47. Bölüm
Yaşam oyununda hiç beklenmedik bir kâğıtla karşı karşıya gelmiştim! Sevgili okurum, bir anda yoksulluktan zenginliğe yükselivermek güzel, pek güzel bir şey; ama insanın hemencecik bütünüyle kavrayarak tadına varabileceği bir şey değil. Sonra, pek öyle insanı sevinçten uçuran, heyecandan başını döndüren bir şey de değil! Okkalı, oturaklı bir dünya işi bu... İnsanın aklına ağır, ciddi düşünceler getiriyor, kendisini de ağırlaştırıp ciddileştiriyor. Kişi bir servete konduğunu duyunca zıplayıp sıçrayarak, "Yaşasın!" diye bağıramıyor. Hemen sorumluluklar, işler güçler geliyor aklına. Sevincinin sağlam temeli üzerinde birtakım yabana atılmaz dertler yükselmeye başlıyor; kişi de, coşacağı, gülüp söyleyeceği yerde, başına konan bu devlet kuşunun karşısında dili tutulmuş gibi kalıyor.
Hem sonra, "miras" sözü de akla hemen "ölüm"ü getiriyor. Amcamın, yeryüzündeki tek yakınımın öldüğünü öğrenmiştim. Varlığını öğrendim öğreneli, bir gün gelip onu görebilmek umudu beslemiştim. Oysa, şimdi onu hiçbir zaman göremeyecektim. Bir de şu vardı: Bu para yalnız bana kalmıştı. Sevincimi paylaşacak bir ailem yoktu, tek başınaydım! Gene de büyük bir nimetti bu para. Para sayesinde bağımsızlığa kavuşmak şahane bir şey olacaktı. Evet, işte bu gerçekten coşturucu bir düşünceydi!
St. John, "Şükür, kaş çatmaktan vazgeçebildin!" dedi. "Ben de Medusa falan baktı da taş kesildin sandımdı. Şimdi servetinin ne kadar olduğunu soracak mısın artık?"
"Ne kadarmış?"
"Ufak bir şey canım! Çerez kabilinden, lafını etmeye değmez. Yirmi bin sterlin dediler galiba, ama bu kadar paranın lafı mı olur!"
"Yirmi bin sterlin mi?"
İşte yeni bir sarsıntı daha! Bense dört-beş bin üzerine düşünüyordum. Bu haber bir an için resmen soluğumu kesti. Şimdiye kadar yüksek sesle güldüğünü hiç duymadığım St. John da bir kahkaha attı:
"Vay canına, cinayet işlemiş olsaydın da ben de sana suçunun ortaya çıktığını haber verseydim ancak bu kadar elin ayağın titrerdi!"
"Çok para bu. Sakın bir yanlışlık olmasın?"
"Hiçbir yanlışlık yok."
"Belki rakamı yanlış okudunuz... Belki de iki bindir."
"Yazıyla yazılmış, rakamla değil: Yirmi bin."
Ortalama iştahlı bir insan, yüz kişilik bir şölen masasına tek başına oturursa ne hisseder? Ben de öyle bir duyguya kapılmıştım! St. John yerinden kalktı, pelerinini sırtına aldı.
"Hava bu derece berbat olmasaydı Hannah'yı gönderirdim sana can yoldaşı olsun diye. Öyle perişan bir halin var ki, seni yalnız bırakmaya içim razı olmuyor. Ama, Hannah, zavallıcık, karların arasından dünyada geçemez. Bacakları benimkiler kadar uzun değil ki! Bu yüzden seni tasalarınla baş başa bırakıp gitmekten başka çarem yok. İyi geceler, Jane."
Kapının mandalına doğru uzanmıştı ki aklıma birden, bir şey geldi, "Durun bir dakika!" diye bağırdım.
"Ne var?"
"Mr. Briggs'in size neden benim için mektup yazdığını anlayamıyorum. Sizi nereden biliyor o? Bu denli ücra bir yerde oturduğunuza göre, benim aranıp bulunmamda sizden niçin yardım ummuş?"
"Papaz olduğum için. İnsanlar başları sıkışınca papaza başvururlar."
"Yok, inanmıyorum!" dedim. Gerçekten de sorduğuma onun verdiği karşılıkta öyle baştan savma, sudan bir sebep vardı ki merakımı gidereceği yerde büsbütün depreştirmişti. "Garip bir iş bu!" dedim. "Aslını astarını öğrenmek istiyorum."
"Başka zaman," dedi.
"Yok, bu akşam, şimdi!" diyerek atıldım, kapıyla onun arasına girdim. "Bana her şeyi anlatmadan gidemezsin!"
"Şimdi olmaz."
"Olur! Olacak!"
"Mary ya da Diana anlatsa daha iyi..."
Onun bu karşı koymaları benim merakımı doruğuna ulaştırmaya yaradı. İşin iç yüzünü mutlaka, derhal öğrenmeliydim. Bunu St. John'a da söyledim.
"Katı yürekli bir adam olduğumu söylemiştim sana, kolay kolay yola gelmem," dedi.
"Ben de inatçı bir kızım. Nuh derim, peygamber demem!"
"Hem sonra, soğuk herifin biriyim ben. Hiç heyecanlanmam."
"Ben de sıcakkanlıyım, ateş de buzu eritir. Bak, şömine ateşi, pelerinin üzerindeki karları nasıl eritti! Laf aramızda, bu yüzden yerler berbat oldu, sokağa döndü! Yeni temizlenmiş bir evi batırmak suçunun cezasından kurtulmak istiyorsan, bana öğrenmek istediğimi söyleyeceksin."
"Peki öyleyse, dediğin olsun," dedi. "Ateşine değil, sebatına boyun eğiyorum. Su damlaları sonunda bir kayayı bile eritir. Hem zaten, nasıl olsa bir gün öğreneceğine göre, ha yarın, ha bugün, fark etmez... Adın Jane Eyre, öyle mi?"
"Elbette. Demin söyledim ya!"
"Benim de bir bakıma senin adaşın sayılacağımı... Adımın St. John Eyre Rivers olduğunu bilmiyorsundur, değil mi?"
"Bilmiyorum ya! Kitaplarının iç sayfalarındaki imzalar da bir 'E' harfi görüyordum, ama hangi adın başharfi olduğunu sormayı düşünmemiştim. Peki ama yani?.. Sakın sen?.."
Sustum. Aklıma gelen, gelir gelmez de kendiliğinden biçim bularak, güçlü, som bir olasılık biçiminde karşıma dikilen düşünceyi ortaya vurmaktan, hatta kafamda barındırmaktan çekiniyordum. Birçok olay, durum birbirine eklendi, birbirine geçti, sıraya oturdu. Rastgele bir halkalar yığını olan zincir sımsıkı gerildi... Eksiksiz, kusursuz. Durumun gerçeğini, daha St. John bir ikinci cümleyi söylemeden, içgüdümle sezmiş bulunuyordum.
"Annemin kızlık soyadı Eyre'miş," diye anlatmaya başladı. "İki ağabeyi varmış. Birisi Gateshead'li Reed'lerin kızıyla evlenen papaz, öbürü geçenlerde Madeira'da ölen tüccar John Eyre. Eyre'in avukatı olan Mr. Briggs bize dayımızın öldüğünü ağustosta bildirdi. John Eyre, babamla arasında geçen bir kavgayı hiç bağışlamamış olduğu için bizleri de hiçe saymış ve bütün mirasını öbür erkek kardeşinin, yani yıllarca önce ölen papaz kardeşinin öksüz kızına bırakmış. Mr. Briggs'den birkaç hafta önce, bizim bir şey bilip bilmediğimizi soran bir mektup aldım. Bir kâğıt köşesine dalgınlıkla atılmış bir imza sayesinde ben bu yitik kızı bulmayı başardım. Gerisini de biliyorsun."
St. John gene gitmeye davrandı, ben sırtımı kapıya dayayarak önledim.
"Biraz daha konuşalım," dedim "Dur bir dakika daha... Şöyle bir kafamı toparlayayım." St. John şapkası elinde, pek serinkanlı duruyordu. "Yani, senin annen benim babamın kız kardeşiymiş öyle mi?"
"Evet."
"Yani benim halam?" St. John önümde hafifçe eğildi. "Benim amcam olan John da senin dayın oluyormuş, öyle mi? Sen, Diana, Mary, onun kız kardeşinin çocuklarısınız; ben de erkek kardeşinin."
"Tamam."
"Yani siz üçünüz benim hala çocuklarım oluyorsunuz. Damarlarımızdaki kanın yarısı aynı kan."
"Evet... Birinci göbekten kardeş çocuklarıyız."
Ona baktım. Demek ki üç kardeş bulmuştum artık... Sevebileceğim, övünebileceğim bir ağabeyle, birbirimize yabancıyken bile sevip beğendiğim iki abla! Bir gece ıslak toprağa diz çökerek, Kır Evi'nin kafesli, basık penceresinden içeri baktığım zaman acı bir umutsuzlukla ilgi karışımı bir duygu içinde seyretmiş olduğum o iki kız, benim en yakınlarım oluyordu. Beni kapı eşiğinde, yarı ölü bir halde bulmuş olan o gururlu, ağırbaşlı genç adam da halamın oğluydu demek! Kimsesiz bir zavallı için ne şahane bir buluntuydu bu!.. İşte, gerçek zenginlik buydu... Gönlü dolduran bir zenginlik... Gerçek, temiz sevgilerden oluşmuş bir gömü! Evet, paraya kavuşmak da sevindirici bir şeydi; ama ne de olsa insanı sorumluluk yüküyle neredeyse ezen ağır bir bağıştı. Oysa bu, cana can katan, insanı coşturan, parlak bir sevinçti. Yüreğim çarpmaya, kanım kaynamaya başlamıştı.
"Ah, ne güzel! Ne güzel!" diye ünledim.
St. John, "Önemsiz ayrıntılar peşinde koşarken işin aslını unutuyorsun, demedim mi ben sana?" diye gülümsedi. "Servete konduğunu haber verdiğim zaman adeta surat astın, şimdi bir hiç için heyecanlanıyorsun."
"Ne demek istiyorsun yani? Bu senin için belki bir hiç olabilir; çünkü senin kız kardeşlerin var. Bir dayı kızın olmuş olmamış vızgeliyor. Ama benim kimsem yoktu dünyada. Sonra birden üç tane kocaman, hazır akrabaya kondum... Ya da sen sayılmak istemiyorsan, iki tane diyelim. Elbet sevinirim."
Odanın içinde dolaşmaya başladım. Düşüncelerim, duygularım birbirini öyle kovalıyordu ki bunları kavrayıp düzene koymakta güçlük çekiyor, boğulacak gibi oluyordum. Boş duvara bakıyordum da kuyrukluyıldızlarla dolu bir gök gibi görünüyordu gözüme. Yıldızların her biri bana yeni bir amacın, yeni bir sevincin yolunu gösterir gibiydi: Hayatımı kurtarmış olanları şu âna kadar elim boş olarak sevmiştim, bundan böyle onlara yararım dokunabilirdi. Bir boyunduruk altında gibiydiler; ben onları kurtarabilirdim. Birbirlerinden ayrı düşmüşlerdi; ben onları kavuşturabilirdim. Şimdi bana nasip olan el bolluğuna, bağımsızlığa onlar da sahip olabilirlerdi. Dördümüz aynı kanı taşımıyor muyduk? Yirmi bini eşit bölüşürsek her birimize beş bin düşerdi... Yeter de artar bile! Hem hak yerini bulur, hem de herkesin yüzü gülerdi. Oh! Konduğum miras bana ağır gelmiyordu artık: Salt para yığını olmaktan çıkmış, bir yaşam, umut, sevinç bağışı anlamına bürünmüştü.
Bütün bu düşünceler, duygular ruhuma dört bir yandan üşüştüğü sırada halim nasıldı, bilemem. Yalnız, biraz sonra St. John'un bir sandalye çektiğini, beni oturtmaya çalıştığını gördüm. Aynı zamanda, bana sakin olmamı söylüyordu. Ben, yardıma muhtaç, heyecanlı olduğumu kabul etmeyerek, onun elini ittim, gene bir aşağı bir yukarı dolaşmayı sürdürdüm.
"Yarın hemen Diana ile Mary'ye yaz, dönsünler buraya," dedim. "Bin sterlinimiz olsa kendimizi zengin sayarız, diyordu Diana. Öyleyse, beş bin sterlini küçümsemez."
St. John, "Bardaklar nerede?" diye sordu. "Sana biraz su vereyim. Sen de biraz duygularını toparlamaya çalış artık."
"Saçmalama! Mirasa konunca sen ne yapacaksın, onu söyle! Yad ellere gitmekten vazgeçip Rosamond'la evlenerek adam gibi bir ömür sürmeye razı olacak mısın?"
"Sayıklıyorsun sen! Ne dediğini bilmiyorsun. Çok birdenbire oldu bu senin için. Sinirlerin dayanmadı."
"St. John, sabrımı tüketiyorsun artık! Benim aklım başımda. Asıl sen beni ya yanlış anlıyorsun ya da yanlış anlamış gibi görünmeye çalışıyorsun."
"Belki biraz daha açık, ayrıntılı konuşsan seni daha iyi anlarım."
"Daha açık mı? Bundan açık ne olabilir? Söz konusu olan yirmi bini ölen adamın dört yeğeni arasında eşit olarak pay edersek her birimize beş bin düşeceğini de mi anlamıyorsun? Benim istediğim de senin hemen kızlara yazıp başlarına konan devlet kuşunu bildirmen."
"Senin başına konan devlet kuşu."
"Ben bu konudaki kendi görüşümü açıkladım. Soruna başka gözle bakmama olanak yok. Zalimcesine bencil, körcesine haksız, canavarcasına nankör olamam ben. Hem zaten, bir ev ve hısım akraba sahibi olmaya da kararlıyım. Kır Evi'ni sevdim ben. Orada oturacağız. Diana ile Mary'yi de sevdim; onlardan ayrılmayacağım. Beş bin sterlin sahibi olmak beni sevindirir, işime yarar. Yirmi bin sahibi olmaksa işkence olur bana, ruhumu sıkar. Hem zaten, aslında, yasalar ne derse desin, bu paranın tümü benim hakkım değil ki! Böylece benim hiçbir işime yaramayacak olan bir şeyi sizlere bırakıyorum. Kuzum ne olur, tartışma falan olmasın! Kendi aramızda anlaşalım da bu işi hemen bitirelim."
"Aklına ilk gelene gidiyorsun. Bu işi enine boyuna günlerce düşünmelisin ki sözün geçerli sayılsın."
"Ha, senin tek derdin benim içtenliğimse sorun yok, o kolay. Yalnız sen böyle bir bölüşmenin hakça bir şey olduğunu kabul ediyorsun, değil mi?"
"Bir bakıma hakça sayılır ama hiç görülmedik bir davranış olur bu. Aslında, bu servetin tümü neden senin hakkın olmasın? Amcana dededen falan kalmamış ki! Kendi emeğiyle kazanmış. Kime isterse bırakır; o da, sana bırakmış. Yasa da bunu sana düşürdüğüne göre, vicdanın rahat olarak alabilirsin."
"Bu benim için vicdani olmaktan çok duygusal bir sorun," dedim. "Duygularımı doyuma ulaştırmak için hayatta o kadar az fırsat bulabildim ki şimdi bunu istiyorum. Sen beni yıl on iki ay üzsen, 'olmaz!' desen, tartışmalar çıkarsan gene de aklıma koyduğum bu nefis zevkten vazgeçiremezsin... Yani, büyük bir borcu kısmen ödeyebilmek, hısım akraba sahibi olmak zevkini."
"Sen şimdi böyle düşünürsün; çünkü para sahibi olmak, para sefası sürmek nedir bilmiyorsun. Yirmi bin sterline sahip olmak sana ne büyük bir saygınlık, toplumda ne yüksek bir yer kazandırır, önünde ne geniş olanaklar açar, zerrece fikrin yok. Onun için, şimdiden..."
Onun sözünü keserek, "Sen de benim kardeş sevgisine karşı duyduğum özlemi, açlığı, susuzluğu bilemezsin!" dedim "Ömrümde evim barkım, kardeşlerim olmadı. Şimdi ben bunları istiyorum, elde edeceğim de. Beni kardeşliğe kabul etmekten çekinmiyorsun ya?"
"Jane... Senin özverine gerek kalmadan da ağabeyin olurum ben senin, kız kardeşlerim de ablan olurlar."
"Ağabey mi? Öyle ya... Dünyanın öbür ucundan. Abla mı? Hem de nasıl! Onlar el kapılarında köle gibi çalışırken ben para içinde yüzeceğim. Kendim kazanmadığım, hak etmediğim paralara boğulacağım boğazıma kadar. Siz beş parasız kalacaksınız. Tam eşitlik bu... Tam kardeşlik! Ne sıcak aile bağı! Ne candan akrabalık!"
"Ama, Jane... Bu ev, ocak, aile düşleri başka yoldan da gerçekleşebilir. Evlenirsin belki."
"Gene saçmalıyorsun! Evlenmek ha? Tanrı saklasın! Hiç evlenmeyeceğim ben."
"Büyük söyleme! Bu gibi aşırı laflar, şu sırada büyük bir heyecan içinde olduğunu gösteriyor."
"Büyük söylemiyorum! Duygularımı biliyorum ben. Evlenmek deyince ürperiyorum... Hele salt paramın hatırı için beni isteyen bir adamla! Zaten yabancılarda gözüm yok, kendi kanımdan olanları istiyorum ben... Bana iyice yakın olanları. Ne olur, gene söz ver ağabeyim olacağına! Bunu duyunca öyle sevindim, öyle içime sindi ki! İçinden geliyorsa gene söyle, ne olur!"
"İçimden geldiğini sanıyorum. Kız kardeşlerimi oldum olası çok sevmişimdir. Bu sevginin neye dayandığını da biliyorum: Onların iyi huylarına karşı duyduğum saygı, yeteneklerine karşı duyduğum hayranlık. Sen de dürüst, zeki bir kızsın. Düşünce, beğeni bakımından Diana ile Mary'ye benziyorsun. Senden hiçbir zaman sıkılmadım; tersine, çoktandır seninle konuşmak beni avutuyor, içimi açıyor. Sana gönlümde elbet bir yer açabilirim, kolaylıkla... Üçüncü, en küçük kız kardeşim olarak."
"Teşekkür ederim. Bu da bana bu gecelik yeter. Şimdi artık gidebilirsin."
"Ya okul, Miss Jane Eyre? Okulu artık kapatıyoruz, öyle mi?"
"Yok... Sen benim yerime geçecek birini bulabilinceye kadar ben öğretmenliği sürdürürüm."
St. John hoşnutluğunu belirterek gülümsedi. Tokalaştık, sonra o gitti.
Miras işini kendi gönlümce yoluna sokabilmek için yaptığım savaşımları, tartışmaları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Güç bir işti bu ama benim de dediğim dedikti. Hala çocuklarım benim mirası eşit olarak bölüşmek konusundaki kararımın gerçekten kesin, değişmez olduğuna inanç getirdiler. Aslında benim bu isteğimi haklı görüyorlardı sanırım. Sonra benim yerimde olsalar kendilerinin de böyle davranmak isteyeceklerini de biliyorlardı. Sonunda, konuyu bir hakem kuruluna sunmaya razı oldular. Hakem olarak Mr. Oliver'la güvenilir bir avukat seçtik. İkisi de benim düşünceme hak verdiler; böylece, dilediğim oldu. Devir kâğıtları hazırlandı, St. John, Diana, Mary ve ben, hepimiz mirası paylaşmış olduk.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro