30: Agatha & Wooyoung
Wooyoung'un gözleri titreşerek açıldı.
Şey, daha doğrusu bir tanesi.
Diğer gözü çok az açılmıştı. Şişlik zonklarken acıyla inledi.
"A-Agatha?" diye seslendi hafifçe.
"Uyanmışsın." Sesi yatağının arkasından geliyordu ama Wooyoung başını çeviremiyordu, çok yorgundu. "Tüm gece baygındın."
"Si-siktir. Kazandım mı?" diye sordu, sesi çatlamıştı.
"Hayır. Hem de hiç."
"Kaç yaşındaydı? Otuz gibi görünüyordu," dedi Wooyoung dişlerini gıcırdatarak ve oturmaya çalıştı.
Agatha arkasında dikildi ve sırtına bir kaç yastık koyarak yardım etti.
"Yirmi beş. 1.82 boyunda. 180 kilo. On üç yaşındaki biri için çok acımasız bir eşleşme."
"Ne kadar dayandım?"
"İki dakika. İnanılmazdın."
Bu bir iltifat olarak değil bir gerçek olarak söylenmişti. Agatha birisini dövmek için gösterilen yeteneğe ve başarıya iltifat etmezdi.
"Kaybetmenin tek sebebi maçtan önce sana verdikleri derin yara."
"Neden bahsettiğini bilmiyorum."
"Deneme bile Wooyoung. Seni bana getirdiklerinde ve dövüştüğün sırada omzunda gördüm. Neden kimseye söylemedin?"
"Haksızlığa alışkınım ve zaten o tarz şeyleri seviyorlar. Beni oyuna atarak para kazanıyorlar, biliyorsun. Çok mu belliydi?"
"Sadece senin nasıl dövüşeceğini bilen kişilere. Şimdi artık konuşmak yok, dezenfekte edilmesi gereken çok fazla yaran var."
"Bu bölümden nefret ediyorum."
"Biliyorum."
Agatha arkasına uzandı ve bir bez parçası, bir çubuk ve birkaç ilaç aldı. Bu tarz durumlarda elinden gelen bunlardı. Terk edilmiş bir depo ve yaralanmış göt herifler ve umurunda olmayan göt heriflerle doluydu.
"Bunu ısır. Acıyacak," dedi Agatha tanıdık tahta çubuğu Wooyoung'un dişlerinin arasına yerleştirirken.
Genç çocuk kendisini hazırladı. Çığlığında boğulurken dişlerini daha sıkı sıktı, neredeyse çubuğu kıracaktı. Gözlerini kızartan yaşlar yanaklarından aşağı süzülürken çok fazla ses çıkarmamaya çalışmaktan burnu sızlıyordu. Dayanmak için eğitildiği yoğun acıdan sarsılmamak için, geriye kaçmamak için kendisini zorluyordu.
Agatha ciddi yüz ifadesini koruyordu. Wooyoung ondan hiçbir zaman bir teselli beklememişti, kendisi gibi o da artık burada olmak istemiyordu. O yüzden kolundaki çizikleri dikmeden hemen önce dizinde hafifçe bir okşama hissettiğinde oldukça şaşırmıştı.
İşini yapışını izlerken arada sırada iç çekiyor ya da acıdan inliyordu.
Bitirdiğinde Agatha yanında dikildi.
"Artık iyisin. Hadi," dedi eliyle işaret ederek.
Bileklerinde kelepçelerin izleri vardı. Kırmızı kamçı ve yanık izleriyle oldukça öfkeli gözüküyorlardı.
"Nereye gidiyoruz?"
"Nereye gittiğimizi biliyorsun."
Biliyordu. Onlar için bir kaçış yolu gibi olan o küçük kafeye gidiyorlardı. Geçen son birkaç ayda hayatta kalmak için tiksindirici hareketler sergilemedikleri ya da korkunç emirlere itaat etmek zorunda kalmadıkları tek yer orasıydı. Normal insanların gittiği normal bir yerdi.
Oraya vardıklarında, tezgahın arkasındaki çalışanlar ne istediklerini bildikleri için belirtmek zorunda kalmamışlardı, sadece başıyla onaylamışlar ve yerlerine oturmuşlardı.
"Bu gece bir tane daha var."
"Yerel bir çeteye uyuşturucu satıyorum diye düşünmüştüm?" diye mırıldandı Wooyoung, ona bir zombiymiş gibi bakan iki kızdan içgüdüsel olarak dövülmüş yorgun yüzünü sakladı.
"O öncedendi."
Wooyoung iç çekti, hıçkırıkların boğazında biriktiğini hissedebiliyordu. Artık bıkmıştı, bırakmak istiyordu, insanlara zarar vermek ve kendi canının yanmasını istemiyordu.
"Ağlama."
"Ağlamak istiyorum. Neden ağlayamıyorum?" diye sordu Wooyoung zorla ama öfke hariç diğer tüm hislerini yutmuştu.
"Neden olduğunu biliyorsun. Altı aydır Avrupa'dasın, bir hafta sonra gidiyorsun."
Wooyoung biraz daha sessizleşmişti.
Tabii ki unutmamıştı ama sürekli erteliyordu. Sadece Babasına geri dönme düşüncesi bile omurgasından ürperti girmesine sebep oluyordu ama gittiği ülkelerde yaptığı şeylerden sonra hepsini acı çekmek için geride bırakacaktı.
"Buyurun. İki çilekli ve muzlu yoğurt smoothie," dedi kadın garson ve tepsideki uzun bardakları masaya bıraktı.
Wooyoung kadına teşekkür etti. Agatha etmedi, sadece içecekleri önlerine doğru çekti.
Wooyoung gözlerini kırpmadan Agatha'yı izlerken içeceğinden tereddütle bir yudum aldı.
Güzel bir kadındı fakat çökmüş gözleri ve çatık kaşları onu daha soğuk biri olarak gösteriyordu. Gözleri gece kadar koyuydu ve sıkıca topladığı saçı hafifçe yağlıydı. Cildi diğer Yunanlar kadar temizdi.
Ve tıpkı diğer günlerdeki gibi küçük kırmızı haçlı yeşil bir tişört v siyah pantolon giyiyordu.
"Neden bana bakıyorsun Wooyoung?"
"Çünkü seni özleyeceğim."
"Özlememelisin."
"Sen beni özlemeyecek misin?"
"Özleyemem."
Wooyoung somurttu ve yorgun bir şekilde gülümsedi. "Hadi ama, beni özleyeceğini biliyorsun. Başka kimin eşek sudan gelinceye kadar dövüldüğünü izleyeceksin ki?"
"Dövülen bir tek sen değilsin."
"Öyleymiş gibi hissediyorum."
"Çünkü yeterince öfkeli değilsin."
"Değil miyim?"
"Hayır. Çok naziksin. Onları asla öldüremezsin."
Wooyoung bakışlarını ellerine indirdi. Aynı hikaye, aynı ders.
"İnsanları öldürmeyi sevmiyorum. İstemiyorum."
"Bu dünyada yaşamak istiyor musun?"
"Evet."
"O zaman öldürmek zorundasın."
☂︎
Wooyoung beklerken ters dönmüş patlak tekerleğin üzerinde oturuyordu.
Eldivenli elinin içindeki uyuşturucu paketiyle oynarken ara sıra grupla kendisinin izlenmediğinden ve yalnız olduğundan emin olmak için etrafına bakınıyordu. Şapkasını iyice öne doğru çekti, ezilmiş ve ters dönmüş arabaların doldurduğu hurdalığa baktı. Hava karanlıktı ve çıplak ağaçlar sanki mezarlıklardan gökyüzüne doğru uzanan iskelet eller gibi gözüküyordu.
"Sessiz ol," dedi çevresindeki üç adama, onların da elinde uyuşturucu ve silah vardı, sigaralarını içerken biraz fazla yüksek sesle konuşuyorlardı.
"Pardon Jung," diye özür diledi Wooyoung'la tek iyi anlaşıyormuş gibi görünen Elias. Patlak tekerleğin üzerinde oturan küçük çocuğa doğru eğildi ve bir sigara uzatınca kabul etti.
Onu rahatlatıyor ve suçluluk hissini zihninden silip atıyordu.
Derin bir nefes çekti ve yukarı doğru çıkan duman bulutunu izledi.
"Hala neden küçük sarışın bir çocuğun bize emir verdirdiklerini anlamadım."
Wooyoung iş çekti. Aynı adam, Atticus, Wooyoung'la uğraşmayı, onunla alay etmeyi sevmiş gibi görünüyordu. Yetişkin bir adamın yaşadığı travmaları gözlerinde taşıyan söz konusu çocuk, öfke ve delilikle dolup taşan delici gözleriyle adama baktı.
"Eğer bana ve benim insanlarıma saygı duyamıyorsan ve eğer cahilliğin yüzünden bu anlaşmayı bozarsan sadece iki kaşının arasına kurşun yemekle kalmazsın, ailene yapacağım şeylerle seni mezarında ters çeviririm. Anlatabildim mi?"
Dediklerini kanıtlarcasına Wooyoung cebinden bir bıçak çıkardı ve ucunu dişlerinin arasına yerleştirdi. Diğer eliyle ise bir silah çıkarıp bir parmağı tetiğindeyken adamı hedef alarak dizine koydu.
Atticus çocuğa saf bir nefretle bakarken Elias'ın kıkırdamasıyla adam iyice aşağılandı.
"Anlaşıldı," diye homurdandı ve kollarını göğsünde bağlayarak boşluğa baktı.
Wooyoung bıçağı ağzından uzaklaştırdı ve parmaklarının etrafından döndürdü.
"Güzel. Şimdi çeneni kapa ve uyuşturuculara göz kulak ol."
"Geldiler," dedi Tobias sessizce başını gözlediği yerden çevirip arkasına dönerek.
Wooyoung ayaklandı, uzun boylu adamların yanında gülünç derecede kısa ve genç duruyordu.
Bir elinde silah, diğer elinde sigara ve ceplerindeki uyuşturucunun ağırlığıyla tamamen simsiyah giyinmiş küçük Koreli bir çocuktu. Yaralar ve morluklar vücudunu kaplarken yorgunluk kırmızı gözlerinin altındaki solgun tenindeki torbalardan belli oluyordu.
"Bu senin son gecelerinden biri, değil mi?" diye sordu Elias, Wooyoung'un hafifçe arkasında dikilirken ellerini göğsünde bağlamıştı.
"Yarın Kore'ye geri dönüyorum."
"Heyecanlı mısın?"
"Hayır."
"Neden?"
"Bunu yapmayı seviyor musun? İnsanlara yardım edebilecekken uyuşturucu vermeyi?"
Elias omuz silkti. "Puştun biri olmak melek olmaktan daha kolay."
Wooyoung şaka yaptığını biliyordu, Elias böyle birisiydi, yine de kahkahasını engellemişti.
"Ayrıca, onları satın almaları için zorlamıyoruz," dedi, mavi gözleriyle Wooyoung'a bakıyordu.
"Evet ama bağımlılardan faydalanıyoruz ve zayıf ve korunmasız gençleri uyuşturucuyla tanıştırıyoruz," dedi Wooyoung ellerindeki silaha bakarak.
Elias kaşlarını çattı. "Hey. Öyle düşünme, bu dünyada vicdan sahibi olmak çok tehlikeli. Sadece işini yap, senin babanın ve benim patronumun emri bu."
"Siz iki hanımın muhabbeti bitti mi?" diye sordu Atticus Wooyoung'un önünde dikilerek.
İki genç çocuk adama baktı. "Geri mi gönderilmek istiyorsun? Seni o çukurda benzettikten sonra bu gece baya cesur davranıyorsun."
Atticus gülüp arkasına dönmek üzereyken Tobias arkasında takip eden dört adamla birlikte çıkageldi.
Wooyoung ellerini uyuşturucuların olduğu ceplerine attı fakat hala oradalar mı diye kontrol etmek için değil, adamlardan herhangi biri bağımlı mı diye, o vahşi gözleriyle elinin altındakileri görebilecek mi diyeydi. En sağdaki adamı dikkatle izledi, daha panik içinde daha huzursuz görünüyordu, muhtemelen uyuşturucu etkisindeydi. Diğerleri daha çok işe odaklanmıştı.
Sırıttı ve ellerini önünde bağladı, omuzlarını gerdi. Bir eliyle silahın kilidiyle oynuyordu.
Güvenlik için şifreleri verip birkaç bilgi paylaştıktan sonra Elias adamların birinin elinden çantayı aldı ve parayla dolu olduğunu görmek için içini açtı. Işığa doğru getirdi ve bir parmağıyla gerçek mi diye test etmek için kontrol etti. Sahte olmadığı onaylamak için Wooyoung'a doğru başını salladı.
"Saymaya başla," dedi.
Elias parmağını yaladı ve hızla saymaya başlarken Wooyoung, Tobias ve Atticus uyuşturucu poşetlerini çıkardı. Beyaz toz, plastik poşetlerini ağzına kadar doldururken kokain isimli tehlikeli şekerle dolup taşıyordu.
"Gerçek mi?" diye sordu içlerinden biri, koyu gözleriyle uyuşturuculara bakıyordu.
"Sahteleri satsaydık bu kadar şöhretimiz olur muydu?" diye sordu Wooyoung gözlerini kısarak.
Bir diğeri lider olduğu belli olan adama doğru yaklaştı ve Wooyoung'un duyabildiği bir şeyler fısıldadı.
"Koreli uyuşturucu liderleri yükseliyor ve en başa geçiyor. Çeteleri bırak tüm Avrupa'daki mafyalar bile onlardan alıyor. Sokakları yönetiyorlar ve yer altında herkesin dilindeler, yani onlar gerçek."
Wooyoung gülümsedi ve uyuşturucu poşetlerini parmaklarının ucunda sallandırdı.
"Tamam. İşi yapalım."
Wooyoung başıyla onayladı, Tobias ve Atticus'a diğerleriyle konuşmaları için işaret ederken elleriyle gözlerini dikkatle izledi. Elias ezilmiş bir arabanın arkasına çökmüş hala paraları sayıyordu.
Eldivenli elleriyle uyuşturucuları çete üyelerine verdiler.
Sokak ışıkları uzaktan boş hurdalığa ürkütücü bir gölge düşürürken Wooyoung'un yüzünü daha yorgun ve daha korkutucu gösteriyordu. Uyuşturucuyu uzattığı adam ürperirken gözlerini kaçırmıştı.
"Hepsi burada," diye konuştu Elias, çantayı kapattı ve ayağa kalktı.
"Güzel," dedi Wooyoung birkaç adım geri atarak, diğerlerinin önce dönüp gitmesini bekliyordu.
İlerleyip karanlığın içinde kaybolduklarında Koreli çocuk hemen o ürkütücü yerden çıkmak için grubuna takip etmeleri için işaret etti. Geldikleri arabadan farklı bir arabaya bindiler ve Wooyoung ön koltukta otururken Elias arabayı hızla sürdü.
"Bugün çukur dövüşün var, değil mi?"
Wooyoung başını arkaya yasladı, öfke kanını kaynatıyordu.
"Evet. Kiminle olduğunu biliyor musun?"
"Bir sokak çetesinin liderinin oğlu."
"Bu da kendilerini kanıtlamak için işi zorlaştıracakları anlamına geliyor. Siktir," dedi Wooyoung inleyerek, kapüşonuyla iyice başını örterek koltuğuna sokuldu.
Elias güldü ve hafifçe omzuna vurdu, Atina'ya çıkan kestirme bir yola girdi. Şehrin ışıkları çok uzakta fakat bir o kadar da yakından parlıyordu.
"Halledeceksin, her zaman halledersin sen. Sahneye çıkıp öncesinde vazgeçmediklerinden emin olana kadar seninle kalacağım."
"Teşekkürler dostum."
Arabadan indiler, Atticus ve Tobias da minibüsün arka kapısını açıp araçtan çıktılar.
Wooyoung anında karşısındaki manzaraya yüzünü buruşturdu. Kahverengi ve içler acısı alanın ortasında, hem kendi çetesinden hem de yerlilerden olan bir grup insan vardı. Şiddetle yanan büyük bir ateş ve çöp kutularının üzerinde parlayan küçük ateşlerin etrafını saran insanlar içki içip gülüşüyorlardı. Uyuşturucu çekmek için çadırların içine masalar ve ortaya büyük bir ring sahası kurulmuştu.
"Haydi Jung," dedi Elias, bir kolunu Wooyoung'un omzuna attı ve ilerlemesi için zorladı.
Wooyoung homurdandı ama ilerlemeye başladı ve diğer ikisi de onları takip etti. Gözleri belli bir kişiyi bulabilmek için etrafta geziniyordu.
"Yine o kadını mı arıyorsun? Ona olan bağlılığını anlamıyorum," dedi Tobias başını sallayarak.
"Onu annesi yerine koymuş," dedi Atticus kıkırdayarak.
"Şeker annen mi yoksa Jung?" dedi Tobias ve kahkaha attı.
Wooyoung ikisine de ters ters baktı. "Arkadaşım. Sizin arkadaşınız yok mu hiç?"
"Hayır, yok, o yüzden on üç yaşındaki bir çocukla dalga geçmeyi seviyorlar," dedi Elias onlara sırıtarak.
Atticus sinirlenerek karşılık verirken Tobias alınmasına rağmen sadece gülmüştü. Wooyoung sessiz kalırken elleri ceplerinde hala etrafına bakınıyordu.
Agatha diğer kölelerle her zaman kenarda olurdu.
Onu gördüğünde Wooyoung'un yüzüne canlılık geldi. Kollarını göğsünde bağlamış, ateşe bakarken ürpermiş gibiydi.
Nerede olduğunu göstermek için Elias'a işaret etti. Elias parmağını takip edince gördüğü kişiyle yüz hatları yumuşadı.
"Hadi gidip onu görelim, olur mu?"
"Sen gelmek zorunda değilsin."
"Değilim ama istiyorum," dedi Wooyoung'a gülümseyerek.
Tobias, ateşin yanında içen arkadaşına doğru giderken Atticus çadırlardan birine girmişti. Diğer ikisi hala onları fark etmeyen kadına doğru ilerledi.
"Agatha!"
Kadın ismini duyunca başını kaldırdı ve Wooyoung'un ona doğru geldiğini görünce yerinden kalktı.
"Sorunsuz halloldu mu?" diye sordu, çocuğun vücudunu baştan aşağı süzüyordu. Wooyoung gülümseyerek başıyla onayladı.
"Gerçekten mi? Kimse seninle uğraşmadı yani, öyle mi?" diye sordu Elias tereddüt ederek.
Wooyoung kaşlarını çatarken ona garip bir ifadeyle baktı.
"Ben iyiyim."
Adam yavaşça başıyla onayladı.
"Sen iyi misin? Neden gergin görünüyorsun?"
Wooyoung'un sorusuyla Agatha hafifçe gülümserken Elias pembeye dönmüştü.
"Bir sebebi yok. İçki isteyen var mı? Ben istiyorum. İkiniz için de bira alıp geleceğim."
Wooyoung gözlerini kırpıştırırken Elias'ın sendeleyerek ilerleyişini izledi. Agatha'nı kıkırdadığını duyunca hızla ona doğru döndü.
"Hadi be. İkiniz birbirinizden hoşlanıyor musunuz? Iyyy," dedi öğürüyormuş gibi yaparak.
"Ne? Hayır."
"Kıkırdadın."
"Biraz gülmüş olabilirim. Robot değilim ya Wooyoung."
"Senin galiba üç kere falan güldüğünü gördüm."
"Son zamanlarda pek komik şeyler olmuyor."
"Denek Elias komik yani?"
"...Ben –"
"Wooyoung ve Alexander beş dakika içinde sahnede!" Birisi bağırırken heyecanı artırarak insanların son dakika iddialarını yaparak yerlerini almasını sağladfı.
Agatha'nın yüzü düşerken Wooyoung yüzünü buruşturdu.
"Yaşasınn," dedi mırıldanarak, biraz olsun eğlenmeye çalışıyordu. "Gitmem lazım."
"Seninle geliyorum, biliyorsun."
Her ne kadar Wooyoung onunla gelmemesi için yalvarsa da her zaman geliyordu. Kendi çektiği acıların yanında onu acı içinde görmesini ve etrafta toplaşan kalabalık yüzünden canının yanmasını istemiyordu.
"Gidip Elias'la etrafta takılamaz mısın?"
"O da geliyor velet," dedi Agatha ve gözlerini devirdi.
Wooyoung hafifçe kıkırdadı ve başıyla onayladı.
Elias beraber yürümek için tam vaktinde geri dönerek Agatha'ya içeceğini uzatırken Wooyoung'a onu fazla sarhoş edeceğinden yakınarak içmesine karşı çıktı. Wooyoung hızla şişeyi kapamadan adam iki bira şişeyi kafaya dikmişti bile.
Etrafında metal çubuklarla derme çatma sığ kazılmış çukurun dışında durduklarında Wooyoung o gece dövüşeceği yeri inceledi.
"Orada sana bol şanslar dostum. Neresi çok acıtıyorsa oraya önce sen vur."
"Bunu söylemekten gurur duyuyorsun, değil mi?"
"Yani, nereye vuracağını biliyorsun artık, değil mi?" diye karşılık verdi kendini beğenmişçesine.
"Burun, gözler, boğaz, kasık, diz kapakları ve ayaklar. Anladım."
"Kaybetme. Senin baygın bir halde taşınmanı izlemekten nefret ediyorum," dedi Agatha yumuşak ses tonuyla.
Wooyoung sadece kadına baktı. Kendisi de baygın bir halde taşınmayı sevmiyordu. Aniden ruh halinin değiştiğini hissetti; nefret hissi aniden zihnini ele geçirmeye başlamıştı.
Derin bir nefes aldı ve ringe atladı, uzun kirpiklerini yavaşça kırpıyordu. Kulakları hafiften boğuklaşmıştı, zihni karşılaşacağını bildiği şeyi bekliyordu.
Çukurun etrafında birikmiş, çığlık atan insanlara baktı. Kulaklarına havada uçuşan küfürler geliyordu. Çevresi maaşını ona yatırdıkları için kazanmasını bağıranlarla, pes edip geldiği yere geri dönmesini söyleyenlerle, şampiyon olarak onu destekleyenlerle ve küfredenlerle doluydu.
Kalabalığın içindeki yüzlere baktığında sadece birkaç tanesini tanıyabilmişti.
Atticus. Sersem arkadaşları onu ittirip duruyordu ama gözlerini Wooyoung'un gözlerinden ayırmıyor, şişesinden içkisini içerken önündeki demirlere yaslanıyordu.
Tobias. Heyecanlı yüzündeki yamuk bir sırıtışla uzun saçları gözlerinin etrafına yapışmıştı.
Elias. Endişeli bir şekilde yanındaki kadına bakarken panik ve hatta biraz korkmuş bir halde çukurdaki çocuğu izliyordu.
Ve Agatha. Küçük ama güçlü, kararlı gözleri ve ifadesiz yüzüyle o kadar derin bakıyordu ki Wooyoung çırılçıplak hissediyordu. O anda en çok ihtiyacı olan öfkeyi sadece o sakinleştirebildiği için gözlerini kaçırmak zorunda kalmıştı.
Elleriyle gözlerini sımsıkı kapatıp sıkarken her şey ağır çekimde gerçekleşiyordu.
Satın almalarına yardım ettiği uyuşturucular yüzünden insanların çadırların yanında çoktan yerlere yattıklarını görüyordu. Kaçakçılığını yaptığı silahların sıralanıp gökyüzünde özgürce uçan kuşların bir oyun gibi teker teker o silahlarla vurulduğunu görüyordu. Sebebi olduğu yıkımı, dışarda, sokaktaki insanların acı çekip ölürken oradaki insanların eğlenişini izliyordu.
Ve ardından Alexander denen adam ringe atladı.. Sırıtıyor, kalabalıktan onu izleyen babasını ve onun etrafını saran çete üyelerine bir elini kaldırıp sallıyordu.
Wooyoung yavaşça derin bir nefes aldı, ellerini kaldırdı ve düdük sesi için hazırlandı.
Ve ses duyulduğunda zihnini kaplayan tek şey olan öfkeyle saldırdı.
_______________________________________________
2300 küsür kelimelik kısa(!) bir flashbackle Sanla Woo'nun gittiği kafedeki fotoğrafta gördükleri Woo ve yanındaki kadınla olan geçmişini öğrendik
Umarım Woo'nun babasıyla ilgili daha fazla bilgi ediniriz 13 yaşındaki bir çocuk olarak onu öyle bir hayata sürüklemiş olması ve hapse girmesi falan beni meraklandırdı
Bu bölüm dahil ficin geri kalınını okuduğumu hiç hatırlamıyorum gsjsh diğer bölümler benim için de sürpriz olacak
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro