×7×
Bölüm medyası: Seçkin Deniz
×××
Kırık Kalpler Mahzeni
7. Bölüm:
"Amca, sen git. Birkaç kişi kaldı zaten. Ben kapatırım kafeyi." Amcam yorgun yüzüyle bakıp gülümsedi. Elini omzuma koydu. "Sen git, bugün sende fazladan bir yorgunluk hissediyorum. Dinlen."
Omuz silktim. Çalışıp aklımı dağıtmam lazımdı. Bugün pazardı ve yarın okula gitmem gerekiyordu. İçimde, çok kuvvetli bir his yarın onu göreceğimi söylüyordu.
Zorla amcamı gönderdim. Saat on iki gibi olunca son müşteriler de hesabı ödeyip kalkmıştı. Her sabah ve akşam kafeyi açıp kapatan bir çalışan vardı: Zülal. Zaten o her şeyi hallediyordu ama yine de geceleri onu tek bırakmamaya çalışıyorduk. Eviyle kafe arasında dört beş dakikalık mesafe vardı.
Kafeyi kapattıktan sonra gülümseyerek bana döndü Zülal. "İyi geceler Seçkin Bey."
Kaşlarımı çattım. Önümü göstererek yürümesini işaret ettim. Dudaklarını birbirine bastırdı. "Şey... Seçkin abi." Aramızda iki yaş olmasına rağmen abi diyordu, Bey'i ben istemediğim için. Aşırı kasıntı geliyordu çünkü.
Gülümsedim. "Ha, şöyle."
"Ben giderim, kapıya kadar bırakmana gerek yok gerçekten."
Omuz silktim. "Bugün yürümek istiyorum."
Ses çıkarmadan sessizce yanımda yürüdü. Evinin sokağına gelince biraz eski duran evine baktım. "Bu sene girecek misin üniversite sınavına?"
"Gireceğim. Her ne kadar çok çalışamasam da deneyeceğim şansımı."
Zülal, yetimhanede büyümüş ve on sekiz yaşına gelince de yetimhaneden bir arkadaşıyla şimdiki evlerine çıkmıştı. Geçinmeye çalışıyordu. İlk iki sene üniversite sınavına girmişti ama aynı zamanda çalışmak zorunda olduğu için kazanamamıştı. Bu sene tekrar girecekti. Başarılı olmasını umuyordum.
"Geceleri o zaman bu saate kadar kalma artık. Ben kapatırım kafeyi."
"Ama..."
"Merak etme maaşın aynı kalacak. Kafe için yaptıklarını ödeyemeyiz zaten sana."
"Hayır o yüzden demedim..."
Diğer çalışanlardan önce gelip kafeyi açıp kapattığı için haklı olarak diğerlerinden biraz daha fazla maaş alıyordu. Kapatmak bizim için sorun değildi de sabah açmak biraz sıkıntılı oluyordu. Bunların haricinde kafede işi olmayan şeyleri de yapıyordu. Bazen bulaşığa yardım ediyordu bazen de pasta yapımına. İşi sadece garsonluk olduğu için yapmamasını söylesek de yarın yine aynı şeyleri yapmaya devam ediyordu. Bu yüzden Zülal'in amcam ve bende kredisi büyüktü.
Evlerinin önüne gelince gülümseyip omzunu sıktım hafifçe. "Bu sene yapacaksın, sana inanıyorum. Kafeden erken ayrıl, ders çalış."
Gülümsedi. "Teşekkürler Seçkin abi, eve bıraktığın için de."
Zülal'i bıraktıktan sonra kafenin oradan sahile geçtim ve biraz sahilde oturup denizi seyrettim.
Onunla en çok oturup sohbet ettiğimiz yer burasıydı. En çok gülüştüğümüz, en çok sarıldığımız, onu en çok öptüğüm yer...
Sahilde bu taşın üstünde oturmak; onunla tekrar konuşmak, onu tekrar hissetmek gibiydi. Ve ben onu sürekli en yakınımda, kalbimde hissediyordum zaten. Bundan her ne kadar nefret etsem de onu özlediğimde soluğu burada alıyordum.
Cebimden onun saç tokasını çıkarttım. Dudaklarımın üstüne bir kez bastırdıktan sonra usulca bileğime geçirdim. Uzun saçları onu boğduğu için saçlarını toplardı ama ben onun saçlarını her zaman açık sevdiğim için sürekli tokalarını çıkartırdım. Odamdaki en üst çekmecemde bu tokalardan kaç tane vardı bilmiyordum. Her hafta bir kırtasiyeden toka almak zorunda kalıyordu benim yüzümden, ya da bel alıyordum.
Flashback
Yanımda sürekli dolanıp duran güzelliğe baktım. Kafede sıkılmıştı ve beni sürekli sahildeki yerimize götürmeye çalışıyordu. Aslında peşimde böyle kedi gibi dolanmasını sevdiğim için onu peşimde sürüklüyordum.
"Ya Seçkin, hadi! İşin de yok zaten, sırf peşinde dolaşayım diye böyle yapıyorsun değil mi?"
Omuz silktim gülerek. "Yalvarman hoşuma gidiyor. Biraz daha yalvar."
Sinirle omzuma vurdu. Sinirlendiği zaman epey güçlü oluyordu. "Hayvan! Gün batımını kaçırdık senin yüzünden! Ben gidiyorum. Sen de burada kal!"
Saçlarını savurarak arkasını döndü ve ayaklarını yere vurarak kafenin çıkışına yöneldi. Gülerek onu takip ettim.
Büyük kayanın önüne geldiğinde arkasını dönüp beni fark etti. "Neden geldin? Gitsene!" dedi başını çevirerek. Trip atıyordu güya.
Yüzümdeki mutlu ifadeyi silmeden kolumu omzuna dolayıp onu kendime çektim ve kayanın üstüne oturduk. "Ben senden nasıl gidebilirim ki?"
Hafifçe gülümsedi ama bana şu an sinirli olduğu için bunu belli etmek istemiyordu, dudaklarını birbirine bastırdı. "Gelmiyorsun da ama!"
Uzanıp şakalarını öptüm. "Ben sadece sana gelmeyi biliyorum, senden nasıl gidilir bilmiyorum. Öğrenmeyeceğim de."
Gülümsemesi yüzüne yayıldı ve bana döndü. Çenemden öptü ufacık. Geri çekilip parlak yeşil gözleriyle baktı. "Ben de sadece sana gelebiliyorum." Başını omzumla boynum arasına yasladı. Hep böyle yapardı. "Şu dünyada dinlendiğim, huzur bulduğum tek yer burası. Buradan asla gitmeyeceğim."
Delicesine sevdiğim saçlarını öptüm. "İzin vermem zaten."
Omuz silkti. "Zorlasan da gitmem!"
Gülerek elimi saçlarının arasına attım ve siyah tokasını saçlarının arasından çekip bileğime sardım. Açılan saçlarında elimi dolaştırdım.
Huylanarak omzumdan kaldırdı başını. "Ya Seçkin! Senin yüzünden bir ton parayı tokaya veriyorum sadece. Geri vermiyorsun tokalarımı!"
Omuz silktim. "Ben de aynı şekilde tişörte para veriyorum."
Kıkırdadı. "O başka bu başka." Dün kırtasiyeden aldığım onlu lastik tokayı cebimden çıkartıp ona uzattım. "Al, bu haftalık bu lastikler idare eder seni."
Elimdeki pakete uzandı hemen. "Canım lastik tokalarım!" Ardından dudaklarını yanaklarıma bastırdı. Geri çekilmesine izin vermeden sarıldım. Birlikte gün batımını izlemeye başladık.
Flashback son
Aklıma üşüşen hatıralarla dudağımın kenarında ufacık bir tebessüm oluşmuştu. Giderken neden ona ait tüm her şeyi, eşyaları, anıları, mekanları da almamıştı ki?
×××
Hızla üstümü giyinip çantamı gelişigüzel omzuma attım. Yüzümü yıkayıp odamdan çıktım. Engini zor bela uyandırdıktan sonra hâlâ uyuyan annemi ve ufak kardeşimi uyandırmamaya özen göstererek ayakkabılarımı giydim. Bu sırada Engin mutfakta şu içiyordu. "Derse geç kalma, çabuk giyin." Engin başını belli belirsiz sallayıp odasına geri döndü.
Bugün şaşırtıcı bir şekilde geç kalmıştım. Bu saatte çoktan sınıfta olmam lazımdı. Gece sahilden zorlukla ayrıldığım için eve geç gelmiştim. Geç yatmak erken kalkmamda sorun olmazdı ama gece onun anılarıyla zihnim bulandığı için sabah kalkamamıştım.
Geç kaldığım için hızla otobüs durağına yöneldim. Şansıma birkaç saniye sonra gelen otobüse bindim ve şoför birkaç öğrencinin ısrarıyla bizi durağın olmadığı üniversite kapısında bıraktı. Derse yetişmem için yapılan bu üst üste kolaylığa kaşlarımı kaldırmadan edemedim. Sabah sabah geç kalmama rağmen yapılan bu kadar iyilik sanki günün geri kalanında yaşayacağım şeyleri yumuşatmak içindi.
Hızla okula girip sınıfımı buldum. Sınıfın arka kapısından girip her zaman oturduğumuz yerde Defne'yi ve Murat'ı görüp yanlarına gittim. Hoca derse girmişti. Normalde ortalarında otururdum ama hoca sese kızan biriydi. Elimle yana kaymasını işaret edip Defne'nin kalktığı yere oturdum. Hocaya kulak astım.
"Gençler, söylediğim gibi. Bu sene vizeyi geçen seferki gibi kolay beklemeyin!"
Murat homurdandı. "Geçen seneki vizeye kolay mı dedi bu şimdi?"
Defne, Murat'ı dirseğiyle sustururken hoca devam etti. "Homurdanmayı kesin! Şimdi, derse geçmeden sizi biriyle tanıştıracağım." Hafifçe güldü. "Zaten tanıyorsunuz çoğunuz ama..."
Kalbim hızını ikiye katladı. Nefes alamaz oldum. İki sene boyunca beklediğim an bu olabilir miydi?
Amfinin ön kapısı tıklatıldıktan sonra açıldı. Oraya bakmaktan korkarak gözlerimi kapattım. Olamazdı.
Sınıf sessiz, gelecek kişiyi bekliyordu. Olabilirmiş gibi kalbim daha da hızlı atmaya başladı.
"Arkadaşınızı tanıyorsunuz. İki sene önce yurt dışında başka bir okula gitmişti ama bu sene bir iki hafta geç kalsa da okulumuza tekrar geri döndü. Son senesini sizinle geçirmek istemiş. Tanımayanlar için kendini tanıyabilirsin."
Yapamazdım, karşımda dururken ona bakmadan yapamazdım. Yavaşça gözlerimi aralayıp başımı kaldırdım ve onu gördüm. Gözleri hemen gözlerimi bulmuştu. Dudaklarım hafifçe aralandı. Bu, o olamazdı.
Saçları ilk dikkatimi çeken şey olmuştu. Saçları... kesmişti. Kulaklarının altına kadar kısaydı. Güzel ve beyaz tenini kapatan kâkülleri vardı.
Kahve tonlarındaki saçlarını siyaha boyatmıştı. Bu, daha ciddi gözükmesine sebep olmuştu.
Yüzü... Normalde krem sürmekten bile hoşlanmadığı yüzünde oldukça iddialı ve hoş gözüken bir makyaj vardı.
Amfinin sahnesinde cesurca, gözlerin üstünde olmasından çekinmeden gözlerime bakıyordu. O kadar insan ona bakıyorken böyle cesurca duramazdı ki o, utanırdı.
Yediği şeylere dikkat etmeden ve kilo alacak olmayı düşünmeden özgürce yerdi o. Faydasız şeyler yese de çoğu zaman, korkmazdı yemekten. Ama şimdi... zayıflamıştı. Ne ara insanların düşüncelerini önemser hale gelmişti?
Her zamanki âşık olduğum gülümsemesini sundu etrafa. "Merhaba arkadaşlar. Tanımayanlar için, ben Ekin Tuva. 2 yıl yurt dışında okuduktan sonra yurduma geri döndüm. Bu yüzden heyecanlıyım." Gözleri bir an yan tarafıma döndü. "Yeni yüzler görüyorum ve tanışmak için de sabırsızlanıyorum."
Bir şeyi değişmemişti: yeşil gözleri. Hayata hâlâ aynı gözlerle bakıyordu.
×××
Bölüm nasıldı?
Ekin?
Flashback?
Yıldızı parlatmayı unutmayın! 💛
Seviliyorsunuz!💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro