7: İlk Gece
"Astronotları güneşe gönderemezsin. Yanarlar," dedi Yeosang, Mingi'ye iğrentiyle bakarak.
"Evet ama ya gece gönderirsek?" dedi genç adam kafa yorarak, parmaklarının arasında döndürdüğü çatala bakıyordu.
San karşısındaki ikiliye baktı, aklını tuhaf davranan sarışın adamdan uzaklaştırmak için arkadaşlarını dinleyerek onların muhabbetine katılmaya karar vermişti.
Üstlerine turuncu renkte kubbe örülmüş gibi duran gökyüzünü huzurla izleyen Hongjoong'a yaklaştı. "Mingi'nin en akıllımız olduğunu sanıyordum."
"Arada gidip gelen bir zekası var," diye cevap verdi Hongjoong memnun bir şekilde gülümseyerek, gözlerini cennete doğru uzayıp giden renkli gökyüzünden bir an olsun ayırmıyordu. San kıkırdadı ve o da kafasını geriye yatırarak harika gökyüzüne baktı.
Villanın birkaç avlusu vardı, şu anda içinde bulundukları tüm yapının tam ortasında bulunuyordu. Dört köşenin her birinde San'ın görüş alanını huzurlu bir şekilde kapsayan devasa yeşil ağaçlar vardı. Zemin nötr kahve rengindeydi, etraftaki egzotik çiçeklerin dikili olduğu saksılarla mükemmel bir uyum içindeydi. Dörtlünün oturduğu uzun, tahta masanın köşelerine ve ayaklarına bağlı olan süs ışıkları ve tam ortasında etrafına loş ışık yayan mumlar vardı.
San gözlerini kapattı ve saçlarının içine girerek hafifçe dalgalandıran sıcak esintiye karşı gülümsedi. Ortam Mingi ve Yeosang'ın tartışması haricinde sessiz ve huzurluydu, ta ki villanın içinden gittikçe yaklaşan adım ve konuşma seslerini duyana kadar.
San'ın gözlerini açıp masaya kimlerin oturduğuna bakmasına gerek yoktu ama yine de aynı şekilde yaptı; gözleri belirli bir kişiyi aradı. Sadece Jongho, Seonghwa ve Yunho'yu görünce kaşlarını çattı.
"Wooyoung nerede?" Daha düşünmeye vakti olmadan soru ağzından kaçınca yanakları belli belirsiz pembeleşmişti.
"Bir dakika içinde gelecek," diye cevapladı Jongho ve San sessizce teşekkürlerini mırıldandı.
Yemekler biraz gecikmişti ama Wooyoung da hala ortalıkta yoktu. San endişeyle dudağını ısırdı. Gidip onu kontrol... etmeli miydi?
Derin düşünceler içine dalmış halde çatalla tabağındaki yemeğiyle oynuyordu. Ona verdiği dondurmayı yemiş miydi? Onu neden bu kadar çok düşünüyordu ki? Birbirlerini o kadar da iyi tanıdıkları söylenemezdi ama San sarışın adamı daha çok tanımak istediğini inkar edemiyordu.
Gelecek mi gelmeyecek mi diye düşünmeye devam ederken Wooyoung aniden ortaya çıktı ve sakince San'ın iki sandalye uzağındaki masanın başındaki sandalyesine oturdu.
Bakışlarını kaldırarak bir süre direkt San'ın kocaman olmuş gözlerine bakınca San ona bakarken yakalandığını düşündüğü için irkilmişti. Hızla bakışlarını aşağıya indirip kendi aptallığına söverek dudağını ısırdı.
Sarışın adam kendi kendisine hafifçe gülümsedi, en azından birisi onu fark ettiği için mutluydu.
Hatta belki de onun için endişelenmişti.
☂︎☂︎☂︎
"Herkese günaydın ve geldiğiniz için teşekkür-"
"Sana derin sesini kullanma dedim. Çok garip geliyor. Normal ses tonunu kullan," dedi Yeosang gerginlikten yarınki ilk toplantıları için bir nevi prova yapan San'ın sözünü bölerek.
"Ben Prenses San-"
"Kendine prenses deme dedim."
San ters ters baktı ama yüzündeki oldukça sahte gülüşle devam etti.
"Saat onda-"
"Dokuzda olacak."
San yükünü bir bacağına vererek ellerini beline koydu, Yeosang'dan yardım istediğine bin pişman olmuştu.
"Pekala, şu anda tam olarak saati siktir git geçiyor. Ve işte şirketin CEO'su, Jung Wooyoung."
Yeosang inlerken kendisini Hongjoong'un yatağına doğru attı. Mingi kıkırdarken hızla Yeosang'ın yanına gitti ve saçını örmeye başladı.
"Tanıtımı bizim yapacağımızı sanmıyorum," dedi Hongjoong telefonunda Candy Crush oynarken.
San ona karşı dudağını büktü. "Ben burada hazırlıyorum. Sen ne yapıyorsun, götten bacak?"
"Senin rekorunu kırıyorum."
San'ın gözleri kocaman olurken telefonuna doğru hücum etti.
Konuşma ve güreşmeyle geçen bir saatin ardından San herkese iyi geceler dileyip uyumasına yardımcı olması için sıcak çikolata yapmaya mutfağa doğru ilerledi. Arı desenli seramik bardağa sıcak çikolatayı döktükten sonra hepsinin akşam yemeği yediği avluya çıktı ve ağaçlardan birine yaslanmak için yere oturdu.
Başını geriye atıp boşluğa baktı, zihni direkt üzerinde düşünmeye fırsat bulamadığı düşüncelere ve duygularına yönelmişti. Sakince sıcak içeceğini yudumluyordu.
O düşüncelere o kadar dalmıştı ki başka bir adamın avluya girdiğini fark etmemişti.
Fakat çakmağın çakılma sesini duyduğu an başını sesin geldiği yöne doğru çevirdi.
Tanıdık sarı saçı gördüğü an midesi sıkışırken kalp atışları hızlandı.
"Wooyoung," diye seslendi San.
Genç adam şaşkınlıkla başını kaldırdı. San'ın bağdaş kurarak ağaca yaslanmış bir şekilde yanındaki boş yere vurduğunu görünce sırıttı.
"San. Burada ne yapıyorsun?" diye sordu ve yanına oturdu.
"Uyumadan önce oturup sıcak çikolatamı içmek için güzel bir yer. Sen?"
"Sigara içmek için çıktım," dedi sigarasını ağzına götürerek, derin bir nefes çekerken çene hattının iyice belirginleşmesine neden oldu. San'a bakmak için döndüğünde yakınlıklarından dolayı zorla yutkundu ama uzaklaşmak için hiçbir harekette bulunmadı. "İçmemde sorun yok, değil mi?"
"Hayır, hiç sorun yok," dedi San ve aslında astımı olmasına rağmen hiçbir sorun olmadığına ikna edercesine gülümsedi. Sadece derin ve yavaş nefes alması gerekiyordu. "Yarın için stresli misin?"
Wooyoung başını ağaç kabuğuna yaslayıp gözlerini kapattı, güzelliğine yakından daha da hayran kalması için San'a mükemmel bir fırsat sunuyordu.
"Evet. Sen nasıl hissediyorsun?"
Canlandırmasına düzgünce çalışamadığını ve istediği gibi hazırlanamadığını hatırlayınca dudaklarını büzdü.
"Gerginim. Yanlış bir şey yapmak istemiyorum."
"Yapmayacaksın. O yüzden sizi seçtik."
San hafifçe gülerken başını geriye doğru yatırdı ve yıldız dolu gökyüzünü izlemeye başladı.
"O zaman baskı yok, değil mi?"
Wooyoung kıkırdadı, beynindeki fırtınayı dindirmek için zehirli kimyasaldan bir nefes daha içine çekti. Bir süre konuşmadılar, sadece birbirlerinin varlığının tadını çıkarıyorlardı. San sıcak çikolatasını yudumlardan Wooyoung kanser çubuğunu içiyordu.
San dört saat öncesini, Wooyoung'un kaslarındaki mümkün olan tüm gücüyle kum torbasını yumrukladığı anı düşündü. O koca yumruk torbasını gittiği her yere taşıyor muydu ki? Bir sebebi olmalıydı ama San onunla ilgili soru sormaktan vazgeçip onun yerine yeni bir muhabbet başlattı.
"Sana aldığım dondurmayı yedin mi?"
"Yedim. Çok teşekkürler. Vanilyalı. En sevdiğim."
"Hangisini sevdiğini bilmiyordum o yüzden en sade olanı aldım sana."
"Asla sade olduğunu düşünmüyorum."
Gülümserken en sevdiği tadın hatırasıyla uzaklara baktı.
"Hmm. Benim en sevdiğim naneli çikolata parçacıklı."
Wooyoung hafifçe kıkırdarken ruh hali yerine geliyordu.
"Elbette öyledir."
"Bu ne demek şimdi?"
"Hiç, hiçbir şey," dedi genç adamla dalga geçercesine, kaşlarını indirip kaldırırken gıcık olmuş bir halde somurtan San'a sırıtarak baktı.
San da hafifçe gülümserken kocaman gamzesinin belirmesiyle gözleri hilal şeklini aldı.
"Sıcak çikolata?"
"Hayır, sağ ol. Sigara?"
"Hayır, sağ ol."
San başını sallayarak bir yudum daha aldı ve anında gözleri kocaman olup içtiği yudumu püskürttü. Gözleri bir noktaya odaklanmış halde göğsüne vurarak öksürürken Wooyoung'un panik içinde kocaman olmuş gözleriyle onu izlediğini fark etmemişti. Wooyoung tereddüt ederek elini nazikçe sırtına koyarak hafifçe vurdu.
San'ın elinden kupayı alıp daha sonra unutacağı bir yere koyarken tüm dikkati hala neredeyse boğulan adamdaydı.
Öksürüğü kesilip sonunda derin bir iç çeken San onlardan metrelerce uzakta duran kertenkeleye işaret etti.
"Bak! Kertenkele!"
Wooyoung kaşlarını çatıp elinin işaret ettiği yeri takip edince, avlunun ortasında onlara bakan küçük, yeşil kertenkeleyi gördü.
"O yüzden mi öksürmeye başladın?"
"Ha- evet, bir anda görünce şaşırdım– AMAN TANRIM BURAYA DOĞRU GELİYOR!"
"Bağırmaya devam edersen senden kaçacaktır."
"Tamam, doğru. Gel buraya Martin," diye fısıldadı San, ileri doğru eğildi ve elini küçük kertenkeleye doğru uzattı.
"Martin mi? Ya dişiyse–"
"İsimlerin cinsiyeti yoktur," diye karşılık verdi San Mingi'nin çok doğru sözlerini hatırlayarak, gözleri yavaşça onlara doğru gelen sürüngeni takip ediyordu.
Sarışın adam kertenkeleyi kaçırmamak için ve San'ın onunla ne isterse onu yapmasını, mutlu ve güleç olmasını istediği için oldukça hareketsiz duruyordu.
San'ın gülümsemesini seviyordu.
Kertenkele San'ın açık avcunu koklayıp gözlerini kıstı, ardından duraksayarak elinin üzerine doğru bir adım attı ve başını hafifçe yana yatırarak karşısındaki insanın yüzüne baktı. San heyecanla ve mutlulukla sürüngene havadan öpücük attı. Kertenkele daha sonra San'ın avucunun ortasına kuyruğunu kıvırarak oturdu.
San küçük hayvanı korkutmamak için elini olabildiğince yavaşça vücuduna doğru yaklaştırdı.
Yeterince yakınlaştığında diğer eliyle minik kafasını okşadı ve bakıyor mu diye Wooyoung'a doğru döndü, ki o da pür dikkat onu izliyordu.
"Sen de tutmak ister misin?" diye sordu San kısık sesle, yeni arkadaşının kaçmasını istemiyordu.
Ona bakan koca gözlerden öyle etkilenmişti ki Martinin dilini çıkarıp gözlerini silmesi bile mide bulandırıcı gelmemişti. O kadar şirindi ki hayvana sarılıp ezmemek için kendisini fiziksel olarak engellemek zorunda kalmıştı.
"Ben böyle iyiyim, teşekkürler," dedi Wooyoung ve hayvan tekrar kendi gözünü yalayınca tiksindiğini belli etmemeye çalıştı. San'ın ya da Martin'in gücenmesini istemiyordu.
"Gerçekten mi? Tüm dünyadaki en tatlı şey olabilirler," diye cevap verdi San, başını kertenkelenin seviyesine indirip gülümseyerek komik yüz ifadeleri yapıyordu.
"İkinci en tatlıdır belki de," diye fısıldadığını duydu Sarışın adamın. San sorgularcasına baktıktan sonra Wooyoung'un kızaran kulaklarına ve boynuna sırıtarak baktı. Wooyoung hızla boğazını temizledi ve konuyu değiştirmeye karar verdi. "Eğer sormamda sakınca yoksa cinsel yönelimini ne zaman ve nasıl açıkladın?"
Gözünün önüne gelen kötü anılarla San'ın gülümsemesi kayboldu ama ortamı bozmamak için sahte bir gülümseme kondurdu dudaklarına.
Jung Wooyoung ile böyle bir an yaşadığının farkındalığına vardığı an kalp atışları hızlandı.
"Ee, on beş yaşındayken," dedi gergince kıkırdayarak. "Sen ne zaman açıkladın?"
"Birkaç yıl önce," diye cevap verdi sarışın adam.
San mırıldanarak onayladı ve dikkatini tekrar Martin'e verdi. "Arkadaşım Yeri ailesine açıkladığında bir erkekle evlenmeyeceği için o kadar mutlu olmuşlardı ki anne babası parti düzenlemişti."
Wooyoung başını arkaya atarak kahkaha patlattı. Sigarayı parmağıyla yere atarak üzerini ezdi.
Artık sigaraya ihtiyacı yoktu.
"Jongho mümkün olan en kötü şekilde açıkladı biliyor musun," dedi ve San'ı merak ettirerek daha fazlası için yalvartmak için daha fazla bir şey söylemedi.
San gülerken gerçekten mutlu hissediyordu.
"Noel için ailesiyle birlikteydi. Büyükannesi gey olmanın ne kadar yanlış olduğuyla ilgili konuşup durmuş. O zamanlar kimse Jong'un gey olduğunu bilmiyordu. Neyse, kadın bütün geylerin cehenneme gideceğini söylediği an oradan çıkmak için ayağa kalkmış. Kadın nereye gittiğini sorduğunda 'Görünüşe göre cehenneme,' demiş ve evden çıkmış ve sonra benim evime gelmişti."
San güldü ama anında durdu. "Bekle, mutlu sonla bitiyor değil mi? Yoksa güldüğüm için kendimi kötü hissederim."
"Evet, mutlu sonla bitiyor. Ailesinin geri kala üyeleri Jong'un tarafını tuttu ve büyükannesi öldü."
"Bu mu mutlu son?! Jongho iyi miydi?"
"Tabii ki de. Kadın sürtüğün tekiydi."
"Ölmüş yaşlı kadına öyle diyemezsin!" diye bağırdı San, omuzları kahkahasını bastırmaya çalışmaktan titriyordu.
Wooyoung da gülerken ikisi de birbirine yaslanıp gece boyunca konuştular. Martin, Wooyoung'un üzerinde olan San'ın dikkatini kendi üzerine çekemeyeceğini anladığında oradan uzaklaşınca San dudaklarını büzüp birkaç kez pişmanlıkla adını seslendi ama bir daha bulamamıştı.
Sıcak çikolata, sigara ve ertesi gün yapılacak olan toplantı tamamen unutulmuştu çünkü bu gece sadece Choi San ve Jung Wooyoung vardı. Birbirlerini daha fazla tanımak için sadece gülüşmeler, bazen flörtleşme, ara sıra olan dokunuşlar vardı.
Ne bir sorun ne de bir endişe vardı.
Sadece Sanie ve Woo.
___________________________________________________
Mingi'nin mallığına bitiyorum hkdndkd
Bu bölüm woosan da çok güzeldi (martin'i 🦎 unutmamak lazım )
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro