Dix-neuf
Ayakta duran kadın gözlerini açtığında derin bir rüyadan uyanmış gibiydi. Önce endişeli, korku dolu olan gözlerini birkaç kez kırpıştırarak kendine geldi. Ardından, bulunduğu mekana baktı. Hiçbir şey göremiyordu.
Ucu görülmeyen siyahlığın ortasında tek beyazlıktı kadın. Beyaz gömleği, beyaz tişörtü ve beyaz ayakkabıları. Sürekli tepesinde topladığı kumral saçları ise öylece duruyordu, aynı beyaz topuklu ayakkabıları gibi.
İlerlemek için birkaç adım atmasıyla kendini yerde buldu. Nedense canı çok yanmıştı ve bu bağırmasına neden olmuştu. Tekrar üzerine baktığında çırılçıplaktı.
Bileklerine bağlanmış demir kelepçeler, yürümesini engellemişti. Kelepçelerin nereden geldiği ise sonsuz bir siyahlıkta gizliydi. Kadın ağlamak istedi, utanç ve korku karışımı olan bu duygudan nefret ediyordu.
Yattığı zeminden gelen tok sesle beraber, genç kadın başını kaldırdı. Karşısında gördüğü şey ile daha fazla ağlamak istedi.
"Merisima..." İsmini söylediği kızı tanımıyordu.
İsminin Merisima olduğu kanıtlanan kızın kucağında, canından bir parçası vardı. Merisima'nın beyaz saçları küçük suratın üzerine düşüyor, huzurlu uykusunu rahatsız ediyordu. Elinde tuttuğu hançerin sapı ise uyanmasını ister gibi sürekli küçük bebeğin karnını dürtüyordu.
"Hypatia?" Kadın korkuyla kızına baktı.
Merisima başını küçük bebeğe doğru çevirdi ve gülümsedi; bu gülümseme kadında hiç hoş bir his yaratmadı.
"Beni öldürdün, Osborne. Bunu biliyor muydun?" Kızın sesi tırtıklı ve ölecek olan bir insanın sesini andırıyordu. "Bizi öldürdün."
Kadın çıplak olmasının yanında, birde üşümeye başlamıştı. Çırılçıplak kalan bedeni tir tir titriyordu artık. Kulakları kızının ağlamasını duyunca, kendini iyice savunmasız hissetmeye başlamıştı.
Merisima, kurumuş ve solmuş bir orkide gibi olan eliyle hançeri kavradı. Kadın ayağa kalkmaya çalıştı. "Merisima! Lütfen kızımı bırak..." Küçük bebeğin kendini yırtarak ağlamaya başlamasıyla kadın da ağlamaya başlamıştı. "Lütfen bırak!"
Merisima başını öne doğru eğerek, buz mavisi gözleriyle kadının yüzüne baktı. Artık hançerin ucu küçük Hypatia'nın boğazındaydı. "Hepimizi öldürdün."
Ben seni tanımıyorum ki! Diye bağırmak istedi kadın fakat dili konuşmadı. Tanıyordu çünkü Merisima'yı. Ölmüş bu orkideyi tanıyordu.
" Merisima... Yalvarırım kızımı bırak." Merisima, kadının bu yalvarmalarına derin bir sırıtışla karşılık verdi. Hoşuna gidiyor gibi bir hali vardı, bundan zevk alıyormuş gibi.
Kadının bileklerindeki zincirler geriye doğru yavaş hareketlerle çekilirken, korkuyla Merisima'ya baktı. Kızından uzaklaşıyordu.
Hayatında çıkarabileceği en güçlü çığlığı çıkardı ve yumruklarını yere vurdu. "Merisima!" Kendi çığlığının yanına, kızının çığlığı eklendi. Özenle örmüş olduğu beyaz, pembe battaniyesi korkutucu bir kırmızılığa bulandı.
Kadın hıçkırarak ağlarken, Merisima küçük bebeğin göğsünden hançeri çekti. Hançeri geriye sürüklenen kadının önüne attı. "Onu sen öldürdün, Simon."
Kadın son kez başını kaldırdığında, Merisima'nın kucağında kızının ölü bedenini değil, bir buket orkide örmüştü.
Beyaz, kana bulanmış orkideler.
Kadın, sanki uzun süredir bir okyanusun dibinde durmuş gibi derin bir nefes alarak doğruldu. "Hypatia!"
Bir yandan hıçkırarak ağlarken, bir yandan da bir hayli endişeliydi. Kendini huzur kokan adamın kollarına attı. "Hypatia... Hypatia!"
Adam, karısının bu haline şaşkın bir şekilde baktı ve kollarıyla küçücük kadınını sardı. "Aşkım... Sadece kötü bir kâbustu. Hype'ı uyandıracaksın."
Kocasından duyduğu şefkat dolu, sakinleştirici sesle birlikte gevşedi. Sadece kötü bir kâbus... "Eclipse, titriyorsun. Sakin ol lütfen," sesi biraz daha sert çıkıyordu şimdi. "Hiçbir şey yok. Hypatia içerde, ben buradayım aşkım..."
Eclipse yüzünü kocasının omzuna bastırdı ve kâbusun etkisinin geçmesini bekledi. Çoğu şeyi hatırlamıyordu; sadece bir kız, çıplaklık ve gözlerinde ölen kendi canı.
"Shawn..." Küçük bir hıçkırık. "Hypatia gerçekten iyi değil mi?" Bir anne olarak, rüyada olmasına rağmen, kızının gözlerinin önünde ölümü kalbini kavuruyordu.
Shawn korkmuş karısının saçlarını okşadı. "Tabii ki iyi. Ağlıyordu, acıkmış. Sütünü verdim, uyuttum yanına geldiğimde hemen uyandın zaten. Bir duş alsan iyi olur." Kocasının güven verici sesinden sonra sakinleşen Eclipse,
"Saat kaç?" diye mırıldandı. İşe gidecek olsa bile, bu rüya onun içini kemirip duracaktı. Merisima...
Orkide katili.
13-5-18-9-19-9-13-1
"Günaydın Bayan Osborne. Biraz bulanık bir gün değil mi?"
Eclipse duyduğu iç ısıtıcı sesle başını o tarafa çevirdi. "Günaydın Bay Mam! Evet, sanırım yağmur yağacak..." Hastanenin küçük kantininde çalışan yaşlı adam, gülerek kadına sütlü kahvesini uzattı. Kibar bir şapka çıkarmadan sonra, kadın adama sadece gülümsemişti.
Her sabah olan rutin buydu.
Havada gezen kasvetli hava, sanki tüm hastaneye yayılmış gibiydi. Her zaman sesten geçilmeyen bu hastane, bugün suskundu. Eclipse, kendi katı olan "Psikoloji" katına çıktı ve odasına girdi. Odası genel olarak pembe ve sevimli hayvan figürleri ile dolu olurdu, bu yüzden iş yerinde çoğu zaman negatif enerji bulundurmazdı.
Sütlü kahvesini yudumladı ve deri koltuğuna oturdu. Gece gördüğü rüyanın yavaş yavaş zihninden silindiğini hissediyordu. En azından artık Hypatia, kendi kardeşine emanetti ve her ne zaman ararsa arasın onu görebilecekti. Bu onu gülümsetti.
Uzman bir pedagog olan Eclipse, çocuklara olan sevgisi ile bilinirdi. Koskoca hastanede neşe kaynağı bu kadındı.
Bu gün, bu ünvan değişecekti.
Eclipse yeni gelen hastalarını inceledi. Sadece aralarından bir tanesi ile, kadın kaşlarını çattı. Karşısında duran dosyadaki kızın bilgilerinde, on dokuz yaşında olduğu yazıyordu. Kadın kızın ismine bakmadan telefona uzandı ve başhekimini aradı.
Telefon uzun süre çalmadı, telefonun diğer hattından kalın ses kısa sürede yükseldi. "Bayan Osborne?"
"İyi günler Bay Kerm. Yeni hastalarımın bulunduğu dosyaya on dokuz yaşında biri eklenmiş, bir bilginiz var mı?"
Hattın diğer ucundan sitemli ve mahcup bir ses yükseldi. "Ah! Size nasıl söylemeyi unuttum? Merisima'dan bahsediyorsunuz değil mi?" Bu isim kadına dosyadan gördüğünden daha yakın geliyordu. "Kendisi ağır psikolojik travma geçirmiş bir hasta. Maalesef ki o bölümle ilgilenen doktorumuz ağır bir kaza geçirdi. On sekiz yaşına yakın bir hasta olduğu için size atadılar."
Kadın gereksiz bir şekilde sinirlendi. "Öyle saçma şey mi olur? Dalga mı geçiyorsunuz benimle? Benim yetkim, sadece on sekiz yaşına kadar. Eğer bir şey olursa sorumluluğunu üstüme nasıl alabilirim?"
Başhekim, sabırlı bir şekilde konuşmaya çalıştı. "Bayan Osborne, bir yaş fark etmesi size kötü bir etki sağlamayacaktır. Bilgilerine baktım, o hastadan çok daha ağır hastalara baktığınızı biliyorum," Derin bir nefes aldı. "Şimdi, lütfen terslik çıkarmayın. Bakmanız gereken süre üç hafta."
Birkaç tartışmalı cümlelerden sonra, Eclipse telefonu kapattı. Bir tarafı bu olayın ona saçma geldiğini yakınırken, öbür tarafı ise hiçbir şey olmayacağından bahsediyordu. Zihni ise, Merisima'nın bambaşka biri olduğunu söylüyordu.
Kadın dosyayı eline alıp tekrar tekrar okudu. Gördüğü yabancı kelimeler onu istemsizce germeye başlamıştı.
Dissosiyatif bozukluk.
Şizofreni belirtileri.
Kendini buna daha fazla zorlamayarak, aşağı inip tanışmak istedi. Bu etkilere rağmen sakin bir hasta olacağını düşündürdü kendine.
Odasının beşinci katta olduğunu öğrendiğinde merdivenlere ilerledi. Beşinci katta asansör bulunmadığı için, yürüyerek inmek zorunda kalmıştı.
Hastanenin tüm neşesinin silip atılmış olduğu bu kat, her şeyden daha kasvetliydi. Kadın kendine bunun sadece zihninin bir oyunu olduğunu söyleyerek ilerledi.
Yirmi altıncı oda.
Yirmi yedinci oda.
Yirmi sekizinci oda.
Yirmi dokuz yazılı olması gereken yerde, koca bir boşluk vardı. Yazılan yerdeki taşlar sökülüp atılmıştı.
Kadın kapı kulbunu indirdi ve içeriye baktı. Rutubet ve havasızlık yüzüne çarparken, görüş mesafesinde bir sehpa ve onun üzerinde cam bir vazoda orkideler vardı.
Beyaz, kurumak üzere olan orkideler.
Kadın kapıyı iyice açtı ve içeri adımları. Artık yatağı ve pencereyi görebiliyordu. İçerisinde bulunan toz dumanı tekrardan kadının yüzüne çarparak onu hapşurmaya zorladı.
Görüş mesafesine ani bir dalış yapan beyaz saçlı kız, kadını yerinde sıçrattı. Küçük bedeni zararsız olduğunu fısıldarken, suratındaki gülümseme bunun tam tersini söylüyordu.
"Onlar güzeller değil mi?" Kız fısıldadı. "Orkideler..."
Kadın başını salladı.
Merisima başını ağır hareketlerle Eclipse'e çevirdi. "Orkideleri sever misin?"
Kadının arkasında duran kapı, birden kapandı.
"Ben çok severim."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro