu.
Sırtında hissettiği kıpırtı dudaklarının iki yandan çekilmesine neden olmuştu. "Profesör yakalandı mı," dedi, homurtuyla karışık bir sesle.
Küçük bir gülüşü kahkahaya dönüşmeden dudaklarını eline bastırarak önlemişti. İdil bu dizi konusunda fazla heyecanlıydı. Aras ile ortak sevebilecekleri bir şey bulduğunu düşünerek mutlu olmuştu. Aras diziyi fazla basit bulsa da hevesini kırmamak için susmuş ve arka arkaya 7 bölüm izleyerek kendi rekoruna imza atmıştı. Oturup dizi izlemek pek ona göre değildi, belli ki İdil bundan zevk alıyordu ve o da onun zevk aldığı bir şey yapmaktan memnun oluyordu. Dizi hakkındaki gerçek görüşleri İdil'in kocaman açılarak dikkatle ekrana bakan çikolata kahvesi gözlerini izleme keyfinden kıymetli değildi.
İzledikleri ilk birkaç bölümünün ardından Atlas'ı aramış ve heyecanla çekilen mekanlarda bulunup bulunmadığını sormuştu. Atlas son yıllarda bir akım haline gelen ve kötü bir V for Vendetta esinlenmesi olduğunu düşündüğü iş hakkında konuşurken hiç de Aras kadar nazik olmamıştı. İdil yirmi dakikalık telefon konuşmasının ardından dudaklarını bükerek ona surat asmış ve diziyi savunmaya geçmişti. Elbette tüm bu sohbet boyunca izleme arkadaşı hakkında konuşmamış, bir sırrı saklar gibi onu kendine ayırmıştı. İspanya davetini çok da geçerli olmayan bahaneler sıralayarak reddettiğinde ise gözlerini özellikle cam gibi bakan mavilerden uzak tutmuştu.
Aras ile Atlas'ı ziyaret etmeyi istiyordu istemesine. Atlas'ın tepkisinden o kadar çok çekiniyordu ki Aras'ı da bu gizli aşk olayına çekmişti. Aras'ın konuşmak istediklerinde bazı değişiklik yaptığından habersizdi. Oysa Aras küçük kardeşine kalbinden geçenleri anlatıyordu. Tek bir farkla özne kullanmadan yapıyordu bunu. Atlas ise şehirden ilk ayrıldığı yaz ondan duyduğu ismi unutmamış ve tüm bu yaşananların öznesi olarak da onu kabul etmişti.
Aras bazı anlarda bazı gördüklerini karıştırıyordu. Bunda kullandığı ilaçların etkisi büyüktü elbette. Üstüne bir de çeşitli maddeler eklendiğinde zaman kaymalar yaşıyordu. Bazı anlarda ise ipin ucu komple kaçıyor ve ne gerçek ne değil ayrımını karıştırıyordu. Sarhoş muydu, uyuşturucu etkisinde miydi yoksa tamamen zihninin ona oynadığı oyunların dışa vurumu muydu bilmiyordu.
Defterleri bu konuda ne büyük destekçisiydi ama bazen onlar da karışıyordu. Karalanmış sayfaların arasından bulduğu hisler hep bir an önceye aitti ve Aras bir an sonra o hisleri bedeninde taşımayı reddediyordu. Değişmişti öyle değil mi? Bir nefes önceki ile aynı insan değildi. Yazdıkları da yazdığı an geçmiş hatıralara dönüşüyordu. Aras'ı en çok bu korkutuyordu. Geçmiş bir hatıraya dönüşmek... Bir defterin arasında kurutulmuş eski zaman hatırası olmak onu ürkütüyordu. Böyle anlarda yazıyordu. Kelimeler varlığının kanıtıydı. Defterindeki mürekkep izleri, ben buradayım diyordu. Aras biliyordu, sayfaları kapattığı an yüklem geçmiş zamanlı olacaktı.
Telefonu kapattıktan sonra İdil, Disney prensesleri gibi koca koca olan gözleriyle Aras'a bakmış ve yanaklarını sarkıtarak, "Sen de böyle düşünüyorsun değil mi?" diye sormuştu.
Aras ona bulutsuz gökyüzü gibi gülümsemiş ve yanına çekip üzgün yanaklarını ellerinin arasına almıştı. İdil burnunun üzerine değen dudaklarının sıcak dokunuşuyla gevşemiş ve biraz önce surat asan o değilmiş gibi bir bölüm daha pazarlığı yapmaya başlamıştı. Sonunda kanepede uyuya kaldıklarında Aras onu yatağa taşımış ve kitaplıkta duran kitaplardan birini alıp okumaya başlamıştı. Uyumak konusunda pek başarılı olduğu söylenemezdi. Aras bunu hayatında pozitif hale getirmiş ve görev dağılımlarında gece sorumluluklarını üzerine alarak ekip arkadaşlarına kolaylık sağlamıştı. Bir önceki gece de küçük bir görevi vardı. Çok büyük bir olay değildi, küçük bir DDoS saldırısı yapacaktı.
Sabaha karşı birkaç saat uyumuş ve İdil henüz uyanmadan uyanmış, gece kitaplıktan aldığı kitaba göz atmaya başlamıştı.
Sırtına yayılan saçlar önce biraz daha tenine değmiş, hemen sonra bütünüyle çekilmişti.
"Işık..." demişti bu kez İdil, boğuk sesiyle. Yanağını yastığa bastırmış olduğunu anladığında Aras bir sonraki sayfayı çevirmiş ve sırt üstü dönerek elindeki kitabı havaya kaldırmıştı. "Sushi," demişti kız bu kez ve Aras kendini tutmayıp küçük bir kahkaha atmıştı. Zihni ayılana kadar aklından geçenleri anahtar kelimelerle anlatacaktı.
Aras romantik kitapları pek tercih etmezdi. Elinde tuttuğu mavi ve yeşil kitabı neredeyse bitirmek üzereydi ve İdil'in kitap hakkındaki görüşlerini merak etmişti. Sevdiği söylenemezdi. Nefret etmemişti. Aklında yer edinecek bir kitap değildi. Karakterleri de pek sevdiği söylenemezdi.
İdil tek birkaç yerin altını çizmişti. Belki öyle hissettiğinden belki de oradaki cümle bütününden etkilendiğinden. Onun dışında kitapta pek iz yoktu. Altını çizdiği cümlelerden biri diğerlerinden öne çıkıyordu.
"Her şey yalnızca aralarında olup bitiyordu; en tuhaf ve zor şeyler bile. Ona istediğini yapabilir ya da söyleyebilirdi ve kimsenin ruhu bile duymazdı. Bunu düşünmek başını döndürüyor, sersem ediyordu."
Yatakta bir kere daha döndüğünde Aras'ın sıcaklığına yaklaşmış ve alnını omuzuna yaslayarak minik mırıltılar çıkarmıştı. Aras en sonunda kitabı elinden yere bırakmış ve yatakta yan dönerek parmaklarını kıvırcık saçlara uzatmıştı.
"Kahvaltıda sushi mi yemek istiyorsun?"
İdil'den itiraz eden bir homurtu duyulduğunda Aras genişçe sırıtmış ve burnunu kızın yumuşak saçlarına sürmüştü.
"Öyleyse..." demişti, oyuncu bir tonla. "Dondurma istiyorsun?"
"Cookie," demişti İdil bu kez.
Sesinden biraz olsun ayıldığı anlaşıldığı için Aras ona daha da sokulmuş ve saçlarının arasına bir öpücük kondurmuştu.
"Kurabiyeli dondurma?"
"Iıım," dedi İdil mırıltıyla. Hemen sonra başını hafifçe geriye itti ve üzerine dökülen mavilere baktı.
Bu anı her yaşadığında şaşırıyordu ve alışacak gibi de görünmüyordu. Aras ona cam gibi parlayan mavilerle bakarken midesi düğümleniyordu. Aşk dilinden düşürmediği bir masaldı ve bir gün kendi masalının prensesi olmayı beklemişti bu yaşına kadar. Sadece seçtiği prens pek prens gibi değildi. O daha çok düzene karşı koyan bir şövalyeydi ve İdil bazen olduğu kişiyi olmak için verdiği savaşa hayret ediyordu. Başka birini dilemezdi. O, gökyüzü gibi mavi bakan bu asi adama çoktan bütünüyle aşık olmuştu. Sadece korkuyordu. Tuttuğu dileği söylerse gerçekleşmeyeceğinden korkan küçük bir kız vardı içinde. Aras'ın adı dilinden dökülürse, masallarına karanlık çöker diye korkuyordu.
Aras'ın öpücükleri İdil'in ne kadar kilo verirse versin erimediğinden şikayet ettiği yanaklarına ulaşınca kocaman gülümsemiş ve ona biraz daha yaklaşarak kollarının kolların altından geçirmişti. Aras sarılışına karşılık verip bir de öpücüklerini yüzünün her yanın bırakırken yerde titreyen gülüşmelerine ara vermelerine neden oldu.
Aras telefonu cevaplarken yatakta doğrulmuş ve ince örtüyü bacaklarının üzerinden çekerek bir ayağını yere indirmişti.
"Sinan tane tane konuş."
İdil kiminle konuştuğunu anladığında yataktan kalkmış ve yatağın ucundaki benchten şifon sabahlığını alıp üzerine geçirmişti. Aras, Sinan'ın söylediklerini anlamaya çalışırken makyaj masasının önündeki pembe tüylü pufa oturup yaz aylarında normalden fazla kuruyan ellerini kremleyerek odanın içini adımlamaya başlamış adamı izlemişti.
"Tamam," dedi Aras en sonunda. "Çözüyorum şimdi, panik yapma."
Aras dün gece geldiğinde odanın girişine bıraktığı sırt çantasını almış ve içinden bilgisayarını çıkarmıştı.
"Ne kadar lazım?"
Sinan her ne söylediyse bu Aras'ı keyiflendirmişti.
"Peder bey bu ay ikinci kez bize yüklü bir bağış yapacak desene."
Aras kulağındaki telefonu hoparlöre alıp yatağın üzerine bıraktığında parmakları hızla bilgisayar klavyesinde oyalanmıştı.
"Üst üstte oldu abi kusura bakma," dedi Sinan telefonun diğer ucundan. "Aslında fon vardı ama işte onu dün Güneş hasta bebek için kullanmış."
"Dert değil..." dedi Aras umursamaz bir tavırla. "Atlas'a para yolladığı hesaptan yaptım. Yeni bir yaz alışverişi için çektiğini düşünür."
"Yuh," dedi Sinan, gülmemeye çalışarak. "O paraya alışveriş mi yapılır?"
İdil yerinden kalkmış ve kıvırcık saçlarını parmaklarının arasında bükerek ahşap kalem tokasıyla topuz haline getirmişti.
Aras, Sinan'ın söylediğine gülmekle yetinmişti çünkü evet, şu an büyük bir derdi çözmek için gönderdiği parayla alışveriş yapılabilirdi. Odadan çıkan İdil'in yakın zamanda böyle bir miktar harcadığından bile emindi. Aras bu sebeple her ay bir kere babasının habersiz bağışçı olmasına sebep oluyordu. Bunu çok uzun zamandır yaptığı için artık onu rahatsız etmiyordu. İlk başlarda bunun için bir vicdan musahabesi yapmış ama sonunda faydanın zarardan büyük olduğuna ikna olmuştu.
Babasının sahip olduğu kaynaklar bir insanın sahip olması gerektiğinden fazlaydı ve Aras sadece dengeyi sağlıyordu.
Sinan ile konuşması bittiğinde içerden gelen seslerden İdil'in kahvaltı hazırladığını anlamıştı. Sinan ile rahatça konuşması için gittiğini biliyordu. İdil bazı anlarda kendini suçlu hissediyordu hissetmesine ama alıştığı bir yaşam tarzı vardı. Aras onun kendisi için değişmesini istemiyordu. Çoğu konuda farkındalık kazanmıştı ve Aras bunu takdir ediyordu. Ona sürekli sorular soruyor, bilmediklerini öğrenmeye çalışıyordu. Bir yanı Aras ile uyum sağlamak için çırpınırken bir yanı onu şık bir gömlek giydirmek ve aylar öncesinden rezervasyon yapılan yerlerden birinde yemek yemek istiyordu. Aras da olabildiğince onun için adım atıyordu ama bir öğrencinin aylık masraflarının tümü sayılabilecek bir miktarı tek gecede yenilen bir yemeğe yatırmayı reddediyordu. Bunun İdil ile alakası yoktu. Aras çevresindeki insanlar göre hep daha uyumsuzdu.
Giyim kuşama önem vermek, sırf marka değeri olduğu için ürünleri tüketmek, tek tipleşmek ve sistemin kölesi haline gelmek Aras'a göre değildi. Eğlence sektörü ile ne kadar barışıksa, şatafat kültürü ile o kadar uzaktı.
🩸
Nesrin Hanımla yaptığı uzun kahvaltı sonrasında Hakan Pars ile görüşmek için beklerken telefonunu eline almış ve takip ettiği anne ve bebek hesaplarından birini inceliyordu. Yaklaşık on dakika önce Nesrin Hanım dinlenmek için odasına geçmişti. Evin görevlileri ise hızla bahçedeki kahvaltı masasını toplamış ve ayakaltından çekilmişti. Sezin bu evi beğeniyordu. Yüksek tavanlı, iyi döşenmiş ve ihtişamlı tasarımı ile kesinlikle göz dolduruyordu. Hükmeden bir yapısı vardı. Tam Hakan Pars'a göreydi. Pars ile hazırladıkları ev bunun yanında 1+1 apartman dairesi gibi kalıyordu. O ev de Sezin'in standartları düşünülürse oldukça büyüktü. Sezin son bir buçuk yıldır değişen hayatına baktığında hala biraz şaşırıyordu. Pars ile tanıştığında böyle bir hayat süreceğini düşünmezdi, şimdi, bu içinde bulunduğu eve bakarken içten içe daha fazlasını isterken buluyordu kendini.
İstediği para değildi. O saygınlık peşindeydi. Sezin sanki tüm hayatı boyunca görünmezdi de, son bir buçuk yıldır görünür hale gelmişti. Birkaç ay sonra Pars ile tanışalı 2 yıl olacaktı ve Sezin buna hala inanamıyordu. O gün, NOX'a giden yoldaki kadın ne kadar ürkekse şimdi burada duran kadın o kadar kendinden emindi.
Pars'ın çocukluk odasına bir göz atmak istemişti. Merdivenleri çıkıp odaya yöneldiği sırada duyduğu ses adımlarını yavaşlatmasına, sessizliğe bürünmesine neden olmuştu. Konuşan Hakan Pars'tı. Sezin kelimeleri seçemiyordu ama dikkat çekmemek için ekstra çaba harcıyordu.
"Oğlumu gözden çıkarmadım," dedi Hakan Pars tok sesiyle.
Sezin kapıya yaklaştığında aralık kısım sayesinde konuşmaları anlayabilmişti.
"Hapse girmeyecek," dedi bu kez. "Münir! Sorguya alacak, gerekirse birkaç gece tutacak ve siciline işleteceksin. Tüm yapacağın bu... Dövüş işi askıya alınsın yeter."
Sezin endişeyle kapının pervazına tutunmuştu. Hızlanan kalp atışları sebebiyle nefesini teklemişti. Hakan Pars'ın planladığı her ne ise bu kez gerçekten Pars'a zarar verecekti. Dövüş işinin askıya alınmasından kast ettiği neydi tam anlamamıştı. Bu geceki dövüşte bir şey mi olacaktı?
"Kaçırmazlar merak etme," dedi keyifle. "Söyledim ben ne kadar koyacaklarını. Sen oyala birkaç gün, lisansı yansın yeter."
Sezin duydukların net bir şekilde anladığında kapının yanından uzaklaşmak için geri geri adımlamış ve ses çıkarmamaya çalışarak aşağı kata inmişti. Elinde sıkı sıkı tuttuğu telefonla hemen Pars'ı aradı. Hava henüz kararmamıştı. Maç 10'daydi ve Sezin kapıların açılmasına henüz vakit olduğunu biliyordu. Pars Onat'la olmalıydı. Aramasına cevap alamayınca hemen Onat'ı aramıştı ve cevaplanmasını beklemişti.
Sezin panikle alt kattaki büyük salonda adımlarken aramalarına hız kesmeden devam ediyordu. Onat'ın ardından İklim'i aramış ama bir türlü ulaşamamıştı. Telefonunda bir sorun mu vardı? Neden kimseye ulaşamıyordu.
Kalbi ağzında atarken son çare olarak Pars'a hemen ulaşabilecek rehberine kayıtlı olan ismi aramıştı. İkinci çalışta telefon açıldığında panikle konuştu.
"Aras, Pars'a ulaşamadım. Özür dilerim seni aradığım için ama başka çarem yoktu. Kötü bir şey olacak. Tam bilmiyorum ama Pars'a ulaşman lazım."
"Nefes al."
Aras'ın söylediğinin Sezin'in üzerinde pek bir etkisi olmamıştı. Genç kadın panikle konuşmaya devam etti.
"Yalvarırım NOX'a git. Babası bir şey yapacak. Biriyle konuşurken duy-"
Sezin kelimeleri arasında arkasına döndüğüne cümlesi bıçakla kesilir gibi kesilmişti. Salonun girişinde, ellerini rahat bir şekilde ceplerinde tutan Hakan Pars ona kaşlarını kaldırmış bir şekilde bakıyordu.
Sırtından aşağı inen ürperti ile olduğu yerde donup kalmıştı. Aralık dudakları bir türlü kapanmazken zihninin arkasında durumu anlamak için sorular sorup duran Aras'ın sesini duyuyordu.
"Sezin," dedi Aras bir kez daha. "Konuşacak mısın?"
"Aras..." dedi Sezin korkuyla. "Pars'a yardım et."
Hemen sonra telefonu kulağından çekmiş ve bir adım gerileyerek arkasında kalan şömineye ürkek bir bakış atmıştı. Uzun demir çubuklardan birini alsa... Karşısındaki adam ondan uzun, yapılı ve güçlüydü. Yine de bir anlık boşluğuna getirmeyi başarırsa, kafasına vuracağı sert bir darbe yere yığılmasını sağlardı. Sezin'in kolları güçlü değildi. Çok atik de sayılmazdı. Üstelik hamileydi. Tüm ihtimalleri düşünürken birden eli karnına gitmişti. Korku dolu gözlerle hala salonun girişinde duran ve sıradan bir andaymışçasına sakince ona bakan adamı kontrol etti.
"Seninle konuşmak istediğim buydu sevgili Sezin..." dedi Hakan Pars bir elini cebinden çıkarmış ve rahat adımlarla salonun içine ilerlemişti. "Gözlemlerim beni yanıltmamış, Ali'yi önemsiyorsun. Bebek kararından sonra ilişkinizin boyutunun değiştiğinin farkındaydım fakat bunu kendin için yaptığını düşünme gafletine düşmüştüm. Görüyorum ki düşündüğün sadece kendin değilmiş."
"Pars'a zarar verecektin."
Sezin sonunu göremediği her şeyden korkardı. Işıksız bir yoldan yürümekten, denizde ayağının değmediği yere açılmaktan, tekneden açık suya atlamaktan... Gecenin ortasına gizlenmiş bir sokağa bakmak gibiydi Hakan Pars onun için. Yolun uzandığını biliyordu ama sonunun nereye vardığını görmüyordu. Korkuyordu ve korkusu iki hatta üç kişilikti. Elini karnının üzerinde tutarken içinden bebeğini telkin ediyordu. Ona, her şeyin iyi olacağını söylüyordu. Çocuğunu korumak isteyen tüm anneler gibi.
Hiçbir şey iyi olmayacaktı. Hakan Pars ve iyi aynı cümle içinde kullanılamazdı. En azından Sezin için...
"Her şey dozunda iyi," demişti Hakan. "Dozunu kaçırırsan boyut değiştirir. Başka bir biçime bürünür, farklı bir form alır."
Sezin nefesini tutmuş ona karşı rahat adımlarla yaklaşan adamı dinliyordu.
"Pars'ı korumak istemen güzel... Boyunu aştığını düşünmeden, kendince bir plan kurdun ve harekete geçtin. Cesaretli bir tavır, hoşuma gitti."
Şöminenin hemen çaprazında kalan koltuğa oturduğunda kolunu kenara yaslamış ve çenesini kaşımıştı.
"Önünü sonunu düşünmediğinden hata yaptın. Burada devreye tecrübe giriyor elbette. Pratik önemli."
Adamın yüzünde keyifli bir gülüş belirdiğinde Sezin kendini tutamayarak hıçkırmıştı. Elleri ağzını hemen örttü. Gözlerindeki karanlığın sonunu göremiyordu ve bu daha da korkmasına neden oluyordu.
"Pars bekliyor," dedi en sonunda kendini toparlayarak. "Gitmem lazım."
"Üzgünüm," dedi Hakan Pars. Hiç de üzgünmüş gibi görünmeyen bir ifadeyle. "Pars seni bir süre daha göremeyecek. Öncelikle ilgilenmemiz gereken bir sorun var, seni birkaç dakika bekleteceğim."
Oturduğu yerden kalktığında Sezin ürkerek geriye doğru bir adım atmıştı. Hakan Pars bundan keyif alırcasına öne doğru gayet rahat bir adım daha attığında Sezin yine gerilemişti. Bu küçük oyun Sezin'in sırtı duvara değene kadar devam etmişti. Hakan Pars genç kadının hemen önünde, aralarına belli bir mesafe bırakarak durduğunda cebine uzanmış ve telefonunu çıkartmıştı.
Birkaç saniyenin ardından konuşmaya başladığında Sezin bir elini karnına sarmış ve bakışlarını odada gezdirmişti. Şöminenin yanından uzaklaştıkları için tek saldırı şansını yitirmişti. Bir anlık boşluğundan faydalanarak hızla salonun çıkışına koşsa dışarı çıkması zor olmazdı. Sorun dışarısıydı. Bahçe boyunca koşsa bile evin arazisine açılan büyük demir kapıdan çıkması mümkün değildi. Buradan nasıl kurtulacaktı?
"Doğan... Müsait miydi?" Kızın bakışları tekrar ona döndüğünde kaşları havalanmıştı. Hakan Pars ise biraz sonra arkadaşını golf oynamaya çağıracakmış gibi rahattı. "Bir konuda onayını almam gerekiyor."
Bir süre beklemiş hemen sonra yüzünde keyifli bir ifade belirmişti. "Geçen Çarşamba konuştuğumuz şu konu vardı ya... Onda küçük bir değişiklik yapmamız gerekecek. Evet evet, onu söylüyorum. Eylemlerden birinde değil de dövüş gecesinde olsa?"
Sezin adamın neyden bahsettiğini anlamıyordu. Aklının içinde binlerce soru vardı. Eylemlerden kastı Aras ile ilgili bir şey olmalıydı. Babası onunla ilgili bir plan yapmış olabilirdi. Kerem ona Aras hakkında bir şeyler anlatmak istemişti ama Sezin dinlemek istemiyordu. Hakan Pars ile yaptığı anlaşma ve Kerem ile ilişkisi başka bir hayattaymış gibi geliyordu artık. Sanki iki yaşamı vardı ve Sezin onlarla olandan ne yaparsa yapsın kurtulamıyordu. Pars'a her şeyi anlatmayı çok sefer düşünmüştü. Ne diyecekti? Para karşılığı yanına yaklaştım ama sana aşık oldum mu? Böylesine Yeşilçam filmlerinde bile inanılmıyordu. Pars onu bırakıp gider arkasına bile bakmazdı. Vazgeçilmez olmadığını biliyordu. Pars'ın onu hayatına alma nedeni çevresindeki sahte insanlar gibi olmadığını düşünmemesiydi. Sezin karşısına geçip babası ile anlaşma yaptığını söylese Pars ona bir kere daha bakmazdı bile.
Peki ya şimdi, diye düşündü ister istemez. Şimdi ne olacaktı?
"Emin değilsen..." dedi Hakan telefonun diğer ucundaki Doğan'a. "Konuştuğumuz gibi bir rapor hazırlatır, İsveç'teki şu kliniğe göndeririz?"
Hakan bir süre daha Doğan'ı dinlemiş ve hemen sonra telefonu kapatmıştı. Sezin o an içinde bulunduğu durumu kavramıştı. Biraz önce Aras'ın biletini kesmişlerdi. Pars'ın başına ne geleceğini bilmiyordu ama bir süre onun da polis gözetiminde kalacağını duymuştu. Kerem'e ulaşamazdı, ulaşsa bile Kerem iplerini çoktan bu iki adamın ellerine bırakmıştı. Tek bir şansı vardı, kaçacaktı. Belki bahçeden çıkamazdı yukarı kata ulaşırsa Nesrin Hanım'dan yardım isterdi. Hakan Pars karanlık sokağındaki tek ışık Nesrin'di. Sezin bu evde geçirdiği süre boyunca bunu öğrenmişti. Normal bir sevgi değildi duyduğu, normal Hakan için çok uzak bir kavramdı ama kendi dilinde Nesrin'e aşıktı. Kendi dilinde Pars'ı çok sevdiği gibi... Yöntemleri biraz farklıydı. Biraz değil, epey farklıydı.
Hakan bir arama daha yapmak için bakışlarını ekrana çevirdiği an Sezin sırtını yasladığı duvardan çekilmiş ve olduğu yerden fırlamıştı. Merdivenlere ulaşmak üzere atıldığı sırada ensesinde hissettiği güçlü elle geriye çekilmiş, biraz önce koşarak aştığı yol boyunca savrulmuştu.
Hakan'ın biraz önce gözlerindeki gördüğü karanlık hiçbir şeydi, Sezin onun şu saniye anlamıştı. Sezin'in bir kere daha tutup savurduğunda sırtı biraz önce yaslandığı duvara sertçe çarpmıştı. Şöminenin önünde duran ahşap sehpaya yönelmiş ve üzerindeki tahtayı kaldırarak içindeki bölmeyi açmıştı. Sezin ellerini arkasındaki duvara yasladığında gözleri kocaman açıldı.
Hakan elinde tuttuğu silahla ona döndüğünde dolan gözlerinde tek bir duygu vardı. Merhamet dileniyordu çünkü yapabileceği başka hiçbir şey yoktu.
"Yalvarırım..." dedi zorlukla. "Beni öld- beni öldürme yalvarırım."
Düşünebildiği tek şey bebeğiydi. Hakan siniri bozulmuş gibi kaşlarını çatmıştı.
"Hesap yapamıyorsun," dedi, bu durum gerçekten onu öfkelendirmişti. "Can sıkıcı."
"Ne istersen yaparım," dedi Sezin bu kez. "Ne olursun."
Ağlamaya başladığında Hakan'ın iyiden iyiye keyfi kaçmıştı. Başını ağrıtıyordu.
"Sessiz ol," dedi.
Elindeki silahı kullanılabilir hale getirdiğinde Sezin titremeye başlamıştı. Arkasındaki duvara içinden geçip diğer tarafa ulaşmak istiyormuşçasına yaslanmış ve düşmemek için avuç içlerini serin yüzeye yaslamıştı.
Hakan'ın eli doğrulmuş ve silahın namlusunu kadının karnının üzerine sabitlemişti.
Sezin o andan sonra kıpırdamamış, nefes alışlarını kontrol ederek korkuyla beklemişti.
Hakan ikinci numarayı çevirdiğinde bu kez telefonun ucunda savcı vardı.
"Münir," dedi, telefon açılır açılmaz.
Sezin bu ismi hemen tanımıştı. Biraz önce odada konuştuğunu duyduğu adamdı bu.
"Planda ufak bir değişiklik oldu. Uyuşturucuyu unut. Bizim oğlanı bu gece narkotiğe getirmeyecekler, cinayet şubeye getirecekler. Haberin olsun."
Bir süre karşı tarafı dinlemişti. Bu süre boyunca Sezin nefes aldığı her saniye ölüme biraz daha yaklaştığını hissediyordu. Karnına yaslı duran silahın ateşlenmesi ile arasında küçük bir parmak hareketi vardı. Hakan Pars işaret parmağını büktüğü an aldığı son nefes ciğerlerine ulaşmadan önce bebeği sonra kendisi ölürdü.
"Detayları kurcalama şimdi. Mekanı girince anlarsın, zamanını sana söyleyeceğim, aramamı bekle."
Telefonu kapattığında bakışlarını yeniden Sezin'e çevirmişti. Karşısında nefes almaktan dahi korkan kadının biraz önce işlerini karıştırdığına inanamıyordu. Oysa bu gece oğlunu nezarethaneden çıkarmak için gidecek ve ona bir teklif sunacaktı. Kabul ederse yıllardır beklediği olacaktı. İsminin devamı için ihtiyaç duyduğu tek şey Pars'ın yola gelmesiydi. Kabul etmezse biraz başı ağrıyacaktı o kadar. Şimdi ise işler daha karmaşık bir hale gelmişti ve yeni bir plan yapması gerekmişti. Son dakika işlerinden hazzetmiyordu.
Hakan bir sonraki aramasına geçmişti. Planda hata yapmamak için tüm açıkları kapatmalıydı.
"Selçuk," dedi değişen sesiyle.
Sezin karşısındaki adamın acı çeken yüz ifadesini gördüğünde şaşkınlıkla gözlerini açmıştı.
"Vahim bir hadise yaşandı."
Sezin boğazının kuruduğunu hissediyordu. Elini karnına daha çok bastırırken başını geriye çekmişti. Karşısında ağladı ağlayacak gibi konuşan adamı bir türlü aklı almıyordu. Karnına dayalı silahın varlığını hala hissetmese yüzündeki ifadenin gerçekliğinden bir an bile şüphe etmezdi.
"Gelinim..." dedi acı dolu bir sesle. "Gelinimi kaybettik."
Bir süre beklemiş ve bu sırada duygusuz bakışlarını Sezin'in üzerinde tutmuştu. Karşısında kadın baştan ayağa ürperirken o ne yaptığından son derece emindi.
"Öldürüldü," diye ekledi, zorlukla söylüyormuş gibi.
"Doğan'ın oğlu..." Bir süre daha bekledi. "Aras gelinimi öldürdü."
Kesik kesik soluklar almış sanki nefesi daralıyormuş gibi yapmıştı. "Vahşet!"
"Münir ile konuştum, buraya gelecek olayla ilgilenmek için. Senden ricam bunu gizli tutmamız. Gencecik bir kadın evimde öldürüldü Selçuk, üstelik karnında torunumu taşıyordu. Rica ederim Münir haricinde kimse dosyayla ilgilenmesin. Bunun yayılması Pars'ı kötü etkiler. Oğlumun bir şey yapmasından korkuyorum."
Sezin dakikalar sonunda kiminle konuştuğunu anlamıştı. Başsavcı Selçuk Saygun...
Arama sonlandığında Hakan Pars biraz önceki hararetli konuşmayı o yapmamış gibi sakince ona dönmüştü.
"En zoru sona kaldı..." diye mırıldandı. "Sence Aras senin tek ricanla Pars'a haber vermek için gider mi?"
Sezin başını iki yana salladı. "Gitmez," dedi bir çırpıda. "Bana güvenmiyor pek. Kaç kere uyardı Pars'ı. İnanmamıştır bile."
"Boşuna öleceksin desene... Yazık oldu."
Telefonda biraz uğraşmıştı. Sezin onun ne yaptığını görememişti ama hemen sonra gözlerine çevrilen karanlık bakışlarla nefesini tutmuştu.
"Seninki yola çıktı bile... Görelim bakalım sol yumrukları nasılmış."
"Ke- Kerem mi?"
Hakan küçük bir nefes verimi kadar gülmüş hemen sonra araması gereken son ismin adının rehberden bulmuştu.
"Ali!"
Sezin kalbinin ağzından çıkacağını hissetmişti. Bağırsa, çığlık atsa ne olurdu. Dudaklarını aralamak üzereyken karnındaki namlu sertçe etine batmıştı. Uyarıyı almış ve geri çekilmişti. Bugün burada ölecekti. Bunu anlamak için kahin olmaya gerek yoktu.
"Oğlum," dedi feryat eder gibi.
"Sezin..." Sanki soluklanmak için susmuş gibi durmuştu. "Aras Sezin'i öldürdü."
Bundan sonra söylediği hiçbir şeyin bir önemi yoktu. Her şey bir ip söküğü gibi birbiri ardına sıralanmıştı. Pars'a birkaç cümle daha söylemişti.
"Kıskançlıktan gözü dönmüş gibiydi... Hamile olduğunu öğrenmiş. Daha önce bilmiyor muydu? Neden şimdi delirdi? Uyuşturucu etkisinde olmalı... Kim ne söylemiş olabilir? Ben o sırada evde yoktum... Evde tek bulmuş. Kapıdakiler Doğan'ın oğlu diye içeri almış. Sezin konuşmayı kabul etmiş olmalı. Çocuklar içeri girdiğinde çok geç kalınmış..."
Her cümlesini bir öncekinden daha acı içinde söylüyordu. Sezin o an ikna olmuştu. Hakan Pars, Pars'a yalan söylemiyordu. Sezin gerçekten ölmüştü. Sadece birkaç dakikalığına daha nefes almaya devam ediyordu.
Oysa onu tüm bu konuşmalardan önce öldürebilirdi. Tüm planı an an görmesini istemişti. İçten içe ona bir veda gösteri sergiliyordu. Sezin kanının donduğunu hissetti. Demek böyle bir histi.
"Aras oraya geliyor, hemen NOX'tan ayrıl. Ben Selçuk ile konuştum, peşine düştüler çoktan. Sen sakın bu işe ka-"
Devam etmesine gerek yoktu. Telefonu açmasıyla son cümle arasına sıkıştırdığı oyunculuk o kadar yeterliydi ki Pars'ın düşüncelerini kontrol etmesi çok zor olmamıştı. Ona sadece Sezin'in öldüğü söylese, Pars direkt buraya gelirdi. Hakan ise merak ettiği detayları onu kışkırtacak şekilde vermiş ve öfkesine oynamıştı. Pars önce öfkelenip sonra düşünen insanlardandı, ona hata yaptırmak istiyorsanız önce öfkelendirmeniz gerekirdi.
"Sana güzel bir mezar yeri alacağım," dedi.
Telefonu kapatmış ve Sezin'e doğru bir adım yaklaşmıştı. "Mezar taşında yazmasını istediğin özel bir şey var mı?"
Sezin yalvarmak için dudaklarını araladığında adamın bakışlarında tetiği çoktan çektiğini görmüştü. Ne söylese kar etmeyecekti. Bunun geri dönüşü yoktu.
"Hakan!"
Hesaplayamadığı tek bir şey vardı, Nesrin Pars.
Yıllar süren suskunluğunu torunun hayatını kurtarmak için bozan kadın Hakan'ın en zayıf yanıydı.
🩸
Aras, Sezin'den aldığı telefonunun ardından NOX'a yönelmişti. Pars'ı arayıp durmasına rağmen bir türlü ulaşamıyordu. Sezin'in söylediklerine inanmamayı seçebilirdi. Yine de kızın sesindeki panik doğru söylediğini kanıtlar nitelikteydi. Bir gidip kontrol etmesinde fayda vardı.
Telefonu çaldığında arayanın Pars olduğunu düşünerek hızla uzanmıştı. Ekrandaki isim ise haksız olduğunu söylüyordu.
"Söyle Erdo?"
"Aras," dedi Erdinç.
Sesi garip geliyordu. "Neredesin koçum?"
"İşim var, onu halledeceğim gidip... Ne oldu, hayırdır?"
"Nerede işin?"
"Erdo..." dedi Aras adamın panik halindeki sesine şaşırmıştı. "Bir sıkıntı mı var?"
"Yok da... Emin değilim. Sen nereye gidiyorsun bir onu söyle."
"Pars ile konuşmaya."
"Nereye? Mekana mı?"
"Erdinç ne oluyor?"
"Züppenin mekanına küçük bir hediye bırakacaktı bu gece bizim çocuklar. Dövüş için, tebrik mahiyetinde. Son anda bazı değişiklik olmuş."
"Ne? Erdinç her ne yapacaklarsa söyle yapmasınlar. Demek buymuş mevzu. Ben de uyaracaktım gidip. Bak sakın o adamın lafıyla bir şey yapma."
"Ödemeyi önden aldık koçum. İş başka dostluk başka... Gerçi iptal falan dedi ama işin içinde başka bir şey var. Sen bu gece gitme oraya."
"Pars ile konuşmam lazım. İşin arkasında babası olduğunu bilmeli."
"Karışma, ne gerek var. Onlar kendi aralarında çözsün bir şekil. Sana mı kaldı tasası? Bırak."
"Sen şu işi yapmayacaksan sorun çıkmaz zaten... Kapatıyorum şimdi peder bey arıyor arkadan. Ölüyor falan olabilir, aksi halde beni aradığı pek görülmüş iş değil."
"Aras beni dinle," dedi Erdinç bir kere daha. "Bu işte bir bokluk var, çok açık."
"Tamam tamam, arayacağım şimdi bir kez daha. Sen de bir şey yapma."
Erdinç birkaç itiraz cümlesi daha sıralasa da Aras onu dinlememiş ve telefonu kapatmıştı. Hemen sonra basının aramasına geri döndü. NOX'a yaklaşıyordu, çok bir yolu kalmamıştı.
"Aras," dedi babası telefonun diğer ucundan. "Neredesin?"
"Dışarda," dedi yeterli olması için. "Sorun ne?"
"Şu klinik konusunu düşündün mü? Hani geçen ay konuştuğumuz."
"Düşünecek bir şey yok."
"Aras bak, buradan uzaklaşmak sana iyi gelir. Hem istersen bir süre Atlas'ın yanına gidersin."
"Sakın," dedi sert bir şekilde. "Atlas'ın haberi olmayacak."
"Kardeşinin yanında olmak sana iyi gelir."
"Ne oldu Doğan Bey, ne bu ilgi alaka?"
"Ben senin iyiliğini istiyorum."
"Vardır bir çıkarın."
Doğan, Aras'ı eve çağırmayı düşünmüş, dilinin ucuna gelen cümleleri tek nefeste yutmuştu. Bir sonu yoktu, kabul etmişti. Aras ne yaparsa yapsın onun suyuna gitmeyecekti. Ortalıktan bir süre çekilse, Hakan ile kurduğu işler rayına oturacaktı. Çekilmiyordu. İki çocuğu da anneleri kadar inatçıydı. Doğan en çok bundan nefret ediyordu.
"Sana bu sunduğum son şans," dedi, tehditkar bir tonla.
Aras birden değişen havayla kaşlarını kaldırmıştı. "Gel beni dinle."
"Zorlama bence," dedi. "Bu fedakar baba pozları sende iyi durmuyor."
"Öyle olsun..." dedi, sessizliğin ardından.
Aras, Doğan'ın sesinden duyduğu kabullenişi neye yorması gerektiğini anlamamıştı. Hemen sonra telefonuna gelen mesaj, babasıyla konuşurken arkada arayıp duran Erdinç'tendi.
Pars'ın kız ölmüş.
Bu kadar.
Aras o an zihninde dönüp duran çarkların durduğunu hissetti. Göremediği bir şey vardı, eksik bir parça.
Arabayı yavaşlatıp yan koltuğun altında uzandı. Kayıt cihazını çıkarıp boş kasetlerden birini aldı. NOX'un sokağına çok yakın olduğundan kenara çekmişti. Cihazı kucağına alıp hızla konuşmaya başladı.
Babası bu arabaya dokunmazdı. Her ne olursa olsun, bu araba evin garajında durmaya devam ederdi. İçini arardı ama kasetçaların içine bakmak sadece Atlas'ın aklına gelirdi. Ona bir şey olur Atlas son şarkıyı duymak isterdi. Son dinlediği şarkıyı...
Kasetçaların içinden çıkardığı kasetin hangi şarkıda kaldığını biliyordu. Dün gece İdil'in evine giderken dinlemiş, sonra başa almış tekrar dinlemişti. Başa alıp durdurmuştu, arabaya yeniden bindiğinde dinlemek üzere.
Bob Dylan - Mama, You Been On My Mind.
Vakti olsa şarkıyı Atlas'a gönderir ve bunu Spotify'dan yaptığı için bir ton laf yerdi.
Kaydettiği kaseti yerine yerleştirmiş ve arabayı çalıştırarak NOX'un olduğu sokağa sürmüştü. Kulübün önü insan doluydu. Basın da çoktan yerlerini almıştı. Maçın başlamasına daha 1 saat vardı. Aras arabayı arka kısma sürerek spor salonun hemen önünde durmuştu. İçeri girmeden önde Pars'ı bir kere daha aramak için cebine uzanmış ama telefonu arabada bıraktığını fark ettiğinden beklemeden devam etmişti.
Düşünmekten kaçındığı her ne varsa attığı her adımda üzerine çullanıyordu. Pars'a seslenerek içeri girmişti. Etrafta kimse yoktu. İçeri bu kadar kolay girebilmiş olması üzerine düşünecek olsa belki adımları yavaşlardı ama düşünmemişti. Alt kata ulaştığında Pars'a seslenmeye devam ediyordu.
Üzerindeki tişörtü sıkıntıyla çekiştirdi. Sezin ölmüştü. Bunu düşünmek istemiyordu. Nasıl ölmüştü? Bunu da düşünmek istemiyordu. Gözlerini, aklını bu düşüncelerden sıyırmak için kırpıştırdı. Zihni bulanıyordu. Saçlarını çekiştirirken etrafa bakıp duruyordu.
"Pars!"
Birini görmeyi umarak bakışlarını salonun her yerinde gezdiriyordu. Neden içeride kimse yoktu? Kapılar açılmamıştı tamam ama hazırlık için birilerinin olması gerekmiyor muydu? Herkes yan tarafa mı almışlardı?
Aras çıldırmış gibi etrafta dolanırken bir terslik olduğunu aldığı her nefeste daha net hissediyordu.
Ringin hemen yanında durduğunda, gözleri bir iz bulmak için her detayı inceliyordu. Erdinç planın iptal edildiğini söylemişi ama söz konusu Hakan Pars ise kimseye güvenemezdi. Belki babası da biliyordu. Onu durduk yere neden aramıştı. Belki de durduk yere değildi. Uyarıydı. Kliniği kabul etse ne değişecekti. Pars'a kurdukları tuzağın Aras ile nasıl bir ilgisi olabilirdi?
"Pars!"
"Affet, gelemeyecek," dedi bir ses.
Arka odalardan birinden çıkmış olmalıydı. Uzun boylu, sarı saçlı bir adamdı ona doğru yaklaşan. Aras onu daha önce gördüğünü hatırlamıyordu.
🩸
Pars babasından gelen aramadan sonra NOX'a giden yoldan dönmüş ve babasının evine yönelmişti. Sezin'i kendi gözleriyle görmesi gerekiyordu. Aksi halde babasına inanması mümkün değildi. Onat yarı yoldayken arayıp babasıyla konuştuğunu söylemeseydi yola devam edecekti. Sezin'e ne olduğundan emin olduktan sonra tekrar dönmüş ve NOX'a yönelmişti. Yan tarafa fırlattığı telefonun koltuğun altına düştüğünden ise habersizdi.
NOX'tan içeri girmeden önde içinde bir his vardı. Ona durmasını söyleyen. Öfkesi tüm sesleri bastırmamış olsa dururdu, durmadı.
"Aras!"
Burada olduğu biliyordu ya da öyle sanıyordu. Pars o gece tek bir şeyden emindi. Sezin ölmüştü ve onu Aras öldürmüştü.
"Geberteceğim seni!"
Alt kata inene kadar ciğerleri patlarcasına bağırması bu yüzdendi. Biri boğazını yırtıyordu sanki. İlk kez bu kadar karanlıktı her şey. İlk kez gözünün gördüğü her şeyi parçalayabileceğini düşünüyordu.
"Öldün sen, ölüsün."
Ringe yaklaşan adımları önce yavaşlayıp sonra hızlandığında birkaç dakika içinde düşündüklerinin aksini hissederken buldu kendini.
"Aras," diye bağırdı bir kez daha.
Bu kez daha sessiz çıkmıştı isim dudaklarından.
Pars kan görmeye alışkındı. Ringin zemininde kan görmeye ise bağışıklık kazanmıştı.
Öne doğru atıldığında bir kere daha "Aras," demişti.
Bu diğerlerinden daha farklıydı. Bundan öncekilerde büyüktü Pars, kocamandı. Son söylediğinde ise ufak bir çocuktu. Yerde kanlar içinde yatan ise onun çocukluk arkadaşıydı.
Önce nabzını ve soluğunu kontrol etmişti. Hemen sonra duruşunu ayarlayarak ellerini Aras'ın kalbine hizalamıştı. Dakikalar boyunca kalp masajı yapmıştı. Bildiği tek şey buydu. Telefonu yanında yoktu. Bakmak için ellerini çekmesi gerekirdi. Ellerini çekemezdi. Bağırmış ama sesini kimseye duyuramamıştı. Belki on belki yirmi dakika sonra anlamıştı. Aras'ın kalbi geri dönmeyecekti.
"Aras..." demişti bir kez daha. "Hadi be oğlum..."
Pes etmemiş, bir an olsun geri çekilmemişti.
"Oğlum yapma."
Kapılar açılıp içeri insanlar akın etmeye başladığında Pars duyduğu gürültüyle girdiği transtan çıkmış ve ambulans çağırmalarını söylemek için dudaklarını aralamıştı. Çok geçti, o da biliyordu. Bilmek ile kabul etmek aynı şey değildi. Bu yüzden vazgeçmemişti.
Pars ellerini Aras'ın kalbinden çektiğinde de vazgeçmemişti. Polisler onu cinayet şüphesiyle götürdüklerinde de. Pars o gece olanları düşünmekten bir gün bile vazgeçmemişti. Gün gelmiş, kendinden vazgeçmiş yine de o gece yaşananlara sebep olanlardan intikam almaktan vazgeçmemişti.
_____________
Şarkıyı bir de Jeff Buckley'den eklemek istiyorum.
Tüm gözyaşları için üzgünüm, eğer içiniz rahatlayacaksa ben de ağladım.
Aras, umarım bir yerlerde güzel şarkılar dinliyorsundur.
https://youtu.be/G46_ZC37X-E
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro