Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

46. Bölüm


St. John gittiği zaman kar yağmaya başlamıştı. Fırtına, savrularak, bütün gece sürdü. Ertesi gün, keskin bir rüzgârla birlikte yeniden, göz gözü görmemecesine kar boşandı. Alacakaranlıkta vadi karla kaplanmış, geçit vermez olmuştu. Kepenkleri kapadım, kapının altına, içeri kar dolmasın diye, küçük bir halı sokuşturdum, ateşimi tazeledim, şöminenin başına oturarak kasırganın boğuk hırıltısını dinlemeye koyuldum. Bir süre sonra da şamdan yakıp raftan Marmion kitabını alarak okumaya başladım.

Gün battı kaleli yamacında Notham'in, Tweed'in o güzelim suları geniş, derin; Issız, Cheviot Dağları O koskoca kuleler, kulelerin burçları, Dimdik de yükseliyor duvarların uçları, Işıldıyor sapsarı.

Çok geçmeden, şiirin müziği içinde fırtınayı unuttum.

Derken kulağıma, kapı sarsılıyormuş gibi bir ses geldi: St. John'du bu. Kapı mandalını kaldırdı, buzlu kasırganın, uluyan karanlıkların arasından sıyrılarak içeri girip geldi, karşımda durdu. O uzun boylu yapısını örten pelerini kardan bembeyaz kesilmişti. Bu akşam, kardan tıkanmış vadiden birinin beni görmeye gelmesi o kadar beklemediğim bir olaydı ki yüreğim ağzıma geldi.

"Kötü bir haber mi var?" diye sordum. "Bir şey mi oldu?"

Genç adam, "Yo! Ne de çabuk telaşlanıyorsunuz!" diyerek pelerinini çıkarıp kapı mandalına astı, içeri girişiyle yerinden oynamış olan halıyı kapının altına sokuşturdu. Pek sakin bir tavırla ayaklarını yere vurarak çizmelerinin üzerindeki karları silkeledi. "Yerlerinizi kirletiyorum ama bu seferlik beni bağışlayacaksınız artık," diyerek ateşe doğru yürüdü. Ellerini, ısıtmak için alevlere doğru uzatarak, "Buraya ulaşabilmek kolay olmadı," dedi. "Bundan emin olabilirsiniz. Bir yerde belime kadar kara battım! Neyse ki karlar henüz yumuşak."

"Ama, neden geldiniz?" diye sormaktan kendimi alamadım.

"Konukseverliğe yaraşmayan bir soru! Mademki sordunuz, ben de söyleyeyim: Sizinle biraz sohbet etmeye geldim. Dilsiz kitaplarımla bomboş odalarımdan usandım da! Hem zaten dünden beri, içimde bir öykünün yarısını dinlemiş olanların heyecanı var; geri kalanını da dinlemek için sabırsızlanıyorum."

Oturdu. Bir akşam önceki tuhaf halleri aklıma gelince, biraz aklını oynattığını sanarak gerçekten korkmaya başladım. Gelgelelim delirmişse de pek sakin, soğukkanlı bir delilikti bu: O yakışıklı yüzün mermer bir heykele bu kadar benzediğini hiç görmemiştim! Kardan ıslanmış saçlarını eliyle itince alevlerin ışığı o bembeyaz alnına, renksiz yanaklarına vurdu. Bu yüzde üzüntü, dert izi olan çizgileri apaçık görünce enikonu içim sızladı. Benim anlayabileceğim bir şey söylemesini umarak bekledim. Elini çenesine dayamış, parmağıyla dudağını sıvazlamaktaydı: Düşünüyordu. Eli de yüzü gibi zayıflayıp incelmiş gibi geldi bana. İçimi belki de gereksiz bir acıma bürüdü. Gönlümden koparak, "Ya Diana ya da Mary gelip sizinle otursa ne iyi olur!" dedim. "Yapayalnız olmanız çok kötü. Kendinize hiç mi hiç bakmıyorsunuz!"

"Ne münasebet! Gerekirse kendi kendime pek güzel bakıyorum," dedi. "Sağlığım yerinde. Ne gibi bir hastalık buluyorsunuz bende?"

Bunu öyle umursamaz bir tutumla, öyle dalgın bir ilgisizlikle sormuştu ki benim kaygılarımı pek yersiz bulduğu belliydi. Ben de sustum. O hâlâ parmağıyla üst dudağını ağır ağır sıvazlamaktaydı; gözleri de hâlâ dalgın bir bakışla şömine ateşine takılmıştı. Biraz sonra ben, artık bir şeyler söylemek gereğini duyarak, arkasındaki kapıdan sırtına soğuk gelip gelmediğini sordum. Kısaca, nerdeyse huysuzlanarak, "Yok, yok!" dedi.

İçimden, "Ee, n'apalım... Madem seni konuşturamıyorum, ben de susarım!" diyordum. "Ne halin varsa gör... Ben kitabıma dönüyorum." Böylece gene Marmion'u okumaya koyuldum. Biraz sonra o şöyle bir kımıldadı. Gözucuyla baktım: Cebinden meşin bir cüzdan çıkarıp içinden bir mektup aldı, sessizce okudu, katladı, gene cüzdanına koydu, yeni baştan daldı, gitti. O böyle, karşımda put gibi durdukça şiir okumaya kalkışmak boşunaydı. Merakım öylesine kabarmıştı ki dilimi tutmama da olanak yoktu. İsterse beni paylasın... Konuşacaktım.

"Diana'yla Mary'den şu günlerde mektup aldınız mı?" diye sordum.

"Geçen hafta size gösterdiğim mektuptan sonra, hayır."

"Sizin tasarladıklarınızda bir gelişme var mı? Umduğunuzdan daha önce çağrılmanız söz konusu mu?"

"Yazık ki hayır! Nerede bende o talih?"

Gene çıkmaza saplanmıştık! Başka bir yöne sapmayı denedim, okulumla öğrencilerimden söz açtım: "Mary Garrett'in annesi iyileşmiş. Mary bu sabah okula döndü. Önümüzdeki hafta da Dökümhane Mahallesi'nden dört yeni kız başlıyor okula. Bugün başlayacaklardı ya, kar bastırdı."

"Öyle mi?"

"İkisinin okul giderlerini Mr. Oliver üzerine alıyor."

"Ya?"

"Noel'de bütün okula şölen çekecekmiş."

"Biliyorum."

"Siz mi düşündünüz bunu?"

"Hayır."

"Kim öyleyse?"

"Kızı sanıyorum."

"İnanırım. Öyle iyi yürekli bir kız ki!"

"Çok."

Gene sessizliğe saplandık. O sırada saat sekiz kez vurdu. Bu sesle St. John kendine gelmişçesine doğrulup dimdik oturdu, bana döndü, "Bırakın şu kitabı elinizden de ateşe yaklaşın," dedi. Şaşkınlıktan şaşkınlığa düşerek onun dediğini yaptım. "Biraz önce bir öykünün sonunu dinlemek için sabırsızlandığımı söylemiştim," diye konuşmasını sürdürdü. "Ama, düşünüyorum da, öykücü rolünü ben kendim alır da size dinleyici rolünü verirsem daha uygun düşecek. Başlamadan önce şu noktada kulağınızı bükmeyi boynuma borç biliyorum ki bu öykü size biraz bayat gelecek. Yalnız, bayat konuları yeni kişiler anlatınca çok zaman tazelenmiş gibi olur. Hoş, bayat da olsa taze de olsa... Zaten uzun değil...

"Bundan yirmi yıl kadar önce yoksul bir papaz (adı şu anda gerekli değil) bir zengin kızına gönül verir. Kız da onu sever, ailesinin bütün karşı koymalarına karşın onunla evlenir. Yakınları da onu hemen aileden atarlar. Aradan daha iki yıl geçmeden bu düşüncesiz karıkoca ölür; aynı taşın altına gömülürler. Geriye bir kız çocukları kalır. Bu yavru daha dünyaya geldikten az sonra el eline bakar duruma düşer, anne tarafından bir akrabasının evine götürülür. Onu Gateshead'de Mrs. Reed adındaki yengesi büyütür... Ne var, Jane? Bir ses mi duydun? Yandaki okul binasının tavan atkılarında dolaşan bir kedi olsa gerek. Okul yapılmadan önce samanlıktı burası. Malum ya, samanlıklarda da fare olur. Neyse, biz gelelim öykümüze:

"Mrs. Reed, öksüz yavruya tam on yıl bakar. Çocuğun mutlu olup olmadığını bilmiyorum; çünkü bana da söyleyen olmadı. Yalnız, on yılın sonunda onu sizin de bildiğiniz bir yere... Lowood Okulu'na veriyorlar. Kız burada alnının akıyla büyüyor, sizin gibi o da öğretmen oluyor... Gerçekten, bu kızın tarihçesiyle sizin tarihçeniz arasındaki benzerlik şaşılacak bir şey... Kız okuldan mürebbiye olmak üzere ayrılıyor... Alın size bir benzerlik daha! Bu kız, Mr. Rochester diye birinin manevi çocuğunun eğitimini üzerine alıyor."

"St. John!" diye sözünü kestim.

"Neler hissettiğinizi anlıyorum," dedi. "Ama, biraz daha sabredin... Sonuna yaklaştım. Bu Mr. Rochester denilen adamın karakteri konusunda bir tek şey biliyorum: Bu genç kızla evlenmek istemiş, tam nikâh kıyılırken kız onun evli olduğunu ve karısının halen yaşadığını öğrenmiş. Bu kadın zırdeliyse de Mr. Rochester'ın nikâhlı karısıymış... Adamın bundan sonraki davranışı ve önerileri konusunda ancak bir şeyler tahmin edebiliriz. Ne var ki, ertesi sabah aradıklarında mürebbiyeyi bulamamışlar. Ne zaman, nasıl, nereye gittiğini kimse bilemiyormuş. Thornfield Malikânesi'nden geceleyin kaçmış olsa gerekmiş. İzini bulabilmek için yapılan bütün aramalar boşa gitmiş. Dört bir yanı altüst etmişler, tek bir izine rastlayamamışlar.

Zamanla, kızın bulunması, kendi iyiliği için de zorunlu olmuş. Bundan dolayı, bütün gazetelere ilanlar konmuş. Bana da Mr. Briggs adında bir avukattan bir mektup geldi. Size anlattığım ayrıntıları bu mektuptan öğrendim. Çok tuhaf bir serüven, değil mi?"

"Siz bana tek bir şey söyleyin şimdi," dedim. "Mademki her şeyi biliyorsunuz, bunu da bilirsiniz elbet: Mr. Rochester'dan ne haber? Nasılmış kendisi? Neredeymiş? Ne yapıyormuş? İyi mi acaba?"

"Benim Mr. Rochester konusunda hiç bilgim yok. Mektupta yalnız onun yasaya aykırı olarak evlenmeye kalkması anlatılıyor. Mürebbiyeyi sormanız gerekir sizin bana... Onun ortaya çıkmasını gerekli kılan olayı."

"Thornfield'e giden olmamış mı yani? Mr. Rochester'ı gören yok mu?"

"Yok sanırım."

"Ama ona mektup yazmışlar ya?"

"Elbet."

"Peki... O ne demiş? Yazdığı karşılık kimde?"

"Mr. Briggs'in dediklerinden anladığıma göre Mr. Rochester'a yazdığı mektuba kendisi değil de bir hanım karşılık vermiş. İmza Alice Fairfax'miş."

İçim karardı, buz kesti sanki. En büyük korkularım galiba çıkmış, efendim İngiltere'den kaçarak çılgın bir umarsızlık içinde gene Avrupa'ya gitmiş olsa gerekti. Orada ıstırabını uyuşturmak için kim bilir nasıl bir afyon, ihtiraslarını söndürmek için nasıl bir avuntu aramıştı! Bu soruya karşılık vermeye yüreğim yoktu. Vah, benim zavallı... zavallı efendim! Bir zamanlar kocam olmasına ramak kalan... "Sevgili Edward," diye çağırdığım!..

St. John, "Kötü bir adammış," diye düşüncesini söyledi.

Ben heyecanla, "Onu tanımıyorsunuz... Bu konuda fikir yürütmeyin, lütfen!" diye söylendim.

Soğukkanlılıkla, "Peki," dedi. "Zaten kafam bambaşka şeylerle dopdolu... Öykünün sonunu getirmek gerek. Madem siz bu mürebbiyenin kişiliğiyle ilgilenmiyorsunuz, ben kendiliğimden söyleyeceğim artık. Bir dakika! İşte burada! Böyle önemli şeyleri yazı halinde, kesin olarak, siyah beyaz vermek her zaman daha iyidir."

O deminki meşin cüzdan gene ortaya çıktı, açıldı karıştırıldı, gözlerinin birinden küçük, partal bir kâğıt parçası bulundu. Üzerindeki yeşilli, mavili, kırmızılı boya beneciklerinden tanıdım bu kâğıt parçasını; dün akşam benim masamın üzerinde duran kâğıdın köşesiydi. St. John ayağa kalkarak yırtık kâğıdı yüzüme doğru uzattı. Orada, silik bir kalemle, kendi elyazımla yazılmış "Jane Eyre" sözcüklerini okudum... Besbelli bir dalgınlık ürünü!

St. John, "Briggs bana, bir Jane Eyre konusunda mektup yazmıştı... İlanlar hep bir Jane Eyre'i arıyordu ama ben bir Jane Elliott tanıyordum," diyordu. "Kuşkulandığımı saklayacak değilim; ancak, dün akşamüzeri kuşkularım kesin bilgi olup çıktı. Jane... Artık kendi soyadını üstleniyorsun, değil mi?"

"Evet, evet, ama Mr. Briggs nerede? Belki Mr. Rochester konusunda sizin bildiğinizden daha çok bilgisi vardır."

"Briggs, Londra'da. Onun Rochester'a ilişkin herhangi bir şey bildiğini de sanmıyorum; çünkü kendisini ilgilendiren, Rochester değil! Bu arada sen de önemsiz şeyler peşinde koşmaktan ana sorunu unutuyorsun. Briggs seni niçin arıyor, seninle ne işi var, hiç sormuyorsun."

"Peki... Niçin aramış beni?"

"Madeira'daki amcan Mr. Eyre'in öldüğünü, bütün servetini sana bıraktığını, senin şu anda zengin olduğunu bildirmek için yalnızca... Önemli bir şey değil."

"Ben mi zengin olmuşum?"

"Evet, hem de epey zengin." Bir sessizlik oldu. St. John, "Kimliğini kanıtlayacaksın, elbette," dedi. "Ama, bu basit bir şey. Sonra, servetine hemen sahip çıkabilirsin; çünkü İngiliz parasına çevrilmiş, bütün gerekli evrak da Briggs'in elindeymiş."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro