Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

30. Bölüm


Kimi olayların daha önceden insanın içine doğması ne tuhaf şeydir! Gaipten gelen belirtiler, önseziler gibi şeyler de öyle. Hele bu üçünün bir araya gelişi, insanoğlunun henüz çözemediği bir gizdir. "Malum oluş"larla ömrümde alay etmemişimdir; çünkü bu tür son derece garip şeyler benim başıma da gelmiştir. İnsan usuna durgunluk veren önsezi olaylarının sahiciliğine inanırım; gaipten gelen belirtiler de, kim bilir, belki doğanın insanoğluna verdiği ipuçlarıdır.

Henüz altı yaşında bir çocukken bir gece Bessie Leaven'ın Martha Abbot'a, "Rüyamda küçük bir çocuk gördüm," dediğini duymuştum. "Rüyada çocuk görmek sıkıntıya işarettir... İnsanın ya kendisine ya da yakınlarına." Bu sözleri unutur giderdim, ama ertesi günkü bir olay onları bir daha silinmemecesine belleğime kazıdı: Ertesi gün Bessie'yi evine, küçük kız kardeşinin ölüm döşeğinin başına çağırdılar. Şu son zamanlarda bu olayı, Bessie'nin o sözlerini sık sık ansıyordum çünkü bir hafta var ki hemen her gecenin uykusu bana beraberinde bir çocuklu rüya getiriyordu. Küçük bir çocuk bazen çimenlikte papatyalar arasında oynuyor, bazen dere kıyısında elleriyle suları çırpıştırıyordu. Bir gece ağlayan bir çocuk görüyordum, öbür gece gülen bir çocuk. Çocuk bir bana sokuluyor, bir benden kaçıyordu. Ama nasıl olursa olsun, ne olursa olsun, yedi gecedir, düşler ülkesine her girişimde bir küçük çocuk beni karşılamaktan geri kalmıyordu. Böyle tek bir düşüncenin, tek bir imgenin tuhaf bir biçimde yinelenişi hiç hoşuma gitmiyordu; öyle ki, yatma zamanı geldiği zaman, gene o çocuk bana görünecek diye enikonu ürker olmuştum. O ay aydınlığı gecede, Mason'ın kopardığı çığlık da beni bu hayalet çocukla uğraştığım bir rüyadan uyandırmıştı.

Ertesi gün öğleden sonra, beni Mrs. Fairfax'in odasında birisinin beklediğini söyleyerek aşağıya çağırdılar. İndiğimde, beni bekleyenin bir erkek olduğunu gördüm. Giyiminden, zengin bir yerin uşağı olduğu anlaşılıyordu. Yas belirtisi olarak tepeden tırnağa karalar giymişti; elinde tuttuğu şapkasının çevresine de siyah bir şerit geçirilmişti.

Adam, ben içeri girince ayağa kalkarak, "Siz beni hatırlamazsınız, Küçükhanım," dedi. "Robert Leaven'ım ben. Bundan sekiz-dokuz yıl önce, siz Gateshead Konağı'ndayken ben de Mrs. Reed'in arabacısıydım. Hâlâ orada çalışıyorum."

"O! Robert, hoş geldin, nasılsın? Seni hatırlamaz olur muyum hiç! Arada beni Georgiana'nın al kısrağında gezdirirdin. Ya Bessie ne âlemde bakalım? Bessie'yle evlendin sen, değil mi?"

"Evet, efendim. Teşekkür ederim, eşim çok iyi. İki ay kadar önce bana bir bebek daha verdi. Üç çocuğumuz oldu şimdi. Anaları da, çocuklar da çok iyi, şükürler olsun."

"Ya konaktakiler? Onlar da iyidirler ya umarım, Robert?"

"Ne yazık ki iyi değiller Küçükhanım. Şu sırada büyük bir yas içindeler hepsi de!"

Ben Robert'in sırtındaki siyah giysiye bakarak, "Umarım ölen falan yoktur?" dedim.

O da şapkasının çevresindeki siyah şeride bakarak, "Mr. John sizlere ömür," dedi. "Dün haftasıydı. Londra'daki evinde ölmüş."

"John mu?"

"Evet."

"Annesi ne yapıyor peki?"

"Ne desem, Miss Eyre... Sıradan bir ölüm olmadı bu. Mr. John pek başıboş yaşıyordu. Hele şu son üç yıldır pek tuhaf bir gidiş tutturmuştu. Ölümü de pek acı oldu doğrusu."

"Onun pek iyi çıkmadığını Bessie söylediydi."

"İyi çıkmamak da laf mı! Bundan kötü çıkamazdı ki! Sağlığını, servetini de en berbat arkadaşlar, en adi kadınlar arasında harcayıp tüketti. Borca battı, hapse girdi. Annesi iki kez kefil olup hapisten kurtardı onu. Ama Mr. John çıkar çıkmaz gene eski yaşayışına, o serseri arkadaşlarının arasına dönüyordu. Zekâsı da pek parlak değildi zavallının. Aralarına katıldığı o bıçkınlar onu öyle bir dolandırmışlar ki anlatamam. Üç hafta kadar önce Gateshead'e geldi. Hanımefendinin her şeyi onun üstüne yapmasını istiyordu. Hanımefendi yapmadı bunu. Zaten Mr. John'un yüzünden zavallı hanımın geliri pek azalmıştı. Böylece Mr. John Londra'ya eli boş döndü. Derken ölüm haberi geldi. Nasıl öldüğünü Tanrı bilir artık. Kimi diyor ki kendi canına kıymış!"

Sesimi çıkaramadım. Bu ne kötü haberdi! Robert Leaven anlatmasını sürdürdü: "Hanımefendinin zaten uzun zamandır sağlık durumu bozuktu. Şişmanlamıştı, ama güçsüz, kof bir şişmanlıktı bu. Para kayıpları, büsbütün yoksul kalmak kaygısı onu mahvediyordu. Oğlunun bu biçim ölüm haberi pek beklenmedik bir sırada geldi... Hanımcağıza inme indi. Üç gün konuşmadan yattı. Geçen salı biraz iyiliğe döndü. Bir şeyler söylemek ister gibi bir hali vardı. Bessie'ye işaretler yapıp, mırıldanıp duruyordu. Bessie onun, sizin adınızı söylediğini ancak dün sabah çıkartabildi. 'Jane'i getir... Jane Eyre'i getir. Onunla konuşmak istiyorum,' diyormuş. Bessie onun aklının başında olup olmadığından emin değil. Belki hiçbir anlamı yoktu bu sözlerin. Ama gene de Bessie durumu Miss Eliza'yla Miss Georgiana'ya söylemiş, sizi çağırtmalarını salık vermiş. Küçükhanımlar önce bunun üzerinde durmamışlar, ama anneleri öyle huzursuzmuş, 'Jane! Jane!' diye öyle durmadan sayıklıyormuş ki sonunda Bessie'nin sözünü tutmuşlar. Ben Gateshead'den dün ayrıldım. Hazır olabilirseniz yarın sabah erkenden yola çıkalım, Küçükhanım."

"Elbet hazır olurum, Robert. Yengemin yanına gitmem şart gibi geliyor bana."

"Bana da öyle geliyor, efendim. Bessie de sizin bizi boş çevirmeyeceğinizden emindi zaten. Ama benimle gelebilmek için izin almanız gerekecek, değil mi?"

"Evet. Hemen gidip yapayım bu işi."

Robert Leaven'ı hizmetçilerin bölümüne götürüp John'la karısına emanet ettim, sonra Mr. Rochester'ı aramaya çıktım. İlk kattaki salonların hiçbirinde yoktu. Avluda, ahırda, bahçede de bulamadım. Mrs. Fairfax'e onu görüp görmediğini sordum. Gördüğünü, galiba Blanche Ingram'la bilardo oynamakta olduğunu söyledi. Ben de hemen bilardo odasına koştum. İçeriden topların tıkırtısı, konuşma sesleri geliyordu. Efendimle Blanche Ingram, Eshton kız kardeşler, kavalyeleri oyuna dalmışlardı. Böyle bir kalabalığın içine girmek yürek isteyen bir şeydi doğrusu; ama benim işim de savsaklanmayacak kadar önemliydi. Bilardo odasına girdim, Blanche Ingram'ın yanında duran efendime doğru yürüdüm.

Tam o sırada Blanche döndü, kibirli bir tavırla bana baktı. Gözleri "Bu sefil sürüngen ne arıyor burada?" diye sorar gibiydi. Ben alçak sesle, "Mr. Rochester," dedim.

Blanche içinden beni kovmak geliyormuş gibi bir hareket yaptı. O andaki hali hep gözümün önündedir: Pek zarif, pek göz alıcıydı. Gök mavisi ipekliden bir sabah elbisesi vardı sırtında, saçlarının arasına da ince bir mavi örtü dolamıştı. Oyun başında pek neşeli olan o gururlu yüzünde şimdi sinirli bir can sıkıntısı okunuyordu. Efendime dönerek, "Şu kişi sizi mi çağırıyor?" diye sordu.

Efendim bu "kişi"nin kim olduğunu görmek için döndü. Beni görünce yüzünü tuhaf bir biçimde, o garip, anlaşılmaz ifadelerinden biriyle buruşturdu; sopasını elinden attı, benim peşim sıra dışarı çıktı. Ders odasına girdik. Mr. Rochester arkamızdan kapıyı kapayıp sırtını dayayarak, "Ey, ne var, Jane?" diye sordu.

"Özür dilerim, efendim... Bir-iki haftalık bir izin istiyorum."

"Ne için? Nereye gideceksin?"

"Hasta bir hanımın yanına gideceğim... Beni çağırtmış."

"Hasta bir hanım mı? Nerde bu hanım?"

"Gateshead'de, efendim ... ilinde."

"Ne? Ama yüz kilometrelik yol orası! Bu kadar uzak yoldan insan çağırtan bu hanım kim ola ki?"

"Mrs. Reed, efendim."

"Gateshead'li Reed'lerden mi? Oranın yargıcı olan bir Mr. Reed vardı."

"Bu hanım işte o Mr. Reed'in hanımı, efendim."

"Peki, senin neyin oluyor? Nerden biliyorsun onu?"

"Mr. Reed benim dayımdı, efendim. Annemin ağabeyi."

"Bak sen hele! Hiç söylemedin sen bunu bana! Hep kimsesiz olmaktan dem vururdun."

"Bana sahip çıkacak kimsem yok da onun için, efendim. Reed dayım çoktan öldü; karısı da beni evinden attı."

"Neden?"

"Yoksuldum; onun üzerine yük oluyordum da ondan. Zaten, beni hiç sevmezdi."

"Dayının çocukları vardı, ama değil mi? Kuzenlerin olmalı senin. Sir George Lynn daha dün Gateshead'li bir Reed'den söz ediyordu. Londra'nın bir numara serserilerinden biriymiş, geçenlerde ölmüş. Lord Ingram da gene Gateshead'li bir Georgiana Reed tanıyormuş. Birkaç mevsim önce Londra'nın en beğenilen kızlarından biriymiş."

"Sir Lynn'ın dediği gibi, John Reed ölmüş, efendim. Kendini mahvettiği gibi ailesini de borca batırmış. Kendini öldürdüğü söyleniyormuş. Bu acı haber, annesini öyle sarsmış ki kadıncağıza inme inmiş."

"Çok yazık ama ona senin ne yararın dokunabilir ki, Jane? Saçma bir fikir bu! Ben olsam ihtiyar bir kadını görmek için yüz-yüz elli kilometrelik yol gitmem. Belki sen gidinceye kadar kadıncağız ölür bile. Hem zaten seni evinden atmış bir zamanlar."

"Evet, ama o çok eskidendi, efendim. O zaman durumlar bambaşkaydı. Şimdi, bu durumda onun son isteğine karşı gelirsem içim rahat etmez ki!"

"Ne kadar kalacaksın, orada?"

"Olabildiğince az, efendim."

"Yalnızca bir hafta kalacağına söz ver."

"Söz vermesem daha iyi; belki sözümü yerine getiremem."

"Ama ne olursa olsun geleceksin, orada temelli kalman kesinlikle söz konusu değil... Öyle değil mi?"

"Yok, mutlaka döneceğim, efendim."

"Peki, senin yanında kim gidecek? O kadar yolu yalnız başına gidemezsin."

"Hayır. Yengem arabacısını göndermiş."

"Güvenilir bir adam mı bu?"

"Evet, efendim. Ailenin çok eski bir emektarı."

Efendim düşündü. Sonra, "Ne zaman gitmek istiyorsun?" diye sordu.

"Yarın sabah erkenden."

"Peki, ama para istersin. Parasız yola çıkamazsın ki! Elinde de pek bir para olduğunu sanmıyorum. Daha aylığını vermedim çünkü." Gülümsedi. "Şu anda kaç paran var, Jane?"

Çantamı çıkardım; pek cılız bir şeydi bu. "Beş şilinim var, efendim."

Efendim, para çantamı alıp avucuna boşalttı, paranın azlığı karşısında güldü. Sonra cüzdanını çıkardı, bana bir kâğıt para uzatarak, "Al," dedi.

Bu bir elli sterlindi. Onunsa bana ancak on beş sterlin borcu vardı. Bozuk param olmadığı için üstünü veremeyeceğimi söyledim.

"Paranın üstünü istemiyorum senden; bunu sen de biliyorsun," dedi. "Senin hakkın bu."

Aylığımdan fazlasını alamayacağımı söyledim. Önce surat astı; sonra, aklına bir şey gelmiş gibi, "Doğru, pek doğru!" dedi. "Şu sırada eline fazla para vermemem daha iyi. Elinde elli sterlinin olursa belki üç ay kalırsın. Al sana bir onluk. Çok para değil mi bu?"

"Evet, efendim. Şimdi siz bana beş sterlin borçlusunuz."

"Dönünce alırsın. Ben şimdi senin bankan sayılırım. Senin de bankada kırk sterlinin var."

"Mr. Rochester, hazır elime fırsat geçmişken size bir başka iş konusundan da söz etmek istiyorum."

"İş konusu mu? Merak ettim... Anlat."

"Efendim, bana yakında evlenmek üzere olduğunuzu az çok kesin olarak bildirdiniz. Değil mi?"

"Evet. Ne olmuş?"

"Siz evlenince Adela yatılı okula gitmeli, efendim. Bunun gerekli olduğunu siz de görüyorsunuzdur."

"Yani Adela, karımın ayağına dolaşmamalı, yoksa karım onu çiğneyip geçer... Öyle değil mi? Mantıklı bir fikir. Hiç kuşkusuz, Adela yatılı okula gitmeli, sen de... Cehennemin dibine, öyle mi?"

"Hiç sanmam, efendim. Ama kendime başka bir iş aramam şart."

Efendim hem garip, hem de gülünç bir tavırla, "Elbet!" dedi. Uzun uzun yüzüme baktı. Sonra, "Mrs. Reed' le kızlarından sana yeni bir yer bulmalarını rica edeceksin, öyle mi?" diye sordu.

"Hayır, efendim. Akrabalarımla aramda bu derece bir yakınlık yok ki onlardan böyle bir ricada bulunabileyim. Gazeteye ilan veririm."

O, "Halt edersin!" diye homurdandı. "Hele böyle bir şey yapmaya kalkış, gösteririm ben sana! Tüh, on sterlin yerine tek bir altın verseymişim keşke senin eline! Kuzum, Jane, dokuz sterlini geri ver bana. İhtiyacım var bu paraya."

"Benim de öyle!" diyerek ellerimle para çantamı arkama sakladım. "Dünyada geri veremem paranızı."

"Cimri seni! Üç kuruşu benden üstün tutuyorsun. Hiç olmazsa beş sterlinimi geri ver."

"Beş sterlin değil, beş şilin bile vermem. Beş sent bile vermem."

"Öyleyse parayı uzat bir göreyim."

"Yok efendim, güvenemem size."

"Jane!"

"Efendim."

"Bir tek söz ver bana."

"Tutabileceğim her sözü vermeye hazırım, efendim."

"İlan vermeyeceğine, yeni bir iş bulmak sorununu bana bırakacağına söz ver. Zamanı gelince ben sana yeni bir iş bulurum."

"Seve seve söz veriyorum, efendim. Yalnız siz de bana söz verin: Gelin hanım bu eve girmeden ben de, Adela da buradan uzaklaşmış olacağız."

"Peki, peki! Söz veriyorum... Şimdi, sen yarın gidiyorsun, öyle mi?"

"Evet, efendim, erkenden."

"Akşam yemeğinden sonra salona gelecek misin?"

"Hayır, efendim. Yol hazırlığı yapacağım."

"Öyleyse şimdi vedalaşıyoruz, öyle değil mi?"

"Öyle olsa gerek."

"İnsanlar birbirleriyle nasıl vedalaşır, Jane? Nasıl yapılır bu tören? Öğret bana. Pek bilmem çünkü."

"Birbirlerine, hoşça kal, güle güle, derler, efendim... Ya da beğendikleri başka bir veda sözcüğü seçerler."

"Söyle, öyleyse."

"Şimdilik hoşça kalın, Mr. Rochester."

"Peki, ben ne diyorum?"

"Güle güle diyorsunuz, efendim."

"Şimdilik güle güle, Miss Eyre... Bu kadarcık mı?"

"Evet."

"Bana göre pek soğuk, pek kuru, pek resmî böyle vedalaşmak. Ben daha başka bir şeyler arıyorum. Bu törene daha bir şeyler katmak. Sözgelimi tokalaşsak... Ama bu da yetmez. Jane, yani sen, hoşça kal, demekle yetiniyorsun, öyle mi?"

"Bence bu yeter, efendim. Yürekten gelen tek bir sözcükle de insan birçok söz söylemiş kadar dostluk belirtebilir."

"Olabilir. Ama pek bomboş, soğuk bir laf... Hoşça kal!"

İçimden, "Daha kaç zaman duracak, böyle, sırtını o kapıya dayamış olarak? Ben gidip bavulumu hazırlamak istiyorum," diyordum ki akşam yemeğini haber veren çıngırak çaldı, o da birden, tek bir söz söylemeden döndü, gitti. O gece onu bir daha görmedim; ertesi sabah da o daha kalkmadan biz yola çıktık.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro