21. Bölüm: Basketbol
Bölüm medyası: 🖤
Bölüm şarkısı: Sinan Güleryüz & Özge Özder- Senle Ben
Uzun bir bölümle geldim. Bu yüzden çoook yorum bekliyorum sizden. Satır arası yorumlarda buluşalım. Keyifli okumalar.❤
×××
Hazal Semerci
Topu Feyza'nın elinden kaptım ve gülerek potaya ilerledim. Yanımdan benimle birlikte koşan Güney'e bakmamaya karar verdim. Elimden topu almak için bir hamle yapmıyordu ama gözü hep üstümdeydi. Bir de ona bakarsam heyecandan elim titrerdi.
Potanın önünde durduğumda yine kendime yenildim ve göz ucuyla ona baktım. Daha sonra toparlanıp potaya doğru topu attım ama top yanına bile ulaşmadan başka yöne gitti. Ofladım.
Daha sonra Feyza'ya baktığımda bir yöne bakarak dalmış olduğunu gördüm. Yanına gittim hemen. "Feyza, iyi misin? İkidir dalgınsın?"
Bana dönüp gülümsedi. Elindeki telefonu kaldırdı. "Babam mesaj atmış, eve gitmem gerek." dedikten sonra uzanıp yanağımı öptü ve öperken fısıldadı kulağıma. "Güney ile konuşmaya çalış."
Geri çekildikten sonra Güney'i de öptü.
"Ben bırakayım seni eve." dedi Güney. Daha sonra bana döndü. "Sen de gel, yalnız kalma."
"Hayır hayır, saçmalamayın. Kendim giderim. Size iyi eğlenceler." Gözlerini ikimizin üzerinde gezdirdi. "Aranızda her ne sorun varsa, konuşun."
Daha sonra arkasını dönerek hızlı adımlarla uzaklaştı. Bir süre arkasından baktım. Eve bırakmak için normalde ısrar ederdim ama yalnız kalmak istediği belliydi. Bedir gittikten sonra morali gözle görülür bir şekilde düşmüştü ve her ne olduysa Bedir yüzündendi. Bizim aşktan yana gülmeyen yüzümüz ne olacaktı böyle?
"Feyza'nın nesi var?"
"Etrafında senin cinsinden olan insanlar var, daha ne olsun?" diyerek içimdeki öfkeyi kusmayı denedim. Erkek düşmanı değildim, sadece şu iki üç gündür Güney'e düşman olduğum için onun cinsine de gıcıktım.
Kaşlarını çattı. "Benim cinsimle alıp veremediğin ne?"
Histerik bir kahkaha attım. "Hah! Ne olacak? Alt tarafı dengesizsiniz, bir dediğiniz bir dediğinizi tutmuyor. Davranışlarınız desen zaten apayrı! Her şeyde üste çıkmayı başarıyorsunuz. Ne olursa olsun siz haklısınız. Daha sayayım mı?"
Bir adım attı bana doğru. "Bu ne şimdi?"
Elimi sinirle havada savurdum. "Bir de her şeyi bir tarafınızdan anlama özelliğiniz var. Onu unutmuşum."
Kaşlarını kaldırıp güldü. Şu anda kıvrılan dudaklarının içimdeki öfkeyi söndürmesine izin vermemeliydim.
"Tüm erkekleri genelleyemezsin." dedi kaşlarını çatarak. "Genelleyecek kadar erkek tanıdığını sanmıyorum."
Güldüm. "Sen nereden bileceksin benim kaç erkek tanıyıp tanıyamadığımı?"
Kaşları çatıldı, yüzü gerildi. Bir eliyle yüzünü sıvazladı. "Tamam Hazal, daha fazla tartışmayalım."
Başımı salladım. "Aynen, tartışmayalım. Bir bok yiyelim ama konuşmayalım, tartışmayalım. Yaptıklarımızın açıklamasını da yapmayalım ki karşı taraf kudursun, birbirimizi kudurtalım. Öyle değil mi?"
Gidip basketbol topunu düştüğü yerden aldım. Potanın karşısına geçerken onunla göz teması kurmadan konuştum. "Eve gidebilirsin. Ben burada basketbol oynayacağım tek başıma."
"Ama..."
"Her seferinde bir abi edasıyla arkamdan dolaşmayı kes artık. Git."
Acımasızdım şu an çünkü canım yanıyordu. Yıllardır ilk defa Güney ile o kadar yakınlaşmıştık ama en azından bir açıklamayı hak ettiğimi düşünüyordum.
Gerçi özür dilemesi daha kötü olurdu. En iyisi bir açıklama yapmamasıydı sanırım.
"Hazal."
Topu potaya attım. İçinden geçtikten sonra önüme düştü. Onu dinlemeden topu tekrar potaya attım. Bu sefer kenarına çarpıp arka tarafıma doğru sekmişti. Topu yakalayıp arkama döndüğümde birden top elimden alındı. "Madem oynamak istiyorsun, birlikte oynayalım o zaman." dedi.
"Sen oynamak konusunda profesyonelsin, ben sana yetişemem." diyerek laf attım ama tınlamadı şerefsiz.
Koşarak topu potadan geçirdikten sonra yakalayıp arkasını döndü ve sert olmayan bir şekilde bana attı. Topu tuttuktan sonra alnına dökülen saçlarına ve sokak lambası altında parlayan gözlerine baktım.
Çok yakışıklıydı edepsiz.
Topu elimde sektirirken ileri doğru yürüdüm. Önüme geçip topu engellemeye çalışınca sinirle karnına dirseğimi geçirdim. "Ah!" diye inleyerek geri çekildiğinde durup ona baktım.
"Sonuçlarına katlanamayacağın şeyleri yapmaya yeltenme." dedim sertçe. Topu potaya attım ama potanın etrafında dönüp durduktan sonra dışarı çıktı.
"Sen de potaya girme anasını satayım. Tüm dünya mı bana karşı arkadaş?" diye söylenerek topu almaya yeltendiğimde belimden tutularak çevrildim.
Yüzüne doğru başımı kaldırdığımda yutkundum.
Sen yakışıklısın, e ben zaten ateş parçası! Soy adın da adıma uyuyor. Daha neyin acısını çekiyoruz anlamıyorum ki!
Belimin etrafına sarılan kolların üstüne elimi koyarak ayırmaya çalıştım. "Bırak Güney."
"Bırakmak istemiyorum." dedi yüzüme doğru eğilerek. Yüzünü bu kadar yakından görmek geçen geceki anı hafızama getirdi ve dudaklarım titrer gibi oldu. "Bırak dedim."
Daha da yakınıma girerek dudaklarıma iyice eğildi. "Özür dilerim."
Gözlerimi sıkıca yumdum. İşte beklediğim an gelmişti ve yaptığı için özür diliyordu. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. "Dileme." dedim titreyen sesimle. "Tamam, bir açıklama da yapma ama dileme de. İstemiyorum." Kollarını tekrar itmeye çalıştım. "Bırak beni, gideceğim."
Ne dersem tersimi yapıyordu. Bunda da öyle oldu ve kollarını sıklaştırıp alnını alnıma yasladı. "Özür dilerim." dedi tekrar. "Seni öptüğüm için."
Dudaklarımı birbirine bastırıp göz yaşlarımı geri göndermeye çalıştım. "Dileme, bırak."
"Özür dilerim, gerçekten özür dilerim Hazal." diye fısıldadı. "Sen, geçenlerde beni Esma konusu için arayıp öyle sorguya çekince... Ben yanlış anladım, beni kıskanıyorsun sandım. Feyza'dan daha farklı hissediyorsun bana karşı zannettim. Sandım ki sen de benim gibi seviyorsun... Özür dilerim, aptallık ettim. Öyle birden öpmemeliydim seni."
Duyduklarımın doğru olup olmadığını tartarken derin bir nefes aldı. Ona yapışık bir durumda olduğum için bu nefesi en derinden hissettim. "Özür dilerim." dedi tekrardan. "O anı unutturamam sana ama söz veriyorum bir daha öyle bir şey yapmayacağım."
Kollarındaki elim yavaşça omuzlarına çıktı. "Güney." dedim heyecandan deli gibi atan kalbimle. Dudaklarımı ıslattım. "Ne dedin sen?"
"Bir daha olmayacak-"
"Sen, beni seviyorsun." dedim doğrulamasını ister gibi.
Başını hafifçe salladı. Hızlıca araya girdi. "Ama bir daha böyle bir şey olmayacak. Bir daha arkadaştan öte bir yaklaşım görmeyeceksin benden."
"Güney." dedim hızla. Gözümden bir yaş düşerken devam ettim. "Sen beni seviyorsun."
"Evet."
"Ben de seni seviyorum." dedim delice atan kalbimle birlikte.
Duraksadı. Başını geri çekip birkaç saniye gözlerime baktı. "Ne?" dedi.
"Seviyorum. Liseden beri. Uzun zamandır. Deli gibi." dedim hızlanan nefeslerimin arasından.
Beni seviyordu, üstelik ben de onu severken.
Kollarını gevşetip kendini bir adım geri çekti. "Dalga geçme benimle." dedi. Sesi titremişti. "Hazal, bu bir oyun değil."
"Biliyorum. Oyun değil. Gerçek. Beni seviyorsun ve seni seviyorum."
"Ama o gün seni öptüğümde... Sen öylece durdun ve ben... Sen... Yani..."
"Ben o gün senden öyle bir şey beklemediğim için şaştım kaldım. Dondum, bir tepki veremedim."
Eliyle saçlarını karıştırdıktan sonra bana döndü. "Doğru duydum değil mi? Hayal falan değil."
Başımı salladım hızla. "Doğru."
Yanaklarımı avuçlarının içlerine alıp yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Liseden beri mi?"
Yakınlığıyla sarhoş olurken mırıldandım. "Hıhım."
"Siktir." diye mırıldandı. "Ben de."
Aniden dudaklarımın üstünde hissettiğim dudaklar ile o gece vapurdaki hisler beni tekrar ele geçirdi. Bir elim omzunu sıkarken diğer elim ensesine gitti ve kendimi anın büyüsüne kaptırdım.
Bana asırlar gelen saniyeler sonra nefes nefese geri çekildiğimizde alnını alnıma dayadı.
"Seni seviyorum." dedi sevdiğim adam.
"Seni seviyorum." dedim ben de.
Bu sefer ondan bir atak beklemeden ben dudaklarına yaklaştım. Memnuniyetle beni kabul etti.
Bugün benim miladım olacaktı. Sevdiğim adam tarafından da sevildiğimi bilmek benim yeniden doğuşumdu. Bu sefer ortada soru işaretleri ve ama'lar yoktu. Birbirimize acı çektirdiğimiz senelerin acısını çıkarırcasına sevecektik birbirimizi.
×××
Feyza Çelik
"Bakar mısınız?"
Bilgisayardan başımı kaldırdığımda muhtemelen on sekizli yaşlarının başlarında genç bir erkek gördüm. Sabahtan beri asık olan suratımı gülmeye zorladım. "Merhaba. Nasıl yardımcı olabilirim?"
Elindeki üç tane kitabı bana uzattı. "Ben bu kitapları teslim etmek istiyorum."
Elindeki kitapları alıp isimlerine bakarken sordum. "Adınız soy adınız nedir?"
Adını girdikten sonra gördüğüm şeyle dudaklarım hafifçe büzüldü. Arkasını dönmekteyken seslendim. "Bakar mısınız?" Yüzünü bana dönüp sorarcasına baktı. "Kitapların ödünç alınma süresi en fazla 15 gündür ancak 15 gün dolmadan üç gün içinde talebinizle 15 gün daha uzatılabilir ama siz uzatma talebinde de bulunmamışsınız ve tam 45 gün geciktirmişsiniz."
Kaşlarını çatıp agresif bir tondan konuştu. "Yani?"
"Yanisi şu: Her bir kitap için günlük geciktirme bedeli var."
"Ee yani?" dedi aynı tondan.
"Yani, kitaplarınızın günlük geciktirme bedeli elli kuruş. 45 gün geciktirmişsiniz."
"Yani?" dedi tekrar. Bu sefer sesi biraz daha yükselmişti.
Derin bir nefes alıp dişlerimi birbirine bastırdım. "Yani, 67 buçuk lira borcunuz var."
Bir elini masaya koyarak eğildi. "Dalga mı geçiyorsunuz? Keriz mi var karşınızda?"
Kaşlarımı çattım. "Kütüphaneden ödünç alma kuralları, kayıt yaptırdığınız esnada size bilgilendirilir ve kayıt yaptırdığınızda da bunu kabul etmiş olursunuz. Ayrıca size gecikmeyle ilgili olarak üç kez mail atılmış. Orada da bilgilendirilmişsiniz."
Diğer elini de masaya koyup eğildi. "Siz kendinizi çok akıllı mı sanıyorsunuz!?" Buraya dönen birkaç bakış gördüğümde oturduğum yerde ayaklanıp karşısına geçtim.
"Ses tonunuza dikkat edin. Burası bir kütüphane."
"Feyza?"
Yanımda beliren Bedir'e kaşlarımı çatarak baktım. Bana bakmadan karşımdaki çocuğa bakıyordu. "Bir sorun mu var?"
"Hayır, ben hallediyorum."
"Sesiniz çok fazla yüksek çıkıyor. Burası bir kütüphane ve ayrıca karşınızdaki de bir kadın." dedi sertçe.
Alaylı bir gülüş atıp ellerini masadan kaldırdı ve doğruldu. Ellerini cebine koydu. "Yani?"
Yani yani yani! Ağzının ortasına çarpacaktım o zaman görecekti yani'yi!
Bedir, bir adım karşısındaki çocuğa doğru attı. "Yani, sesinizi kesin."
"Allah Allah? Kesmezsem ne olur?"
Bedir'in kolunu tutup geri çektim. "Ben hallediyorum. Git Bedir." dedim sert çıkan sesimle.
Bana dönüp kaşlarını çattı. Ağzını açacağı sırada Melih belirdi yanımızda. "Sesiniz en arkadan duyuluyor. Ne oluyor?"
"Bu arkadaşlar saçma sapan sözde kurallarla cebe para indirmeye çalışıyorlar. Olan bu."
Kaşlarımı çatıp öne atıldım. "Ne para indirmesi? 45 gün geciktirmişsiniz teslim tarihini. Kurallar açık."
"İnanmıyorum. Yetkili biriyle konuşmak istiyorum."
Melih, çocuğun yanına gelip eliyle yolu işaret etti. "Buyurun, müdürün yanına gidelim."
İkisi Sevtap Hanım'ın yanına giderken Bedir'e bakmadan yerime oturdum. Dün geceden beri ona kırgındım. Sabah bir kere konuşmaya çalışsa da ona fırsat vermemiştim.
Yanıma oturacak gibi oldu ama daha sonra seslice nefes verip uzaklaştı.
×××
Mesai bitimi geldiğinde etrafı toparladıktan sonra Melih'e çıktığımı söyleyip binadan ayrıldım. Otobüs durağına doğru ilerlerken arkamdan Bedir'in seslendiğini duydum. Durdum. Yanıma geldi. "Neden beni beklemiyorsun?"
"Beklemem gerekiyor mu?"
"Her zaman birlikte çıkıyoruz ya."
İstemiyorum dedim. Çocuk gibi ısrar etme.
Zorlama.
Omuz silktim. "Belki o saatte çıkmak istemezsin, eve gitmeyecek olursun. Çocuk gibi sorup seni zorlamak istemedim."
Ofladı. "Feyza bak..."
Az ilerimizde olan durağı gösterdim. "Otobüs geldi, hızlı olmalıyız."
Koşmaya başladığımda o da beni taklit etti ve otobüse yetiştik. Her zamanki gibi arkaya ilerledik.
Boyuma uygun tutacak bir demir bulduğumda mutluydum. Ona tutunmak zorunda kalmayacaktım.
Otobüste birkaç kez konuşma girişiminde bulunduğunda yerimi değiştirerek konuşmasına engel oldum.
Otobüsten inip eve doğru yürümeye başladığımızda beni kolumdan tutup durdurdu. "Feyza, dün gece..."
Kolumu çektim. "Sokağın ortasındayız. Zaten herkes bize bakıyor." dedim başımı yana çevirerek. Bu sefer kaçmak için değildi söylediklerim. Bedir ile beni yan yana gören meraklı teyzelerin kadrajına girmek istemiyordum.
Başını salladı ve ilerlemeye başladık. Hazal'ın birkaç saat önce beni arayıp evine çağırdığı aklıma gelince Bedir'e döndüm. "Eve gelmeyeceğim ben."
"Nereye gideceksin?" diye sordu merakla.
Cevap vereceğim sırada ağzımı kapatıp kendime hakim oldum. "Sana ne?" dedim sinirli çıkan sesimle.
Sinirle saçlarını karıştırdı. Ağzını açacak gibi olduysa da daha sonra hırsla yürümeye başladı.
Arkasından ona baktım bir süre. Uzun bacaklarıyla hızlı hızlı yürüdüğü için hemen gözden kaybolmuştu.
Hazal'ın evinin önüne geldikten sonra zile bastım ve anında açılan kapıyı itekleyip içeri girdim. Merdivenleri çıktıktan sonra kapıda ağzı kulaklarında beni bekleyen Hazal'ı görmem şaşırmama neden oldu. "Hayrola, kapılarda karşılanıyorum?"
Eliyle çabuk olmamı işaret etti. İçeri girdikten sonra üstümdekini hızla çıkartıp çantamı da elimden aldı ve kolumdan tutarak kanepeye oturttu. "Ne oldu kız, bu ne acele?"
"Yüz yüze tepkini görmek için dün geceden beri bekliyorum."
Aklıma dün gece gelince yüzüm düşse de Güney ile Hazal'ın yalnız kaldığını fark edince koltukta ona yanaştım.
"Ne oldu? Konuştunuz mu?"
İmalı bir sırıtmayla güldü. "Aslında konuşmaktan daha fazlasını yaptık."
"Ne yaptınız be?"
İşaret parmağını dudaklarına vurdu birkaç kere. Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken o güldü. "Benim de artık bir sevgilim var!"
"Kız, annen baban evde mi?"
"Evde yoklar. O yüzden bu kadar rahat konuşuyorum ya."
Gülerek sarıldım. "Çok mutlu oldum ya! Sonunda kavuştunuz. Nasıl açıldınız?"
"Güney de beni liseden beri seviyormuş."
"Belliydi zaten. Ben imasını yapınca kızıyordun."
"Dur dur, sen onu bunu boş ver." dedi alelacele beni susturarak. "Annem çıkmadan önce bana bir şey gösterdi."
"Ne gösterdi?"
Ayağa kalkıp diğer koltuğun üzerinden telefonunu aldıktan sonra yanıma oturdu. Açtığı ekranı bana gösterirken kaşlarım çatıldı. Ekranı değiştirirken şaşkınlığım daha da artmıştı. Sinirlerim iki katına çıkarken sertçe yutkundum. Kimdi bunu yapan?
×××
"Hadi görüşürüz. Dikkatli git. Eve gidince yaz."
Beni tembihleyen Hazal'a başımı sallayıp öpücük attım. Daha sonra merdivenlerden inip dışarı çıktım. Eve doğru yürürken etrafa bakınıyordum. Evlerimizin arası çok uzak değildi zaten ama saat epey geçti.
Açık gördüğüm bir bakkala düşünmeden girdim. Hazal ile birlikte konuşurken yediğimiz çikolatalar az gelmişti. Sinirimin dinmesi için daha çok tatlı yemem lazımdı.
Direkt çikolataların olduğu bölüme girip raflara bakmaya çalıştım. Zihnimin içinde yankılanan sesler odaklanmamı zorlaştırıyordu.
Koluma çarpıldığında hafifçe sendeledim. Çok sert bir vuruş değildi zaten.
"Özür dilerim. Kusura bakmayın."
Arkamı döndüğümde Bedir'i gördüm. O da beni görünce şaşırmıştı.
"Feyza? Ne yapıyorsun burada?" dedi şaşkınlıkla.
"Çikolata arıyorum. Neden bu kadar şaşırdın?" dedim ona nazaran daha kısık bir sesle. Bakkal küçüktü ve bu saatte sadece biz vardık. Bir de kasada duran amca.
"Seni görmeyi beklemiyordum."
"Ben de. O şeker ne elindeki?" diye sordum. Elinde yaklaşık iki kiloluk toz şeker poşeti vardı.
"Bu mu? Tatlı için şerbet yapacaktım."
Yüzüne sorarcasına baktığımda bakışlarını kaçırdı. Sonrasında aklıma geldi. Bana Bursa'dan tatlı getirmişti. Pakette hazır olan tatlının üstüne şerbet atılıp yenildiğini söylemişti.
"Hıhım. Afiyet olsun." diye mırıldanıp raflara geri döndüm. Rastgele iki tane çikolata seçip kasaya gittim. Parayı öderken kasadaki amcanın bir bana bir de arkama bakması iyice sinirimi bozmuştu.
"Üstü kalsın." deyip bakkaldan çıktım.
Birkaç adım sonra yanımda bir hareketlilik hissettim. Bedir yanıma kadar gelmişti.
"O tatlıyı senin için getirmiştim. Şerbetini yapıp sana getirecektim. Şerbetin nasıl yapıldığını anladım ama bu konularda pek becerikli değilim. Bana yardım eder misin?"
"Şimdi mi?" diye sordum tüm şaşkınlığımla. Saat on buçuktu.
"Evet. Saat biraz geç. Bu tatlı da çok beklemez, bozulur ama... Neyse. Yarın yaparız o zaman?"
"Hem bana tatlı getirdiğini söylüyorsun, hem de şerbetini bana mı yaptıracaksın?"
Poşet tutmayan eliyle saçlarını karıştırdı. "Öyle pek uygun olmaz değil mi?"
"Yani."
"Tamam o zaman. Ben kendim yaparım." dedi ama sesi kendinden pek emin çıkmıyordu. Alt tarafı suyla şekeri karıştıracaktı. Neyi bu kadar zor olabilirdi ki? Yine de cevap vermedim.
Evin sokağına girdiğimizde adımları yavaşladı. "Feyza, dün..."
"Şerbete ne kadar şeker gerekiyordu? Bizde vardı, söyleseydin ben getirirdim. Bu saatte bakkala çıkmana gerek kalmazdı."
"Bilmiyorum." dedi huysuzca.
Eve girdikten sonra direkt babaannemin katına çıktım. "İyi geceler." diyerek kendi katına çıkmak için harekete geçen Bedir'i durdurdum.
"Bedir."
Hızla arkasını döndü. "Efendim?"
"Ben şu tatlıyı merak ettim. Acaba şimdi yapsak mı şerbetini?"
Gözlerinden geçen bariz parlamayı gördüm. Başını salladı. "Olur."
Elimle içerisini gösterdim. "Ben bir babaanneme bakayım. Sen yapmaya başla."
Hevesle başını sallayıp gülümsedi ve bugün ilk kez gamzelerini gördüm.
İçeri girip babaanneme baktım. Koltukta uyuya kalmıştı. Televizyonu kapatıp babaannemi dürttüm. "Babaanne, uyuya kalmışsın. Hadi yatağına yatalım."
Gözlerini aralayıp bana baktı. "Geldin mi kuzum? Yemek yedin mi?"
"Hazal ile yedik, merak etme."
Babaannemi odasına götürdükten sonra bir kat aşağı inip babamı da aynı şekilde televizyon karşısında uyurken yakaladım. Onu da öperek uyandırdıktan sonra odasına gönderdim. Annem zaten uyuyordu muhtemelen. Odama girip üstüme eşofman takımlarımı giydim. Saçlarımı topuz yaptıktan sonra anahtarı alıp evden çıktım. Bedir'in kapısına geldiğimde iki kere tıklattım.
Kapı hemen açıldı. "Gel Feyza."
İçeri çekingen bir edayla girdim. İlk defa kendi isteğimle giriyordum bu eve. İlk girişimde bilincim pek yerinde değildi zira.
Bedir, üzerini değiştirmişti. Altında siyah bir eşofman, üstünde de beyaz kısa kollu vardı. Üşümüyor muydu?
"Şimdi ben şerbetini yapıp üstüne dökeceğim. Sen otur." dedi eliyle koltukları göstererek. Onu dinlemeden arkasından yürüdüm. "Tatlıyı görmek istiyorum. Nasıl yaptığını da."
Tezgahın üstünde iki tane tatlı poşeti vardı. Poşetlerin içinde altışar tane yuvarlak toplar vardı. Poşetin üstünden onlara dokunduğumda epey katı olduklarını gördüm. Şerbetle yumuşayacak olmalıydı.
Bedir'e baktım. Şeker poşetinin ucunu biraz yırtmıştı ve bardağın içine boşaltmaya çalışıyordu. Ancak yamuk kestiği için yarısı bardağın içine gidiyorken yarısı da dışarı gidiyordu.
"Dur." dedim hızla yanına gidererek. Şeker poşetinin altından tutarak kaldırdım. "Yere dökülüyor hepsi."
Tezgahın üstüne dökülen şekerleri görünce dudağının kenarını ısırdı. "Fark etmemişim."
"Yamuk kesmişsin çünkü."
"Tamam halledeceğim." Elimdeki şeker poşetine uzanmaya çalıştığında kendime doğru çektim. "Ben doldururum, sen tencereye suyu koy."
Bir asker edasıyla başını sallayıp dolaptan bir bardak daha çıkardı ve ocağın üstüne koyduğu tencerenin içine koymaya başladı.
Ben de şekeri bardağa doldurup tencereye attım. Çekmeceden aldığım bir kaşığı Bedir'e uzattım. "Karıştır bakalım."
Ocağın altını da yaktıktan sonra kaşıkla karıştırmaya başladı. Ellerimle tatlıları işaret ettim. "Bunları koyacağımız bir tepsin var mı?"
Musluğun altındaki dolabı işaret etti. "Orada küçük bir tepsi olması lazım."
Dediği yerden tepsiyi aldım. Her ihtimale karşı yıkayıp içine tatlıları dizdim. İşim bittikten sonra tezgaha yaslanıp Bedir'e baktım. Tencereyi karıştırıyordu ama gözleri dalmıştı. Bu yüzden tencerenin içindeki şerbetten küçük damlalar halinde su sıçrıyordu.
"Bedir, sıçratıyorsun." dedim ama duymadı. Elimi koluna koyduğumda irkilip bana döndü. "Efendim?"
"Yavaş karıştır. Sıçrıyor." dedim. Hızlıca önüne döndü ve elindeki kaşık durdu. "Kusura bakma, dalmışım." dedi.
Bu sefer daha yavaş karıştırmaya başladı. Yönünü bana döndü. "Şerbetli tatlı sever misin bilmiyorum ama bence bunu seveceksin." dedikten sonra yutkundu. "Abimle bu tatlıyı yemek için yarışırdık. Üç dört taneden sonra bayıyor ama birbirimize inattan kusana kadar yerdik."
"Daha çok sütlü tatlıları severim ama senin bile iştahla yediğin bir tatlı varsa kesin ben de severim."
"Ben küçükken..." dedikten sonra duraksadı bir süre. "...yemek yemeyi çok severdim. Evde benimle yemek konusunda yarışabilen olmazdı."
Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Gerçekten mi?"
Başını salladı. "Gerçekten."
"Küçüklüğünden beri böyle iştahsızsındır sanmıştım."
Omuz silkti. "Küçüklüğümden beri değil, bir masa etrafında toplanıp ailemle yemek yiyemediğim günden beri."
Bu lafından sonra gözlerim doldu. Ailesini kaybetmiş birinin acısını anlayamazdım. Ama oldukça zor olabileceğini tahmin edebiliyordum.
Gözlerimi silip gülümsemeye çalıştım. "Kaynıyor şerbet. Altını kapatalım, birkaç dakika soğusun, öyle atarız."
O da gözlerinin altını sildi. Bir süre şerbetin soğumasını ayakta sessizce bekledik. Soğuduktan sonra tatlının üzerine atıp salonda koltuğa yan yana oturduk. Şerbeti çekmesi gerekiyordu.
"Feyza..."
Elimle yapbozları işaret ettim. "Geçen geldiğim günden beri pek değişmemiş, yapmıyor musun?"
Havada olan elimi tutup beni kendine çevirdi. Şimdi koltukta ikimiz de birbirimize doğru oturuyorduk.
"Özür dilerim." dedi gözlerime bakarak.
Yalandan gülümseyip elimi elinden kurtardım ve havada öylesine salladım. "Neden özür diliyorsun? Ben unuttum bile."
"Feyza."
"Hem sen haklıydın. Özre gerek yok. Bir çocuk gibi ısrar etmem yanlıştı. Bizimle basketbol oynamak istesen oynardın zaten, değil mi?"
Bir şey dinlemeden yüzüme baktı. Devam ettim. "Hem çok iyi oldu o gün oradan gitmen. Senden sonra ben de gittim onları yalnız bırakmak için. Birbirlerine açılmışlar ve sevgili olmuşlar." Gülümseyerek omzuna vurdum hafifçe. "Hem istesek böyle plan yapamazdık. Bayağı iyi oldu anlayacağın."
"Özür dilerim. Sana sesimi yükseltmemem gerekirdi, her ne olursa olsun."
"Önemli değil dedim ya amma abarttın."
"Beni ciddiye alacak mısın?" dedi sert bir tonda. Alaycı tavrım hoşuna gitmemiş olmalıydı.
"Ciddiye alıyorum zaten." dedim omuz silkerek.
"Özür dilerim. Senin çocukça davrandığın falan yoktu. Sadece..."
Derin bir nefes verip koltuğa yan olarak yaslandı. "Biliyor musun, ortaokul ve lisede hayatım basketbolla geçti."
Gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Onun hakkında öğrendiğim her şey şaşırtıcıydı zaten. "Gerçekten mi?"
Dudağının kenarında bir tebessüm oluştu. Başını salladı. "Gerçekten. 12 yaşındayken basketbol hevesim başladı. O zamanlar biraz kilolu bir çocuktum. Ama o kadar çok basketbol oynamak istiyordum ki... İlk hedefim okul takımına girmekti. Kilo verdim, tam gelişme çağımdı zaten. Boyumu uzattım. Sonra bir bakmışım okul takımındayım. Tabi bu sürede annemin ve abimin desteğini es geçemem. Annem her zaman bana güvendiğini söyleyerek yanımdaydı. Abim de antrenmanlarım ve diyetim arasındaki dengeyi korumama yardım ediyordu. Babam her zaman futbolcu olmam taraftarıydı ama içimdeki isteği görüp o da bana destek oldu. Sonra, 14 yaşımda, lise hayatıma yeni atılmışken bir kulübün alt yapısına girdim. Gittiğim lisede de bir okul takımının kurulmasını sağladım, aynı zamanda orada da oynuyordum. Dersler falan umurumda değildi. Okula gitmedeki tek amacım basketboldu. 16 yaşıma kadar kulüple ve okul takımıyla birlikte sayısız maça girdim. O zamanlar tek korkum sakatlanıp basketboldan uzak kalmaktı."
Başını iki yana sallayıp güldü. "Çok basit bir korkuymuş, sonradan anladım."
Koltuğun kenarına uzattığı kolunun üstüne yavaşça elimi koydum. Durmadan devam etti. "16 yaşımda, kulüple birlikte bir antrenman maçına çıkacaktık. Rakip takım İstanbul'dan geliyordu. Bursa'da onları önceden bir kez daha misafir etmiştik. Epey güçlü bir takımdı. Geçen antrenman maçında yenildiğimiz için bu sefer kesin almak istiyorduk maçı. Maçtan önceki son hafta kafamı kaldırmadan antrenman yaptım. Maç günü geldiğinde aşırı heyecanlıydım. Annem yine beni her zamanki gibi maça götürdü, hep o götürürdü zaten. Normalde maçı izlemeye de gelecekti ama gelen acil bir telefon olduğunu söyleyip maçıma katılmadı. Moralimi bozmadım yine de."
Duraksadığında araya girme ihtiyacı hissettim. "Ee kazandınız mı?"
Başını salladı. "Kazandık. Hatta milli takım antrenörlerinden biri de maçı izlemiş ve beni çok beğendiğini söylemiş. Milli takım hayallerim bile gerçek olmaya başlayacaktı."
"Sonra?"
"Sonra... heyecanla eve gittim. Aynı zamanda bir iki gün içinde abim askerden gelecekti. Onun heyecanı da vardı. Eve gittiğimde abimi gördüm. Meğer bana sürpriz yapmak için iki gün geç geleceğini söylemiş."
Gözlerini kapatıp başını arkaya attı. Anlatmakta zorlanıyordu. Bileğinin üstünü okşadım. Anlatmak istemiyorsa kendini zorlamasına gerek yoktu. "Tatlıya bakalım mı?"
Başını iki yana sallayarak doğruldu. "O gün annemi ve babamı kaybettim. Aynı zamanda da abimi de. Milli takıma girecek olmamın heyecanını yaşayamadan basketbolu bıraktım. O günden beri basketbol sahalarının yanından bile geçemezdim. Son bir iki senede kendimi zorlayıp sahalara girebildim ama..."
Gözlerini açıp gözlerime baktı. "Ama 11 yıldır bir basketbol topuna dokunmadım."
Koltukta öne kaydım. "Ailen seni hep desteklemiş. Onlar için basketbola daha sıkı sarılman gerekmez miydi?"
"Yapamazdım. Ortada aile kalmamıştı çünkü, destek alabileceğim kimse kalmamıştı. Bu yüzden doğup büyüdüğüm o şehir bile bana dar geldi. Duramadım. İstanbul'a geldim."
Yutkundum. Başımı salladım. "Ben bilmiyordum, seni basketbol oynamak için zorlamamalıydım."
Bileğimin üstündeki elimi çekip avcunun içine aldı. "Bilmiyordun, bu yüzden suçlu hissetme kendini. Ben senin bilmediğini biliyordum, o yüzden sana sert çıkışmamam gerekirdi. Tekrar özür-"
"Şşşt, tamam yeter. Amma özür diledik birbirimizden. Benim canım tatlı çekti. Olmuş mudur?"
Gülümseyerek elimi bıraktı ve ayağa kalktı. "Bakalım olmuş mu?"
Arkasından ayaklanıp uzun boyuna baktım. Gülerek konuştum. "Ben de diyorum bu çocuğun boyu neden bu kadar uzun? Meğer basketbol yüzündenmiş. Ben de yıllarca basketbol oynasam benim de deve gibi boyum olurdu."
Belki yıllarca değildi ama oynamıştı sonuçta.
Durup arkasına döndü. "Deve mi? Deve mi dedin sen bana?"
"Evet, hatta zürafa."
Kaşlarını çattı. "Ben senin yüzüne tavşan diyor muyum?"
Gözlerimi açtım. "İçinden diyorsun yani?"
Gülerek başını salladı. "Evet."
"Tavşanlı pofuduk terliklerimden anlamalıydım zaten. Yalnız, çok güzeller. Ayaklarım sıcacık oluyor içinde. Çıkarmak istemiyorum."
"Hımm öyle mi? Sevindim."
"Evet, keşke yanımda getirseydim."
Eliyle kapının yanındaki küçük ayakkabılığı gösterdi. "Orada ev terliği var, üşüyorsan giyebilirsin. Biraz büyük gelir ama."
Başımı sallayarak gidip terlik giydim. Terliğin içinde ayaklarım kaybolmuştu ve ayaklarımı yere sürüyerek ilerliyordum. "Kocaman oldular." dedim gülerek. Bedir bana dönüp ayaklarıma bakarak güldü. "Yakışmış."
Yanına gelip tepsideki tatlıya baktım. "Denedin mi, olmuş mu?"
"Ucundan aldım ama sanırım biraz daha beklemesi gerekiyor."
Bedir gibi çekmeceden çatal alıp yarısını aldığı tatlının diğer yarısını ikiye böldüm. "Merak ediyorum ama daha fazla bekleyemeyeceğim."
Böldüğüm parçayı ağzıma attım. Ağzıma yayılan tatlı, sıcak olmasına rağmen lezzetliydi.
"Nasıl? Beğendin mi?"
Bedir'e dönerek başımı salladım. "Imm, tam soğumamış ama lezzetli. Soğuyup beklese daha iyi olacağına eminim."
Gülerek arka tarafından peçete alarak dudağımın kenarına bastırdı. "Sevdiğin belli."
Peçeteyi kendi elime alarak dudağımı sildim. "Sevdim. Yalnız ben sürekli isterim bu tatlıyı senden."
Tezgaha yaslandı. "Olur. Ben de senden sigara böreği isterim o zaman."
Kaşlarımı kaldırdım. "Her şey karşılıklı diyorsun yani?"
"Eh, öyle de denebilir."
"Ama bana kebap sözün de var, unutma sakın."
"Unutmam asla. Yazdım bir kenara."
×××
Bölüm nasıldı?
Hazal ve Güney?
Bedir'in basketbolcu olması?
Yıldızı parlatmayı unutmayın!💛
Seviliyorsunuz!💜
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro