Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

19: Geçen Çarşamba Gecesi


Seonghwa, Wooyoung'u üç saat önce tam bıraktığı yerde bulunca yüzünü buruşturdu, hala bir duvar dolusu güvenlik kamerasını gösteren ekranların önündeki sandalyeye yapışıp kalmış gibi oturuyordu.

"Wooyoung tanrı aşkına, git uyu. Küçük Sanie'ni aşırı korumak için her şeyi yaptın zaten."

Wooyoung ani sesten irkilip zıplarken hızla yumruk yaptığı elini kendisini savunurcasına kaldırıp arkasına döndü ama gelen kişiyi görmesiyle rahatladı. Söylediği şeyleri fark ettiği an Seonghwa'ya suratını asarak baktı.

"Aşırı koruduğum falan yok, ayrıca sizi de korumaya çalışıyorum," diye mırıldandı, geri sandalyesine oturdu ve önündeki ekranların ışığından ve yorgunluktan acıyan gözlerindeki ağrıyı geçiştirmek için gözlerini ovaladı.

Bakışlarını dışarıda ve San'ın odasının etrafında olan biten her şeyi gösteren ekranlardan çekti ve rastgele diğer bir ekrana baktı.

Baktığı kamera Yunho'nunkiydi ve kapının önünde dikilen korumaların Mingi'nin korumaları olduğunu görünce kaşlarını çattı.

Daha sonra tekrar kontrol etmek için aklının bir köşesine not aldı. Seonghwa'yla konuştuktan sonra her şeyin yolunda olduğundan emin olmak istiyordu. Fakat yüzündeki ifadeye bakarsa kısa süre içinde bir yere gidebilecekmiş gibi gözükmüyordu.

"Tıpkı San'da yaptığın gibi her bir korumanın geçmişini araştırmak için ya da Jimin'in hackerlarına on kere kontrol ettirmek için saatlerimi ben harcadım zaten," diye belirtti ironi yaparak.

Wooyoung haklı olduğunu bildiği için sinirle kaşlarını çattı. Küçük kediciğinin güvenebilmesi için üç korumanın da her birinin geçmişiyle ilgili bilgileri elde edesiye kadar San'ın yanından ayrılmamıştı. Ayrıca her şeyi kendisi de kontrol etmiş ve kardeşinin hackerlarına ve bilgisayar dahilerine de her şeyin sorunsuz olduğunu teyit ettirmişti. Ancak yine de buradaydı; Choi San'ın tamamen güvende olduğuna tamamen emin olmak için gözünü bile kırpmamıştı.

Aslında direkt San'ın odasının içinde de kameralar olsa kötü olmazdı ama aşmaması gereken sınırlar olduğunu biliyordu. Ayrıca pencerelerde ve San'ın ve diğerlerinin odasına ulaşmak için geçebilecekleri yakın koridorlarda da sessiz alarmlar taktırmıştı, bunların yeterli olacağından emindi.

O canavar henüz bir şey denemek için cesaret edemezdi.

"Yine de her şeyi kontrol etmek istedim Hyung," dedi sonunda mırıldanarak ve önce San'ın ekranına ardından diğer arkadaşlarının kameralarına tekrar göz attı.

Aşırı yorgun görünüyordu.

"Yine de derinlemesine kontrol etmedin. Hiçbirimizin odasına girip 'garip bir şey' var mı diye en küçük noktaları kontrol etmedin mesela," dedi Seonghwa, masada Wooyoung'un yanında otururken pijamasının kollarını dirseklerine kadar sıyırdı ve kollarını göğsünde bağladı.

"Çünkü senin korumaların kontrol etti!"

"Kesinlikle! San'ın korumalarına güvenmediğin için hala buradasın. Bir de hepsini tehdit etmişsin."

"...Sen bunu nereden biliyorsun?"

"Biri ağlamak üzereyken beni aradı. Kocaman, iki metre boyundaki eski başbakan korumasını ağlattın Wooyoung."

Wooyoung sinirle inlerken başını geriye attı. Gözleri San'ın odasının önünü gösteren ekrana kaydı, hala güvende olduğunu bilmek içini rahatlatıyordu. Saat gecenin üçü olduğu düşünülürse şu anda muhtemelen uyuyordu.

"Anlamıyorsun," dedi iç çekerek ve omzunun üzerinden arkadaşına baktı.

Sadece kendisinin ve Seonghwa'nın güvenlikleri yanındaydı. Kendisini o korumalardan on kat daha iyi koruyacağına bilmesine rağmen üç tane korumanın gece gündüz ensesinde gezmesini tabii ki istemezdi ama San ısrar etmişti. Öfkeyle surat asarak sarışın adamın alnına parmak atıp aptal olduğunu ve kendisi için de koruma tutmadan Wooyoung'u hiçbir yere göndermeyeceğini söylemişti.

Wooyoung hatırladığı anıyla gülümserken aynı hızla tekrar ciddileşti.

"Otur, sana anlatmam gereken şeyler var."

Seonghwa şaşkınlıkla gözlerini kıstı ama itaat ederek tekrar Wooyoung'un yanına oturdu ve Hongjoong'un olduğunu bildiği odaya baktı.

"Yunho ve Jongho'yu da çağ-"

"Hayır, onlar uyusun," dedi anında karşı çıkarak, iki arkadaşının da çok çalıştığını ve mümkün olduğunca dinlenmeye ihtiyaçları olduğunu biliyordu. "Onlara yarın anlatırız."

"Pekala... Ne anlatmak istiyorsun?"

Wooyoung dudağını ısırırken cevap vermedi, sadece geriye yaslanıp eşofmanının cebini karıştırdı; evet yaptığı egzersizden beri hala üzerini değiştirmemişti. Son birkaç saatte bir sürü şey olmuştu ve aşırı yorgundu. Hafifçe kırışmış bir fotoğraf çıkardı ve masanın üzerinden Seonghwa'ya doğru ittirmeden önce kağıdı düzeltti.

Seonghwa öne eğildi ve fotoğrafı yüzüne yaklaştırarak baktı. Parmaklarıyla dudaklarını oynayan ve dikkatli bir şekilde ekrana bakan sarışın adama kaşlarını çatarak baktı.

"Bana neden San'ın fotoğrafını gösteriyorsun? Sen mi çektin?"

"Hayır, ben çekmedim," dedi Wooyoung sakince.

"O zaman neden bana bunu gösteriyorsun? Kim çekti?"

Wooyoung cevapsız kalınca Seonghwa ensesine bir şaplak atıp gizemli hallerini kesmesini söyleyecekti fakat vardığı farkındalıkla yüz ifadesi ciddileşti.

"Aman tanrım. Baba- baban mı? Woonjae mi?"

"Evet. O," diye onayladı, çenesini o kadar çok sıkıyordu ki çene hattı semsert olmuştu. Elleriyle sandalyenin kollarını kavradı, kafayı yememek için tüm gücüyle sıkıyordu.

"İyi de neden?" diye sordu Seonghwa afallamış bir halde, elindeki fotoğrafa daha yakından baktı.

San olduğu çok belliydi ve endişe verecek kadar yakından çekilmişti. Gülümsüyordu, basit beyaz renk bir kıyafetle caddede yürüyordu. Gamzeleri tamamen gün yüzündeydi, gözlerinin gördüğü her kişiye kocaman gülümsüyordu. Hafifçe yana yatırdığı başıyla daha sevimli ve masum bir hava verirken diğer yandan Wooyoung'u asıl endişelendiren şeyin ta kendisiydi. Düz göğsünü, uzun bacaklarını ve yanında sallanan kollarını gösteren, yan profilden çekilmiş bir fotoğraftı.

İtalya'da, muhtemelen Çarşamba günü olduğunu hatırladı. Ya da Perşembeydi. O günlerden birinde böylesine kusursuz görünüyordu. Bir çok kameraya el sallıyor ve hafifçe arkadaşlarının arkasına saklanırken arada sırada Wooyoung'la bakışınca kızaran yanaklarıyla gözlerini kaçırıyordu.

"Tehdit etmek için," dedi Wooyoung fısıltıyla.

☂︎☂︎☂︎

San odasında, onu korkutup savunmasız bırakan sessizlik ve karanlık içinde kıpırdandı. Karanlıktan asla hoşlanmamıştı; zihninde kendi yarattığı canavarların iki saniye içinde bir yerden fırlayıp onu yiyeceğinden korktuğu gerçeği haricinde hoşlanmamasının belirli bir sebebi yoktu.

Evinden getirdiği ve en sevdiği renk olan morla etrafı aydınlatan gece lambasını açtı. Beş dakika boyunca Wooyoung'a mesaj atmayı düşündü ama muhtemelen şu an uyuduğu için onu rahatsız etmemeye karar verdi. San onu özlediği için somurttu; onunla konuşmayı çok seviyordu ve Wooyoung'un ona karşı bu kadar korumacı davranmasından dolayı hissettiği mutluluk ve güven duygusuyla havaya küçük tekmeler atıyordu.

Ama San daha akıllıca bir alternatif buldu; Wooyoung yerine Hongjoong'u rahatsız edecekti.

Hehe.

"Ne var San?" dedi Hongjoong hattın diğer ucunda esneyerek.

"Uyandırdım mı?"

"Aynen..."

"Tüh, neyse umurumda değil, benim konuma dönelim. Odanın önünde üç koruma var şu anda, değil mi?" diye sordu San hızla konuşarak, hyung'uyla konuşmak istediği bir sürü şey vardı.

"Eve-"

"Şşt. Benim de, birkaç dedikodum var. Benimle misin?"

"Sa-"

"Youngie'yle görüntülü konuşuyordum, yani şey aslında Yeri ve Irene ile konuşuyordum ama diğer yandan Woo da vardı. Onunla konuşmak istedim ama kızlarla da uzun zamandır konuşmamıştım ve onlara kabalık etmek istemediğim için bilgisayardaki görüşmeyi kapatmadım," diye başladı San.

Ağzından dökülen kelimelerle ellerini havada hareket ettirirken bir bacağını kıvırdığı diğer dizinin üstüne koyup sallamaya başlamıştı. Ayrıca ayak parmaklarını da kıvırırken şu anda telefonda konuştuğu kişi istediği için birkaç gün önce küçük parmağına sürdüğü mavi ojeyi fark etti.

Söylemek istediği birçok şey olsa da San hızla dedikodusuna geri döndü.

"Her şey harika gidiyordu, Wooyoung tişörtsüzdü... duydun mu? Tişörtsüz! Neredeyse ölüyordum, çok ateşliydi ve çok konuşkan ve sevimliydi ve konuşkan ve sevimli olduğunun farkında değildi ve gayet güzel bir şekilde muhabbet ediyorduk. Onunla konuşması çok eğlenceli olan birisi ve beni acayip özel hissettiriyor! Anlıyor musun? Neyse sonra ürperdiğini fark edince içeri girmesini söyledim ama aniden konuşmayı sonlandırdı. Yani cidden aşırı endişe verici bir andı. Kızlar da ee... sutyenden ve memelerden kouşuyorlardı..."

"Harika."

"...ve konuşmanın aniden sonlanması beni endişelendirdiği için onu bulmaya gittim! Ki bu arada zorlu bir yolculuktu çünkü yolda Yunho'yla çarpıştım ve kafası aşırı güzel gibiydi! Ve resmen açık fermuarıyla hızla yanımdan koşup uzaklaştı. Her iddiasına varım bizim küçük Minmin'le bir şeyler oldu. Belki de işi pişirdiler," dedi San kıkırdayarak, müstehcen düşünceleri arkadaşını güldürmüştü. "Yarın onu sorguya çekmeliyiz. Neyse sonra–"

San daha fazlasını anlatmak için ağzını açtı ama o anda çok önemli bir şeyi unuttuğunu fark edince hızla geri kapattı.

"Bekle." San kaşlarını çattı ve yatağında doğrulup bağdaş kurarken beynini zorladı.

Yunho ona önemli bir şey söylemiş olabilir miydi? Yok ya, koşup uzaklaşmadan önce neredeyse üç saniye falan konuşmuşlardı.

Belki de Wooyoung acil bir toplantı için bir şeyler söylemişti? Partiyle ya da işle ilgili bir şey olabilir miydi? Wooyoung uzunca bir süre San'la odada kalmıştı; San'ın korumalarını sorgulamış, odayı baştan sona incelerken Seonghwa'dan bir rapor beklemişti, yani kendisi öyle olduğunu söylemişti. Belki de Wooyoung'un aşırı korumacı haline utanıp kızarmaktan ona söylediği önemli şeyleri anlayamamıştı?

Birisine söylemesi gerektiği bir şey olduğuna emindi, içindeki kötü bir his Wooyoung'a bildirmesi gereken bir şey olduğunu söylüyordu.

Ama onu bulmak için harcadığı zaman belirsizlikten ibaretti; iki dakika içinde odasından çıkmış ve ardından üç farklı insanla karşılaşmıştı.

Off, muhtemelen hiçbir şey yok.

"San? Hadi ama, Yunho ve Mingi'nin düzüştüğünü düşünüp kestirip atamazsın!"

"Neyse boş ver, bir şey yok. Pekala," dedi San ve duraksadı. "Ne anlatıyordum ben?"

☂︎☂︎☂︎

Wooyoung sandalyesine otururken arkadaşları da tam arkasından içeri girdi. Seonghwa ve Jongho karşılıklı sandalyelere otururken Yunho kenara yerleştirilmiş pahalı koltuğa yavru köpek gibi kıvrılıp yattı.

San'ın fotoğrafından, babası için olan kovalamacadan ve diğer özel konulardan konuşurken kimsenin duyamayacağı ve en güvende olabilecekleri yer olarak seçtikleri çatıdan yeni inmişlerdi.

Wooyoung duvardaki saate baktı ve büyük bir yorgunlukla henüz dokuz buçuk olduğunu not etti. Seonghwa'yla herkesi izlerken endişe ve öfkeden sabaha kadar göz kırpmamıştı, ayrıca tüm gün çalışıp herhangi bir tehdit belirtisi için sürekli omzunun üzerinden arkasına bakmak da durumunu daha da kötüleştirmişti. Wooyoung kadar korkusuz birinin bile.

Kendisini San'ı görmezden gelmeye ve ters ters bakmaya zorladığından bahsetmek bile istemiyordu. En güvenli yerlerinden biriydi ve onu kendisinden uzaklaştırmaya zorluyordu.

Genç adama tamamen bağlandığı gerçeğini inkar etmeye çalışıyordu.

Ama başarısız oluyordu.

En sonunda tek incinen San olacaktı ama Wooyoung onu izlediği sürece ona hiçbir şey zarar veremezdi. Küçük, enerjik adamın onun için ne ifade ettiğini, onu güvende tutabilmek için sınırlarını ne kadar aşabileceğini kimsenin bilmesine izin veremezdi.

Özellikle de aldığı açık mesajdan sonra.

Dudaklarını ısırırken telefonunu çıkardı ve herhangi bir mesaj var mı diye kontrol etti. Olur da Jimin'den acil bir mesaj ya da arama gelirse diye bildirimleri sürekli açıktı. Babasından ya da bir önceki gece başını santimle sıyıran kurşundan bir gelişme gelebilirdi.

Jimin

w: kurşunla ilgili bir şeyler buldun mu?

jimin: hayır
jimin: tam olarak neler olduğunu anlat

w: tekrar mı? yukarı kaydırıp okuyamaz mısın

jimin: onun için zamanım var mı sence? neler olduğunu anlat sürtük

w: peki
w: öfke problemimi hallettikten sonra birisiyle görüntülü konuşmak için balkona çıktım. silah sesi duyduğumda içeri girmek üzereydim. üç dakika falan bekledim, sabit dururken içeri seslendim ama sonra sabrım taştı ve her kimse onu bulmaya gittim. ardından silah patladı, susturucusu olduğu belliydi ve duvara nişan alınmıştı. dikkatimi dağıtmak için olduğu belliydi çünkü anında sıvışıp kaçtı o yüzden bulamadım. kurşunun duvarda isabet ettiği yerde san'ın resmini buldum, deliğin tam yanına bantla yapıştırılmıştı

jimin: tamam.
jimin: korkuyor musun?

w: o kadar da yakın değiliz jimin.
w: o kurşunun nereden alınıp nerede yapıldığına varasıya bilmek istiyorum sonra da satıcıları soruşturmanı istiyorum. eğer ilk başta cevap vermezlerse biraz para ver. ona da cevap vermezlerse ne yapman gerektiğini biliyorsun
w: o bok parçasını destekleyen ve san'ımı tehdit eden insanların bulunup cezalandırılmasını istiyorum

jimin: senden emir almadığımı söylesem beni dinler misin?

w: artık almaya başladığına göre hayır

Wooyoung telefonunu kapatıp masasının üzerine yüz üstü bir şekilde koydu ve ardından bacaklarını da masanın üzerine atıp bileklerinde birleştirdi. Seonghwa genelde anında eliyle vurur ve bacaklarını indirirdi ama onu yapacak hali bile yoktu.

Tek düşündüğü San'dı. San'ın gülüşü, şu anda şüphesiz incittiği için San'ın hissettiği duyguları, sırf ondan hoşlandığı için tehlikeye attığı küçük San'ını.

Neden dokunduğum her şey zarar görüyor?

"Yanlışlıkla birisinin ağzına verdim."

Sarışın adam gözlerini kırpıştırdı, depresif düşüncelerini bir o kadar depresif ve üzgün çıkan bir ses bölmüştü.

Ağzını açtı ve geri kapattı, yıkıcı sessizliğin içinde Yunho'nun ortaya atmaya karar verdiği muhabbete verecek cevap bulamamıştı.

Ani itirafla birlikte Seonghwa yargılayıcı gözlerle bakarken en küçüklerinin kulaklarını kapattı. Jongho gülümsedi, arkadaşlarının arada yaptıkları garipliklere alışkındı.

"Yanlışlıkla nasıl birisinin ağzına vermiş olabilirsin?" diye çıkıştı Seonghwa, genç adamı baştan aşağı süzerken dudakları düz bir çizgi halindeydi.

Yunho iç çekti ve duvardaki bir lekeye bakmak için diğer tarafına doğru döndü. "Oluverdi işte. Şey... Min-mingi'yle sevişmeye başladık ve... ikimiz de ee... sertleştik," dedi Yunho kızararak, neden bu kadar ayrıntı verdiğini kendisi de bilmiyordu. "Her şey peşi sıra geldi ve en son o güzel yüzüyle önümde, dizlerinin üzerinde dikiliyordu," dedi o anı tekrar hayal edercesine. "Beni bir güzel emdi ve ağzına-"

"İğrenç. Mide bulandırıcı. Daha az detayla devam edebilir misin lütfen?" diye sordu Seonghwa panikle incecik sesiyle, Jongho'nun sızlanıp kulaklarındaki ellerini indirmeye çalışmasını görmezden geldi.

Yunho dün gece Mingi'yle yaşadığı özel anların her bir saniyesini paylaşmak istediği için somurttu. Mingi'nin dizlerinin üzerinde, tam önündeyken sulanmış ağzıyla ne kadar kusursuz göründüğünü; dokunmadan boşalırken yüzündeki tatmin duyusuyla Yunho'ya güvenerek tutunuşunu; genç adamın utanarak ayağa kalkıp ardından yanağını öptükten sonra boynuna sokulmasını; ikisi de muhabbet ederken yüksek kahkahalarıyla, kıkırtılarını ve huzur verici sesiyle ağzından dökülen kelimelerini; kollarında uyurken yüzündeki huzur dolu ifadeyi; savunmasız ve şirin gözükürken kendisini tutamayıp dolgun dudaklarını hafifçe öpüşünü... hepsini bir bir anlatmak istiyordu.

Çok güzel bir geceydi... ama neden Mingi'nin pişman olmuş gibi hissettiğini düşünüyordu? Bugün tüm gün bakışlarını ve genel olarak Yunho'yu, pembe yanaklarını ve somurttuğu dudaklarını görmezden gelmişti.

Belki de Yunho'nun düşündüğü kadar kusursuz ve ateşli bir gece olmamıştı. Belki de Mingi pişman olmuştu? Belki de artık rahatsız hissediyordu?

Sırt üstü uzantı, yüzüne yansıyan dehşet ifadesiyle orta yaş krizi geçiriyormuş gibi görünüyordu.

"Hepsi bu kadar. Salı gecesi neredeyse öpüşecektik ama kendisini geri çekti," diye itiraf etti Yunho üzüntüyle.

Pencereden dışarı bakan Wooyoung konuştu: "Bir gece reddedilirken diğer gece nasıl oral çektirebiliyorsun?"

"Ee..." Yunho çekinerek başını kaşıdı. "Ben, eee... kendisini geri çekince aşırı üzülüp kendimi aptal gibi hissettim. Ondan cidden hoşlanıyorum. Onu rahatsız ettiğimi düşündüm ve ertesi gün, yani Çarşamba günü onu biraz görmezden geldim, böylelikle onu istemediği bir şeye asla zorlamayacağımı görecekti. Ve sonra dün gece odama geldi ve sadece utandığını ve gerildiğini ama ilişkimizin nereye gideceğini görmek istediğini söyledi," dedi ve hafifçe gülümsedi.

"Demek o yüzden onun korumaları da senin odanın önündeydi. Ben de sana onu soracaktım," dedi Seonghwa, sonunda aydınlanınca başını onaylarcasına salladı.

Wooyoung'a bakmak için başını geriye yatırmadan önce Yunho utanarak gülümsedi.

"Aynen. Bu arada San'ı gördüm." Wooyoung'un başı hızla ona doğru dönünce kahkaha attı.

"Öyle mi?"

"Evet. Seni arıyordu," dedi sırıtarak.

Wooyoung düz bir ifadeyle Yunho'ya baktı. Umursamıyormuş gibi görünmek için bakışlarını kaçırdı ama Yunho yüzündeki fesat bir ifadeyle sırıtınca yüzünün çoktan kızardığına adı gibi emindi.

"Tamam, pekala. Sana ve Mingi'ye geri dönebilir miyiz lütfen?" dedi Jongho araya girerek ve Wooyoung'un ona attığı ters bakışları görmezden geldi.

"Her şeyi anlattım."

"Hayır anlatmadın. Neden üzgünsün?"

Seonghwa, en küçüklerine başıyla onaylayarak katıldı. "Aynen, ateşli manitanla nirvanaya varmışsınız ama hiç de mutlu görünmüyorsun. Pişman mısın?"

"Ondan değil," dedi Yunho, doğruldu ve açık mavi kapüşonlusunu dizlerinin üzerine kadar çekince küçücük gözüktü. "Sanırım o pişman. Beni görmezden geliyor."

"Ne zaman oldu bu?"

"Dün gece."

"Pekala. Üzerinden sadece bir gün geçmiş, ki o gün de iki saniye bile konuşamayacağınız kadar iş ve stresle geçen bir gün oldu. Belki de seni görmezden gelmiyordur da sadece müsait değildir?" diye açıkladı Seonghwa.

"Belki de..." dedi Yunho sessizce. Çok üzgün ve ne yapacağını bilmiyor gibi görünüyordu. Sorununa bir çareleri varmış gibi özgüvensiz ama umutla arkadaşlarına baktı.

Wooyoung sandalyesini yavaşça aşırı endişeli görünen arkadaşına doğru çevirdi, bu konunun onun için yıkıcı bir problem olduğunu fark etmişti. Eğer San ona oral çekip bir gün sonra onu görmezden gelseydi muhtemelen kendisi de onun kadar endişeli ve üzgün olurdu.

"Git konuş onunla. Ya da mesaj at, sistemde onun numarası var," diye önerdi Wooyoung.

Yunho hızla bakışlarını Wooyoung'a çevirdi. "Gerçekten mi? Sence konuşmalı mıyım?"

Sarışın adam üzerine yapışan bakışlarla rahatsız olup boğazını temizlerken omuzlarını silkti.

"Kesinlikle. O da muhtemelen utanıyor ve nasıl davranacağını bilmiyordur."

Utangaç Mingi düşüncesiyle aşırı mutlu olurken kocaman gülümsedi. "O zaman onunla konuşmayı deneyeceğim."

Wooyoung karşılık olarak hafifçe gülümsedi, arkadaşlarından birine iş ya da dövüş dışında bir konuda yardım edebildiği için gururlanmıştı. Arkasındaki masanın iki yanında oturan diğer arkadaşlarına baktı ve ikisinin de neredeyse Yunho gibi ona baktıklarını görünce yanaklarına ateş bastı.

Hızla kendisine gelip sandalyesinde doğrulup otururken kravatını birazcık gevşetti.

"Yunho, gidip... gidip kardeşimle iletişime geçmen gerek. Ona birkaç emir verdim, kurşunla ilgili bir şeyler bulabilmek için şu an laboratuvarda. Ona gidip neye ihtiyacı varsa yardım etmeni istiyorum."

Yunho inledi. "Neden benden istiyorsun? Sırf benim–"

"Evet, sırf senin kalpleri ısıtan hikayeden dolayı."

Jongho oldukça stresli (stresli, ne yapacağı belli olmayan bir suçlu ve arkadaşının hapisten kaçan ve hatta onu öldürmeye çalışan babasıyla ilgili cevapları olan bir adamla çalışmak zorunda kalmasını açıklamak için yeterli bir cümle miydi emin değildi) bir işi yapmak zorunda kalan arkadaşına kıs kıs gülerken Wooyoung bakışlarını ona çevirdi ve bir kaşını kaldırarak baktı.

"Ve sen Jongho, ülkemizden gelen müşteri şikayetlerine cevap verip onlarla ilgilenebilirsin."

Jongho oturduğu yerde doğruldu; şimdi arkadaşına acımasızca kıs kıs gülme sırasıyla Yunho'daydı. "Ne? Hayır! Sırf ben–"

"Evet, sırf sen güldüğün için. Şimdi işe koyul."

Seonghwa sırıtırken henüz kendisine bir iş vermeyen patronuna yakalanmamaya çalıştı. Ama ne yazık ki başarısız oldu.

"Ve sen Seonghwa, bana masaj yapabilirsin. Yaptığım egzersizlerden dolayı sırtım ve göğüs kaslarım ağrıyor. Masaj yağlarını topla ve odamda buluşalım."

"Senden nefret ediyorum."

☂︎☂︎☂︎

San yorgun bir halde esnerken gözlerini kırpıştırarak birkaç işini tamamlamak için otelin bilgisayar ekranına baktı.

Tembelce avucunun içine yasladığı yüzünün yarısı sevimli bir şekilde kırışmıştı. Burnunun kemerinin üzerindeki ince, gri gözlüğü düzeltti.

Bir kez daha esnerken eliyle ağzını kapatmakla uğraşmadan pembe dudaklarını kocaman açtı.

Teknoloji odasında tek başınaydı, korumaları ise kapının diğer tarafında dikiliyorlardı. Taştan hallice adamları evlerine gidip biraz uyumaları için ikna etmeye çalışmıştı ama aldığı tek cevap görmezden gelinmek olmuştu.

Üçünden birden hem de!

Ne kadar kaba.

Şu anda Perşembe, akşam saat ondu ve sayı sayı işlemleri ve Macaristan'daki şirket hayatında daha sürdürülebilir yol bulma işi uykusuz, siyah saçlı genç adam için devam ediyordu.

Arkadaşlarına yine erkenden uyuyacağını söylemişti. Fakat oldukça kötü bir yalancıydı o yüzden arkadaşlarının ona inandığından pek emin değildi.

Yaptığı günahı hatırlamasıyla ürperdi ama diğer türlü ne yapacağını bilseler ona asla izin vermezlerdi.

Olay, 'ilk ben geldim' ya da 'sabahı bekleyebilir' işine dönüşebilirdi ama gerçekte San hepsini bu gece bitirmeliydi.

Zaten çok önemli bir şey de değil, ona hiçbir şey olmayacaktı!

San somurttu.

Yalan söylediğim için kötü biri miyim? Ama sırf işimi halletmek ve kimseyi endişelendirmemek için söyledim! Bekle. Her kötü adam böyle mi düşünüyor yoksa?

İşlediği suça devam edemeden önce kapının açıldığını duydu.

Hızla tekerlekli sandalyesini arkasına doğru çevirdi, özellikle yalan söylediğini öğrenip üzülecek olan ve odasına gitmesi için San'ı zorlayacak olan Yeosang'a yakalanmaktan çok korkuyordu. Gelenin o olmadığını görünce omuzları rahatlıkla çökmüş ve kocaman gülümsemişti.

"Ah, selam Jongho!"

"Selam San."

Jongho, San'ı orada gördüğüne biraz şaşırınca ne yapacağını bilemez bir halde kapıda dikildi. Geri gidemezdi, garip olurdu. Ama belki de San biraz... yalnız kalmak istiyordu?

"Gel, otur," dedi San içtenlikle gülümseyip ve yanındaki sandalyeyi çekerek oturmasını işaret etti. Odada birkaç uzun masa vardı, her birinde on tane son model ve aşırı pahalı Apple bilgisayar ve karşılıklı minderli tekerlekli sandalye vardı.

Jongho teşekkür ederek gülümsedi ve sandalyeye pat diye oturdu.

"Burada ne yapıyorsun?"

"Birkaç işi hallediyorum. Sen?"

"Woo bana bir sürü müşterinin şikayetlerine yanıt vermemi emretti. Kendisi yapmaktan nefret eder," dedi Jongho mızmızlanarak, sırf kendi istemiyor diye patronun ona yaptırmasını hiç adil bulmuyordu.

Wooyoung'un bahsiyle San hafifçe gerildi. O kişi yüzünden bugün hala aklı karışıktı.

San ne zaman ona gülümsese aldığı tek yanıt ters ya da ifadesiz bir bakış olmuştu. Ne zaman onunla konuşmaya çalışsa aldığı tek cevap kendini özgüvensiz hissettiren sessizlik ya da kısa, sert cümlelerdi. San ne zaman ağzını açsa ya da bakışlarını ona çevirse Wooyoung'un sessizce ofladığını duyuyor ya da gözlerini devirdiğini görüyordu.

Jongho'nun son söylediğine tepki vermediğini fark edince San hızla küçük bir kahkaha attı, bir şey belli etmemek için olabildiğince normal davranmaya çalışıyordu. "Ben de yapmaktan nefret ederdim," dedi genç adamla empati kurarak. Jongho önündeki bilgisayara dönünce San da kendi önündekine odaklandı.

İkisi de kendi işine odaklanırken bir süre sessizlik içinde çalıştılar. Jongho sevimli bir şekilde gülümseyerek ekranda bir şeyi işaret edince San başını yana yatırarak baktı. Neyin bu kadar komik olduğunu anlamak için ekrana eğilirken gamzeli yanaklarıyla güldü.

Tam olarak neyi okuduğunu anlayabilmek için gözlerini bilgisayardan Jongho'ya çevirdi. Bazı şikayetler çok... önemsiz ve aptalcaydı. Bazı çok bilmiş kadınların birlik olup stok sonu ürünlerin yarıya düşen fiyatlarının stoklar yenilenince artan fiyatları için toplu şikayet etmeleri gibi.

"Tanrım, sırf sabrı yok diye sana bunu yaptıracak kadar acımasız birisi Wooyoung ," dedi San sarışın adama arkasından laf sokarak, ardından yarın için notlarını alan Jongho'ya masumca gülümsedi.

"Öyle cidden," dedi Jongho onu onaylayarak.

Aslında daha üzerine eklemek istedikleri vardı ama o isteğine karşı koydu. Senin burada olacağını bilseydi bu işi kendisi hariç başka kimseye yaptırmazdı, diye düşündü içinden. Kötü arkadaşını sırtından bıçaklamak ve San'ı utandırıp kızartmak kulağa oldukça eğlenceli gelse de sınırını aşmak istemediği için sadece gizli düşünceleriyle sırıtmakla yetindi.

"Şimdi neye sırıtıyorsun? Korkutmaya başladın beni," dedi San, genç adamın neden aniden hınzır bir şekilde sırıttığını merak etmişti.

"Ee, hiç," dedi Jongho geçiştirerek ve konuyu değiştirmeye karar verdi. "Sen, Hongjoong ve ben yarın hiçbir şey anlamayıp kendimizi hırpalamaya hazırlasak iyi olur," dedi anlaması imkansız olan o ilginç aksanlı sesler zihninde yankılanırken.

San sıkıntıyla iç çekerken dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi. "Sen ve Joong özgürce geçiştirebiliyor olabilirsiniz ama ben yapamıyorum. Eğer birisi ne yapılacağını söylemezse panik ve stres yapıp hiçbir halt beceremiyorum," dedi sesindeki kıskançlık tonuyla, arkadaşları gibi havalı ve becerikli olmak isterdi.

Jongho başıyla onaylayarak güldü.

San da hafifçe gülümseyerek başıyla onayladı.

İşe geç gelmesinin bir diğer nedeni de Wooyoung'dan uzak durmaktı.

Şansına kesin onunla karşılaşır ve tekrar görmezden gelindiğinde tekrar üzüntüye boğulabilirdi.

Ama şimdi burada, hiçbir kötü niyeti olmayan arkadaşıyla sıkışıp kalmıştı. Yine de kalbi hala sızlıyordu.

Bir süre daha Wooyoung'u düşündü, ilk uçak yolculuklarındaki, havuzdan çıktıktan sonraki, dün geceki ve muhtemelen unuttuğu (çünkü aşırı unutkan birisi) diğer zamanlardaki garip davranışlarını düşündü. Duygularını kontrol etmekte zorlanıyordu ve o duygular öfkeye dönüşüyordu.

San dudağını ısırırken aklına bir fikir geldi ve düşünceleri 7/24 istila eden adamla ilgili neler öğrenebileceğini bulmaya karar verdi.

"Ee, şey, hobilerin neler? Wooyoung'la birlikte bir şeyler yapar mısınız?"

Güzel.

"Hmm...çoğunla boks yapıyoruz ve birbirimizle fikir alışverişi yapıyoruz. Ayrıca beraber spor salonuna gideriz, koşuya çıkarız falan," dedi Jongho omuzlarını silkerek.

"Roma'dayken Wooyoung'un kum torbasıyla spor yaptığını görmüştüm. Kendisini... çok kaptırmış gibi gözüküyordu," dedi San ve o an gözlerinin önüne gelince ürperdi.

Hala tüylerini diken diken ediyordu. Çok güçlü ve şiddetli bir şekilde hareket ettiğini görmek çok ürkütücüydü.

San onu daha da tanıdıkça tanıdığı insanlarla çok rahat, çok gürültülü olabildiğini fark etmişti. Hatta cidden gürültülü ve komik ve şirin olabiliyordu.

Ama o zaman, Wooyoung onu tamamen görmezden gelmişti ve yumruklarını ardı ardına savururken eklemlerinden kan damlarının damladığını net bir şekilde hatırlıyordu.

Oldukça can yakıcı olmalıydı ve sağlığı için de pek iyi değildi.

Jongho'ya baktı ve genç adam aniden gerilip dikilince yüzündeki endişe ikiye katlandı.

"Jongho? Sorun ne?"

"Hiç. Peki sen neler yapıyorsun?" dedi hızla, bilgisayarda bir şeyler yazıyordu.

Aniden konuyu değiştirmesiyle San şaşırsa da omuzlarını silkerek cevap verdi ve hem Jongho hem de Wooyoung hakkında daha çok şey öğrenmeye devam etti.

İkili odadan ayrıldığında saat neredeyse gece birdi, zamanlarının çoğunu muhabbetle geçirdikleri için iş iki kat daha fazla sürmüştü. Ancak sorun da etmemişlerdi, ikisi de beraber muhabbet etmeyi sevmişlerdi.

San rüya dolu bir uykuya dalıp rahatça uyumak için başını yastığa koymuştu ki telefonuna bir bildirim geldi. Kaşlarını çatıp telefona uzandı ve yorgun gözleriyle mesajı açtı.

Sürtükler 🌸🌟

gigi: yanlışlıkla birine oral çektim

____________________________________________

Lan Yungi sizden hızlısı mezarda gsksjs

Trip atmaya devam edecektim ama daha fazla bekleyemedim 🥲

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro