Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

32: İlaçlı ve Duygusal


Wooyoung, kendinden geçmemek için tüm hücreleriyle savaşıyordu ve bu sefer her zamanki gibi şiddetli ve yalnız değildi.

İlk başladığından andan beri hiç bu şekilde karşı koymamıştı ve neler olduğu hakkında da hiçbir fikri yoktu. Her ne kadar huzursuz ve sinirli hissetse de etrafında insanlar varken engellemeye çalışırdı ve kimsenin tehlikede olmadığına emin olduktan sonra içindeki serbest bırakırdı. Fakat şu anda pes etmemek için cesaretlendiriliyordu.

San'la ikisi yerde oturuyorlardı, sırtını masaya dayamış başını ise daha yakın olabilmek için bacaklarını kucağına dolayan San'ın omzuna yaslamıştı. San bir eliyle ellerini tutarken diğeriyle saçlarını okşuyordu.

Ne yapacağını ya da neler olduğunu bilmiyordu. Sadece Wooyoung'un birisine ihtiyacı olduğunu biliyordu ve kendisi o kişi olmak istemişti.

Wooyoung nazik olmaya çalışıyordu. Elini çok sıkmıyor ya da çok sert tepki vermiyordu. Can çekişiyordu ama üstesinden geliyordu ve şanslıydı ki San'dan korktuğuna dair bir tepki amamıştı.

"Lü-lütfen bir şeyler söyle," dedi, bir kolunu San'ın beline sarıp daha da yakınına çekerken yüzünü iyice boynuna doğru bastırdı.

San'ın şaşkınlıkla gözleri büyürken yumuşak saçlarını okşayan eli bir anlığına durmuştu. Avucunun içindeki eli sıktırırken yanağını alnına yasladı.

"Neyle ilgili?" diye sordu nazikçe.

"Herhangi bir şey işte. Günün nasıl geçti?" diye sordu sessizce, parmaklarını San'ın bel oyuğuna bastırırken sıkıca sarıyordu.

"Pe-pekala, şey... Bana biy dakika içinde yüz keye nefes aldıyıyoysun ve bu hem güzel hem de siniy bozucu. Cidden, beyin saysıntımı benden daha ciddiye alıyoysun."

Wooyoung, San'ın sakinleştirici sesini dinledi.

Şimdiye kadar geçirdiği ataklarında ilk kez bu kadar güvende hissediyordu.

Güzel bir histi. Yabancı ama güzel.

İlacını içmişti ama tek faydası öfke ataklarının süresini kısaltmasıydı.

Hiçbir şey öfkesine tamamen yardımcı olmamıştı. Öfkesini dışa vurmak istememesi bile.

Fakat şimdi yeni ilacı ona sarılıyor, sözleriyle onu sakinleştiriyordu. Ve işe de yarıyordu çünkü yavaşça sakinleşiyordu, savaş ya da kaç içgüdüleri normale dönüyordu.

Oldukça şaşkındı çünkü bu hisleri genelde atakları bittiğinde, şiddetten aldığı rahatlama sonucunda hissederdi. Fakat şimdi gözleri bile kararmadan önce hissetmişti.

Ve o anlardan gittikçe uzaklaşıyordu.

San da fark etmişti. Disney prenseslerinden bahsederken gittikçe sessizleşti ve ardından Wooyoung'un yüzünü görmeye çalıştı.

"Şimdi iyi misin?"

Wooyoung yorgun bir şekilde gülümsedi. "Sayende."

"Hiçbiy şey yapmadım ki."

"Yanımda oldun. Hala da yanımdasın," dedi, San'ı daha yakınına çekti ve San'ın hala yanında olduğunu kendine inandırırcasına burnunu iyice boyuna sokarak derin bir nefes alarak kokusunu içine çekti.

San kızarırken Wooyoung'u daha sıkı sardı. Kendi düşüncesine göre yaşadığı şey sadece bir panik ataktı ama Wooyoung söylemek isteyesiye kadar sormak istemiyordu.

Herkesinki farklı olsa da Wooyoung panik haricinde diğer tüm duyguları hissediyormuş gibiydi.

Öfke, hüsran, mide bulantısı, saldırganlık.

Korkmuş görünüyordu ama kendisi için değildi.

San için korkmuş görünüyordu ki bu da asıl kafasını karıştıran şeydi.

Elini Wooyoung'un koluna götürdü, artık bittiğini düşününce hala ona sarılıyor olmasını garipsemişti. Fakat Wooyoung elini önceki yerine, sarı saç tutamlarına geri koyduğunda durumun Wooyoung için aynısı olmadığını anlamıştı.

San utanarak gülümsedi ve az önceki hareketine devam etti. Kalçasını hareket ettirerek daha da yaklaşmaya çalışınca Wooyoung kıkırdayarak ona yer açtı.

Birkaç dakika daha sessizce oturdular. San her yüzünü görmeye çalıştığında Wooyoung saklanınca konuşmaya devam etmesine izin verdi.

San pencereden dışarı bakarken ortam çok huzurluydu; bulutları ve gökyüzünde yavaşça ilerliyormuş gibi görünen uçakları izliyordu. Wooyoung boynunu garip bir şekilde kıvırmıştı ama San'ı görebildiği sürece onun için hiç sorun değildi.

Her şey huzur vericiydi ancak ikisinin de zihnini Wooyoung'un durumu istila ediyordu.

"Öfke problemlerim var. Ve öfke krizlerim," diye itiraf etti Wooyoung sessizce.

O kadar ürkek söylemişti ki San zar zor duyabilmişti.

Ama duyabilmişti.

Ve tam olarak ne söyleyeceğini bilmiyordu.

Onu dinlediğini göstermek için hafifçe elini sıktırdı ve ardından bakışlarını kucağına indirdi.

Sanki günahlarını itiraf ederken meleğin gözlerine bakamayan şeytan gibi Wooyoung da kendinden utanarak bakışlarını kaçırdı ve gözlerini sımsıkı kapattı.

"Yani... aniden oluyor, kontrol edilemeyen bir öfke patlaması. Bazen bir şeyler tetiklerken bazen de hiçbir uyarı olmadan sebepsizce oluyor. Kriz sırasında ne yaptığımı hatırlayamıyorum ama her zaman pişmanlıkla ve kanlı ellerle kendime geliyordum."

San ürperdi ama her kelimesini dinlemeye çalıştı. San'ın boynuna doğru konuştuğu niçin Wooyoung'un sesi hafifçe boğuk çıkıyordu.

Sözlerinin her şeyi yeterince açıkladığını düşünüyordu; Wooyoung'un sebepsizce sinirlenip sessizleşmesi, ellerinin üzerindeki asla geçmeyen yara izleri, bir zamanlar gördüğü o haplar, herkesi görmezden geldiği ve aniden ortadan kaybolduğu zaman geçirdiği krizler...

Mingi'yle konuştuğunda Wooyoung için endişelendiğini söylediği zamanı hatırladı. Kendini rahat hissettiği zaman Wooyoung'un her şeyi anlatacağını söylemişti Mingi.

San her ne kadar Wooyoung'un ruhsal sağlık sorunları için üzülse de onunla tüm bunları anlatacak kadar rahat hissedebildiği için mutlu olmuştu.

"Engelleyebildiğim tek atak bu atak oldu. Çünkü sen yanımdaydın."

"Benim buyada olmam neden engellesin ki?" diye sordu San merakla.

"İllaki bana söyletecek misin?" dedi hafifçe gülerek. "Çünkü seni önemsiyorum ve sana sadece iyi tarafımı göstermek istiyorum. Beni kötü biri olarak ya da güvenemeyeceğin biri olarak görmeni istemiyorum."

"Seni asla ikisi olayak da göymüyoyum," dedi San hızla.

"Beni nasıl görüyorsun?"

San bir süre düşündü. "Sadece nezaket ve sevgiyle kayşılık almak isteyen nazik ve sevilesi biyi olayak. İyi biy insansın, hatta iyiden daha fazla ve kesinlikle güveniliy biyisin."

Wooyoung, San'ın boynuna doğru gülümsedi. Burnunu boyun boşluğuna doğru sürterken diğer eliyle  boynunun diğer tarafını okşuyordu.

"Ne zamandan beyi bu soyunlayı yaşıyoysun?"

"Yaklaşık... on dört yaşımdan beri. Bir zamanlar çok fazla canımın yandığını söylediğimi hatırlıyor musun? Çünkü çok fazla... dövüşlere katılıyordum. Fiziksel dövüşleri kazanmak için sahip olman gereken en iyi şey kas ya da deneyim değil, öfkedir. Her dövüşten önce kendimi o öfkeli ruh haline sokuyordum çünkü, şey, kazanmak istiyordum ve acıyı hatırlamak istemiyorum. Fakat sonra kontrolümü kaybettim ve o zamandan beri de kontrol edemiyorum."

"Neden o kaday çok dövüşe katıldın?" diye sordu San büyük bir üzüntüyle.

"İnan bana hiç istemiyordum aslında," diye mırıldandı Wooyoung sertçe.

Daha fazla bir şey söylemediği için San bu konuyla ilgili konuşmak istemediğini anladı. Anlayışlı bir şekilde gülümsedi ve başka bir soru sormaya karar verdi.

"Başka anlatmak istediğin biy şey vay mı?"

Wooyoung bir süreliğine düşündü. Aklındaki şeyi daha düşünemeden ağzından kaçırdı.

"Seni korkutuyor mu?"

"Ne beni koykutuyoy mu?" San'ın merakla kaşları çatıldı.

"Şey... ben. Seni korkutuyor muyum?"

Wooyoung'un sesindeki tedirginlik ve utanç, duyacağı cevaptan gerçekten korktuğunu gösteriyordu. San hiç zaman kaybetmeden hızla cevap verdi.

"Hayıy. Beni yahatlatıyoysun."

Wooyoung kendini beğenmiş bir şekilde sırıttı ve sonunda başını saklandığı yerden çıkardı. Sırtını dikleştirerek oturdu ve gururla göğsünü şişirdi, yüzünde ukalaca bir ifade vardı.

"Rahatlatıyor muyum?"

San utanarak bakışlarını yere indirdi. Yüzüne o aptal gülümseme nerden geldi şimdi birden?

"Kapa çeneni."

Sarışın adam kahkaha atınca San'ın asık yüzü anında gülümsemeyle canlandı. Parlayan gözlerle birbirlerine bakıp gülüşürlerken yavaşça sadece nefes alış verişlerini duyacak kadar sessizleştiler.

San'ın gözleri çok güzeldi. Evet, tıpkı bir kedininki gibiydi ve evet, çikolata rengindelerdi ama Wooyoung'a göre olay şekli ya da rengi değildi. Onun için önemli olan Choi San'ın sevimli, yıldız gibi parlayan gözlerindeki o sevecenlik, samimilikti.

Wooyoung'un gözleri ise gonca gibiydi. Gölgeler ve damarlar şeklinde her bir katmanı başka bir renkti. Her bir ışık kıvılcımı, Jung Wooyoung'un parıldayan, harika gözlerindeki sonsuzluğu yakalamaya yönelik ayrı bir teşebbüs gibydi.

Wooyoung'un gözleri çok kısa anlığına San'ın dudaklarına kaydı. San'ın nefes alış verişleri daha da yavaşlarken kendi gözleri de yavaşça Wooyoung'un dudaklarına kaydı.

Eğer gözler ruhun aynasıysa dudaklar da vücut için aynı şeydi; San'ın dudakları ince, pespembe ve yumuşacıktı.

Ve eğer benler önceki hayatımızda tanrının bizi öptüğü yerleri işaret ediyorsa, San, Wooyoung'un dudağındaki beni oldukça kıskanmıştı.

Dudaklar güya sırları açığa çıkarmak içindi ama bazen kazara sözler yerine hisleri açığa çıkarıyordu. İkisi de birbirlerinin o anki hislerini bilmek istiyordu, hem de bir öpücük aracılığıyla.

Yavaşça yaklaştılar, titreyen kahverengi gözler gül kırmızısı dudaklara doğru inmişti.

"Dur. Dur dur dur dur." Wooyoung sanki San'ın etrafında alevden hortum varmış gibi hızla geriye çekildi.

San'ın elini serbest bırakıp kaşlarını çatarken elini ağzının üstünde yumruk yaptı.

San ne olduğunu anlayamaz bir halde yavaşça gözlerini kırpıştırıyordu. Yavaşça sırtını dikleştirdi ve kendisinden utanarak bacaklarını Wooyoung'un vücudundan çekti.

"Özüy dileyim, galiba biy şeyleyi yanlış anladım," diye fısıldadı San.

"Ne? Hayır! Aman tanrım, öyle bir şey kast etmedim, hiçbir şeyi yanlış anlamadın," dedi Wooyoung hızla ve San'ın gitmek için telaşla yerden kalkmaya çalıştığını görünce hızla bileğini kavradı.

"O zaman ne?" diye sordu San titreyerek, tereddüt ederek az önceki oturduğu yere bıraktı kendisini, gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu.

"Doğru bir şekilde yapmak istiyorum," diye cevapladı Wooyoung, endişeyle dudağını ısırırken diğer yandan bileğini ve belini hala sıkıca sarıyordu.

"Ne? Neyi doğyu yapacaksın?"

Wooyoung, San'ın çenesini kavrayıp başını hafifçe kaldırdı. Üzgün bir şekilde gülümseyerek onun için çok önemli olan kişinin yaşarmış gözlerine baktı.

"Doğru bir şekilde yapmak istiyorum," dedi tekrar ederek. "Sana... çıkma teklifi etmek ve evet derken gözlerinin parlayışını izlemek istiyorum. Romantik bir ışık altında baş başa akşam yemeği yiyebileceğimiz bir yerlere götürmek istiyorum seni. Az önceki gibi yavaşça yaklaşmak istiyorum ama yerde otururken değil, huzurlu ama unutulmaz bir yerde olsun istiyorum. Ve dünya etrafında dönerken seni öpmek istiyorum. Tanrım, seni çok fena öpmek istiyorum, dudaklarımız uyuşana kadar ve ben nerde bitiyorum sen nerede başlıyorsun unutana kadar öpmek istiyorum."

San burnunu çekti, gözleri daha da yaşarmıştı ama kızaran yanaklarının üzerinden yaşların süzülmesine izin vermedi.

"Bana çıkma mı teklif ediyoysun?" İç çekerken kendisini tutmaya çalışıyordu.

Wooyoung kahkaha attı. "Özetlemek gerekirse evet. Yapmaya çalıştığım şey o. Sana çıkma teklif etmek."

"O zaman cevabım evet."

Wooyoung gülümserken San'ın yanağını okşadı, gözleri iki gözünün arasında gidip geliyordu.

"Ağlamayı kesebilir misin lütfen? Beni biraz strese sokuyor da."

"Ağlımıyoyum," dedi San hızla inkar ederek, gözlerindeki küçük yaşları geri göndermeye çalışıyordu. "Sadece beni yeddettiğini sandım ve aydından bana kimsenin söylemediği en güzel şeyleyi söyledin."

"Seni kim reddedebilir ki?"

"Sen az önce ettin sanki."

"Söylediklerimi dinlemedin mi?" dedi Wooyoung kıkırdayarak. "Bu pis yerdense seni daha romantik bir yerde öpmek istiyorum. Resmen şu iki sandalyenin altına yapıştırılmış sakızları görebiliyorum, ilk öpüşmemizi cidden burada mı yapmak istiyorsun?"

"O zaman buyaya biy öpücük alabiliy miyim?" dedi San yanağını işaret ederek. "Özüy mahiyetinde."

"Elbette alabilirsin," dedi Wooyoung sırıtarak.

San gözlerini kapatıp başını yana çevirerek beklenti içinde yanağını gösterdi. Wooyoung gülerek öne eğildi ve dolgun dudaklarını hafifçe yumuşak tenine değdirdi.

"İşte. Affedildim mi?"

"Evet," dedi San kıkırdayarak ve Wooyoung'un elini yüzünden indirip hızla sarıldı.

Wooyoung kocaman sırıtarak kollarını beline sararken San'ın kolları boynuna dolanmıştı.

Ofis katının ortasında itirafların ardından birbirlerine olan güvenin daha da derinleşmesinden artık birbirlerine olan hislerin basit bir hoşlantıdan daha fazlası olduğunun farkındalığıyla birbirlerine sarılıyorlardı.

Hiçbir söz birbirleri için ne anlama geldiklerini anlatmaya yetmezdi.

Ve geçen her bir gün birbirlerini daha fazla tanıyıp birbirlerine daha fazla önem vermek istiyorlardı.

______________________________________________

Hehe 🤤

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro