22: İlaçlı Öpücükler
[Bazı kelimeler kasıtlı olarak yanlış yazılmıştır. Sarhoş bir kişi konuşuyormuş gibi okuyabilirsiniz.]
San kollarını başının üzerine uzatarak yorgun bir şekilde esnedi. Fakat başının arkasında keskin bir acı hissedince hızla kollarını geri indirdi ve hafifçe inledi.
"Mingi bana aspiyin getiyiy misin lüffen?" dedi sessizce mırıldanarak, kelimeler dili sürçerek çıkıyordu.
Peltek konuşmasına çok takılmadı, genelde çok yorgun hissettiği zamanlar düzgünce konuşamıyordu zaten.
Hiçbir şey olmamış gibi arkadaşıyla paylaştığı dairede olduğunu düşünmeyi tercih ederek gözlerini açmak istemiyordu. Uykusuzluktan ve yorgunluktan normal olarak başı ağrıyordu, hepsi buydu!
"Aspirinin beyin sarsıntısına iyi geleceğini sanmıyorum San."
Kaşlarını çattı, ses Mingi'nin sesine hiç benzemiyordu. Fakat gözlerini açıp kim olduğunu öğrenmek istemiyordu.
"Aslında işe yayayabiliy. Sadece başım ağyıyoy."
Çok garip kouşuyorum... bayağı yorgun olmalıyım.
"Hayır, beyin sarsıntısı geçiriyorsun."
"Hayıy, geçiymiyoyum."
"Geçiriyorsun San."
"Hayıy, kayıştıyıyoysun."
"Gözlerini aç ibne herif."
Pekala, bu kesin Yeosang, dedi sonunda sesi tanıyarak ve arkadaşının ettiği hakaretle dudaklarını büzdü.
Sonunda zorla bir gözünü araladı.
Yedi tane kafa gördü. Sadece iki tanesini tanıyamamıştı.
"Neye bakıyoysunuz? Bıyakın da uyuyayım," diye mızmızlandı ve gözlerini tekrar kapatarak kollarını sıkıca yastığına sardı.
"Çok tatlı. Ondan neden hoşlandığını şimdi anlıyorum," dedi sesini tanıyamadığı kişi.
"Kapa çeneni," dedi bir ses telaşla ve ardından tenin tene çarpma sesi duyuldu.
Youngie?
"Ağrı kesicierin etkisi sürüyor ama yan etkilerinin geçmesi biraz uzun sürebilir," dedi bir başka tanıyamadığı ses.
"Peki o süre içinde nasıl olacak?"
Seongba?!
"Muhtemelen şaşkın halde olacak, bilirsin işte, kişisel alanı umursamaz ve büyük ihtimalle biraz alıngan olup normalde cesaret edemeyeceği şeyleri söyleyip yapacak. Yine de ağrısının olduğunu fark ederseniz ya da normal şeyleri veya sizin kim olduğunuzu tanımazsa beni derhal bilgilendirin. Beyin filmi gayet temiz çıktı, beyin sarsıntısı ise bir iki hafta içinde geçecektir. Kelimeleri düzgün telaffuz edememe durumu ya da diğer semptomlar bir aydan uzun sürerse tekrar söylüyorum, beni bilgilendirin."
Kimle ilgili konuşuyorlar hiçbir fikrim yok.
Yine de her kimle ilgili konuşuyorlarsa adama acıdım. Umarım çabuk iyileşir!
"Yani iyi olacak mı?"
San yüzünü yastığa gömüp iyice sarılarak gülümserken üzerindeki bakışlardan bihaberdi. Bu kesinlikle Woo'nun balımsı sesi.
"Evet, çok fazla kan var gibiydi... v-ve resmen bayılmıştı. Wooyoung gelesiye kadar gözlerini açık tutamadı."
Hongjoong; sesinden kim olduğunu anlayacak kadar onunla uzun süredir arkadaştı.
Neler dönüyor?
Yaralanan adam kim? Tanıdığım biri mi?
Aspirin içebilir miyim artık, başım resmen beni öldürüyor.
"Endişlenmeyin, oldukça şanslıymış. Ona kalıcı bir zarar vermek istememişler. Aksi takdirde daha sert bir şey kullanırlardı. Boru mu demiştiniz?"
"Evet, metal bir boruydu."
"Kesinlikle. Çelik gibi daha sert bir metal kullanırlardı ve Yan Lobun, Oksipital Lobun, Beyinciğin veya Beyin Sapının olduğu yere vurarak yaralarlardı."
"Ne? Korece konuşun lütfen."
Mingi.
Sesi endişeli geliyor.
Benim dostum neden endişeli?!
Kıkırdama sesi duyuldu. "O bölgeler beynin dokunma algısını, vücut oryantasyonunu, duyum keskinliğini, görüşü, görme algısını, dengeyi ve koordinasyonu kontrol eden bölümlerdir. Beyin Sapı, kalp ritmini düzenlemeye, nefes alıp vermeye ve yemek yemeye yardımcı olan bölüm. Beynin o bölümlerinden herhangi birisinin zarar görmesi elbette bir felaket olur fakat en ağır zararı vermek için, öldürmek için insanlar genelde daha hayati bölgelerin olduğu yere, kafanın arkasını hedef alırlar. Ön kısımda Ön Lob yani konuşma yetisini kontrol eden bölüm var o yüzden en azından bir on gün kelimeleri düzgün teleffuz edemeyecek. Dediğim gibi, çok sert darbe almamış o yüzden kalıcı bir hasar yok. Anladınız mı?"
"Ee.. tabii ki. Teşekkürler..."
"Peki o zaman. Merak ettiğiniz bir şey olursa beni arayın. Jimin, gidelim mi?"
"Sen önden git Jin, ben kardeşimle kalacağım."
"Hayır, sen de gidebilirsin."
"İstemiyorum."
"Git dedim."
San somurttu ve artık dikkatleri üzerine çekip Wooyoung'la Jamal denen kişinin arasındaki tartışmayı bölme zamanının geldiğini düşündü.
Doğruldu ve uykulu gözlerle etrafında sarı saçlı adamı aradı. Tam yatağının yanında dikildiğini gördüğünde aynı anda geniş sırtı ve damarları oldukça belirgin olan kolları da görüş alanına girdi.
San uzandı ve elini tutup kendisine doğru çekiştirdi. Wooyoung aniden sıçrarken kimin çekiştirdiğini anlamak için hızla sağına ve soluna bakındı.
"San! Uyanmışsın!"
Arkadaşının onunla konuşmasına ne tepki ne de cevap vermezken içlerindeki onlardan birkaç yaş büyük gözüken yeni adam merakla onu izliyordu. Onları umursamadan Wooyoung'un elini daha sert çekiştirip yatağının kenarına oturttu.
"San, ne olu–"
San, Wooyoung'un kucağına oturdu.
Wooyoung oturduğu yerde donup kalırken kıpkırmızı kesildi. Direkt karşısına bakarken kucağındaki kolları ve bacaklarıyla bedenine sarılmış San'la ellerini nereye koyacağını bilememişti.
Pembe, çekici dudaklarının köprücük kemiklerine değdiğini ve ardından sıcak nefesinin tenine çarpışını hissetti.
Wooyoung'un ona sarılmadığını ve hayal ettiği gibi göğsüne bastırmadığını fark ettiğinde San üzüldü, o yüzden somurtarak hala havada olan kollarını kavradı ve kendi bedenine sardı. Wooyoung oyuncak bir bebek gibi hareketsiz dururken artık pancar gibi kızarmış yüzüyle San'ın istediği şeyi yapmasına izin vermişti.
San yeterince tatmin olunca yüzünü tekrar Wooyoung'un boynuna gömdü.
Bir eli Wooyoung'un üzerindeki kıyafeti sıkı sıkıya kavrarken diğer elini omzundan yukarı çıkarıp ensesinden tutunmuştu.
"Vay canına. On yıldır arkadaşız bana bir merhaba bile demedi."
Jongho gülerken Yeosang'ın sırtına vurdu.
Odadaki herkes rahatlamıştı. San için çok endişelenmişlerdi ama artık hiçbir şey olmamış gibi, Wooyoung'a hayatı ona bağlıymışçasına bir koala gibi sarılırken herkes iyi olduğunu görmüştü.
Hongjoong resmen Seonghwa'nın göğsünde ağlarken Seonghwa kollarını ona sarıp sakinleştirmeye çalışmıştı ama endişeyle kendisini biraz geri çekmişti. Kırmızı saçlı adam aniden utançla ayakkabılarıyla ilgilenmeye başladığında Seonghwa uzanıp ensesinden saçlarını okşadı.
"S-San, ne yaptığının farkında değilsin," dedi Wooyoung yutkunarak.
"Hayıy faykındayım. Sana sayılıyoyum."
Başını boynundan geriye kaldırdı.
"Ve şimdi yanağındaki beni öpeceğim."
Wooyoung'un gözleri fal taşı gibi açıldı.
"Ne yapacaksın?!"
San neredeyse yerinden çıkacak olan gözlerine ve kızaran yanaklarına sadece kıkırdadı.
Wooyoung'un yanaklarını sanki dünyadaki en değerli şeymiş gibi iki eliyle nazikçe kavradı.
Gözlerini kapattı ve dudaklarını sol gözünün altındaki küçük bene hafifçe dokundurdu, o kadar nazikti ki neredeyse Wooyoung'un kalbini parçalayacaktı.
Daha önce kimse Wooyoung'a böyle davranmamıştı; dünyadaki en değerli mücevher gibi. Birkaç adamla dostane sarılışları ve belki de en yakınlarının birkaç kez yavru köpek gibi boyunlarına sokulduğu olmuştu ama böylesine bir ilgiyle ilk kez karşılaşıyordu.
Geriye çekildiğinde San'ın boynundaki yerine geri döneceğini düşünmüştü ki tekrar başka bir öpücük için yakınlaştı.
Ve bir başkası için. Ve bir başkası için daha.
"Hongjoong!" diye bağırdı Wooyoung aniden, hızlanan kalbini sakinleştirmeyi, yanaklarının ateşini söndürmeyi ve beyninde çakan şimşekleri durdurmayı istiyordu.
Hongjoong ise tüm olan biteni yüzündeki kocaman aptal bir gülümsemeyle izliyordu.
Wooyoung ters ters bakarken yüzündeki korkutucu ifade, San'ın yüzünü iki küçük eliyle kavrayıp kıkırdayarak yanaklarına kondurduğu öpücükler yüzünden etkisini kaybediyordu.
"H–Hongjoong hyung, bir şey yap."
"Ne yapabilirim ki?" Kıkırdarken parıldayan gözleriyle San'ın özellikle çıkardığı öpücük sesleriyle birlikte Wooyoung'un yanaklarını sıkıştırmasını ve küçük beni defalarca öpüşünü izliyordu.
"Bi-bilmiyorum! Büyük olan sensin, ayrıca San'ı benden daha iyi tanıyorsun."
"Senden sadece bir yaş büyüğüm."
Gözlerini Seonghwa'ya çevirdi. "Hyung, bir şeyler yap."
Daha önce arkadaşını bu kadar utangaç görmediği için Seonghwa da gülüyordu. Ayrıca Wooyoung'un sadece yardım isterken kendinden büyüklerine saygılı şekilde konuştuğu da dikkatinden kaçmamıştı.
"Yapamam. Sana bebek gibi sarılıyor resmen."
Wooyoung'un yüzündeki kırmızılık daha da artmıştı.
"En azından biraz aegyo yap."
Seonghwa kaşlarını çattı. "Ne alaka?"
"Yap işte."
Grubun sapıkları olarak Mingi ve Yunho, Wooyoung'un neden öyle bir şey istediğini anında anlarken kahkahalara boğulmuştu. İkisi de kahkaha atarken birbirlerinden tutundukları için yüzleri oldukça yakınlaşmıştı.
Seonghwa aegyosunu bitirdiğinde Wooyoung çok az da olsa rahatlamıştı.
"Pekala, herkes çıksın. Hepiniz işe yaramazsınız."
San kahkaha atınca Wooyoung'un bakışları ona döndü ve gülümsedi.
Herkes odadan çıkarken San el sallayıp altısının da art arda adını söyleyince nefessiz kalmıştı.
Omzunun üzerinden bakmak için Wooyoung'un kucağında hafifçe kıpırdandı ve daha önce hiç görmediği kişinin dikkatle onu izlediğini görünce Wooyoung'a daha sıkı sarıldı. Adama karşı gözlerini kıstı.
"Bayım? Siz kimsiniz?"
"Ben Jimin."
Sanki San'ın kafasındaki sorularının hepsini cevaplıyormuş gibi sadece adını söylemişti.
San boş ifadeyle öylece baktı.
Jimin alınmış gibiydi.
"Ona benden bahsetmedin mi?!"
"Niye öyle bir şey yapayım?" dedi Wooyoung gözlerini devirerek, hala yüzü kızarıktı.
Bacaklarını biraz kaldırabilmek için ellerini San'ın bacaklarının yanına doğru indirdi ama San sessizce ciyaklayıp Wooyoung'un etrafındaki kollarını sıkılaştırdı. Wooyoung da gülümseyerek San'ın belindeki ellerini daha korumacı sardı ve ayağa kalkıp daha rahat bir şekilde oturabilmek için yatağın baş tarafına doğru ilerledi.
Yatak başlığına yaslandı ve San hala ait olduğu yerde otururken Jimin'e baktı.
"Ben senin abinim."
"Gayet farkındayım."
"Tanrım, o kadar sinir bozu–"
"Sen Youngie'nin kaydeşi misin?" diye sordu San şaşkınlıkla ve o anda her şeyi fark etmişti.
Wooyoung'un sevimli yüzünü izlemekle çok meşguldü.
Onu daha çok öpmek istiyordu.
"Evet."
"Meyhaba!"
Jimin'in bir tehdit oluşturmadığı kanaatine vardıktan sonra San önüne döndü.
Anında tekrar Wooyoung'un yüzünü öpücüklere boğmaya başladı. Alnına, burnuna, yanaklarına, gözlerine, çenesine, kısacası dudakları hariç yüzünün her bir santimine öpücükler kondurdu.
Wooyoung kendisini engellemeye çalışsa da gülümsemesini ve kahkahasını bastıramamıştı.
Üzerindeki tüm ilgiyle utançtan gözlerini kapattı ve San'ın dikkatle göz kapaklarını öpüşünün tadını çıkardı.
Büyük elleri San'ın sırtındaydı ve bir bacağını rahat bir şekilde yukarı doğru kıvırmıştı. San kıvırdığı bacağına yaslanarak sanki bitirmesi aylar sürmüş bir sanat eseri gibi Wooyoung'un yüzünü izliyordu.
San kocaman gülümsedi ve tekrar öne doğru eğilerek kollarını Wooyoung'un boynuna sardı ve yüzünü boynuna gömdü.
Wooyoung kıkırdadı. "Sanie, yarın kendinden nefret edeceksin."
"Seni öptüğüm için mi?"
"Evet. Çok utanacaksın."
"Youngie'ye öpücük veymekten neden utanayım ki?"
"Bilmem. Çok utanıyorsun."
"Kim çok utanıyoy?"
"Sen."
"Ben ne yapıyoyum?"
"Utanıyorsun."
"Kim?"
"Sen?
"Ben ne?"
Wooyoung ciddileşip ona baktı ve ardından kahkaha attı. San'ın içtiği ilaçlardan dolayı sarhoş gibi olduğunu biliyordu o yüzden gülmemeliydi ama çok komikti.
"Neden gülüyoysun?" diye sordu kızarak ve ellerini kendi bedenine çekerek aralarına mesafe koydu.
"Çok sevimlisin," dedi Wooyoung sırıtarak.
Sözlerinin genç adamın zihnine işlemesi için sabırla bekledi ve kızardığını görünce kendisi kocaman sırıttı. San hafifçe göğsüne vurup somurttu ve yanaklarını kapatarak eğlenen bakışlarından gizlenmek için yine Wooyoung'un bedenine doğru sokuldu.
Wooyoung kahkaha atıp kollarını sıkıca etrafına sardı ve alnını San'ın alnına dayadığında alnını öpme isteğini tüm gücüyle bastırdı.
Ve dudaklarını.
"Size biraz yalnız bırakmalıymışım gibi hissediyorum," dedi Jimin aniden.
Ama Wooyoung ona baktığında odadan çıkmak için yeltenmemişti bile. Aksine, oturduğu sandalyede oldukça rahat görünüyordu.
"O zaman çık git."
"Yok ya. Seni böyle görmek hoşuma gitti. Mutlu görünüyorsun."
Wooyoung, gözlerini ovalayıp uykulu sesler çıkaran San'a baktı, gözleri kapanıyordu. Bir daha Jimin'e bakmadı, onun yerine San camdan dışarı bakarken uyuması için sırtındaki elini yavaşça aşağı yukarı doğru okşamaya başladı.
"Peki ya sen? Sen nasılsın son zamanlarda?"
"İyiyim. Yoon, Joon, hepsi gayet iyi. O adamın izini bulmaya-"
"Hayır. Senin nasıl olduğunu sordum."
Jimin cümlesinin ortasında duraksadı ve direkt gözlerinin içine bakan Wooyoung'a baktı.
Cevap vermeden önce bir süre sessizce bekledi.
"Seni özledim Wooyoung. Keşke beni hayatından kapı dışarı etmeye bir son versen."
Wooyoung anında gözlerini kaçırırken dudağını ısırdı.
Tereddüt ederek San'ın elini tutarken küçük elin kendinden emin bir şekilde elini sıkarak tutmasıyla tüm vücudu rahatlamıştı. Parmaklarını birbirine geçirdi ve San'ın başparmağıyla elinin üstünü okşadığını hissetti.
"Ben de," diye fısıldadı.
"Ee, şey... zor olduğunu biliyorum ama belki arkadaş olabiliriz, ha? Daha fazla konuşuruz?" Jimin oldukça gergin görünüyordu.
"Çok isterim," dedi Wooyoung gülümseyerek.
"Gerçekten mi?! İster misin?"
"Evet, tabii."
Jimin rahatlarken kocaman gülümsedi. "Harika! Bu da artık mesajlarımı görmezden gelmeyeceğin anlamına geliyor seni bok kafa."
"Denerim," dedi Wooyoung kıkırdayarak.
Jimin bir süre daha yanlarında kalırken yatakta birbirlerine sarılan San ve Wooyoung'un yanında kendisini dış kapının mandalı gibi hissediyordu.
Ama umurunda değildi. Wooyoung'un da ilişkilerini iyileştirmek istediği için hem çok şaşkın hem de çok mutluydu çünkü öyle bir şeyi isteyeceğini hiç düşünmemişti. Jimin, Güney Kore'nin ana uyuşturucu ve silah kartelinin bir parçası olarak hala yasadışı işler yapıyordu ve Wooyoung'un artık o işlere bulaşmak istemediğini biliyordu.
Ve sırf o nedenden dolayı arkadaş olmamaları gerekiyordu.
Diğer yandan Wooyoung'un San'a karşı olan davranışlarını gözlemledi.
Oldukça mutluydu, hayatında daha önce Wooyoung'u hiç böyle görmemişti.
San'a bakarken gözlerindeki parıltıların yıllar önce öldüğünü düşünmüştü Jimin, hatta ışığın onun hayatında hiç var olmadığına inanmıştı.
Elleri sürekli San'ın üzerinde, onun rahat ve iyi olduğundan emin oluyor ve tek yapabildiği şekilde aralarındaki tensel çekimi korumaya çalışıyordu.
Oldukça özenli davranıyordu: San bir şey istesin ya da istemesin anında onun için gerçekleştiriyordu.
Wooyoung başını okşamaya devam ederken San'ı mümkün olamayacak kadar kendisine çekiyordu, aralarındaki tek şey gözükmeyen atomlarıydı. Fakat ikisi de bunu dert etmiyordu tabii. Birbirlerine bu kadar yakın olmayı seviyorlardı.
Jimin saatin akşam üzeri beş olduğunu gördüğünde artık ikisini yalnız bırakmaya karar vermişti.
"Sonra görüşürüz Woo."
"Olur, ben, ee... seni ararım," diye mırıldandı tereddüt ederek ama hafifçe gülümsedi.
Jimin sırıttı. San'ı işaret etti. "Ayrıca ona dikkat et, kafası uçurtma kadar uçmuş durumda."
Wooyoung bakışlarını aşağı doğru indirdi ve gömleğinin üzerine başını koyan San'ın dilini çıkardığını görünce iç çekti.
Jimin gittiğinde Wooyoung gülümsedi ve tekrar tüm dikkatini San'a verdi. Bir eliyle göğsündeki başını kavradı ve diğeriyle küçük beline sarılıp kendisine daha iyi sarılması için destekledi.
"Uyu bebeğim."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro